Antisipasyon
Kalıtsal bir hastalığın kuşaktan kuşağa geçerken ortaya çıkış yaşının küçülmesi ve/veya hastalığın ağırlığının artması. |
Antispazmodik
Spazm çözücü, daha çok iç organlardaki düz kasların kasılmalarını çözen ilaç grubuna verilen isim. |
Antistafîlotoksin fitresi
Stafilokoklann ürettiği toksinlere (stafilolizin) karşı oluşan antikorların kandaki düzeyi. |
Alfa fetoprotein
Normal koşullarda dölütün karaciğerinde bireşimlenen bir protein. |
Antistreptohiyaluronidaz litresi
Üst solunum yolu enfeksiyonlanndan ve romatizma! hastalıktan sorumlu olan A grubu beta hemolitik strep-tokoklann ürettiği hücre dışı bir enzime (hiyaloroni-daz) karşı oluşan antikorların kandaki düzeyi. |
Alfa-2-mahroglobülin
Karaciğerden salgılanan bir protein. |
Antistreptolizin o titresi
Streptokokların ürettiği ve alyuvarların parçalanmasına neden olan streptolizin O toksinine karşı oluşan antikorların kandaki düzeyi. |
Azigos toplardamarı
Göğüs boşluğunda omurganın sağ yanı boyunca uzanan toplardamar. |
Antitiroit antikorlar
Tiroit hücrelerinin antijenlerine (mikrozom) ve tiroitİn ürettiği koloitin bazı bileşenlerine (tiroglobülin) karşı tepki gösteren özantikorlar (bak. özbağışıklık). |
Azospenni
Ersuyunda hiç sperma bulunmaması. |
Antitoksik
Toksin giderici. |
Azospermi
Ejekülatta sperm bulunmamasıdır. |
Antitoksin
Vücutta zehirli madde (toksin) girişinin ardından üretilen özgül antikor. |
Azot protoksit
Renksiz; örseleyici, yanıcı ve patlayıcı özellikleri olmayan; tatlı kokulu gaz. |
Antitoksoplazma antikoru (total)
Toksoplazmozdan sorumlu bir protozoon olan toksop-lazmaya karşı antikor. |
Azotemi
Kanda protein kaynaklı olmayan azot mİktannı belirten ve artık pek kullanılmayan terim (bak. üre). |
Algodistrofi
Başlıca özelliği yanıcı nitelikte ısrarlı ağrıdır; hafif şekilleri oldukça sıktır - daha şiddetli formları sakatlayıcı olabilir ve tedavisi daha zordur |
Antitoksoplazma ıgm antikoru
Özgül bir antitoksoplazma antikoru. |
Azotüri
İdrarda protein kaynaklı olmayan azot düzeyi. |
Algohalüsinasyon (ağn varsamsı)
Belirli bir fiziksel nedene ya da hastalığa bağlı olmaksızın yoğun ağn duyma biçiminde ortaya çıkan varsam. |
Antitrombin ııı
Kanda bulunan pıhtılaşma Önleyici protein. |
Boğmaca
Bulaşıcı bir hastalıktır. Tıptaki adı Pertussis'dir. Çoğunlukla 1 ila 4 yaşları arasındaki çocuklarda çok görülür. Ortalama olarak 4-6 hafta devam eder.Hastanın burnu akar, nöbet halinde gelen öksürük görülür. Bazen kusmaya neden olur. Tedavi için kesin yatak istirahati şarttır. Hastaya sık sık fakat az miktarda yumuşak yiyecekler verilmelidir. |
Boğulma
Havadaki oksijen azlığına bağlı boğulma biçimi. |
Bombesin
Midenin fundus (kubbe) ve antrum (midenin gövdeyle mide kapısı kanah arasındaki bölümü) mukozasında yaygın olarak, onikiparmakbağırsağı, jejunum, ileum ve kalınbağırsakta ise daha seyrek olarak bulunan iç salgı sistemi hücrelerinin ürettiği hormon. |
Borborizm
Bağırsak sıvılanndaki gazların hareket etmesiyle oluşan ses; guruldama. |
Bordetella
Boğmaca etkeni olan Bordetella pertussis türüyle tanınan Gram-negatif bakteri cinsi. |
B12 vitamini (kobalamin)
Karaciğerde, sütte, yumurta akında, peynirde, balıkta, ette ve karideste bol miktarda,bitkilerde ise son derece az miktarda bulunur. B12 vitamini eksiklği, folik asit eksikliğinde olduğu gibi, alyuvar yapısında biçim bozukluğuna yol açarak persinyöz ya da megaloblastik anemi denen kansızlığa neden olur.Ayrıca sindirim sistemi düzeyinde ve epitel dokunun beslenmesinde bazı etkileri görülür. Kansızlığın yanı sıra hafif sarılık, iştahsızlık, ishal, parestezi (karıncalanma) ve uyuşma gibi duyumsama bozuklukları, ataksi, işitme siniri iltihabı ve zihinsel bozukluklar ortaya çıkabilir. |
Bordet-gengou tepkimesi
Kanda bağışıklık yöntemleri kullanılarak yapılan bazı la-boratuvar incelemelerinde yararlanılan kompleman bağlama tepkimesi. |
B2 vitamini (riboflavin)
Hayvansal besinlerde, bira mayası, buğday başağı, yeşil sebzeler, havuç, enginar, fındık, yerfıstığı ve mercimek gibi bitkisel besinlerde bol miktarda bulunur. B2 vitamini eksikliğinde protein oluşması azalır ve deride yaralar, sinirsel bozukluklar ve göz bozuklukları biçiminde ortaya çıkar. |
Borrelia
boşaltım organları |
B3 vitamini (nikotinamid veya pp vitamini)
Hayvansal besinlerin yanısıra kabuklu buğday, limon, kabak, soya, domates, patates, bira mayası, hurma, incir, portakal gibi bitkisel besinlerde bol miktarda bulunur. B3 vitamini eksikliğinde deriyi, sinir sistemini ve sindirim sistemini tutan pellegra adlı hastalık ortaya çıkar. |
Boşaltım organları
Organizma tarafından kullanılmayan metabolizma artıklarının atıldığı organ ve sistemlere verilen genel ad; böbrekler, deri, bağırsak ve akciğerler birer boşaltım organıdır. |
B5 vitamini (pantotenik asit)
Doğada çök yaygındır.Yumurta, karaciğer, kalp, süt, bal, bira mayası, kabak, tahıllar, sebzeler, havuç, portakal, mantar ve taze meyvelerde bolca bulunur. B5 vitamini eksikliği çok enderdir. Bu durumda hipoglisemi (kan şekeri düşüklüğü), anemi (kansızlık), lökopeni (kanda alyuvarların az olması), dermatit (deri iltihabı), mide-bağırsak rahatsızlıkları, kas krampları, hareketlerde uyumsuzluk, asteni, uyku bozuklukları ve iştahsızlık ortaya çıkar. |
Belsoğukluğu
Tıp dilinde gonore denilen bir çeşit zührevi hastalıktır. Cinsi münasebetle bulaşır. İdrar yollarında acıma, yanma, şişlik ve akıntı ile belirir.
Akıntı cerahatlıdır. Bu cerehat ellere bulaşacak ve eller de gözlere sürülecek olursa, körlüğe neden olabilir.
Kadınlarda da, beyazımtırak cerahatlı akıntı, sık sık idrara gitme, idrar yaparken ağrı ve yanma ile kendini gösterir.
Üreme organlarında akıntı görüldüğünde, mutlaka tedavi edilmesi gerekir. Aksi halde kendisinde bel soğukluğu görülen, bu hastalığı cinsel ilişkide bulunduğu herkese bulaştırır. |
Botallo deliği
Kalbin sağ ve sol kulakçıkları arasındaki iletişim deliği. |
B6 vitamini (piridoksin)
Hayvansal ve bitkisel besinlerde düşük dozda bulunur. B6 vitamini eksikliği son derece enderdir.Bu durumda deri, sindirim sistemi rahatsızlıkları ortaya çıkar. |
Belsoğukluğu
Tıp dilinde gonore denilen bir çeşit zührevi hastalıktır. Cinsi münasebetle bulaşır. İdrar yollarında acıma, yanma, şişlik ve akıntı ile belirir. Akıntı cerahatlıdır. Bu cerehat ellere bulaşacak ve eller de gözlere sürülecek olursa, körlüğe neden olabilir.Kadınlarda da, beyazımtırak cerahatlı akıntı, sık sık idrara gitme, idrar yaparken ağrı ve yanma ile kendini gösterir. Üreme organlarında akıntı görüldüğünde, mutlaka tedavi edilmesi gerekir. Aksi halde kendisinde bel soğukluğu görülen, bu hastalığı cinsel ilişkide bulunduğu herkese bulaştırır. |
Botallo kanalı
Dölütün akciğer atardamarım aort atardaman ile birleştiren kanal biçiminde açıklık; aortun hemen hemen tüm kanının akciğer atardamarına geçmesini sağlar. |
B8 vitamini (biyotin ya da h vitamini)
Karaciğerde, yumurta sarısında, bira mayasında, pirinç kabuğunda ve yeşilliklerde bulunur. Eksikliği yanlızca uzun süre çiğ yumurta beyazı tüketiminde ya da bağırsak florasını ortadan kaldıran sülfamitlerin ve antibiyotiklerin çok fazla alınmasından sonra görülür.Bu durumda dermatit (deri iltihabı), iştahsızlık, zayıflama, depresyon ve kas ağrıları ortaya çıkar. |
Bemoptizi
Balgam çıkarırken solunum yollanndan kan gelmesi; kan tükürme. |
Botox
Botulinum toxininin ticari adı. Az miktarlarda kullanılarak belli bir süre için kasları felç ederek kırışıklık ve çizgilerin giderilmesinde kullanılan madde. |
B9 vitamini (folik asit)
Bitkilerin yeşil bölümlerinde, kabakta, lahanada, ıspanakta, yeşil sebzelerde, patateste, havuçta, bira mayasında, sütte, yumurtada, peynirde ve karaciğerde bol miktarda bulunur. Gelişmiş ülkelerde eksiklik sendromuna hiç rastlanmaz.Bu tablo yanlızca emilim bozukluklarına bağlı olarak ortaya çıkabilir. Folik asit eksikliğinde megaloblastik anemi denen bir kansızlık biçimi gelişir. Emilim bozukluğunda ise kansızlığa, glossit (diz iltihabı), stomatit (ağıziçi iltihabı) ve ishal eşlik eder. |
Botriyonukom
Deride görülen saplı, küçük, kırmızı renkte bir kabartı; ellerde, yüzde ve başta gelişebilir. |
Bence - jones proteini
Myelomatosis gibi kemik iliğini ilgilendiren hastalıklarda, idrarla çıkartılan bir cins protein. |
Botulin
Clostridium cinsi anaerob mikroorganizma türü. |
Bac (bakteriyel yapay kromozom)
DNA parçacıklarını kopyalamakta kullanılan ve bir cins bakteride bulunan bir madde. |
Bence-jones proteini
Myelomatosis gibi kemik iliğini ilgilendiren hastalıklarda, idrarla çıkartılan bir cins protein.Multipl miyelomlu hastaların idrarında bulunan, immünglobülin molekülünün hafif zincir parçası. |
Botulismus
Basillus Botulismus toksinleri ile meydana gelen zehirlenme. |
Bencillik (egoizm)
Bireysel çıkar sağlamaya yönelik olarak kendini her olayın merkezinde tutma eğilimi. |
Bowman kapsülü
Nefronun ucunda, glomerulusu saran yarım küre şeklindeki bölüm. |
Bowman zan
Gözdeki saydamtabaka epitelinin yaslandığı taban zan. |
Benlik (ego)
Ruhsal etkinlikleri düzenleyen merkez. |
Boy
Başın tepe noktasıyla ayak tabanı arasında Ölçülen toplam vücut uzunluğu. |
Benmerkezcilik (egosantrizm)
Başkalarının varlığım ve çıkarlarım göz ardı ederek kendini ve sorunsalını her şeyin merkezine koyma tutumu ve davranışı. |
Boy yaşı
Belirli bir boydaki bireylerin yaş ortalaması. |
Boynuzcuk (konka)
Burun boşluklarının yan duvarları üzerinde bulunan ince tabakalar biçimindeki çıkıntılar. |
Bağdoku
Farklı anatomik oluşumları birbirine bağlayan, farklı yapılar arasındaki boşlukları doldurarak öbür dokular ve organlar İçin de destek ya da dayanak yapısı oluşturan doku türü. |
Bentonıte
Kozmetikte emici olarak kullanılan kile benzer bir materyal. Cildin kurumasına sebep olabilir. |
Boyun
Başın gövdeye bağlanmasını sağlayan genellikle koni ya da silindir biçimindeki vücut bölümü. |
Boyun ağrısı
Boyunda, eklemlerin aşınması ya da yırtılmasının neden olduğu ağrı ve katılaşma, servikal spondiloz"" adı verilir. Ankilozan spondilitle karıştırmayınız. |
Benzephenone-3
Oxybenzone"" olarak da adlandırılır. Güneşin UVB ve bazı UVA ışınlarına karşı koruyucu olarak kullanılan bir ajan. " |
Boyun artrozu
Artroz hastalığının omurganın boyun bölümüne yerleşmesi. |
Benzoık asit
Cilt bakım ürünlerinde kullanılan bir prezervatif (koruyucu). Diğer bazı prezervatif maddelere oranla daha az tahriş edici sayılır. |
Boyun Fıtığı
Nedir boyun fıtığı?
Boyun omurları arasında diskler vardır. Bu disklerde meydana gelen sızmalar sinirlere bası yaparak boyun fıtığını ortaya çıkarır.
Boyun fıtığının oluşmasında ani hareketlerin etkisi büyüktür. Örneğin otomobil çarpmalarında boynun gidip gelmesi halinde kalıcı ve büyük sorunlar ortaya çıkar. Biz buna kamçı manevrası diyoruz. Bu harekette kişi felç bile olabilir.
Boyun fıtığının belirtileri nelerdir?
Boyun fıtığının yansımaları da boyun, sırt ve kollarda görülür. Ağrı, kasılma ve hissizlikler boyun fıtığında kollarda görülür. Mesela hastanın elinde sinirdeki basıya bağlı kas gücü kayıpları olabilir. Kişinin tutma yeteneğinde azalma oluyor. Ayrıca yine sinirdeki basıya bağlı olarak kolda incelme meydana gelebiliyor. Bu incelme boyun fıtığının ilerlemesi durumunda gözle görülür şekilde olabilir. Birde boyundaki değişiklikler beyine giden kan damarlarına da bası yapabilir. Bu durumda algılamada güçlük, konsantre olamam, uyku bozukluğu, sabah yorgun kalkmak, kulak çınlaması, baş dönmesi görme kusuru.
Boyun fıtığının belirtileri ile karışan hastalıklar var mı? Her boyun ağrısı boyun fıtığı belirtisi mi?
Boyun ağrılarında akciğer tümörleri de etkilidir. Hasta boyun ve omuz ağrısı ile geldiği zaman bir akciğer grafisinin mutlaka çekilmesi gerekir. Boyunda pek çok anatomik oluşum yer alır. Organlardaki her hangi bir rahatsızlık kendini boyun şikayetleri gibi gösterebilir. Ayrıca yemek borusu iltihapları ve mide rahatsızlıkları da boyun ağrısı yapar. Ayrıca sol kolda ağrı varsa kalbi göz ardı etmemek gerekir.
Kol ağrısı boyun fıtığından başka hangi nedenlerle ortaya çıkar?
30-40 yaşın üzerindeki hastalarda kalbe mutlaka dikkat etmek gerekiyor. Omuz veya boyun ağrısı nedeniyle bana başvuran birçok hastada kalp sorunu olduğunu belirledim.
Boyun fıtığı ne gibi sorunlara neden olur?
En önemli ve en kötü etkilerinden bir tanesi insanın elini kullanamaz duruma gelmesidir. Aslında basit gibi gözükse de tek bir parmağın bile kullanılamaması insan hayatını son derece olumsuz etkiler. Örneğin işaret parmağı ile başparmağını kullanamayan bir kişi el kullanma yeteneğini yüzde 50 oranında kaybetmiş oluyor. Çünkü bu iki önemli parmağın fonksiyonunu yerine getirememesi kişinin birçok ihtiyacını giderememesine neden olur. Şöyle bir düşündüğünüzde bu durumdaki bir fırın tepsisini bile tutamaz.
Tedavisi nasıl yapılıyor?
Öncelikle psikolojik olarak rahatlaması için hastanın ağrısını belirli bir ölçüde hafifletiyoruz. Çünkü bu ağrılar çok şiddetlidir. Örneğin diş ağrısının kolda olduğunu düşünün. Bu tedavide öncelikle hastada ne gibi kayıplar oluştuğu belirlenir ve bu kayıpların yerine konması için rehabilitasyon dediğimiz programın uygulanmasına başlanır.
Rehabilitasyonla birlikte fizikoterapi de tedavi aşamasında çok önemli bir yer tutar. Bölgeye uygulanan soft lazer, nöral terapi ve İR ışın vücudun içine kadar iner ve kanlanma sağlanır. Kanlanma artınca da sinirlere tekrar hayat gelir ve bölgede iyileşme görülür. İlaç tedavisi ile bölgedeki adale spazmları da giderilir. Akupunktur ve manuel terapi burada çok önemli yer tutar.
Boyun bölgesi ağrıları, bel ağrılarından sonra en sık karşılaşılan kas iskelet sistemi rahatsızlığı. Boyun ağrılarının görülme sıklığının yüzde 5-10 dolayında olduğu tahmin ediliyor.
Boyun ağrılarının ne kadarı boyun fıtığından kaynaklanıyor?
Aslında sanıldığının aksine boyun fıtıkları boyun ağrılarının en sık karşılaşılan nedeni değil. Boyun bölgesi ağrılarının ancak yüzde 10- 20 kadarı boyun fıtığı kaynaklı. Fıtık ağrısı diğer ağrılara göre şiddetli olduğundan böyle yanlış bir kanı yerleşmiş. En sık karşılaştığımız boyun ağrısı nedeni myofasial ağrı sendromu olarak adlandırdığımız kas gerilme ağrıları. Bunu 50 yaşından sonra ortaya çıkan omurga kireçlenmesine bağlı ağrılar izliyor.
Boyun fıtıklarında ne zaman ‘ameliyat’ denir? Ameliyat sonrası tekrar riski ne kadar?
Bu konuda tam bir fikir birliği yok. Fizik tedavi uzmanı olarak bizler operasyonu son çare olarak düşünüyoruz. Bununla beraber büyük fıtıklarda omurilik bası bulguları oluşabilir. Böyle bir durumda hastalar bir an önce ameliyat edilmeli. Benzer şekilde fıtığın boyundan kola giden sinirlere bastırması durumunda kol kaslarında kısmi felç durumu oluşabilir. Kas gücü kaybının giderek kötüleştiği belirlenirse yine cerrahi öneriyoruz. Sıkı takip edilebilen hastalarda kas gücü kaybının iyiye gitmesi durumunda ise fizik tedavi öneriyoruz. Bu hastalar fizik tedavi yöntemleriyle, başarıyla tedavi edilebiliyor. Bazı hastaların ağrıları ise tüm ilaç ve fizik tedavi yöntemleriyle geçmeyebilir. Böyle bir durumda ameliyat öneriyoruz.
Boyun fıtığı dışında kalan ağrılar neden oluşur?
Boyun fıtığı dışında en sık karşılaştığımız myofasial ağrılar, boynun uygunsuz pozisyonda aşırı kullanılmasına bağlı olarak kas gerilmelerinden kaynaklanır. Tipik olarak bilgisayar kullanımı, başın uzun süre öne eğilerek yapılan ofis çalışmaları, uzun süreli telefon konuşmaları en sık karşılaştığımız myofasial ağrı sebepleri. Ayrıca aşırı stres, gerilim ve depresyonda bu tip kas gerilmesi ağrılarının ortaya çıkmasını kolaylaştırıp tedavisini güçleştiriyor.
Ağır taşıma, meslek duruş bozukluklarının ağrılarda rolü nedir?
Boyun fıtıklarında bel fıtıklarından farklı olarak ağır taşımanın ve mesleğin etkisi belirgin değil. Alışkanlıklara bağlı duruş bozuklukları ve özellikle uygun olmayan yatak ve yastıklarda yatış en sık karşılaştığımız sebepler arasında. Fıtık dışında kalan ağrılar ise bilgisayarla uzun süreli çalışan ve ofis ortamlarında çalışanlarda sık görülmektedir.
Boyun ağrılarına çekenlere öneriler
Boyun ağrısından korunmak için ofis çalışanları ergonomiye dikkat etmeli. Özellikle monitor göz hizasının hafif altında olmalıdır. Uzun süre baş eğik pozisyonda çalışılmamalı. Eğer bu tip aktiviteden kaçınmak mümkün değilse saatte bir ara verilip, boyun kaslarına düzenli germe egzersizleri yapılmalı. Özelikle yaygın bir alışkanlık olarak karşılaştığımız televizyon karşısında, kanepe ve koltukta uygunsuz baş pozisyonu ile televizyon seyretmek ve uyumaktan kaçınılmalı. Geceleri yastıksız ya da çok yüksek yastıkta yatılmamalı. Mümkünse ortopedik yastık kullanılmalı. Özellikle bayanlar ıslak saçla yatmamalı. Boyun ağrısı çeken hastalar oyalanmadan öncelikle bir fizik tedavi rehabilitasyon uzmanına başvurmalı ve onun tavsiyeleri doğrultusunda hareket etmeliler. |
Benzoyl peroxıde
Akne tedavisinde sıkça kullanılan anti-bakteriyel bir madde. |
Boyun toplardamarları
Baştan ve boyundan gelen kanın büyük bölümünü üst anatoplardamar sistemine boşaltan, sağda ve solda dörder tane olmak üzere boyunda yer alan toplardamarlar. |
Boyun tutulması
Soğuk almaktan, boynun çarpık durumda bir süre kalmasından veya nezleden kaynaklanır. |
Boyun tutulması
Soğuk almaktan, boynun çarpık durumda bir süre kalmasından veya nezleden kaynaklanır. |
Berilyoz
Berilyum tozlarının solunmasının yol açtığı hastalık. |
Böbrek
İdrar boruları, İdrar kesesi ve siyekle birlikte idrar sistemini oluşturan ve organizmada çift olarak bulunan organ. |
Bağırsak kanaması
Önemli bir hastalığın işareti olabilir. Önce kanamanın nedenini tespit ettirmek gerekir. Kısa sürede kesilmeyen kanamalarda mutlaka doktora başvurmak gerekir. |
Bertin kolonları
Böbreğin kabuk bölgesinin böbrek medullasına (orta bölüm) yaptığı uzantılar; genellikle böbrek sütunları olarak adlandırılırlar |
Böbrek ağrısı
Böbrek ağrısının nedenleri çeşitlidir. Bunlar arasında böbrek taşı, böbreklerden idrar akışının tıkanıklık nedeniyle düzensizliği, böbrek uru, böbreklerden çıkan zehirli atıkları mesaneye taşıyan borularda taş, ur veya kan pıhtısı, böbrek apsesi olabilir.
Ağrılar sırasında terleme ve kusma da görülebilir. |
Besi doku
Bir tohumun çimlenip ilk yapraklarını verinceye kadar geçen sürede besin ihtiyacını karşılayan doku. |
Böbrek ağrısı
Böbrek ağrısının nedenleri çeşitlidir. Bunlar arasında: böbrek taşı, böbreklerden idrar akışının tıkanıklık nedeniyle düzensizliği, böbrek uru, böbreklerden çıkan zehirli atıkları mesaneye taşıyan borularda taş, ur veya kan pıhtısı, böbrek apsesi olabilir.Ağrılar sırasında terleme ve kusma da görülebilir. |
Bağırsak solucanları
Bağırsak solucanları, insan vücudunda asalak olarak yaşarlar. Bunlara bağırsak kurtları da denir. Genellikle 5 grupta toplanırlar.- Yuvarlak kurtlar- Kıl kurtları- Kamçı kurtları- Kancalı kurtlar- Şerit |
Böbrek eşiği
Glomerülden süzülen bir maddenin, böbrek borucuklarından geri emilmesi için ulaşması gereken yoğunluk sınırı; bu sının aşamayan süzüntüdeki maddeler borucuk epitelinden geri emilemeyerek idrara çıkarlar. |
Bağırsak solucanları
Bağırsak solucanları, insan vücudunda asalak olarak yaşarlar. Bunlara bağırsak kurtları da denir. Genellikle 5 grupta toplanırlar.
- Yuvarlak kurtlar
- Kıl kurtları
- Kamçı kurtları
- Kancalı kurtlar
- Şerit |
Beslenme bozukluğu
Az besin alma, uzun süreli açlık ya da sindirim sinir sisteminde besinlerin emilmesini engelleyen patolojik durumlar sonucunda ortaya çıkan genel bir güçsüzlük hali. |
Böbrek glomerülleri
Malpighi cisimcikleri |
Böbrek havuzu
Kas-bağ dokusu duvarı ile sınırlı huni şeklindeki boşluk. |
Böbrek iltihabı
Böbreklerin iç kısımlarının iltihaplanmasıdır. Tıp dilinde piyelonefrit adı verilir. İki çeşiti vardır: |
Beta agonist ilaçlar
Beta sempatik sinirler gibi, bronş genişletici vb. etkisi olan ilaçlar. |
Böbrek iltihabı
Böbreklerin iç kısımlarının iltihaplanmasıdır. Tıp dilinde piyelonefrit adı verilir. İki çeşiti vardır
- Akut Böbrek İltihabı Ani olarak ortaya çıkan, titreme, kaburga altlarında ve yanlarında başlayıp, kasıklara kadar yayılan bir ağrı ile kendini gösterir. Sık sık idrara gitmek ihtiyacı duyulur. İdrar çıkarken de yanma ve ağrı hissedilir. İlk önlem olarak belin iki yanına sıcak su torbası konur. Bol su, limonata ve açık çay içilir.
- Kronik Böbrek İltihabı Akut böbrek iltihabının gereği gibi tedavi edilmemiş olması, kronik böbrek iltihabının başlıca nedenidir. Hastada iştahsızlık, ateş, halsizlik, baş ağrısı, ağrılı idrar etme ve bel ağrıları görülür.
Yapılacak ilk iş, bol bol meyva suları içmek ve aşağıdaki reçetelerden birini uygulamaktır. Ayrıca tuz ve hayvani gıdalar azaltılmalıdır. |
Bağışıklık yetmezliği sendromu
Vücudun savunma mekanizmalarının etkinliğindeki yetersizlikten kaynaklanan bir grup hastalık (bak. bağışıklık). |
Betacaroten
Potansiyel iyi bir antioksidan |
Böbrek kum
Yeterince su içilmemesi, A vitamini eksikliği, böbrek üstü bezlerinin fazla çalışması ve bazı böbrek hastalıkları, böbreklerde kum birikmesine neden olur. |
Böbrek kumu
Yeterince su içilmemesi, A vitamini eksikliği, böbrek üstü bezlerinin fazla çalışması ve bazı böbrek hastalıkları, böbreklerde kum birikmesine neden olur. |
Beta-hidroksit
Alfa-hidroksitten daha ufak bir molekül boyuna sahip olan arındırıcı bir ajan. |
Böbrek Taşı
İdrarda bulunan oksalat billurlarının meydana getirdiği böbrek taşları, kum tanesi kadar olabildiği gibi pinpon topu büyüklüğünde de olabilir. Ufak taşlar böbrekten kolaylıkla çıkabilr.
Büyükler ise böbreklerden mesaneye giderken şiddetli ağrılara neden olur.
Göğsün yukarı ve ön kısmında, kaburgaların altında, ani ve kıvrandırıcı ağrı hissedilir. Terleme ve kusma da görülebilir. İdrarın rengi bulanık ve bazen kanlıdır. |
Böbreküstü bezi
Vücudun her iki yanında böbreğin üst ucunun tepesinde bir başlık biçiminde yer alan organ; karın zarının arkasındaki yağdoku ile çevrili bir salgıbezidir. |
Beyin
Omurgalılarda kafatası içindeki merkezi sinir sisteminin bir bölümü. |
Böbreküstü bezi hormonları
Böbreküstü bezinin kabuk ve iç bölümleri tarafından üretilen hormonlar. |
Böbreküstü bezleri
Epinefrin, norepinefrin ve kortikosteroid hormonları üreten iç salgı bezi. |
Böcek sokması
Böceğin ısırdığı yerde şiddetli kaşıntı, kızarıklık ve şişlik görülür. Böceğin zehirli olabileceğini düşünerek aşağıda tarif edilen işlem yapılır.
Vakit kaybetmeden böceğin soktuğu yerin alt ve üstünden sıkıca bağlanır. Sonra böceğin soktuğu yer iki parmak arasına alınıp, sıkılır ve zehirli kanın akması sağlanır. |
Bakteri florası
Deride ya da ağız, bağırsak ve dölyolu gibi doğal vücut boşluklarında sürekli bulunan mikroorganizmaların tümü. |
Böcek sokması
Böceğin ısırdığı yerde şiddetli kaşıntı, kızarıklık ve şişlik görülür. Böceğin zehirli olabileceğini düşünerek aşağıda tarif edilen işlem yapılır. Vakit kaybetmeden böceğin soktuğu yerin alt ve üstünden sıkıca bağlanır. Sonra böceğin soktuğu yer iki parmak arasına alınıp, sıkılır ve zehirli kanın akması sağlanır. |
Böğür kemiği
Böğür kemiği (iliyum), oturga kemiği (iskiyon) ve çatı kemiği (pubis) adı verilen üç ayrı kemik yapısının birleşmesinden oluşan leğen kemiği. |
Bph (benign prostat hiperplazisi)
Prostatın kanser olmayan ve idrar akımın engelleyen büyümesi |
Beyin-omurilik engeli
Bazı maddelerin kandan beyin-omurilik sıvısına geçişini belirli ölçülerde önleyen fizyolojik engel; kan-beyin engeli. |
Bakteriyofaj
Bakterileri enfekte ederek ölümlerine neden olabilen virüslere verilen genel ad. |
Beyin-omurilik iltihabı
ensefalomiyelit |
Bakteriyofaj (faj)
Bakteri hücresinin asalak virüsü. |
Beyin-omurilik sıvısı (likör)
Merkez sinir sisteminde örümceksizann altında yer alan aralıkları ve beyin boşluklannı dolduran renksiz sıvı. |
Bakteriyoliz
Bakteri hücresinin parçalanması. |
Beyin-omurilik sıvısı incelemesi
Beyin karıncıklarının, beyinle beyin zarları arasındaki boşluğun ve omurilikle beyin zarları arasındaki boşlukta bulunan beyin-omurilik sıvısının çeşitli özelliklerinin laboratuvar koşullarında incelenmesi. |
Bakteriyoloji
Bakterilerin özelliklerini ve etkilerini inceleyen mikrobiyoloji dalı. |
Bezoar
Aşırı miktarda alınan hayvan kulan ya da bitkisel liflerin mide ve bağırsaklarda kümeleşip sertleşmesiyle oluşan kütle. |
Bakteriyolojik tanı
Bakteri kökenli hastalıkların tanısını kesinleştirmek için uygulanan laboratuvar tanısı. |
Bakteriyoskopik inceleme
Çeşitli organ (siyek, dölyolu, burun, kulak) salgılarından ya da balgamdan alınan bir örneğin lam üzerine sürülüp uygun boyalarla boyanarak (metilen mavisi, Gram tekniği) mikroskopta incelenmesi. |
Bıoflavonoıd
Genellikle narenciye bitkilerinden elde edilen ve antioksidan, yatıştırıcı etkileri olan bir madde. |
Bakteriyostatik
Bakterileri öldürmeden onların üremesini durduran herhangi bir fiziksel, kimyasal ya da biyolojik etken. |
Bıotın
Diğer adıyla H vitamini. Vücutta, bazı bağırsak bakterileri tarafından üretilen ve suda eriyebilen bir vitamindir. B kompleks grubundan olan bu vitamin metabolizmadaki karbonhidratların, yağların ve amino asitlerin ihtiyacıdır. Yüzeysel uygulamada cilt için yararı bulunmamıştır. |
Bal özü
Çiçekler tarafından salgılanan tatlı ve genellikle kokulu bir sıvı. |
Bifosfonatlar
Kemiklerin erimesini önleyici ilaçlar. Örneğin: Bonefos (klodronat), Aredia (pamidronat). |
Balanopostit
Penis başının ve onu örten sünnet derisinin akut ya da kronik iltihabı. |
Bifurkasyon
İki dala ayrılma yeri. |
Bikonkav
Her iki yüzeyide konkav, iç bükey veya oyuk olan. |
Balgam kaiturü
Orta ve alt hava yollarından gelen, tükürükle karışmamış akciğer salgısının uygun besiyerine ekilerek bronş-akciğer enfeksiyonlarından sorumlu olan mikroorganizmanın kesin olarak belirlenmesi. |
Brom zehirlenmesi
Potasyum bromürlüler başta olmak üzere brom içeren preparatların alınmasına bağlı zehirlenme. |
Balgamda mycobacterium ttıberculosis aranması
Lama yapılan balgam yaymasının uygun olarak boyan-masıyla akciğerde sürmekte olan verem hastalığı bulunup bulunmadığım kesin olarak ortaya koymayı sağlar. |
Bromhidroz
Şiddetli ve kötü kokulu terleme (ter salgısı). |
Balgamın sitolojik incelemesi
Solunum yollarından gelen salgıların uygun bir boyamadan sonra İncelenmesine dayanan tanı tekniği. |
Bronchiolitis
Solunum sisteminin en küçük fonksiyonel üniteleri olan bronşiollerin iltihabına denir. |
Balgamlı öksürük
Bu çeşit öksürük, sık sık tekrarlar. Hastada hırıltı vardır. Balgam çıkarır ve nefesini dışarı vermekte zorluk çeker. Balgamlı öksürük; Bronşit, astım, sinüs iltihabı, müzmin sinüzit, kalp hastalıkları veya tüberküloz'un bir işareti olabilir.Öksürük, nasıl olursa olsun, ihmal edilmemesi ve mutlaka tedavi edilmesi gereken bir hastalıktır. |
Bilgisayarlı eksenel tomografi
tomografi |
Bronkografi
Bronş ağacının radyolojik olarak incelenmesi. |
Balistokardiyografi
Kalbin çalışması sırasında her kasılmanın bütün vücutta yol açtığı titreşimlerin grafik olarak kaydedilmesine dayanan incelenme yöntemi, incelenecek kişi havada asılı duran bir masaya uzanır. |
Bronkopnomoni
Akut akciğer iltihabı, İltihap daha çok uçtaki bronşların mukozasını ilgilendirir ve daha sonra alveollere yayılır. |
Balistokardiyogram
Kalp kasılmaları sırasında vücutta oluşan sarsıntıların kaydedilmesiyle elde edilen eğri |
Bronkopnömoni
Akut akciğer iltihabı, İltihap daha çok uçtaki bronşların mukozasını ilgilendirir ve daha sonra alveollere yayılır. |
Bronkoraji
Bronş mukozasından kaynaklanan kanama. |
Bronkore
Bronş salgısının aşırı miktarda ve sulu olması. |
Balneoterapi
Suyun mekanik ya da tedavi edici etkisinin kullanıldığı bir tedavi tekniği. |
Bronkoskopi
Solunum yollarının (soluk borusu ve bronşlar) içini tanı amacıyla inceleme tekniği; bronkoskop denen aygıtla yapılır. |
Bronkospazm
Bronş ve bronşçukları saran düz (istem dışı çalışarı) kasların kasılması sorıucu bu hava yollarının geçici daralması. |
Bronkostenoz (bronş daralması)
Bir bronş lümeninin (boşluk) daralması. |
Bronköpnomoni
İyi tedavi edilmeyen grip, boğmaca, bronşit veya kızamıktan sonra ortaya çıkan bir hastalıktır. Nedeni, akciğer ve bronşların yer yer iltihaplanmış olmasıdır. Hastalık, bronşit gibi başlar, tedbir alınmazsa, 2-3 gün içinde ağırlaşır. Ateş sabahları 38 derece iken akşamları 40 dereceye kadar yükselir. Hastada öksürük, cerahatli ve bazen de kanlı balgam görülür. Halsizdir, nefes almakta güçlük çeker, rengi de soluktur.Doktor tedavisi şarttır. Diğer tarftan, hasta istirahat ettirilir ve morali üstün seviyede tutulur. Yanına fazla misafir kabul edilmez. Ağrı olan tarafına içine sıcak su doldurulmuş şişe konur. Sıcak su buharı teneffüs ettirilir. Ateşi yükseldiği zaman da; vücudu ıslak bezle silinir. Ateş düşürücü ilaçlar verilmez. |
Bronş
Trakea denilen ana hava borusunun dalları. |
Bronş aspirasyonu
Tanı ya da tedavi amacıyla bronş salgısından örnek alma işlemi. |
Bronşektazi
Bronş duvarındaki esnek yapıların ve kas tabakasının yıkımı nedeniyle bronşların çeşitli biçimlerdeki (silindir, torba) kalıcı genişlemesi. |
Biofeedback
Kişiye kalp hızı, kan basıncı, deri sıcaklığı ve kas gerginliği gibi otonom reaksiyonları nasıl kontrol edeceğini öğreten davranış eğitimi proğramı. |
Bronşiol
Bronştan ayırılan daha küçük dallardan herbiri. |
Biopsi
Canlı bir dokudan muayene edilmek üzere küçük bir parça alınması. |
Bronşiolit
Akciğerlerin içindeki küçük solunum yolları olan bronşiollerin iltihabıdır.
Belirtiler
Bronşiolit, genellikle süt çocuklarında görülen, genellikle tüm havayollarını, ama en çok da akciğerlerdeki küçük hava keseciklerini (Bronşiol) etkileyen bir hastalıktır. Aynı zamanda nezleye de sebep olabilen birçok farklı virüs tarafından ortaya çıkarlar. En sık neden, RSV olarak kısaltılan respiratuar sinsisial virüstür Bazı küçük çocuklar ve bebeklerin akciğerleri tam olgunlaşmamış, bronşlarının çapı dar, bronşları çevreleyen kıkırdak halkaları çok yumuşak olduğu için viral enfeksiyonlarla sık sık bronşiolit geçirmeleri mümkündür. Yaş ilerleyip akciğerler olgunlaştıkça virüsler bronşiolite neden olamamaktadır.
Bronşiolit, genellikle ateş ve burun tıkanıklığının eşlik ettiği soğuk algınlığı şeklinde başlar. 2–4 gün içinde bronşiollere inerek tahriş ve küçük hava yollarında daralmaya neden olur. Bu da çocukta öksürüğe ve nefes verme sırasında duyulan ıslık gibi (vızıltı) yapar. Bazı çocuklarda solunum hızı ve eforu artıp öksürük boğuklaşarak astım gibi tıkanmaya ortaya çıkabilir. Bu dönemde genellikle ateş düşer, çoğu çocuk iştahsızlaşır, süt çocuklarında emme güçlüğü ortaya çıkar. Uykuda huzursuzluğa sık rastlanır.
Hırıltı 3–5 günde gerilese de burun tıkanıklığı daha uzun sürer, öksürük ise 1-2 hafta devam edebilir.
Tanı
Tanıda hekiminiz muayeneyi takiben kan testleri ve göğüs röntgenine ek olarak burun akıntısından alacağı örnekte respiratuar sinsisyal virüs araştırması yaptırabilir.
Tedavi
Hırıltılı solunum için nefes açıcı ilaçlar verilebilir. Antibiyotikler ancak hastalığın üzerine ek bir bakteryel enfeksiyon geliştiğinde etkili olacaklardır. Oksijen tedavisi ve ağır olgularda çocuğu hastaneye yatırmak gerekebilir.
Öneriler
Evde nem yapıcı aletler kullanılabilir, bunların içinde bakteri üremesini engellemek için günlük temizliklerini yapmak şarttır.
Öksürük, havayollarını temizlemeye yarayan güzel bir reflekstir. Öksürüğü baskılayan ilaçlar ve dekanjestan şuruplar salgıların koyulaşmasına ve hastalığın ilerlemesine neden olabilir.
• Hastalığın en sık sebebi aile içi gribal durumdur. Bu nedenle tüm aile bireyleri gribal durumdan korunmalı, gerekirse çocuğa maskeyle yaklaşılmalıdır.
• Hastalık başladıktan sonra çocuklara bol sıvı verilmeli ve sık sık akciğerlerine belli aralıklarla masaj yapılmalıdır.
• Kirli, tozlu kent havasından uzak durulmalı, bin metreden yüksek yerlere gidilmemelidir.
• Aile içinde sigara kullanımı engellenmelidir. |
Baropati
Organizmanın atmosferdeki basınç değişikliklerine karşı duyarlı olmasına bağlı olarak gelişen klinik sendrom. |
Bronşit
Akciğerlere giden havayollarının iç yüzündeki zarın iltihaplanmasıdır. Akut ve kronik olarak iki gruba ayrılır.
- Akut Bronşit Genellikle grip, kızamık, boğmaca veya tifo gibi hastalıklar sırasında görülür. Sisli ve soğuk havalarda çok rahatsız olurlar.
Hastalığın başlangıcında kuru ve ağrılı öksürük, az yapışkan balgam, sonraları sümüksü cerahatli balgam ile hafif ateş ve halsizlik görülür. Mutlaka tedavi edilmesi gerekir.
- Kronik Bronşit Bu çeşit bronşitte; havayollarını yağlayan bezler büyümüş, iç yüzlerinde bulunan tüyler görevini yapamaz olmuştur. Mutlaka tedavi edilmesi gerekir.
Her iki bronşitte de yapılacak ilk iş sigarayı bırakıp istirahat etmektir. |
Bipolar
İki uçlu veya iki kutuplu olma durumu |
Bronşiyol
Bronş ağacının küçük bronşlarla alveoller (hava keseciği) arasındaki dallarını oluşturan çok küçük çaplı bronşları tanımlayan terim |
Bartholin bezleri
Dölyolu kanalının her iki yanında bulunan ve hemen dö'lyolu yakınındaki küçük dudakların içine açılan bezler. |
Bipoloni
Kas gerginliğinde azalma. |
Bronşiyolit
Genellikle yaşamın İlk yılındaki çocuklarda görülen akut enfeksiyon hastalığı. |
Bartolinit
Bartholin bezlerinin sık rastlanan mikrop ya da belso-ğukluğu etkeni gonokok kökenli iltihabı. |
Bartonella bacilliformis
Riketsiya grubunda yer alan ve Güney Amerika'ya özgü bartonelloz adlı bir hastalığın etkeni olan mikroorganizma türü. |
Birincil kompleks
Verem etkeniyle (Koch basili) ilk kez temas eden bir organizmada ortaya çıkan lezyonlar bütünü. |
Baryolit
Baryum sülfatın radyolojik inceleme amacıyla ağızdan verilmesinden sonra vücutta kalan sülfat artıklarını belirtmek için kullanılan terim. |
Brunner bezleri
Onikiparmakbağırsağının özellikle ilk bölümünde bulunan salgı bezleri. |
Bul l u imi (hidroftalmi)
Bebeklikte ortaya çıkan özel bir glokom (göz tansiyonu) biçimi. |
Bulber sendrom
Omurilik soğamyla ilgili damarsal kaynaklı hastalıklar (kanamalar, trombozlar, emboliler) sonucu ortaya çıkan nörolojik tabloların genel adı. |
Biyoelektrik
Canlı organizmalarda görülebilen elektriksel olayların tümü. |
Bulbus (soğan)
Oval bir uzantı biçimindeki çeşitli oluşumlara verilen ad. |
Biyogenez
Canlıların kendilerine benzeyen canlılardan oluştuğunu açıklayan görüş. |
Biyokütle
Belirli bir alan ve hacimde bulunan canlı ağırlığa biyokütle denir. |
Biyometri
Biyolojinin matematiksel ve İstatistiksel açılardan incelenmesi. |
Burdach demeti
Omuriliğin akmaddesinin arka bölümü boyunca uzanan lif demetleri. |
Biyomikroskopi
Bir organın doğal yerinde mikroskopla incelemesi. |
Biyopsi
İncelemek ya da test yapmak amacıyla küçük bir doku parçasının cerrahi olarak alınması. |
Biyoritim
Döngüsel olarak tekrarlanan biyolojik etkinlik, insan organizmasının fiziksel, biyokimyasal ve işlevsel özellikleri ritmik değişiklikler gösterir. |
Baş dönmesi (vertigo)
Mekân algılamasıyla ilgili bir bozukluktan dolayı kişinin bulunduğu ortamın ya da kendi vücudunun döndüğü izlenimine kapıldığı anormal ve rahatsız edici hareket duygusu. |
Biyosentez
Canlı organizmalardaki kimyasal süreçleri belirten terim; enerji kullanılarak gerçekleştirilen bu süreçler basit yapıdaki maddelerden daha karmaşık ürünler elde edilmesini sağlar. |
Başat (dominant)
Aynı kalıtsal özellikten sorumlu bir gen çiftindeki (alel) genlerden, Öbürüne göre daha baskın olanı; karşıtı çekiniktir (resesif). |
Biyosfer
Dünyadaki bütün canlıların yaşadığı 16-20 km kalınlığında tabaka. Biyosferin deniz seviyesinden 8-10 km'si atmofere, 8-10 km'si okyanusların dibine doğru uzanır. |
Başdönmeleri
Hasta, kendisinin veya etrafındaki eşyanın boşlukta döndüğünden şikayet eder. Tıp dilinde vertigo denen baş dönmelerinin nedenleri çeşitlidir. Bunlardan başlıcaları şunlardır:- Kulak ağrısı- Araç tutmaları- Ani hava değişimi- Bazı göz hastalıkları- İlaç zehirlenmeleri- Düşük veya yüksek tansiyon- Damar sertliği ve bazı kalp hastalıkları- Kansızlık ve kan hastalıkları- Mikrobik hastalıklar- Beyin hastalıkları- Sara ve bazı ruh hastalıklarıTedaviye başlanmadan önce hastalığın gerçek nedeninin tespit edilmesi gerekir. Baş dönmelerine yapılacak ilk iş; hemen oturmak veya öne eğilmek ve mümkünse hemen yatmaktır. Baş dönmesi sık sık oluyorsa mutlaka bir doktora gitmek gerekir. |
Biyoteknoloji
Özellikle DNA ve hücreyle ilgili konularda kullanılan biyolojik tekniklere verilen ad. |
Başdönmeleri
Hasta, kendisinin veya etrafındaki eşyanın boşlukta döndüğünden şikayet eder. Tıp dilinde vertigo denen baş dönmelerinin nedenleri çeşitlidir. Bunlardan başlıcaları şunlardır
- Kulak ağrısı
- Araç tutmaları
- Ani hava değişimi
- Bazı göz hastalıkları
- İlaç zehirlenmeleri
- Düşük veya yüksek tansiyon
- Damar sertliği ve bazı kalp hastalıkları
- Kansızlık ve kan hastalıkları
- Mikrobik hastalıklar
- Beyin hastalıkları
- Sara ve bazı ruh hastalıkları
Tedaviye başlanmadan önce hastalığın gerçek nedeninin tespit edilmesi gerekir. Baş dönmelerine yapılacak ilk iş; hemen oturmak veya öne eğilmek ve mümkünse hemen yatmaktır. Baş dönmesi sık sık oluyorsa mutlaka bir doktora gitmek gerekir. |
Biyoterapi
Bir hastalığı iyileştirmek amacıyla yoğurt, kefir, maya gibi canlı mikroorganizma kültürlerinden ya da süt, mide özsuyu ve safra gibi fizyolojik ürünlerden yararlanılan tedavi yöntemi. |
Biyotik potansiyel
Bir populasyonda ölümlerin en az, çoğalmaların en yüksek düzeyde olması sonucu populasyonun en çok artma oranı. |
Burun ahtapotu
Burunda et büyümesinden kaynaklanan bu hastalığa tıp dilinde adenoid ve polip denir. Hastanın burnundan soluması güçleşir. Daha çok ağzından nefes alıp verir. |
Biyotin
B8 ya da Öbür adıyla H vitaminini belirten eşanlamlı terim. Bak. vitaminler. |
Batmotropizm
Kasılma uyarılarına karşı kalp liflerinin duyarlılığı ya da uyanlabilirliğİ. |
Biyotip
Her bir kişinin kendine özgü biçimsel, işlevsel ve ruhsal özelliklerinin bütünü; |
Biyotipoloji (tipoloji)
Yapısal tiplerin incelenmesi ve sınıflandırılması ile İlgilenen tıp dalı. A |
Blastomyces
Deride ve iç organlardan özellikle akciğerlerde yerleşen mantar cinsi. |
Blastosel
Embriyonun gelişmesi sırasında, döllenmiş yumurtanın art arda bölünmesinden doğan hücrelerin sınırladığı boşluk. |
Burun kanaması (rinoraji)
Burundan kan gelmesi. Çok sık görülen bir durumdur. |
Blastosist
Embriyonun kesecik halinde olduğu ilk gelişim evrelerinden biri. |
Bazal metabolizma
Vücut yüzeyi birimine göre hesap edilen, istirahat anında sarf edilen enerji miktarıdır.Vücut yüzeyi şahsın, boyu ve kilosundan hesap edilir.Troid bezinin fazla çalışmasında, bazal metabolizma yükselir. |
Burun kökü (nazyon)
Alın kemiği ile iki burun kemiği arasındaki birleşme çizgisinin ortasında yer alan kranyometrik nokta. |
Bazal metabolizma hızı
Besin alınması ve hareketsiz durumda vücudu canlı tutmak için gerekli enerji tüketimi. |
Blefarofimoz
Alt ve üst gözkapağı arasındaki uzaklığın patolojik darlığı. |
Bazalyom
Bir çeşit deri tümörü. |
Blefaroplasti
Travma, tümör çıkarılması gibi nedenlerle oluşan gözkapağı dokusu kaybının ya da biçim bozukluğunun vücudun başka bir bölgesinden alınan deri parçasıyla onarılarak yeniden biçimlendirilmesi. |
Bazofil
Mast hücresine benzeyen, alerjide rol oynayan kan akyuvar hücreleri. |
Blefaroptosis
üst göz kapağının yeteri kadar kaldırılamaması nedeniyle kapak kenarının anormal olarak düşük bulunması |
Blefaroptoz
Üst gözkapaklarının birinin ya da her ikisinin kalıcı düşüklüğü ve buna bağlı olarak gözkapakları arasının kısmi kapanması. |
Blefarospazm
göz kapağı spazmı |
Büllöz
Büllerden oluşan lezyon. |
Blefaroşalasis
nükseden gözkapağı ödemi ve bunun sonucunda kapak derisinin incelmesi, buruşması ve sarkmasıyla karakterize durum |
Behçet sendromu
Ağrılı oral ve genital ülserlerin (yaraların), inflamatuvar göz hastalığının ve cilt lezyonlarının bulunduğu bir hastalık. Avrupa ve Amerika'da nadir rastlanan, fakat Japonya, bazı Ortadoğu ülkeleri ve Türkiye'de daha sık görülen bir hastalıktır. |
Blok
Genel anlamda, değişik yapıdaki patolojik süreçlerle bağlantılı olarak, bir organın ya da anatomik yapının işlevinin ağır derecede bozulmasını ya da durmasını belirten terim. |
Boğaz
Hava ve sindirim yollarının bir bölümünü belirtmek için kullanılan terim. |
Boğaz ağrısı
Havasızlıktan, toz, sigara içmek, burun tıkanıklığı, dişeti iltihabı gibi nedenlerden kaynaklanır. |
Büyük tansiyon düşüklüğü
arteriyel hipotansiyon |
Boğaz ağrısı
Havasızlıktan, toz, sigara içmek, burun tıkanıklığı, dişeti iltihabı gibi nedenlerden kaynaklanır. |
Büyük tansiyon yüksekliği
arteriyel hipertansiyon |
Boğaz iltihabı
Tıp dilinde farenjit veya anjin adı verilen bu hastalığın nedenleri; nezle ve grip gibi ateşli hastalıklarla, havadaki zararlı maddeler, sinüzit, alkol veya sigaradır.Yapılacak ilk iş; istirahat etmektir. Mümkün olduğu kadar az konuşmak da yararlıdır. |
Boğaz iltihabı
Tıp dilinde farenjit veya anjin adı verilen bu hastalığın nedenleri; nezle ve grip gibi ateşli hastalıklarla, havadaki zararlı maddeler, sinüzit, alkol veya sigaradır.
Yapılacak ilk iş; istirahat etmektir. Mümkün olduğu kadar az konuşmak da yararlıdır. |
Büyüme hormonu (gh)
Beyin tabanında yer alan hipofiz bezinin ürettiği ve çocukluk çağında normal büyüme ve gelişme için gerekli olan bir hormon. |
Bel bölgesi
Yukarda sırt, aşağıda ise sağn bölgesi ile sınırlı anatomik bölge. |
Boğmaca
Boğmaca nedir?
• Boğmaca, boğaza Bordetella pertussis adı verilen bakterilerin bulaşmasının
neden olduğu bir hastalıktır.
• Boğmaca her 3 ile 5 yılda bir salgınla meydana gelir. Aşı bulunmadan önce
birçok bebek ve çocuk boğmacadan ölmekteydi.
Belirtiler nelerdir?
• Boğmaca, burun akması, yorgunluk ve kimi zaman ortaşiddette bir ateş ile
Genellikle nezle gibi başlar.
• Daha sonra nöbetler halinde öksürük gelişir, bunu derin nefes kesilmeleri
(öksürmeler) izler. Bazen kişiler öksürükten sonra kusar.
• Boğmaca küçük çocuklarda çok ciddi olabilir. Öksürük nöbetleri sırasında
Renkleri morarabilir veya nefes almaları durabilir ve hastaneye gitmeleri
Gerekebilir.
• Daha büyük yaşlardaki çocuklar ve yetişkinlerde, tedaviye karşın haftalarca
süren öksürük nöbetleri ile daha hafif olabilir.
Nasıl yayılır?
• Boğmaca diğer insanlara (öksürük veya hapşırıktan saçılan) damlacıklar
aracılığıyla geçer. Tedavi edilmemesi durumunda boğmacalı bir kişi, öksürüğün
başlamasından sonra 3 hafta boyunca hastalığı başkalarına geçirebilir.
• Mikroba maruz kalmakla hasta olmak arasındaki süre genellikle 7 ile 10 gün
arasındadır ama, 3 hafta kadar da olabilir.
Kimler risk altındadır?
• Herkes boğmaca olabilir.
• Boğmacalı bir hasta ile aynı evde yaşayanların hastalığı kapma olasılığı
büyüktür.
• Aşı, enfeksiyon riskinizi büyük ölçüde azaltır.
• Yeniden hastalanma olabilir.
Nasıl önlenir?
Çocuğunuzu zamanında aşılatın
• Aşı, boğmacaya karşı yaşam boyu koruma sağlamaz ve koruma kimi zaman
eksik kalır.
• Çocukların 2, 4 ve 6 aylıkken aşılanmaları gerekir.
• Bağışıklığı artırıcı ek aşıların 4 yaşında ve yeniden 15-17 yaşlarında
yapılmaları gerekir.
• Aşılar pratisyen doktorlar ve kimi belediyeler aracılığıyla yapılır.
Bebeğinizi öksüren kişilerden uzak tutun
• Bebeklerin, korunabilmeleri için 2 veya 3 aşıya gereksinimleri vardır. Bu
durumda, öksürük hastası olan kişileri, boğmaca veya diğer mikropları
geçirmemeleri için, bebeğinizden uzak tutmak çok önemlidir.
Küçük çocuklarla yakın yakın teması olan bir yetişkinseniz aşı olun
Büyükler için de bir aşı vardır. Şu kişiler için önerilir:
• bir hamilelik planlanıyorsa veya bebek doğar doğmaz, hem anne hem de baba
için
• küçük çocuklarla çalışan yetişkinler, özellikle sağlık bakımı veya çocuk bakımı
çalışanları için.
Boğmaca hastası olan bir kişiyle yakın temasınız varsa:
• belirtilere dikkat edin
• belirtiler ortaya çıkarsa, doktorunuzu görün, bu Bilgilendirme Belgesi’ni götürün
ve boğmaca ile olan temasınızdan söz edin
• yüksek risk altında bulunan yakın temastaki kişilerin (örneğin 1 yaşından küçük
çocuklar, tüm aşılarını olmamış olan çocuklar ve gebeliklerinin sonundaki
kadınlar) ve yüksek tehlike altındaki kişilerle yaşayan veya çalışan kişilerin,
bulaşmayı önlemek için antibiyotik almaları gerekebilir.
Boğmaca hastası iseniz:
• başlarda tedavi olun
• bulaştırabilecek durumdaysanız, 7 günlük antibiyotik alma süresinin 5 gününü
tamamlayana kadar başkaları ile birlikte olmaktan kaçının ve (çocuk bakım
merkezlerinde, anaokullarında ve okullarda) küçük çocuklardan uzak durun
• evinizdekilere ve yakın ilginiz olan diğer kişilere enfeksiyon riski altında
olabileceklerini belirtin ve onlara bu Bilgilendirme Belgesi’ni verin.
Nasıl tanılanır?
• Doktor bir kişide boğmaca olduğunu düşünüyorsa, burnun gerisinden alınacak
bir örnek veya kan testi, tanılamayı doğrulamak için yardımcı olabilir.
Nasıl tedavi edilir?
• Boğmaca tedavisi için, 7 gün boyunca alınan özel antibiyotikler (genellikle
erythromycin veya clarithromycin) kullanılır. Bu antibiyotikler mikrobun
başkalarına bulaşmasını önleyebilir.
• Öksürük, tedaviye karşın haftalar boyu sürebilir. |
Christmas faktörü
. antihemofilik B faktörü (FaktörIX) |
Corpus albîcans (beyazımsı cisim)
Yumurtalıkta görülen beyazımsı renkte, lifsi dokudan oluşmuş yapı; |
C vitamini (askorbik asid)
Suda eriyen vitamenlerden biri. (bkz. Vitaminler). Taze meyve ve sebzelerde bulunur. Bağdokusuna özelliğini kazandıran temel maddelerden biridir. Yokluğunda skorbüt (bkz.) adı verilen bir hastalık ortaya çıkar. C vitamini, yaraların iyileşmesi ve demirin barsaklardan emilmesi gibi olaylar üzerinde de önemli rollere sahiptir. |
Churg-strauss hastalığı/sendromu
Nadir rastlanan bir vaskülit formu. |
Corpus callosum (nasırsı cisim)
îki beyin yarıküresi arasında enine yer alan dört kenarlı, düzensiz biçimli akmaddeden oluşmuş anatomik yapı; enine sinirsel liflerden oluşmuştur. |
Churg-strauss sendromu**
Nadir rastlanan bir vaskülit formu. |
Corpus geniculatum
Beynin alt yüzünde, beyin saplanna göre arka ve yan bölgelerde yerleşmiş bulunan oval biçimli küçük çıkıntıların ortak adı; iç yan diz cismi |
Chvaostek belirtisi
Dışkulağın hemen Önünde, yüz sinirinin gövdesinin bulunduğu noktaya refleks çekiciyle vurulduğunda yanak kaslarında kasılmayla beliren klinik bulgu. |
Corpus luteum
Ovulasyonda yumurtalık yüzeyinde bulunan özel bir bezdir. Menstrual siklusun ikinci yarısında progesteron hormonu üretir. Bu da döllenmiş yumurtaların implantasyonu için uterus yüzeyini hazırlar. |
Cıtronella yağı
Sabun ve deodorantlarda yaygın olarak kullanılan bir antiseptik. Böcek savar etkisi de vardır. |
Corpus luteum (sarı cisim)
Yumurtalıkta yumurta folikülünün olgunlaşıp içindeki yumurtanın serbestleşmesinden sonra folikülün dönüştüğü yapı. |
Caısson hastalığı
Vurgun. Dalgıçlarda ve çok yükselen havacılarda atmosfer basıncının ani değişimlerine bağlı olarak meydana gelir. |
Caisson hastalığı
Vurgun. Dalgıçlarda ve çok yükselen havacılarda atmosfer basıncının ani değişimlerine bağlı olarak meydana gelir. |
Corpus quadrigeminus (dördüz cisim)
Beyin gövdesinden çıkan üst beyincik saplarının üst yüzünde görülen yuvarlak çıkıntı. |
Corpus restiforme (alt beyincik sapı)
Dördüncü karıncık tabanının yanlarında yer alan, alt beyincik sapları da denen oluşumlardan her bîri; soğa-niliği beyincikle birleştirirler |
Calcıum ascorbate
C Vitamininin bir şekli; yüzeysel veya içilerek kullanımıyla ilgili çok az bilimsel araştırma vardır |
Corpus striatum (çizgili cisim)
Beyin yarıkürelerinin derin bölümündeki bozmadde çekirdeği; iki yapıdan oluşmuştur: |
Calcıum carbonate
Kozmetikte emici olarak kullanılır. Günlük kullanımda tebeşir olarak anılır. |
Corpus trapezoideum (yamuksu cisim)
Beyin, beyincik ve soğaniliği birbirine bağlayan Varol köprüsündeki anatomik yapı. |
Calcıum gluconate
Kalsiyum vücut için gerekli bir mineraldir. Az da olsa, yapılan araştırmalar yüzeysel uygulamalarda bu mineralin iyi bir iltihap giderici (anti-enflamatuar) ve tedavi edici olduğunu göstermiştir. |
Corpus vitreum (camsı cisim)
Göz küresi içinde ağtabaka ile merceğin arka yüzü ara-smdakİ boşluğu dolduran küresel biçimli, şeffaf, jelatinimsi madde. |
Corti organı
İçkulakta yer alan temel işitme organı. |
Corti'nin spiral gangliyonu
İşitme sinirinin koklear (salyangoz) dalının liflerinden kaynaklanan hücrelerden oluşmuş sinir gangliyonu (düğümü). |
Cinsel rol
Ne kadar kadınsı ya da ne kadar erkeksi olduğunuzla ilgilidir, yani başkalarının sizi nasıl gördüğü ile ilgilidir. Bu sonradan kazanılan, öğrenilen bir özelliktir. |
Couperose
Erişkinlerde ve özellikle de kadınlarda yanak, burun ve alında görülen bir deri hastalığını tanımlamak için kullanılan Fransızca terim. |
Cinsel soğukluk
Tam manasıyla tatmin olamayan kadının cinsel ilişkiye gereği gibi cevap vermemesine; tıp dilinde firijidite denir. Nedeni daha çok ruhsaldır. |
Cowper bezleri
Erkek siyeğinin kavernöz (gözenekli, süngerimsi) parçasında her iki tarafta yer alan salgıbezlerİ. |
Canlı doğum oranı
Canlı doğumların, ister canlı, ister ölü olsun, tüm doğumlara olan oranı. |
Cinsel soğukluk
Tam manasıyla tatmin olamayan kadının cinsel ilişkiye gereği gibi cevap vermemesine; tıp dilinde firijidite denir. Nedeni daha çok ruhsaldır. |
Coxsackie virüsü
Enterovirüs ailesinden küçük boyutlu bir RNA virüsü; adını, ilk kez ayrıştınldığı yer olan New York eyaletinin bir kentinden almıştır. |
Capgras sendromu
Genellikle paranoid şizofrenilerde görülen bir durumdur. Hasta çevresindeki diğer hastaların ve hastane personelinin akrabaları ve kişisel dostları olduğu kanısındadır. Bir çeşit yanılgı sendromudur. |
Cpap(contınıous posıtıve aırway pressure)
Hava yoluna sürekli basınç anlamına gelir. CPAP ile akciğerlerin genişlemesi sağlanarak solunuma yardım edilebilmektedir. |
Cpk (kreatinfosfokinaz)
Çizgili kaslarda ve kalp kasında bulunan bir enzimdir. Çeşitli kas hastalıklarında ve kalp krizinde kanda yüksek düzeyde görülür. |
Cpk ölçümü
Kreatinfosfokinaz (CPK) çizgili kaslarda (İzoenzim MM biçiminde) ve kalp kasında (İzoenzim MB biçiminde) bulunan bir enzimdir. |
Cea (karsino-embriyonik-antijen)
Kısa adı İngilizce Carcino-Embryonic-Antigen sözcüklerinin başharflerinden oluşturulmuş akciğer, mide, kalınbağırsak gibi birçok değişik organın tümörlerinin ürettiği bir "belirteç" antijeni. |
Cinsiyet hormonları
Birincil ve ikincil cinsel özelliklerin gelişimini sağlayan, cinsel organların işlevlerini düzenleyen ve cinsiyetle ilgili davranışlarla ruhsal yönlenmenin tipini eril ya da di-şİI olarak belirleyen hormonlar. |
Cpk-mb ölçümü
Kreatinfosfokinaz (CPK) enziminin kalp kasından kaynaklanan izoenzimi CPK-MB, miyokart (kalp kası) enfarktüsünün ilk evrelerinde hızla yükselir ve enfarktüsü izleyen ilk günlerde yüksek bulunur. |
Cinsiyet özellikleri
Dişil ve eril bireyleri birbirinden ayıran özellikler. |
Cpr:kardio-pulmoner resüsitasyon
Kalp ve solunum durması halinde yapılan yeniden canlandırma işlemlerine verilen ad. |
Cenin (embriyo)
İnsanda, ana rahminde gelişmekte olan organizmaya, döllenmenin bir hafta sonrasıyla sekizinci hafta sonu arasında verilen addır. Embriyoloji,ceninin gelişmesini inceleyen bilim dalıdır. Cenin belirli bir süre sonra bu halden çıkarak organları belirlenen fetüs haline gelir. Bkz. Fetüs. |
Crede önlemi
Kadın doğum uzmanı Crede'nin (1819-92) başlattığı bir uygulama. |
Ceninim ovale (oval merkez)
Beyin yarıkürelerinin kabuğu İle tabanındaki çekirdekleri arasında yer alan ve akmaddeden oluşmuş orta bölüm; oval merkez. |
Clarke kolonu (clarke çekirdeği)
Omuriliğin ön ve arka boynuzlan arasındaki bozmad-dede yer alan sinir hücreleri sütunu. |
Crest sendromu
Skleroderma ya da sistemik sklerozun nisbeten iyi huylu bir şeklidir |
Clostridiıun tetani
Toksinleriyle tetanosa yol açan anaerob, spor oluşturan basil. |
Crohn Hastalığı
Crohn hastalığı sindirim sistemini oluşturan yemek borusu , mide , ince ve kalın barsaklardaki bir veya birkaç bölümünü tutabilen , tutulan bölümde kalınlaşma , ülserler oluşturan bir hastalıktır
Belirtiler
Crohn hastalığı sindirim sistemini oluşturan yemek borusu, mide, ince ve kalın bağırsaklardaki bir veya birkaç bölümünü tutabilen, tutulan bölümde kalınlaşma, ülserler oluşturan bir hastalıktır. Bağırsaktaki kalınlaşma bu bölgelerde darlıkların oluşmasına yol açabilir. Hastalıklı bölgeler birkaç santimetre uzunlukta olabileceği gibi bir metreyi aşan uzunlukta da olabilir. Hastalık en çok "ileum" denilen ince bağırsakların son kısmını tutmaktadır. Kalın barsak ve anüs bölgesini de sıklıkla tutabilmektedir. Anüs bölgesinde "fissür" denilen çatlaklar ve "fistül" olarak isimlendirilen iltihapın aktığı delikler bulunabilir.
Crohn hastalığı tutulan bölgeye göre değişik bulgulara yol açabilir.
En sık olarak karın ağrısı ve ishal olur. Bağırsakta ciddi derecede daralmanın oluştuğu hastalarda karında şişkinlik, ağrı, kusma, kabızlık görülebilir. Kalın barsağın tutulduğu hastalarda dışkı ile kan gelmesi de görülebilir. Crohn hastalığının aktif döneminde, hastalar yorgunluk, halsizlik hisseder ve ateşleri olabilir. Anüs çevresinde çatlak, iltihablı akıntı yapan fistüller, apseler hastalığın diğer bulgusudur.
Tanı
Çok sayıda ve yoğun araştırmalara karşın Crohn hastalığının nedeni halen bilinmemektedir. Bulaşıcı hastalık değildir, hastalıklı kişiden sağlıklı kişiye geçmemektedir. Ancak virüs veya bakteri türü bir infeksiyöz ajanın, kişinin savunma mekanizmalarındaki yatkınlık durumlarına bağlı olarak hastalık oluşumunda rol oynadığı düşünülmektedir.
Sıklıkla haftalar-aylar süren karın ağrısı , ishal , kilo kaybı yakınmaları olan genç hastada Crohn hastalığından şüphelenilir. Basit kan tetkikleri kansızlık ve iltihaplanmanın bazı bulgularını gösterebilir. Daha ileri tetkikler ağız yoluyla verilen ilacı (baryum) takiben mide, ince barsak filmlerinin çekilmesi ya da anüsten aynı ilacın verilerek kalın barsak filmlerinin çekilmesidir. Tanı açısından en önemli tetkiklerden birikolonoskop denilen bükülebilir cihazlarla kalın barsağın ve bazı durumlarda ince barsağın son bölümünün içeriden görülerek incelenmesidir. Bu inceleme sırasında tanıda önemli olabilecek biyopsiler alınarak patolojik inceleme için gönderilebilir.
Tedavi
Ülseratif kolitin tersine Crohn hastalarında mümkün olduğunca ameliyattan kaçınılır, zorunlu kalınmadıkça hastalara ameliyat önerilmez. Mutlak zorunlu olunmadıkça ameliyat yaptırılmamalıdır. Tedavide ağız yolu ile verilen haplar veya makattan barsak içine uygulanan lavman ve fitil şeklinde ilaçlar kullanılır.
Öneriler
Genel olarak özel bir diyet yapılması önerilmez, hastalar ne dokunuyorsa o gıdayı yememelidirler. Katı diyet yapılması ağızdan alımı azaltarak düşkünlüğe ve genel durum bozukluğuna neden olabilir. |
Crossing-over
Eşey ana hücrelerinde gerçekleşen mayoz bölünmenin profaz I safhasında oluşan tetratların kromatitleri arasındaki parça değişimi. |
Coccidioides inunitis
İnsanda ve bazı memelilerde koksidiyoidomikoz hastalığına yol açan mikroskopik mantar. |
Cerrahi komplikasyon
Cerrahi girişim uygulanan bir hastanın fizyolojik dengesini bozabilecek tüm durumları tanımlayan genel terim. |
Colliculus seminalis
Siyeğin prostat parçasının arka duvarındaki uzunlamasına çıkıntı. |
Crp (c-reaktif protein)
İltihabi hastalıklarda, çeşitli romatizmalarda, infeksiyonlarda ve multipl miyelom gibi bazı tümörlerde kanda artmış bulunan bir protein. CRP interlökin-6'nın etkisiyle karaciğerde sentez edilir. |
Cerrahi şant
Organik bir sıvının, bir tıkanıklığı aşması için uygulanan tüm cerrahi girişimlere verilen ortak ad. |
Concealer
Göz altı morluklarını, yüzdeki renk farklılıklarını, sivilce ve pürüzleri gizlemek için kapatıcı. |
Crush sendromu (ezilme sendromu)
Ağır travma nedeniyle kas kütleleri ezilen kişilerde ortaya çıkan klinik tabloyu tanımlayan İngilizce terim; |
Coombs testi
Alyuvar yıkımının (hemoliz) görüldüğü özbağışıkhk hastalıklarında pozitif sonuç veren, ama sık sık yalancı negatif sonuç da alınan bir kan testi. |
Cryptococcus neoformans
Kriptokokoz adlı ağır enfeksiyon hastalığına yol açan mikroskopik mantar türü. |
Cestodıasıs
Yassı solucan enfeksiyonudur. |
Corda colica (kalınbağırsak kordonu)
Ağrılı ve gergin kalınbağırsağın aldığı görünüm; dokunmayla sert bir kordon gibi ele gelir. |
Corda dorsalis (corda vertebralis)
Embriyonal gelişimin ilk evrelerinde ayrışan oluşum. |
Çocuk felci
Omuriliğin ön kordonlarının iltihaplanması sonucu felçle neticelenen bir hastalıktır. Tıp dilinde poliomelitis denir. Bilhassa yaz ve sonbahar aylarında görülür. Nedeni bir çeşit virüstür. Lağım sularının yiyeceklere bulaşması, sineklerin taşıdığı mikroplar, hastalığa yakalanmış kişinin ağız ve burnundan çıkan damlacıklarla bulaşır. Çocuk felcine küçükler yakalanabileceği gibi büyükler de yakalanabilir. Hastalık mikrop kapıldıktan 7-21 gün içinde ortaya çıkar. Hastada ateş, baş ağrısı, boğaz ağrısı, kusma, yorgunluk, boyunda kasılma, ve sırt ağrıları vardır. Hastalığın ilk günlerinde gerekli tedaviye başlanmazsa, özellikle kol ve bacaklarda felç görülür. Hastalığın başlangıcında hastayı diğer kimselerden ayırmak ve yatırmak gerekir. Çocuk felcinden korunmak için Salk aşısı veya Sabin aşısı yaptırmak gerekir. Bu aşının ilki çocuk 6 aylık olmadan önce, ikincisi ilk aşıdan 2 ay sonra, üçüncüsü, ikinci aşıdan 6 ay sonra yapılır. 5 ve 15 yaşlarında da tekrarlanır. Tedavi için mutlaka doktora başvurmak gerekir. |
Çıkık (lüksasyon)
Bîr eklemin parçalan arasındaki normal bağlantının bozulması. |
Çocuk felci
Omuriliğin ön kordonlarının iltihaplanması sonucu felçle neticelenen bir hastalıktır. Tıp dilinde poliomelitis denir.
Bilhassa yaz ve sonbahar aylarında görülür. Nedeni bir çeşit virüstür. Lağım sularının yiyeceklere bulaşması, sineklerin taşıdığı mikroplar, hastalığa yakalanmış kişinin ağız ve burnundan çıkan damlacıklarla bulaşır.
Çocuk felcine küçükler yakalanabileceği gibi büyükler de yakalanabilir. Hastalık mikrop kapıldıktan 7-21 gün içinde ortaya çıkar. Hastada ateş, baş ağrısı, boğaz ağrısı, kusma, yorgunluk, boyunda kasılma, ve sırt ağrıları vardır.
Hastalığın ilk günlerinde gerekli tedaviye başlanmazsa, özellikle kol ve bacaklarda felç görülür. Hastalığın başlangıcında hastayı diğer kimselerden ayırmak ve yatırmak gerekir. Çocuk felcinden korunmak için Salk aşısı veya Sabin aşısı yaptırmak gerekir.
Bu aşının ilki çocuk 6 aylık olmadan önce, ikincisi ilk aşıdan 2 ay sonra, üçüncüsü, ikinci aşıdan 6 ay sonra yapılır. 5 ve 15 yaşlarında da tekrarlanır. Tedavi için mutlaka doktora başvurmak gerekir |
Çocuklar Dagastroenterit
Sindirim yolunun enfeksiyonu veya irritasyonudur. Bazı durumlarda bulaşıcıdır. Mide, incebarsaklar ve kalınbarsaklar etkilenir. Her yaşta çocuğu etkileyebilir.
Belirtiler
Kusma, bulantı ve ishal tipik belirtilerdir. Ayrıca karın ağrısı, ateş, iştahsızlık ve halsizlik görülebilir. Ufak bebekler sıklıkla huzursuzdurlar.
Tanı
Çocukta kusma ve ishal başladığında mutlaka hekiminize haber verin. Belirtiler hakkında kendi gözlemleriniz önemlidir. Doktorunuzun alacağı tıbbi öykü ve fizik muayeneye ek olarak labaratuvarda yapılacak kan ve dışkı testleri gerekli olabilir.
Tedavi
Şikayetleri hafif olan çocuklar, evde bol bol istirahat ve belirtiler ortadan kaybolana kadar sıvı içirilerek tedavi edilebilirler.
Biberonla veya anne sütü ile beslenen bebeklerde doktorunuz ile bebeğin diyetini konuşun.
Daha büyük çocuklarda su, meyva suları, ayran bitkisel çaylar verin.
Doktorunuz size eczanelerden temin edebileceğiniz toz halinde hazırlanmış tuz ve şeker karışımını önerebilir. Bu karışım tarife göre sulandırılarak kullanılabilir. ?İshal sayısı azaldığında şu gıdalardan herhangi biri verilebilir; elma püresi, muz, ekmek, havuç püresi, haşlanmış patates, yağsız et, pirinç, makarna, şeftali. ?Katı gıda verilmesini izleyen iki saat içinde ishal tekrarlanmıyorsa yirmi dört saat daha bu gıdalara devam edin. Daha sonra normal diyete kademeli bir şekilde geçin
Öneriler
Günde bir veya iki kez makattan ateşi ölçün. Çocukta sıvı kaybı belirtilerini gözleyin. Çocuğunuzun bakımından sonra veya yiyecek hazırlanmadan once ellerinizi yıkayın. İyileşene kadar çocuğunuzun aktivitelerini kısıtlayın. Kusmanın durmasını izleyen yirmidört saatten sonra çocuk normal aktivitesini genellikle yeniden kazanacaktır. |
Çocuklar Dagastroenterit
Sindirim yolunun enfeksiyonu veya irritasyonudur. Bazı durumlarda bulaşıcıdır. Mide, incebarsaklar ve kalınbarsaklar etkilenir. Her yaşta çocuğu etkileyebilir.
Belirtiler
Kusma, bulantı ve ishal tipik belirtilerdir. Ayrıca karın ağrısı, ateş, iştahsızlık ve halsizlik görülebilir. Ufak bebekler sıklıkla huzursuzdurlar.
Tanı
Çocukta kusma ve ishal başladığında mutlaka hekiminize haber verin. Belirtiler hakkında kendi gözlemleriniz önemlidir. Doktorunuzun alacağı tıbbi öykü ve fizik muayeneye ek olarak labaratuvarda yapılacak kan ve dışkı testleri gerekli olabilir.
Tedavi
Şikayetleri hafif olan çocuklar, evde bol bol istirahat ve belirtiler ortadan kaybolana kadar sıvı içirilerek tedavi edilebilirler.
Biberonla veya anne sütü ile beslenen bebeklerde doktorunuz ile bebeğin diyetini konuşun.
Daha büyük çocuklarda su, meyva suları, ayran bitkisel çaylar verin.
Doktorunuz size eczanelerden temin edebileceğiniz toz halinde hazırlanmış tuz ve şeker karışımını önerebilir. Bu karışım tarife göre sulandırılarak kullanılabilir. ?İshal sayısı azaldığında şu gıdalardan herhangi biri verilebilir; elma püresi, muz, ekmek, havuç püresi, haşlanmış patates, yağsız et, pirinç, makarna, şeftali. ?Katı gıda verilmesini izleyen iki saat içinde ishal tekrarlanmıyorsa yirmi dört saat daha bu gıdalara devam edin. Daha sonra normal diyete kademeli bir şekilde geçin
Öneriler
Günde bir veya iki kez makattan ateşi ölçün. Çocukta sıvı kaybı belirtilerini gözleyin. Çocuğunuzun bakımından sonra veya yiyecek hazırlanmadan once ellerinizi yıkayın. İyileşene kadar çocuğunuzun aktivitelerini kısıtlayın. Kusmanın durmasını izleyen yirmidört saatten sonra çocuk normal aktivitesini genellikle yeniden kazanacaktır. |
Çatıda equina (at kuyruğu)
Omuriliğin sağrı ve kuyruksokumunda sonlanan bölümü; sinir köklerinin oluşturduğu bir demettir |
Çocuklarda gelişme bozuklukları
Çocuklarda görülen gelişme bozukluklarının çoğu kötü beslenmeden kaynaklanır. Bunun yanı sıra; geçirilen bir hastalıktan kaynaklanan veya irsi olarak da gelişme bozukluğu görülebilir. Nedeni test etmek için doktora başvurmak gerekir. |
Çocuklarda gelişme bozuklukları
Çocuklarda görülen gelişme bozukluklarının çoğu kötü beslenmeden kaynaklanır. Bunun yanı sıra; geçirilen bir hastalıktan kaynaklanan veya irsi olarak da gelişme bozukluğu görülebilir. Nedeni test etmek için doktora başvurmak gerekir. |
Çoğul gebelik
Gebe kadının dölyatağı içinde birden fazla dölütün bir arada bulunması. |
Çekinik özellik (resesif özellik)
Karşılıklı genlerin yalnızca homozigot(*) biçimde dizilmesiyle İfade edilebilen kalıtsal özelliğe verilen ad. |
Çok uyumak
1 ila 4 yaşları arasındaki çocukların; geceleri 13, öğleden sonra da 2 saat olmak üzere, günde 15 saat uyumaları, sıhhatli büyümelerini sağlar. 5 ile 7 yaşları arasındaki çocuklara ise, geceleri 11-13 saat uyku yeterlidir.8-14 yaşları arasında 9-11 saat; 15 yaşından sonra da 8 saat uyku yeterli gelir.20 yaşını geçenlere 6-8 saat gece uykusu yeterlidir. |
Çift çenekli bitki (dikotiledon)
Embriyolarında iki çenek yaprak (kotiledon) bulunan bitkiler. İletim demetleri gövdede belirli bir düzende yerleşmiştir. CDNA: Tamamlayıcı DNA. Haberci RNA şablonundan sentezlenerek elde edilen DNA şeklinde de tanımlanabilir. |
Çok uyumak
1 ila 4 yaşları arasındaki çocukların; geceleri 13, öğleden sonra da 2 saat olmak üzere, günde 15 saat uyumaları, sıhhatli büyümelerini sağlar.
5 ile 7 yaşları arasındaki çocuklara ise, geceleri 11-13 saat uyku yeterlidir.
8-14 yaşları arasında 9-11 saat; 15 yaşından sonra da 8 saat uyku yeterli gelir.
20 yaşını geçenlere 6-8 saat gece uykusu yeterlidir. |
Çolyak arter (karın anaatardaman)
Aorttan birinci bel omuru hizasında ayrılan ve hemen sonra karaciğer atardamarı, dalak atardamarı, sol mide atardamarı olmak üzere üç ayn dala ayrılan atardamar gövdesi. |
Çolyak pleksus (karın sinir ağı)
Çolyak atardamar çevresinde bulunan ve sempatik ve parasempatik lifler içeren bölge. |
Çolyak refleksi (solar refleks)
Karnın üst kısımlarına hızlı ve derin bir biçimde basınç uygulanması sonucu (karına rastlayan darbelerde olduğu gibi) ortaya çıkan iç organlara İlişkin refleks. |
Çölyak
Çölyak;
Bir ince barsak ailerjisidir. Bu allerji; buğday, arpa, yulaf, çavdar gibi tahılların içinde bulunan gluten ismi verilen proteine karşı ince bağırsağın ömür boyu sürecek bir hassasiyet göstermesi olarak tanımlanır.
Belirtiler
Küçük çocuklarda kusma, ishal, karın şişliği, iştahsızlık, kilo alamama ve boy uzamasında yavaşlama gibi tipik belirtilerle ortaya çıkabileceği gibi daha ileri yaşlarda sadece kansızlık, boy kısalığı, kemik zayıflığı ve nedeni bilinemeyen karaciğer hastalığı gibi çok değişik belirtilerle de kendini gösterir.
Tanı
Tanı öykü ve klinik bulgularla ve kan tetkiklerle konur.Çölyakın kesin tanısı ancak deneyimli bir gastroenterolog tarafından yapılacak kan tahlilleri ve ince bağırsak biyopsisi ile tanımlanabilir.
Tedavi
Tanı konulduktan sonraki aşamada uyulması gereken tek tedavi yöntemi ise size uzman hekim tarafından önerilen gluten içermeyen besinlerle beslenmektir. Gluten buğday, arpa, çavdar ve yulafta bulunduğu için bu gıdalardan ömür boyu uzak durmak gereklidir. Çölyaklı kişiler normal ekmek, makarna, pasta, börek, bisküvi ve benzeri çok sayıda gıdayı yememek durumundadır. Mısır unu, pirinç unu, soya unu, patates unu gibi maddeler gluten içermediği için rahatça tüketilebilir.
Öneriler
Gluten bu hastalar için zehirdir; diyetten bu maddenin çıkartılması gerekmektedir. Glutensiz diyet ömür boyu sürmelidir.
Glutensiz diyete başlandıktan kısa bir süre sonra belirtiler ortadan kalkar.
Çölyak hastası kişilerin tüm hayatlarını etkileyecek tamamıyla yepyeni beslenme alışkanlığına ihtiyaçları vardır. Çölyaklı hastalar okullarda, iş yerinde toplantılarda, vb. yerlerde yemek alırlarken ne aldıklarına son derece dikkat etmek zorundadırlar. Eğer dışarıda yemek yenilecekse Çölyaklı hastaların yiyecekleri yemeklerdeki gluten olup olmadığını öğrenmeleri ve buna göre davranmaları gerekmektedir. Gerekirse garson, aşçı, yada yemeği yapan her kimse yemekte gluten olup olmadığı sorulmalıdır. Ev sahibinin ya da garson aşçının glutenin ne olduğunu bilmemesi halinde bu kişilere yemekte buğday, arpa, çavdar, yulaf unu olup olmadığı da sorulabilir. * Tüm bu sınırlamalara rağmen Çölyaklılar iyi ayarlanmış bir diyet ile çok çeşitli gıdalar yiyebilmektedir. (hatta pasta ve ekmek gibi) Örneğin; kişi buğday unu yerine mısır unu, patates unu, pirinç unu, soya unu kullanabilir ve bunlardan yapılan her türlü değişik yiyecekleri yiyebilirler. * Gıda maddelerinin ambalajları üzerinde yazılı olan bilgileri dikkatli olarak okuyalım, bizler için zararlı maddeleri içeren gıdalardan uzak duralım çünkü gluten çok sayıda besin maddesinin içinde koyulaştırıcı ve yapıştırıcı olarak kullanılmaktadır. * Kullanılan besinlerde gluteni araştırmak, hangi gıdalarda olduğunu öğrenmek Çölyak hastaları için doğal bir olay haline gelmelidir. Çölyaklıların hangi besin maddelerinin güvenli olduğunu, hangilerinin güvensiz olduğunu öğrenmeleri gerekmektedir. |
Çıban (furonkül)
Bİr kıl kökünün ve bunun salgı bezinin akut irinli iltihabı. |
Çinko zehirlenmesi
Kınakına bitkisinin kabuğunda bulunan alkoloitlerle oluşan zehirlenme tablosu. |
Çivi
Ortopedide kemik kırıklarının redüksiyonunda (kırık uçlarının bir araya getirilmesinde) ya da kiriş başlarının kemiğe tespit edilmesinde kullanılan alet. |
D - amino asit
Bakteri hücre duvarlarının polipeptidlerinde bulunan, proteinlerde bulunmayan amino asit. |
Dermatomiyozit
Polimiyozit gibi, dermatomiyozit de bir bağ dokusu hastalığıdır ve kaslarda güçsüzlük, katılık ve ağrıya neden olur, fakat aynı zamanda cildin rengini kırmızıya ya da mora çeviren cilt döküntüleri vardır. |
Dermatoşalasis
gözkapağı derisibde sarkma ve bununla birlikte görülen orbita yağının herniasyonu |
Dermatoz
Deri hastalıklarını genel olarak tanımlamak için kullanılan ve bunlar arasından da özellikle kronik gidişli hastalıkları belirten terim. |
Dakin-carrel çözeltisi
Dış kullanıma özgü ve yeterli bakteri öldürücü etkisi bulunan sodyum hipokloritin yüzde 0,45-0,50'lik sudaki çözeltisi. |
Diş kökü granülomu
Diş kökü ucunun çevresindeki dokuların iltihaplanması. |
Dakrioadenit
lakrimal bezin inflamasyonu |
Dakriosistit
lakrimal kesenin inflamasyonu |
Dermoabrazyon
Epidermiste yeni doku oluşumunu uyararak görünümünün düzeltilmesine yol açmak amacıyla, tıraşlayıcı bir aygıt ile derinin en yüzeydeki katmanlarının sıyrıldığı cerrahi girişim |
Dakriyoadenit
Gözyaşı bezi iltihabı. |
Dermografizm
Bazı kişilerde mekanik uyanlar karşısında görülen olağandışı deri tepkimesi. |
Dermomiyotom
Mezodermin bir bölümü. |
Dakriyosistektomi
Gözyaşı kesesinin ameliyatla çıkartılması. |
Desensibilizasyon (duyarsızlaştırma)
Kişinin belirli maddelerle karşılaştığında gösterdiği aşırı duyarlılık durumunun azaltılması ya da zayıflatılmasma yönelik süreçlerin bütünü. |
Dişözü odacığı
Dişin içinde, dişözünün bulunduğu oyuk. |
Dakriyosistit
Gözyaşı kesesi iltihabı. |
Deserebrasyon
Sinirsel merkezlerin daha altta bulunan merkezlerden ayrılması. |
Dakriyosistografi
Kontrast madde verilerek gözyaşı kesesi ve kanalının radyolojik olarak incelenmesi. |
Dakriyosistorinostomi
Gözyaşı kanalının tıkalı olduğu durumlarda uygulanan, kesenin burun boşluğuna diranajını sağlayan ameliyat. |
Desmoit tümör
Kas ya da derialtı dokularda görülen iyi huylu tümör. |
Daktilofazi
Sağır ve dilsizlerin çeşitli parmak, el ve kol hareketleriyle harf ya da heceleri anlatma yöntemi; |
Destekleyici tedavi (supportif)
Lösemi tedavisinin en önemli koludur. Kan ve kan ürünlerinin verilmesi, antibiotikler, el yıkama, özel temiz odalar, maske/galoş, önlük kullanımı bu tedavinin önemli öğeleridir. |
Divertiküloz
Herhangi bir iç organda çok sayıda divertikülün bulunması. |
Detoksifikasyon
Alkol gibi bir maddenin vücuttan temizlenme süreci. |
Diyadokokinezi
Birbirini izleyen hareketlerin (örneğin ellerin sağa sola döndürülmesi ya da parmakların gerilip büzülmesi) hızla yapılabilmesi. |
Devitalizasyon
Dişözünün ölümünü sağlamak amacıyla yapılan girişim. |
Diyafanoskopi
Vücudun belirli bölgelerinin bir ışık kaynağı karşısındaki saydamlığı incelenerek yapılan muayene. |
Diyaforez
Günde 300-500 ml'lik normal sınırların ötesinde aşın terleme; yaygın ya da vücudun bazı bölgeleriyle sınırlı olabilir. |
Dezenfeksiyon
Doğrudan doğruya hastalık yapıcı mikropları ortadan kaldırmaya yönelik işlem |
Dezenfestasyon
Dezenfeksiyona benzeyen, ama ondan farklı olarak hastalık yapıcı mikroplan değil, mikroplan taşıyan, çevreye zarar veren ya da hoşa gitmeyen hayvanları yok etmeye yönelik işlem. |
Dezintoksikasyon
Dışarıdan organizmaya giren ya da metabolizmanın çeşitli evrelerinde vücut içinde oluşan zehirli maddelerin etkisiz hale getirilerek vücuttan uzaklaştırılması süreci. |
Diyagnostik
Bir tanıyı gerçekleştirmek için uygulanan yöntemle tümüne verilen ad. |
Damar büzülmesi (vazokonstriksiyon)
Kan damarlan duvarında bulunan düz kasların kasılmasıyla damar boşluğunun daralması. |
Dezoksikortikosteron
Böbreküstü bezi kabuğunun glomerül katmanınca üretilen mineralokortikoit hormon. |
Damar genişlemesi (vazodhatasyon)
Kan damarları duvarında bulunan düz kasların gevşemesi sonucu damar boşluğunun genişlemesi. |
Dezoksiribonükleaz
Hidrolaz sınıfına giren bir enzim. |
Dezoksiribonükleik asit
DNA |
Diyaskopi
Deri Üzerine koyulan bir cam plak (diyaskop) aracılığıyla deri lezyonlannı inceleme tekniği. |
Damarlarda balonlaşma
anevrizma |
Dıhydroxyacetone (dha)
Kozmetikte kullanılan kendinden bronzlaştırıcı bir ajan. |
Diyastol
Kalbin gevşeme devresi |
Damping sendromu
Midesinin bir bölümü alınmış hastalarda görülen bir belirti. |
Diyatermokoagülasyon (elektrokoagülasyon)
Tıpta ve cerrahide belirli bir noktaya yüksek frekanslı elektrik akımı vererek bu akımın ist etkisiyle hızlı bir hücre pıhtılaşması ve hücre yıkımı oluşturulması biçiminde uygulanan girişim. |
Dış okülomotor sinir
abdüsens sinir |
Diyatez
Organizmanın aralarında yakınlık bulunan hastalıklara fazlaca yatkınlığı. |
Darlık (koarktasyon)
Doğumsal nedenlerle içi boş bir organın daralması. |
Dışadönüklük
C. G. Jung'un bazı kişilerin dünya ve dış olaylar karşısında nesnel değerlere öznel değerlerden daha fazla önem verme eğilimlerini belirtmek için, içedönüklüğün karşıtı olarak kullandığı terim. |
Davranış bozukluktan
Davranışlarda ortaya çıkan sapma. |
Deaminasyon
Bir molekülden amino grubunun çıkarılması işlemi. |
Dışkıda oksiyür aranması
Genellikle çocukların bağırsaklarında bulunan oksiyür tanısı |
Diyoptri
Bir merceğin kırma gücünü belirleyen ölçü birimi. |
Dışkıda protozoon aranması
Mikroskop altında dışkının incelenmesi. |
Debridman
Ölü dokulan uzaklaştırmak ve canlı, yani iyi kan alan dokulan ortaya çıkarmak amacıyla uygulanan bir cerrahi teknik. |
Debritman
Ölü dokuları uzaklaştırmak ve canlı yani iyi kan alan (beslenen) dokuları ortaya çıkarmak amacıyla yapılan cerrahi işlem. |
Dışkılama zorluğu
Dışkılama eylemini gerçekleştirmedeki yetersizliğe bağlı olarak ortaya çıkan bir kabızlık biçimi. |
Decussatio (çapraz)
Anatomide sinir lifi demetlerinin ya da bunların daha ince birimlerinin merkez sinir sisteminin bir yarısından öbür yarısına geçmesi. |
Dizartikülasyod
iki kemiğin eklem uçlarının birbirinden ayrılması. |
Defekasyon
Dışkının dışarı atılması. |
Diabetik Koma
Daha ziyade şeker hastalarında görülür. Nedeni, insülin verme zamanını geçirmek, gerektiğinden az miktarda insülin vermek, bağırsak iltihabı, bademcik iltihabı, grip veya iyileşmeyen yaralardır. |
Dizomi
Bir DNA segmenti, allel, gen veya bir kromozomdan iki adet olması. |
Defibrilasyon
Kalp kas tellerinin, art arda ve hızlı hızlı kasılmalar biçiminde görülen düzensiz titreşimlerini durdurmak amacıyla yapılan tedavi. Defibrilasyon, kalbe potasyum klorür şırınga edilerek ya da elektrik şoku sağlanarak gerçekleştirilir. Şok yöntemiyle gerçekleştirilen defibrilasyon daha etkili olduğundan, en çok bu yöntem uygulanır. Kapalı ya da açık kalp ameliyatlarını gerektiren hallerde de defibrilasyona başvurulur.
Kalp durduğu ya da kaslarının kasılmalarının yetersizleştiği zaman hasta bayıltılır. Elektrokardiyografi kontrolü yapıldıktan sonra göğsün iki yanına bağlanan elektrotlar arasından, kapalı kalp ameliyatlarında 4-8 amper şiddetinde ve 400-600 volt geriliminde, açık kalp ameliyatlarında 1,5 amper şiddetinde ve 100-150 volt geriliminde elektrik akımı geçirilir. Akımın geçişi saniyenin onda biri kadar bir süre içinde gerçekleşir. |
Dna (dezoksiribonükleik asit)
Canlılarda kalıtım yoluyla geçen özelliklerin korunmasından ve aynı zamanda protein bireşiminin düzenlenmesinden sorumlu büyük molekül. |
Defibrilator
Kalbin normal dışı hızlı atımını durdurarak tekrar normal kalp ritmine dönmesini sağlayan araç. |
Difüzyon
Moleküllerin hareket enerjileriyle çok yoğun ortamdan az yoğun ortama hareket etmesi. |
Doğum Kontrol
Evli çiftlerin istedikleri zaman istedikleri kadar cocuk sahibi olmaları,istemedikleri zaman da bu gebeliklerin önlenmesi aile planlamasının tanımı ve amacıdır.
Bu amaç doğrultusunda çeşitli doğum kontrol yöntemleri kullanılmaktadır. Sitemiz bu doğum kontrol yöntemleri için rehber niteliğinde, sizlere yardımcı olmak amacıyla hizmetinizdedir. Çeşitli doğum kontrol yöntemleri arasında kendinize en uygun yöntemi seçmeye çalışın. Terchler her çiftte farklılık gösterdiği gibi bazı korunma yöntemlerinin yan etkiside vardır. Bu yüzden araştırıp en iyisini, size göre en uygununu bulmanızı öneririz. Kısaca en doğru tercih çiftlerin en kolay uyguladıkları ve yeterli sonuç alabilecekleri yöntemlerdir. Aşağıdaki tabloda doğum kontrol yöntemleri ve etki dereceleri yer almaktadır.
YÖNTEM
|
Beklenen teorik başarısızlık oranı (Yüzde)
|
Pratikte karşılaşılan gerçek başarısızlık oranı
(Yüzde)
|
Kondom: Erkek |
2
|
12
|
Kondom: Kadın |
5
|
21
|
Spermisid fitiller |
6
|
21
|
Takvim yöntemi |
1-9
|
20
|
Geri çekme |
4
|
19
|
Diyafram |
6
|
18
|
Rahim içi araç (Spiral) |
0.1-0.5
|
0.1-2.0
|
Doğum kontrol hapı |
0.1
|
3
|
Minipill |
0.5
|
3
|
Tüplerin bağlanması |
0.01
|
0.04
|
Erkek kordonlarının bağlanması |
0.1
|
0.15
|
Norplant |
0.09
|
0.09
|
Depo-Provera (3 aylık aşı) |
0.3
|
0.3
|
DOĞAL YÖNTEMLER
1.Bazal vücut ısısı yöntemi: Ovulasyondan(yumurtlamdan) sonra vücut ısısı 0.2-0ç5 derece yükselir.
2.Takvim yöntemi(Opino-Kranus):Ovulasyonun bir sonraki mensturasyondan(adet=mens=regl) 14 gün önce oldugu varsayılır ve adeti takip eden 14-21. günlerde ilişkiye girilmez.Bilinen en eski yöntemlerden biridir ancak koruyuculuğu diğer yöntemlere göre oldukca düşüktür.
Örnek olarak vermek gerekirse doğum kontrol hapı kullanan 1000 (bin) kadından bir sene içinde yanlızca birinde gebelik oluşurken, takvim yöntemiyle korunan 100 (yüz) kadından bir sene içinde ortalama 25'inde gebelik oluşmaktadır!
3.Mukus yöntemi(Billings):Servikal mukusa göre riskli günler belirlenir.
4.Coitus interruptus(Geri çekme metodu)ıÜü:Cinsel ilişki sırasında, boşalma olmadan önce, erkeğin penisini kadının vajinasından çıkararak dışarıya boşalmasıdır. Etkililiği tamamen kullanıcıya bağlıdır, her çift başarıyla uygulayamaz.Bu yöntemin doğru uygulanabilmesi ve cinsel ilişkinin olumsuz etkilenmemesi için iki tarafında bu konuda istekli ve kesin kararlı olması gerekir.
5.Emzirme:Dogumu takip eden ilk 6 ayda anne amenoreik(adet görmüyorsa) ise ve ıÜübebeğini sadece anne sütü ile sık aralarla, günde toplam en az 60 dakika süreyle emzirerek besliyorsa , annede yumurtlama gerçekleşmeyebilir. Bu durumda cinsel ilişki olsa dahi gebelik oluşmaz.Doğumdan 6 ay sonra emziren kadınların %20 de ader görmeseler bile ovulasyon(yumurtlama)olur.Doğumdan sonra emzirmeyen annelerde ise yumurtlama en erken 6 hafta sıbra baslar.
BARİYER YÖNTEMLER
PREZERVATİF (Kondom, Kılıf, Kaput):
Prezervatif ilişki öncesi sertleşmiş penise takılan, lateks adı verilen bir çeşit lastikten yapılmış ince ve esnek bir kılıftır. Çeşitli renk, boyut, form ve koku seçenekleri mevcuttur. Günümüzde kadın prezervatifi olark adlandırılan "femidom" ile kadınlarda kullanabilir. Dünyada ortalama 46 milyon çiftin düzenli olarak prezervatif kullandığı tahmin edilmektedir.
PREZERVATİF NASIL KORUR?
Prezervatif, ucunda bulunan haznede spermleri durdurarak rahime ulaşmasını engeller ve gebeliği önler.
PREZERVATİF NE KADAR ETKİLİDİR?
Doğru ve sorunsuz kullanıldığında ilişkide %97 oranında koruma sağlar. Gebeliği önleyici özelliğinin haricinde cinsel yolla bulaşan hastalıkların bazılarına(HIV/AIDS, HEPATİT-B, FRENGİ, BEL SOĞUKLUĞU, KLAMİDYA GİBİ) ve PID e karşı koruma saglar.
UYARILAR:
- Her ilişkide yeni bir prezervatif (kondom) kullanılmalıdır.
- Prezervatif (kondom) sertleşmiş penise, partnerin cinsel bölgelerine temas etmeden önce tekılmalıdır. Ucundaki hazne için ufak bir boşluk bırakılır.
- İlişki sonunda penisi geri çekeren kondom çevresinden tutularak çıkarılmalıdır.
- Prezervatifi kayganlaştırmak için yağ, krem gibi maddelerle asla kullanmamak gerekir. Bu ürünler prezervatif'i eritip yırtılmasına, patlamasına neden olabilir.
- Kondomu evinizin karanlık, serin ve rutubetsiz ortamlarında saklayınız.
DİYAFRAM:
İnce lastikten yapılmış, rahim ağzını örten kubbe şeklinde bir araçtır. Erkek tohum hücrelerinin (sperm) hazneden (vajinadan, döl yolundan) rahime geçmesini engeller.
Etki derecesi doğru kullanıldığında ve her ilişkide kullanıldığında prezervatif kadar etkilidir.
Avantajları:
- Cinsel ilişki sırasında kullanılması ve ilişki haricinde vücudu etkilememesi
- Adet kanamaları sırasındada kadınların kullanabilmesi
- Tekrar tekrar yıkanıp kullanıldığı zaman 1 ile 2 yıl arası kullanılabilir.
Dezavantajları:
- Cinsen ilişkiden önce yerleştirilmesi ve en geç 6 saat sonra çıkartılması gerekir. İlişkiden 24 saat önce takılabilir.
- Kimi kadınlar diyaframı yerleştirmekte zorlanabilir.
- Lastik alerjisi olanlar için sorunlar yaratabilir.
- Çok sık kullanıldığında sistit denilen idrar yolu enfeksiyonuna neden olabilir.
Servikal başlık: Diaframdan daha küçüktür.tam serviks(rahim ağzı) üzerine oturur ve 72 saat kalabilir.
Spermisid(sperm yok ediciler): Kadının vajinasına konularak uygulanan jel, fitil ve köpüren tabletlerdir. Tabletlerin erimesi için cinsel ilişkiden 30 dakika önce vajinanın derinine uygulanmaları gerekir. Etkisini tam gösterebilmesi için cinsel ilişkiden sonra da en az 6 saat vajina yıkanmamalıdır. Anne sütünü etkilemediği için emziren kadınlar da kullanabilir.
RAHİM İÇİ ARAÇLAR (RİA, SPİRAL)
Rahim içi araç (ria); aile planlaması yöntemleri arasında dünyada en cok kullanılan geri dönüşümlü doğum kontrol yöntemidir. Halk arasında spiral olarak tabir edilir. Ria'nın en önemli özelliklerinden biri uzun süreli geri dönebilir yöntemler arasında en düşük maliyetli olmasıdır. Dünya da yaklaşık olarak 110 milyon kadının istenmeyen gebelikten korunmak için ria'yı tercih ettiği tahmin edilmektedir. Ria coğrafi olarak kullanımı çok farklılıklar gösteren bir doğum kontrol yöntemidir. Örneğin Çin'de her 3 kadından 1'i ria'yı tercih ederken Avrupa'da kullanım oranı yalnızca % 7 dir.
Günümüzde Dünya Sağlık Örgütü (WHO), Amerikan Tıp Birliği (AMA) ve Amerikan Jinekolog ve Obstetrisyenler Birliği (ACOG) RİA'yı en güvenli ve etkili doğum kontrol yöntemlerinden biri olarak kabul etmektedir.
Temel etki mekanizması endometrial kavitede (rahim icinde) implantasyonu engelleyecek şekilde enflamasyona yol açmaktır. Döllenmeyi de önler. Çıkartıldığında hemen gebe kalınabilir. İlk aylarda lekelenme, adet miktarında artma veya adet süresinde uzamaya, adet sancısına neden olabilir. Anne sütünü etkilemediği için emziren kadınlar da kullanabilir. Cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlardan (HIV/AIDS, hepatit-B, frengi, bel soğukluğu, klamidya gibi) korumaz.Kurallarına göre uygulandığında enfeksiyona neden olmaz.
Rahim içine yerleştirilen küçük plastik bir araçtır. Bakır ve hormon içeren tipleri vardır.
Bakırlı RIA:Bu RIA nın kollarında ve gövdesinde bakır bulunur.Salınan bakır iyonları sperm motilitesini azaltır ve spermin akrozomal reaksiyonunau engeller.Kontraseptif(gebeliği önleyici) etkinliği 10 yıla kadar devam eder.
Hormonlu RIA(mirena):Günde 20mikrogr levonorgestrel salgılar ve etkinliği 5 yıl sürer.Etki mekanizması olarak,servikal mukus koyu,vizköz hale gelir ve sperme geçirgenliğini kaybeder.Dış gebeliğe karşı koruması,mens kanamasını ve ağrıyı azaltması diğer faydalarıdır.
RIA komplikasyonları:
1.Uterin perforasyon(rahim yırtılması)
2.PID(pelvik inflamatuar hastalık)
3.İnfertilite(kısırlık)
4.Ektopik gebelik(Dış gebelik)
RIA nın kullanılmaması gereken durumlar(kesin kontrendikasyonları)
1.Gebelik
2.Akut PID
3.PID öyküsü
4.Tanı konmamıs rahim kanaması
5.Konjenital(doğumsal) uterin(rahim) anomalileri
6.Uterin kaviteyi bozan büyük myomlar
7.Bakır alerjisi
8.Wilson hastalığı
RİA'nın Avantajları:
Geri dönebilen, uzun süreli bir yöntem olması
Etki oranı çok yüksektir
Maliyeti uzun süreli diğer yöntemlere nazaran çok düşüktür
Acil korunma amaçlı kullanılabilir
Etkisi takılmasıyla başlar, çıkarılmasıyla son bulur
RİA'nın Dezavantajları:
Kondom vb. gibi kendi başınıza takmanız mümkün değildir, yalnızca deneyimli uzmanlar tarafından takılmalıdır
Yine prezervatifte olduğu gibi cinsel yollarla bulaşan hastalıklara karşı koruma sağlamaz
Kanamalarda düzensizlik meydana getirebilir
Uygulanması diğer metodlara göre daha zahmetlidir
HORMONAL KONTRASEPTİFLER
Gelişmiş ülkelerde en fazla tercih edilen doğum kontrol yöntemidir.
Genel Özellikler
· Her gün düzenli alınması gerekir.
· Kadında yumurtlama ve döllenmeyi engeller.
· Doğru kullanıldığında çok etkilidir.
· Adetin ilk beş günü içinde, tercihen ilk günü alınmaya başlanmalıdır.
· Adet öncesi stresi ve adet sancılarını önler.
· Rahim ve yumurtalık kanserlerine karşı koruyucudur.
· Adet kanamalarının miktarını azalttığından bu nedenle oluşabilecek kansızlığa karşı koruyucu etkileri vardır.
· Cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlardan (HIV/AIDS, hepatit-B, frengi, bel soğukluğu, klamidya gibi) korumaz.
1.Hap
· Kadında doğal olarak bulunan kadınlık hormonlarından ikisini (östrojen ve progesteron) içerir.
· 35 yaş ve üstünde olup, sigara içen kadınlar hapla korunacaksa sigarayı bırakmalıdır.
· Anne sütünün miktarını azalttığı ve yapısını değiştirdiği için emzirirken kullanılmaz.
2.Mini Hap
· Kadında doğal olarak bulunan kadınlık hormonlarından yalnızca birini (progesteron) içerir.
· Anne sütünü etkilemediği için emziren kadınlar da kullanabilir.
3. Enjektabl Kontraseptifler (Depo Provera):
A.Aylık İğne: Düzenli olarak ayda bir kez, kas içine enjeksiyonla uygulanır.Kadında doğal olarak bulunan kadınlık hormonlarından ikisini (östrojen ve progesteron)içerir. Doğru kullanıldığında çok etkilidir. Adetin ilk yedi günü içinde tercihen ilk günü uygulanır. Anne sütünün miktarını azalttığı ve yapısını değiştirdiği için emzirirken kullanılmaz.
B.Üç aylık iğne: Progesterob(MPA) içerirler.Tek bir 150mg doz yumurtlamayı 14 hft veya daha fazla baskılar.Bu nedenle her 3 ayda bir i.m(kas içi) uygulanır.Etki mekanızması LH tetiğini baskılayarak ovulasyonu engeller,servikal mukusu koyulaştırarak tıkaç oluşturur ve sperm geçirgenliğini engeller.
Bu yöntem hormonal yöntemler içinde etkinliği en yüksek olan yöntemdir ve nerdeyse sterilizasyona denktir.
4.Cilt altı implantları(implanon): 68 mg etonogestrel içeren 40 mm uzunluğunda ve 2mm kalınlığında bir adet kapsülden oluşur.Bu kapsül üst kol iç yüzüne yerleştirilir ve 3 yıl korunma sağlar.Düzensiz kanama ve baş ağrısı yöntemin bırakılmasındaki en sık nedenlerdir.
POSTKOITAL KONTRASEPSİYON
Korunmasız cinsel ilişkiyi(koitusu) takiben alınacak önlemlerdir.Gebeliği önleyici etki yumurtlamanın kesintiye uğratılması veya geciktirilmesi yada döllenmeye engel olma şeklindedir.
1.Östrojenler ilk 72 saat içinde yüksek dozda alınırsa gebeliği önler.Mide bulantısı ve kusma yapar.
2.Koıtustan(cinsel ilişki) 12 saat ve 24 saat sonra 0.2 mg etinil estradiol(EE)+ 2 mg levonorgestrel uygulanabilir.Bunda da bulantı kusma çok olur.
3.Koitustan 12 ve 24 saat sonra tek başına 0.75 mg levonorgestrel alınmasıdır. Yan etkisi yoktur.
4.Koitusu takiben 72 saat içinde bakırlı veya hormonlu RIA nın takılmasıdır.Gebeliği önlemede en etkili yöntemdir.
5.Acil kontrasepsiyon için Danazol de kullanılabilir.Yan etkileri fazladır.
6.Bir antiprogesteron olan mifepriston(RU486)da çok etkilidir ve belirgin bir yan etkisi yoktur.
CERRAHİ STERİLİZASYON OPERASYONLARI
A.Kadında tüplerin bağlanması(tüp ligasyonu):
Artık çocuk istemeyen çiftlerde uygulanır.Kadının yumurtalık kanallarının(tüplerinin) operasyonla bağlanmasıdır.Tüpler bağlandığı için yumurta sperm ile karşılaşamaz ve döllenme engellenmiş olur.Kadının ve eşinin onayı ile gebelik riski olmayan bir dönemde yapılır.Çok etkilidir.Cinsel hayatta değişiklik olmaz.Tekrar tüp devamlılığının sağlanması işlemlerinde başarı şansı %50-75 civarındadır.
B.Erkekte kanalların bağlanması(vazektomi):
Artık çocuk istemeyen erkeklerde erkek tohum(sperm) kanallarının bağlanmasıdır.Geri dönüştürülebilmesi olası ise de zaman aralığı uzadıkça sonuç kötüleşir |
Defibrilatör
Kalbin normal dışı hızlı atımını durdurarak tekrar normal kalp ritmine dönmesini sağlayan araç. |
Doğum kontrol hapı
Yüksek dozda östrojen ve progesteron hormonu içerek, kadındaki yumurtlama (ovulasyon) sürecini geçici bir süre durdurmaya yarayan haplar. |
Defibrinasyon
Pıhtüaşmamış kanda uygulanacak incelemeleri gerçekleştirmek İçin kanı bazı yöntemlerle fibrinden arındırma İşlemi. |
Digoksin miktarının belirlenmesi
Kalp yetmezliğinin tedavisinde yaygın olarak kullanılan bir ilaç olan digoksinin kandaki miktarının belirlenmesi; "en uygun" tedavi dozunun saptanmasında yararlıdır. |
Doğum kontrol yöntemleri
Döllenmeyi geçici biçimde önleme yollan. |
Doğum sancıları
Doğum sancıları; doğumun habercisidir. Başlangıçta 20 dakikada bir gelen doğum sancıları, daha sonra sıklaşır ve her seferinde döl yatağı kasılıp, sertleşir.Sancılar sırasında kanama görülmezse korkulacak bir şey yoktur. |
Deflorasyon
Kızlık zarının yırtılması. |
Dikkat bozukluğu (hipoprozeksi)
Dikkatte bütünüyle bir azalmayı ya da dikkat kaymala-rındaki artışı tanımlayan terim. |
Doğum sancıları
Doğum sancıları; doğumun habercisidir. Başlangıçta 20 dakikada bir gelen doğum sancıları, daha sonra sıklaşır ve her seferinde döl yatağı kasılıp, sertleşir.
Sancılar sırasında kanama görülmezse korkulacak bir şey yoktur. |
Deformasyon
Şeklini bozma. |
Dikotiledon
Embriyosunda iki çenek yaprağı bulunan bitki. |
Doğum sancısı
Dölyatağının doğum sırasındaki kasılmalarına bağlı olarak ortaya çıkan ağrı. |
Deformite
Şekil bozukluğu. |
Dikrotizm
Kimi hastalıklarda ortaya çıkan ve bir çevrel atardamarın elle muayenesinde her bir atımın birbirini izleyen iki atımdan oluştuğu fark edilen olgu. |
Doğumsal
Doğuştan var olan herhangi bir bozukluk ya da hastalık durumunu niteleyen terim. |
Dehidratasyon
Vücuttan aşırı sıvı kaybı. |
Doğumsal kalça çıkığı
Kalça ekleminde doğuştan var olan ve kalçayı oluşturacak taslağın embriyon döneminde kusurlu gelişmesi ya da tam gelişmemesi sonucunda ortaya çıkan bozukluk. |
Dehidroepiandrosteron
Androjen hormonların karaciğerde geçirdiği dönüşümle ortaya hormon. |
Doğurganlık
Belirli bir zaman aralığı içinde gerçekleşen doğum sayısı, istatistikte doğurganlık indeksi adı verilen ve doğurganlık sürecinin çeşitli yönlerini niceliksel olarak belirleyen birtakım oranlar kullanılır. |
Doku
Belirli bir işi yapmak üzere özelleşmiş hücreler topluluğu. |
Doku grubu
Anne ve babadan yarı yarıya alınan ve insanın dokusal özelliklerini belirten işaretler (Kan grubu ile aynı değildir, HLA olarak da anılır). |
Dejenerasyon
Dokuların normal yapılarının bozulup normal fonksiyonlarını yapamıyacak hale gelmeleri. |
Doku reddi
Farklı genetik yapıdaki bir insandan alınan dokunun nakledilmesi sonucunda vücudun zamanla bu dokuyu yıkmaya yönelik olarak başlattığı tepkimelerin ortaya çıkardığı karmaşık olaylar dizisi. |
Dejeneratif artrit
Osteoartrit. |
Dokunma
Vücut yüzeylerinin dış ortamdaki çeşitli etkenlerle ilişkisini sağlayan duyarlılık. |
Dejeneratif eklem hastalığı
Osteoartrit. |
Dokunma
Vücut yüzeylerinin dış ortamdaki çeşitli etkenlerle ilişkisini sağlayan duyarlılık. |
Dejeneratif eklem hastalığı
Osteoartrit. |
Dolama
Streptokok ya da stafilokok türü bakterilerin parmak uçlarında oluşturduğu akut, İrinli enfeksiyon. |
Dekalsîfîkasyon
Kemik dokusundan kalsiyum tuzlarının kaybedildiği patolojik durum. |
Dolama
Şeytan tırnağı veya parmağa iğne ya da kıymık batması sonucu, tırnak dibinde meydana gelen iltihaplanmaya; halk arasında dolama, tıp dilinde paronychia denir. Başlangıçta kırmızı bir benek halindeyken daha sonra içi dolu sivilceye dönüşür. Dolama, kan zehirlenmesine neden olabilir. Bu nedenle ihmal edilmeden doktora başvurmak gerekir. Alkol pansumanı veya sıcak su kompresi çok faydalıdır. |
Dekolman
Bir organın katmanlarında çeşitli hastalıklar nedeniyle gelişen ayrılma (örneğin ağtabaka, etene ya da epifiz dekolmanı). |
Dilatasyon
Bir atardamar ya da göz bebeği gibi bir organ ya da kanalın genişlemesi ya da açılması. |
Dolaşım sistemi (kardiyovasküler sistem)
içinde kan ve lenfin dolaştığı anatomik yapıların bütünü; bu dolaşımın amacı, tüm dokulara oksijen ve metabolizma etkinlikleri İçin gerekli maddelerin ulaştırılması ve hücre metabolizması artıklarının dokulardan uzaklaştırılmasıdır. |
Dekompresyon
Baskı yapan gücün veya baskının kaldırılması. |
Dolaşım şantı
iki kan damarının kılcal damar ağının aracılığı olmaksızın doğrudan birbirine bağlandığı durumlar İçin kullanılan genel terim. |
Dekonjessan
Konjesyonu (şişme) azaltan, dekonjessif. |
Dimorfizm
Bir türün iki farklı forma sahip olma durumu. |
Dolikokolon
Kalınbağırsağın anormal uzunlukta olduğu yapı bozukluğu. |
Dekortikasyon
Bir organı saran seröz kılıfın bâzı patolojik olaylara bağlı olarak büzülerek ya da çevredeki dokulara yapışarak ilgili organın işlevlerini engellemesi durumunda başvurulan cerrahi girişim. |
Dolikosefali
Ön-arka yönde uzamış kafatası biçimi. |
Dekstrokardi
Normalde göğüs boşluğunun sol yarısında yer alan kalbin sağ göğüs kafesinde bulunması. |
Diphyllobothrium latum
insanda ağır kansızlığa yol açan yassı bağırsak asalağı. |
Domain
Bir protein içerisinde bulunan ve kendine ait bir fonksiyona sahip bölüm. Tek bir protein içindeki domain bölümleri, hep birlikte proteinin total fonksiyonunu belirler. |
Dekstroz
Altı karbon atomu içeren ve genel olarak glikoz olarak bilinen monosakkarit. |
Dekstroz (glikoz)
Kanda bulanan basit bir şeker; meyva bitki ve balda da bulunur |
Diploe
İki kemik yaprağı ya da katmam arasında bulunan sün-gersi kemik. |
Dong quaı
Düzensiz ay başı veya menopoz sorunlarını tedavi etmek için kullanılan geleneksel bir Çin bitkisi. |
Diploid
2n kromozom takımı taşıyan hücre. |
Donma
Normalde vücudun iç sıcaklığını 37°C dolayında tutan ısı düzenleyici mekanizmaların işlevinin bozulmasına ve yetersizliğine bağlı, ölümcül olabilen sendrom. |
Diploid*
2n kromozom takımı taşıyan hücre. |
Donmalar
Üşümenin en ağır şekline donma denir. Donan kişiyi birdenbire ısıtmamak gerekir. Böyle durumlarda yapılacak ilk iş; vücuda bir battaniye sarıp, ılık bir yere taşımak; orada başı hafif geriye doğru olmak üzere sırtüstü yatırmak, kol ve bacaklarını soğuk su ile iyice ovmaktır. Limonsuyu ile masaj yapılabilir. |
Diploit sayı
Sperm ve yumurta hücresindeki (gametler) kromozom sayısının (haploit sayı) iki katı kromozom sayısını belirten terim; gametteki kromozom sayısı n ile gösterildiğinde, diploit sayı 2n'e eştir |
Donmalar
Üşümenin en ağır şekline donma denir. Donan kişiyi birdenbire ısıtmamak gerekir. Böyle durumlarda yapılacak ilk iş; vücuda bir battaniye sarıp, ılık bir yere taşımak; orada başı hafif geriye doğru olmak üzere sırtüstü yatırmak, kol ve bacaklarını soğuk su ile iyice ovmaktır. Limonsuyu ile masaj yapılabilir. |
Delesyon
Bir tip kromozom mutasyonu sonucunda DNA daki bir bazın yada bazların yok olması hali. |
Dipsomani
Düzenli aralıklarla ortaya çıkan karşı koyulamaz alkol İçme isteği. |
Dopa (3,4-dihidroksifenilalanin)
Tirozinaz enziminin etkisiyle fenilalaninin yükseltgen-mesi sonucu oluşan kimyasal madde. |
Delik (foramen)
Anatomide kemiklerin ya da yumuşak dokuların içinden geçen ve gerekli bağlantıyı sağlamaya yarayan açıklıklar. |
Dopamin
Dopadan karboksil grubunun ayrılmasıyla oluşan adrenaline benzer madde. |
Doping
Bir sporcunun yanşma verimini artırmaya yönelik maddelerin kullanılması. |
Deltoit kas
Omza yuvarlak biçimini veren yüzeysel ve hacimli kas. |
Direnç ölçümü
Orta kulaktaki akustik direncin ölçümü için kullanılan yöntemlerin tümü. |
Doppler etkisi
Ses kaynağının yaklaşmasına ya da uzaklaşmasına göre bir gözlemci bakımından ses titreşimlerinin artması ya da azalması biçiminde ortaya çıkan etki |
Delüzyon
Kişiyi doğru olmadığına ikna etmekte güçlük çekilen yanlış düşünce ya da inanç; kuruntu. |
Dorsal
Bir organizmanın sırt kısmı |
Dirsek kası (musculus anconeus)
Dirseğin arkasında bulunan kas. |
Dosimazi
Adli tıpta ölümden önce solunum eyleminin gerçekleşip gerçekleşmediğini (doğumda bebeğin canlı olup olmadığını) saptamak amacıyla bir yenidoğanm kadavrasının değişik organlan üzerinde yapılan test. |
Doz
Bir ilacın tedavide kullanılan miktarı. |
Disakkaritler
Oksijen köprüsüyle bağlanmış iki monosakkarit molekülünden oluşan karbonhidrat ya da şekerler. |
Dozimetri
Canlı bir organizmanın ya da ışın biyolojisinde bir maddenin emdiği ışın dozunun, doğrudan ya da dolaylı ölçümle saptanması. |
Disendokrinizm
İç salgı (endokrin) bozukluklarını belirtmek için kullanılan genel terim. |
Döküntü
Deride geniş alanlar üzerinde ya da yaygın olarak düzensiz kırmızı lekelerin ortaya çıktığı hastalık belirtisi. |
Döl yatağı
Uterus. Dişi üreme sisteminde, fetusu doğuma kadar beslemek ve barındırmakla görevli kas yapısında bir organdır. |
Disfonî
Organik ya da işlevsel kökenli her türlü ses bozukluğuna verilen genel ad. |
Döllenme
Yumurta ve spermin birleşmesi. |
Demiyelinizasyon
Sinir liflerinin etrafını saran myelin tabakasının kaybı. |
Disfonksiyon
Genel olarak bir organın, dokunun ya da sistemin işlevinde ortaya çıkan olumsuz değişikliği belirtmek için kullanılan terim (nitel ya da nicel olabilir). |
Döllenme borusu
Spermlerin yumurtayla birleştiği ve zigotu oluşturduğu tüp. |
Demonstrasyon
Göstererek öğretme. |
Disfori
Çevreye ilginin kaybolduğu, kötümserliğin ortaya çıktığı ve genellikle aşırı uyanlmışlığın eşlik ettiği bir keyifsizlik durumu. |
Dölüt
İnsanlarda, gebe kalındıktan sonra sekiz haftadan, doğmadan önceki döneme kadar anne karnında olan bebeğe verilen ad. |
Demoralizasyon
Moral çöküntü. |
Dölüt (fetüs)
Dölütsel yaşamın onuncu haftasından sonra, yani insan türüne özgü dış yapısal özellikler kazanıldıktan sonra gelişmekte olan yavrunun durumunu belirten terim; |
Disgerminom
Ender görülen bir yumurtalık tümörü. |
Dölyatağı
Kadınlarda orta çizgi üzerinde tek olarak yer alan üreme organı. |
Denervasyon
Sinirsel bağlantıların kesilmesi. Normalde bir kas, sinirsel uyanya yanıt olarak kasılır. |
Dölyatağı afonisi
Dölyatağındaki kaslann doğum sırasında kaşıtmaması ya da az kasılması. |
Dishidroz
Özellikle el ve ayaklarda anormal terlemeyle ortaya çıkan bir deri hastalığı. |
Dölyatağı ekleri iltihabı
adneksit |
Disk problemleri
Lomber (bele ait) disk hastalıkları, yani bel fıtığı. Doku: Belli bir işlevi yerine getirmek üzere özelleşmiş olan daha çok veya daha az uniform (tek tipte) hücre topluluğu. |
Dölyatağı hiperkinezîsi
Doğum sırasında dölyatağı kasılmalarının şiddet ve sıklığının patolojik olarak artması. |
Deoksikolik asit
İnsan safrasında bulunan safra asiti. |
Diskeratoz
Epidermisteki hücrelerde keratinizasyon(*) sürecinde görülen bozuklukları tanımlayan genel terim. |
Dölyatağı retrofleksiyonu
Dölyatağının uzunlamasına ekseninin arkaya doğru bükülmesi. |
Deoksiribonukleik asit (dna)
Canlılardaki yönetici molekül. Genetik bilgileri içeren ve hücre çekirdeğinde yer alan ikili sarmal molekül |
Dölyolu
Kadınlarda dölyatağı ve dış cinsel organlar (vulva) arasında bulunan üreme organı. |
Deoksiribonukleotid
DNA'nın yapıtaşı olan molekül. |
Diskopati
Omurlar arasındaki disklerin hastalığı. |
Dölyolu akıntısı
Halk arasında beyaz akıntı; tıp dilinde ise; Gleet denilir. Arasıra görülen beyaz akıntı pek önemli değildir. Çünkü üşütmek, ruhi bunalım, uzun süren bir hastalık veya yüksekçe bir yerden düşmekten kaynaklanabilir.
İç çamaşırında krem rengi beyazlıkta bir leke görülür. Kuruduğu zaman kahverengiye çalan sarı bir renk alır. Önce beyaz akıntının nedenini bulmak gerekir. |
Deoksiribonükleik asit (dna)
Canlılardaki yönetici molekül. Genetik bilgileri içeren ve hücre çekirdeğinde yer alan ikili sarmal molekül |
Dölyolu akıntısı
Halk arasında beyaz akıntı; tıp dilinde ise; Gleet denilir. Arasıra görülen beyaz akıntı pek önemli değildir. Çünkü üşütmek, ruhi bunalım, uzun süren bir hastalık veya yüksekçe bir yerden düşmekten kaynaklanabilir. İç çamaşırında krem rengi beyazlıkta bir leke görülür. Kuruduğu zaman kahverengiye çalan sarı bir renk alır. Önce beyaz akıntının nedenini bulmak gerekir. |
Deoksiriboz
C5H10O4 bileşiminde olan ve DNA'nın yapı birimlerinden biri olan şeker. Genel adı pentoz olan monosakkarit. |
Diskromatopsi
Renklerin kusurlu görülmesi. |
Dölyolu sıvısının incelenmesi
Başta Trichomonas vaginalis ve Candida albicans olmak üzere vajinit (dölyatağı İltihabı) etkenini belirlemeyi sağlayan inceleme tekniği. |
Deontoloji
Aynı meslek grubunda olan insanların birbirleri ile olan ilişkilerinde uyulması öngörülen ahlaki, moral değerler. |
Diskromi
Üstderiye rengini veren melaninin aşın ya da eksik oluşuna ya da deride başka bir nedenle, örneğin alyuvar-lardaki hemoglobin türevlerinin (porfirin) ya da dışardan alman maddelerin depolanmasına bağlı olarak derinin renklenmesinde görülen bölgesel ya da |
Dört başlı kas (kuadriseps kası)
Uyluk ön bölgesini bütünüyle kaplayan kas. |
Depersonalizasyon
Kişinin gerçekle ilişkisini yitirdiği ve kendi kişiliğine karşı yabancılık duyduğu durum. |
Depiıasyon
Estetik ya da koruyucu amaçla vücuttaki tüyleri temizleme |
Disleksi
Okuma yeteneğindeki bozukluk. |
Dramatizasyon
Düş oluşumunda yoğunlaştırma, yer değiştirme ve sim-geleştirmeyle birlikte rol oynayan psikolojik mekanizma. |
Depilasyon
Kılların çıkartılması işlemi. |
Deplazmoliz
Plazmolize uğramış hücrenin tekrar su alarak eski haline dönmesi. |
Drepanosit
Orak hücreli anemi adı verilen doğumsal bir anemi türünün özelliği olan orak biçimli alyuvarlar. |
Depo hastalıktan
Doğumsal metabolizma hastalıkları grubu. |
Dismenore
Adetten önce ya da âdetle birlikte ağrı duyulması. |
Dromotropizra
Kalp kışı liflerinin sinüs-kulakçık düğümünden kaynaklanan kasılma uyarılarını İletme ve bütün miyokart dokusuna yayma özelliği. |
Depresyon
Depresyon, kişinin sosyal işlevlerini ve günlük yaşama dair etkinliklerini rahatsız edecek, bozacak dereceye ulaşmış üzüntü, melankoli veya keder durumudur.
Kişinin ilişki ve etkinliklerini etkilemeyen, üzgün olma durumu ve kişinin moralinin bozukluğu çoğu zaman depresyon olarak anılır. Fakat klinik depresyon tıbbi bir teşhistir ve günlük kullanımdaki depresif olma durumundan çok daha farklıdır. Bir çok insan depresif olma hissini "hiç bir neden olmadan üzgün hissetme" ya da "hiç bir şey yapmak için motivasyonu olmama" olarak tanımlar. depresif kişi kendisini yorgun, üzgün, tembel, sinirli, motivasyonsuz ve apatik hissedebilir. klinik depresyon genellikle normal deprese hislerden daha ciddidir.
Belirtileri
• Huzursuzluk
• Aşırı kaygı ve endişe
• Hiçbir şeyden zevk alamama
• İştahsızlık/Aşırı yemek yeme
• Çabuk yorulma
• Uykusuzluk ve uyku problemleri yaşamak
• Kilo kaybı
• İntihara eğilim
Kişi ağlamaklı, neşesiz, sanki dünyayı sırtında taşıyor gibi bitkin, omuzları çökmüş bir görünümdedir. Kişilerin eğlenip güldüğü şeyler, onlarda aynı etkiyi oluşturmayabilir.
Bazı durumlarda da kişiler bu durumda olduklarını kabul etmek istemezler ve bunu göstermezler. Bu durumda kişi vücutsal belirtiler (baş, karın, eklem vs. ağrıları, çarpıntı, nefes darlığı gibi kaygı durumları ya da cinsel bozukluk belirtileri ile başvurabilir.
Karşılaşılabilecek cinsel bozukluk durumları arasında hem erkek hem de kadınlarda cinsel istekte azalma, ön sıralarda yer tutmaktadır. Kadınlarda depresyon sırasında adet dönemlerinde geçici kesilmeler, orgazm sorunları görülebilmektedir. Erkeklerde ise sertleşme bozukluğu görülebilmektedir.
İstek ve ilgilerde azalma ve kayıplar başlangıçta bir takım şeyleri mecburen ve daha uzun sürede ,oflayıp,puflayarak yapmakla başlar. Hoşlanılarak yapılan etkinliklerde de azalma ve artık hiçbir şeyden zevk almama , hayattan soğuma ile sürer. Kişiler çocukları, eşlerine karşı hiçbir şey hissetmezler . İntiharı tek çıkar yol olarak görebilirler.
Kendiliğinden yaptıkları doğal hareketleri azalır. Bakışları yere doğru yönelmiş olup, boyun ve gövdeleri öne eğik durur. Konuşmaları da hareketleri gibi azalmış olup, yavaş ve kısık sesle konuşabilirler. Sorulara yanıt vermek için gereken süre uzamış ve tek kelimeyle yanıt alınmıştır. Zamanın çok yavaş geçtiği ya da durduğu şeklinde bir algı yaşanmaktadır. Unutkanlık, konuşma, tv den bir şeyler izleme ,konuşulanları anlama gibi konsantrasyon gereken durumlarda dikkati yoğunlaştıramama " söylenenlerin bir kulaktan girip diğerinden çıkması" durumu oluşmaktadır. Karasızlık basit şeyler üzerinde bile seçim yapamama bulunmaktadır.
Tedavi
İlaç tedavisi yanında dinamik psikoterapi (kişinin geçmiş yaşam öyküsünün alınıp , şimdiki sorunların kökenleri ve amaçlarını,kişinin zorluklar karşısındaki savunma mekanizmalarını ve depresif temel düşünce biçimlerinin saptanıp,düzeltilmesine çalışılması) ile mümkündür. Bu tedavinin haftada bir gün (50 dakikalık bir seans) şeklinde en az 10 seans olmak üzere uygulanması gerekmektedir
Antidepresif tedavinin en az 6 ay sürdürülmesi uygundur. Erken kesildiğinde (daha iyi hissedilmesi, ekonomik nedenler ,yan etkiler vs. nedeniyle) en riskli dönemin ilk 4-8 hafta olduğu ama sonrasında da erken kesim halinde riskin yüksek olduğu saptanmıştır.
Major depresyon hastalarının % 15 kadarı intihar ederek hayatlarına son vermektedir. Hastanede yatan diyabet, kanser,kalp hastalıkları,felç gibi rahatsızlıkları olan kişilerin % 25 inde major depresyon görülmektedir. Depresyon kişilerin mesleki başarısını düşürmekte ve iş kayıplarına ; cinsel bozukluklara yol açarak evlilik sorunlarına; kişinin durumun etkisinden kurtulmak, kendini rahatlatmak için alkol ve uyuşturucu maddelere yönelmesi sonucu trafik kazaları, kavga ve suça yönelme görülebilmekte ,ruh sağlıkları bozuk çocuklar ve sonuçta ruh sağlığı bozuk bir toplum olmamıza yol açmaktadır |
Dismenore
Adetten önce ya da âdetle birlikte ağrı duyulması. |
Depresyon
Depresyon, kişinin sosyal işlevlerini ve günlük yaşama dair etkinliklerini rahatsız edecek, bozacak dereceye ulaşmış üzüntü, melankoli veya keder durumudur.
Kişinin ilişki ve etkinliklerini etkilemeyen, üzgün olma durumu ve kişinin moralinin bozukluğu çoğu zaman depresyon olarak anılır. Fakat klinik depresyon tıbbi bir teşhistir ve günlük kullanımdaki depresif olma durumundan çok daha farklıdır. Bir çok insan depresif olma hissini "hiç bir neden olmadan üzgün hissetme" ya da "hiç bir şey yapmak için motivasyonu olmama" olarak tanımlar. depresif kişi kendisini yorgun, üzgün, tembel, sinirli, motivasyonsuz ve apatik hissedebilir. klinik depresyon genellikle normal deprese hislerden daha ciddidir.
Belirtileri
• Huzursuzluk
• Aşırı kaygı ve endişe
• Hiçbir şeyden zevk alamama
• İştahsızlık/Aşırı yemek yeme
• Çabuk yorulma
• Uykusuzluk ve uyku problemleri yaşamak
• Kilo kaybı
• İntihara eğilim
Kişi ağlamaklı, neşesiz, sanki dünyayı sırtında taşıyor gibi bitkin, omuzları çökmüş bir görünümdedir. Kişilerin eğlenip güldüğü şeyler, onlarda aynı etkiyi oluşturmayabilir.
Bazı durumlarda da kişiler bu durumda olduklarını kabul etmek istemezler ve bunu göstermezler. Bu durumda kişi vücutsal belirtiler (baş, karın, eklem vs. ağrıları, çarpıntı, nefes darlığı gibi kaygı durumları ya da cinsel bozukluk belirtileri ile başvurabilir.
Karşılaşılabilecek cinsel bozukluk durumları arasında hem erkek hem de kadınlarda cinsel istekte azalma, ön sıralarda yer tutmaktadır. Kadınlarda depresyon sırasında adet dönemlerinde geçici kesilmeler, orgazm sorunları görülebilmektedir. Erkeklerde ise sertleşme bozukluğu görülebilmektedir.
İstek ve ilgilerde azalma ve kayıplar başlangıçta bir takım şeyleri mecburen ve daha uzun sürede ,oflayıp,puflayarak yapmakla başlar. Hoşlanılarak yapılan etkinliklerde de azalma ve artık hiçbir şeyden zevk almama , hayattan soğuma ile sürer. Kişiler çocukları, eşlerine karşı hiçbir şey hissetmezler . İntiharı tek çıkar yol olarak görebilirler.
Kendiliğinden yaptıkları doğal hareketleri azalır. Bakışları yere doğru yönelmiş olup, boyun ve gövdeleri öne eğik durur. Konuşmaları da hareketleri gibi azalmış olup, yavaş ve kısık sesle konuşabilirler. Sorulara yanıt vermek için gereken süre uzamış ve tek kelimeyle yanıt alınmıştır. Zamanın çok yavaş geçtiği ya da durduğu şeklinde bir algı yaşanmaktadır. Unutkanlık, konuşma, tv den bir şeyler izleme ,konuşulanları anlama gibi konsantrasyon gereken durumlarda dikkati yoğunlaştıramama " söylenenlerin bir kulaktan girip diğerinden çıkması" durumu oluşmaktadır. Karasızlık basit şeyler üzerinde bile seçim yapamama bulunmaktadır.
Tedavi
İlaç tedavisi yanında dinamik psikoterapi (kişinin geçmiş yaşam öyküsünün alınıp , şimdiki sorunların kökenleri ve amaçlarını,kişinin zorluklar karşısındaki savunma mekanizmalarını ve depresif temel düşünce biçimlerinin saptanıp,düzeltilmesine çalışılması) ile mümkündür. Bu tedavinin haftada bir gün (50 dakikalık bir seans) şeklinde en az 10 seans olmak üzere uygulanması gerekmektedir
Antidepresif tedavinin en az 6 ay sürdürülmesi uygundur. Erken kesildiğinde (daha iyi hissedilmesi, ekonomik nedenler ,yan etkiler vs. nedeniyle) en riskli dönemin ilk 4-8 hafta olduğu ama sonrasında da erken kesim halinde riskin yüksek olduğu saptanmıştır.
Major depresyon hastalarının % 15 kadarı intihar ederek hayatlarına son vermektedir. Hastanede yatan diyabet, kanser,kalp hastalıkları,felç gibi rahatsızlıkları olan kişilerin % 25 inde major depresyon görülmektedir. Depresyon kişilerin mesleki başarısını düşürmekte ve iş kayıplarına ; cinsel bozukluklara yol açarak evlilik sorunlarına; kişinin durumun etkisinden kurtulmak, kendini rahatlatmak için alkol ve uyuşturucu maddelere yönelmesi sonucu trafik kazaları, kavga ve suça yönelme görülebilmekte ,ruh sağlıkları bozuk çocuklar ve sonuçta ruh sağlığı bozuk bir toplum olmamıza yol açmaktadır |
Depresyon (ruhsal çöküntü)
Kaygı, kendine güvensizlik, kararsızlık ve gelecekten korku gibi duyguların egemen olduğu özel psikolojik durum. |
Disodontiyaz
Yeterince yer olmaması nedeniyle dişin güçlükle çıkması. |
Derealizasyon
Dış gerçeklere ilişkin bilincin bozulması. |
Disontogeni
Embriyon ya da dölüt evresindeki gelişmenin aksaması sonucu ortaya çıkan oluşum bozukluğu. |
Disortografi
Doğru yazma yeteneğinde bozukluk. |
Duodenit
Genellikle aşırı mide salgısının tahriş edici etkisini izleyen onikiparmakbağırsağı mukozası iltihabı. |
Disostoz
Bazı kemiklerde görülen, kıkırdağın kemiğe dönüşme sürecinin normalden sapmasıyla ortaya çıkan biçim bozukluğu. |
Duodenostomi
Cerrahi girişimle onikiparmakbağırsağı ve vücut yüzeyi arasında bağlantı kurulması. |
Deri çatlağı
Özellikle ergenlik ve gebelik dönemleriyle kilo kaybından sonra kadınlarda görülen, deride çizgiler biçiminde beliren atrofi. |
Disparöni
Cinsel birleşme sırasında kadında ortaya çıkan ve cinsel birleşmeyi olanaksızlaştıran ağrılı patolojik durum. |
Duodenum
İncebağırsağın mideyle birleşen bölümü, oniki parmak bağırsağı. |
Dupuytren kontraktürü
Avuç içi ve parmakların ağrısız bir hastalığı. Sadece cilt nodüllerine neden olabileceği gibi parmakların avuç içine doğru kasılmış olarak kalmasına neden olacak kadar da ilerleyebilir. |
Duramater
Omurilik ve beyni örten dış zar. |
Disprotidemi
Kandaki proteinlerin dengesinde bozukluk. |
Duygulanım yoksunluğu
Kişinin ruhsal gelişim sürecinde yaşadığı reddedilme, onaylanmama ve dışlanma deneyimlerinin etkisiyle oluşan duygulanım bozukluğu. |
Disseksiyon
Normal ya da patolojik bir oluşumu çevresindeki dokulardan ayırmak amacıyla yapılan bir dizi işlem. |
Dissimülasyon
İç dünyada yaşanan güçlükleri maskelemeyi sağlayan ruhsal süreç. |
Deri reaksiyonu
Vücudun çeşitli maddelere karşı (polen, çeşitli tozlar, bakteri ürünleri, ilaçlar) aşın duyarlılığım saptamak amacıyla uygulanan incelemeler. |
Derialtı dokusu (subkütan doku)
Deri ile iskelet kasını örten fasyalar arasındaki doku. |
Distomatoz
Yassısolucanlarm Trematoda sınıfı ve Digenea takımından genel olarak çiftağızlılar (distoma) adı verilen asalaklarla oluşan hastalıkları belirten terim. |
Deriiçi reaksiyon
Ucunda çok ince bir iğne bulunan bir şırınga aracılığıyla derinin üst talikalarının içine küçük miktarlarda madde verilmesiyle uygulanan bir tam yöntemi. |
Distoni
Kasların gerginliğindeki bozukluk. |
Derinlil sarhoşluğu
Sıkıştıılnıış basınçlı hava tüpleriyle derine dalan dalgıçlarda ortaya çıkan, alkol sarhoşluğuna benzer zihinsel bulamdık ve öfori (aşın keyifliük) durumu. |
Distopi
Bir organın anatomik olarak olağandışı yerleşim göstermesi durumu |
Deripigmentasyonu
Demin renklenmesi. |
Distorsiyon
Bir eklemin kapsül ya da bağ yapısında travmayla ortaya çıkan lezyon. |
Dermabrazyon
Deri üzerindeki benler veya yara izlerini ortadan kaldırma amacı ile yapılan kazıma işlemi. |
Distosi
Doğum sırasında bir anomali ya da komplikasyonun ortaya çıkması. |
Düşük yoğunluklu lipoproteinler
Kanda kolesterol moleküllerini taşıma görevini yerine getiren ve elektroforezde yavaş hareket eden lipoprote-in sınıfı (bak. lipoproteinlerin elektroforezi). |
Distraksiyon
Davranışları etkileyen kalıcı ya da geçici bir bozukluk. |
Distrofi
Bir doku ya da organizmanın tümünün yetersiz beslenme ve gelişmesine bağlı olarak ortaya çıkan tüm bozukluklarla bunların sonucunda ortaya çıkan yapı ve işlev bozukluklarını belirten terim. |
Dermatofibrom
İyi huylu bir deri tümörü. |
Düz kas karşıtı antikorlar
Vücudun düz kas hücrelerindeki normal yapıtaşlanna karşı oluşan özantikorlar. |
Dermatoglif
Parmak, el ayası ve ayak tabanı derisindeki girinti ve çıkıntıların oluşturduğu biçimler. |
Dermatoloji
Cildiye, cilt hastalıklarını inceleyen bilim dalı. |
Dvt (derin ven trombozu)
Pulmoner embolizme yol açabilen ven duvarındaki trombüs oluşumu. İnflamasyonda eşlik eder. |
Dermatom
Yama (greft) olarak kullanmak üzere derinin belli bir kalınlıktaki katmanını düzgün bir biçimde kesmek için kullanılan cerrahi alet. |
Elektronarkoz
Beyne 200-250 mA şiddetinde elektrik akımı verilerek ani bilinç kaybı ve kaslarda yaygın sertleşmeye yol açmak yoluyla uygulanan psikiyatrik tedavi yöntemi. |
Entropion
kapak kenarının içeri doğru döndüğü ve kirpiklerin gözü tahriş ettiği bir şekil bozukluğu |
E vitamini (alfa-tokoferol)
Başta tahıl olmak üzere ıspanak, kabak, lahana, marul gibi yeşil sebzelerde bol miktarda bulunur. İnsanda karaciğerin yanı sıra yağlı dokularda, böbrekte, kalpte, kaslarda ve böbreküstü bezi kabuğunda depolanır. Fazla olan bölümü idrar ve dışkıyla atılır. Antioksidan özellik gösterir. E vitamini eksikliği son derece ender görülür ve kansızlık biçiminde ortaya çıkar |
Elektronuyogram
Elektromİyograf adındaki alet yardımıyla kastaki elektrik potansiyellerinin kağıt üzerine kaydı. |
Entropiyon
Gözkapağı kenarının içe doğru ters dönmesi. |
E.coli
Küçük boyutlu gen yapısı dolayısıyla genetik hastalık göstermeyen ve laboratuarda kolaylıkla üretilen bir cins bakteri. Bu sebeplerden dolayı genetik çalışmalarda yaygın biçimde kullanılır. |
Elektroretinografi
Işık uyarısının retinada (ağtabaka) oluşturduğu elektrik potansiyellerinin kaydedilmesine dayanan inceleme yöntemi. |
Entübasyon
Cerrahi ve anestezi uygulamalarında solunum yolunu açık tutmak amacıyla soluk borusuna biçim, çap ve yapı açısından uygun bir tüpün sokulması. |
Elektroseksiyon
Özel aletlerle (bak. elektrobisturi) verilen elektrik akımıyla yapılan doku kesişi. |
Enükleasyoo
Hastalıklı bir yapının çevredeki dokulardan uzaklaştırılması. |
Elektroşirürji
Elektrik akımı kullanılarak gerçekleştirilen cerrahi girişim yöntemlerine verilen genel ad. |
Envazyon
Yayılma, örneğin kafatasındaki bir tümörün beyin dokusuna envazyonu denince tümörün beyine yayılması kastedilir. |
Elektroşok
Kişiye elektrik akımı verilerek sara nöbetine benzer bir durumun yaratılmasına dayanan tedavi yöntemi. |
Envolüsyon
Bir organın, sistemin ya da tüm organizmanın yapı ve işlevlerinin gerileme süreci. |
Eau de toılette
Konsantrasyonu daha düşük olan koku. |
Elektroterapi
Elektrik akımının kullanıldığı fiziksel tedavi yöntemi; belirli özellikteki elektrik akımının vücuta uygulanmasıyla gerçekleştirilir. |
Echo virüs
Enterovirüs grubuna bağlı virüs, tnsan dışkısından üretilebilir, in vitro doku kültürü hücreleri üzerinde patojen etki gösterir. |
Elevatör kas (yükseltici kas)
Belirli anatomik yapılan (örneğin anüs kası, üst gözkapağı, kürek kemiği, yumuşak damak) kaldırmakla görevli çeşitli kaslara verilen ad. |
Enzimopati
Gen değşinimine (mutasyon) bağlı olarak bir enzimin yapısal bozukluk göstererek etkin olmayan bir biçimde bireşimlendiği, kısmen ya da tümüyle bireşimlenemedi-ği kalıtsal hastalık. |
Eokontinans
Anüs ya da idrar kesesi büzgen kasının denetim bozukluğu; istemsiz olarak dışkı ya da idrar kaçırma ile kendini belli eder |
Edema
Ödem, vücudun her hangi bir yerinde hücre dışında anormal su birikmesi. |
Elısa (enzyme-linked immunosorbent assay)
Enzime bağlı immünosorban yöntem. Özellikle kanda antikor tayinleri için kullanılan bir laboratuvar yöntemidir. |
Eozinofil
Bağışıklık yanıtlannda önemli rol oynayan akyuvar türü. Astımda ve diğer alerjik reaksiyonlarda artar. |
Edinilmiş özellikler
Kalıtımla taşınmayan, çevre ve eğitime bağlı etkenlerle ya da çalışma, yaşanan deneyimler ve yaşam biçimine bağlı olarak ortaya çıkan tüm biçimsel, fizyolojik ya da davranışsal özellikler. |
Eozinofili
Kanda eozinofil akyuvarlann normalden (yüzde 1-4) fazla miktarda bulunması. |
Edrosel
Anüs ve rektumun dışarıya sarkmasının (ano-rektal pro-lapsus) özgül bir tipi. |
Ellsworth-howard testi
Yalancı hipoparatirioidizm ile hipoparatiroidizm arasında ayrımı yapmak için kullanılan test. |
Embolektomi
Dolaşım yoluyla vücuda dağılarak bir atardamar ya da toplardamarı tıkayan embolinin(*) çıkarılması İçin uygulanan cerrahi girişim. |
Emboli
Kimyasal yapısı kanınkinden farklı olan, kanda çözünmeyen ve kan dolaşımıyla taşınarak bir daman tıkayan yabancı madde. |
Epandimom
Beynin kanncık boşluklannı ve omuriliğin orta kanalını döşeyen epandim hücrelerinden türeyen merkez sinir sistemi tümörü. |
Efektör
Bir organizmanın uyarıya karşı reaksiyon gösteren vücut kısmı, örneğin kas. |
Embolizm
Kan damarlarının bir kan pıhtısı, hava kabarcığı, yağ birikimi ya da diğer bir yabancı maddeyle tıkanması. |
Epidemiyoloji
Tıbbın hastalıkların toplumdaki görülme sıklığı ve yayılımını inceleyen dalı. |
Efeminasyon (kadımılaşma)
Erkekte vücut görünümünün değiştiği patolojik durum. |
Embolizm v
Bİr emboli ya da kanda çözünemeyen pıhtının kan dolaşımına geçerek kendi çapından daha küçük çaplı bir atardamar ya da toplardaman tıkamasıyla beliren tablo. |
Eferent (götürücü)
Belli bir organa ya da yapıya göre merkezden çevreye doğru giden kan damarı, lenf daman, sinir gibi oluşumları niteleyen terim. |
Embriyo
Fetal gelişimin erken dönemidir. Bu dönem spermin yumurtayı fertilize etmesinden, 8 haftalık gebeliğe kadarki bölümüdür. |
Embriyo transfer
İn Vitro Fertilizasyon sonucu oluşan embriyonun kadın rahminin içine verilmesidir. |
Embriyojenez (embriyonun oluşumu)
Embriyonun, daha doğrusu döllenmiş yumurtanın oluşumu ve gelişimine eşlik eden olayların tümü. |
Embriyokardi
Erişkinde kalp seslerinin, dölütteki kalp seslerine benzemesi. |
Effüzyon
Vücut boşluklarında veya doku içerisinde sıvı birikmesi. Plevral effüzyon"" iki plevra yaprağı arasında sıvı birikmesidir. " |
Embriyoloji
Embriyonun gelişimini inceleyen tıp dalı. |
Efidroz
Vücudun el, ayak ve yüz gibi bölümlerinde görülen aşın terleme. |
Embriyon
Erken gelişme safhasında olan ve özellikleri belli olmayan bir organizma. |
Efüzyon
Dokuların arasında ya da vücut boşluklarında sıvı birikimi. |
Embriyon ekleri
Döllenmiş yumurtadan embriyonla birlikte gelişen ek yapılar; embriyonun beslenmesi ve korunması gibi işlevleri vardır (bak. allantois; amniyon; etene; göbek kordonu; koryon; trofoblast; vitellus kesesi). |
Embriyonal karsinom
Embriyon hücrelerinden kaynaklanan kötü huylu tümör. |
Epifora
Gözyaşı kanallarında enfeksiyon veya anatomik darlık nedeniyle ortaya çıkan tıkanıklıklar göz yaşının sürekli dışarıya akması |
Embriyopati
Embriyon döneminde organizmayı etkileyen çeşitli patolojik durumlar. |
Embriyotomi
Ölü dölütün doğum kanalı yoluyla çıkarılması için uygulanan girişim. Ölü dölüt, kafatası içeriği boşaltılarak (kranyotomi) ya da kafatası ezilerek (kranyoklasti ve bazyotripsi) doğum kanalını geçebilecek boyuta getirilir. |
Epiglot
Yutma esnasında gırtlağı kapatan kıkırdak kapakçık. |
Emenagog
Âdet kanamasını uyaran ilaca verilen ad. |
Egzoftalmı
Gözyuvarının anormal oranda göz çukurlarından dışa doğru çıkması. |
Emetrop
kırma kusuru olmayan göz |
Epîkondil
Uyluk ve üstkol kemiğinde bulunan yumrumsu çıkıntı. |
Egzoscrviks
Porsiyoyu (dölyatağımn dölyoluna açılan bölümü) örten mukoza zan. |
Epikranyal aponevroz (galea aponeurotica)
Alın kaslarıyla artkafa kaslarını birleştiren ince, lifsi |
Egzostoz (osteokondrom)
Kemikte gelişen iyi huylu tümör. |
Emilim bozukluğu sendromu
Belirli besinlerin emilim yetersizliğiyle ortaya çıkan bozukluk. |
Epilasyon
Epilasyon,kelime anlamı ile istenmeyen tüylerden kurtulma olarak tanımlanır.
İstenmeyen tüylerden kurtulma çabası, geçmişi eski Mısır a kadar uzanan bir tarihe sahiptir.Bu tarihi süreç içersinde geleneksel ağdadan, son teknoloji ürünü lazer epilasyon a kadar çok çeşitli ürün ve yöntemler bulunmaktadır.Bu yöntemler içinde en güncel ve etkileyeci görünen lazer epilasyon,istenmeyen tüylerden kalıcı olarak kurtulmada büyük bir umut kaynağı olarak lanse edilmektedir
Lazer Epilasyon
Lazer Epilasyon İstenmeyen tüylerden kurtulmanın en hızlı ve en sağlıklı yoludur. Lazer epilasyon' da kullanılan lazer ışığının dalga boyu melanin pigmenti tarafından emilme özelliğine sahiptir. Soğutma sistemli lazer tekniği ile yapılan lazer epilasyon ile lazer ısısı cilde zarar vermeden doğrudan kıl kökünü yok eden ısıya dönüşür.
Lazer Epilasyon Cihazlarının farkları ve üstünlükleri nelerdir?
Alexandrite lazer: Türk insanı genellikle çok koyu olmayan ten rengine ve koyu renk kıl yapısına sahiptir, bu nedenle alexandrite lazer epilasyon için en uygun yapıdadır. Alexandrite lazer derindeki kıl köküne dek ulaşarak kalıcı sonuç sağlar ve bu başarıyı sağlarken kalıcı yanık sorununa yol açmaz. Cihaz cilde 3 santimden atış yaptığından hijyen açısından sorun yaşanmaz.
NdYag lazer: Bazı merkezlerin lazer epilasyon bronz ciltte yazın dahi uygulanabilir diye tanıtım yaptığı NdYag lazer yüzeysel etki yaptığından derindeki köklere etki etmemekte, seans sayısı çok artmakta, kalıcı epilasyon başarısı düşmektedir. NdYag lazer fazla acı hissi verdiğinden lazer epilasyon tedavisinin yarım kalma ihtimali yüksektir. NdYag kullanımında bir diğer risk ise bu lazer ile ciddi ve kalıcı iz bırakan yanık olma ihtimalinin mevcut olmasıdır.
Işık bazlı sistemler: (IPL, Mavi Işık, Fotoepilasyon vs.) Bunlar gerçek lazer epilasyon değillerdir, sadece yoğunlaştırılmış ışık sistemleridir. Bu yöntemler derindeki köklere ulaşıp kıl kökünü tahrip gücüne sahip olmadıklarından daha ziyade bir modern ağda yöntemi olarak kabul edilir ve geçici etki gösterirler. Uygulama sırasında cihaz cilde temas ettiğinden hijyen açısından sorun olabilir. Vücut kıllarından kalıcı olarak bu yöntemler ile kurtulamazsınız.
Diode lazer: Diyot lazerler sadece ince, zayıf kıllarda başarılıdır, yüz kıllarında olumlu sonuçlar verebilmektedir. Kalın ve kökleri daha derinde olan vücut kılları için Lazer Epilasyon 'da önerilmez, sadece yüzünüzde ince ve açık renkli tüyler için tercih edebilirsiniz. Lazer epilasyon Uygulamada cihaz cilde temas ettiğinden hijyen açısından sorun olabilir.
Radio Frequency (RF): Radyo frekans dalgalarıdır, lazer değildir. Açık renkli, beyaz, sarı kılları yok edeceği iddia edilmekteyse de tarafsız çalışmalarda sadece kıl köklerinde geçici nem azalması sağladığı, zamanla kılın tekrar eski haline geldiği saptanmıştır.
Bazı cihazlar bu RF’ye (Radyo Frekans) ek olarak IPL veya Diode lazer epilasyon sistemlerini de birlikte kullanır.
(Referans: Pers. Comm. Nov. 2006, Larry Kunze, M.E., President of Rocky Mountain Laser College, Inc, state certified medical laser professor)
Lazer epilasyon uygulamasında gerekenler
- Kıl oluşumunda gerekli olgunlaşma evresinin tamamlaması beklenmelidir.
- Vücut bölgeleri için ikişer ay ara ile ortalama 4-6 seans, yüz bölgesindeki daha ince kıllar için birer ay ara ile ortalama 6-12 seans gerekecektir. Bu seans sayıları kıl yapısına göre kişiden kişiye farklılıklar gösterebilir.
- Alexandrite lazer epilasyon sisteminden etkilenerek haraplanan kıl köklerinin daha sonraki yıllarda kıl üretmesi mümkün değildir.
- Tıbbi gerçeklere göre ve etik lazer epilasyon uygulaması yapılmalıdır; ticari amaçlı kısa aralıklarla seans uygulaması yapılmamalı, gerçekleşmeyecek sonuçlar vaat edilerek ve sözde garantiler ile yanıltılmamalısınız...
- Etkin dozda epilasyon uygulaması yapılmalı, düşük lazer epilasyon dozları uygulanarak seans sayısının arttırılması gibi ticari yaklaşımlarda bulunulmamalıdır.
CYNOSURE Apogee 5500 Elite lazer epilasyon sistemi ile gelişmiş ayar mekanizmaları sayesinde
en etkili ve güvenli doz seçilebilir, havalı soğutma sistemi ile acısız, hızlı ve konforlu epilasyon sağlanır.
Lazer epilasyon sağlık açısından zarar verebilir mi?
Hayır. Çünkü Lazer non-iyonize (iyonize olmayan) enerjidir. Bu da hücre mutasyonunu etkilemediğinin göstergesidir. Lazer Epilasyon 'da kullanılan tüm lazer tipleri yalnızca kıl foliküllerini (kılın kök hücrelerini ) hedefler.
Kaç lazer epilasyon seansı uygulanması gerekir ?
Lazer ışığı anajen (aktif) aşamadaki kıl köklerini etkilemektedir. Bütün kökler aynı anda aktif olmazlar. Dolayısıyla telojen (pasif) kökler, aktif hale geldiklerinde bunlara da uygulama gerekecektir. Kalıcı bir çözüm, ancak birkaç lazer epilasyon seansından sonra elde edilir. Kılların kalınlığı ve yoğunluğu her vücutta farklı olduğu için kesin bir seans sayısı vermek mümkün değildir, kişiden kişiye ve bölgeden bölgeye değişmektedir. Ortalama olarak çoğunlukla 4-6 lazer epilasyon seansı yeterli olmaktadır. Lazer epilasyon uygulamasında cilt tipine göre doz seçimi yapılır. Bu sayede kıl köklerine etki edecek ama cilde zarar vermeyecek güçte çalışılarak en kısa sürede tedavinin bitirilmesi amaçlanır. Herkesin vücut yapısı ve hormonal seviyeleri, cilt tipi farklı olduğu için lazer epilasyonda sonuca ulaşmak için gereken süre kişiden kişiye değişir. Seanslar kılları anajen (büyüme) safhasında yakalamaya uygun sürelerde tekrarlanır.
|
Egzotoksin
Gram-pozitif enfeksiyon etkeni mikroplann üretliği maddelerin genel adı. |
Empotans
Penisin sertleşme özelliğinin kaybı |
Einhorn sondası
Onİkİparmakbağırsağı sondajı için kullanılan, ucunda oval biçimli melal bir delik bulunan, 80-100 cm uzunluğunda ve esnek laslikten yapılma sonda. |
Emülgatör
Besinlere katılan ve onların kararlı emülsüyon haline gelmesini sağlayan katkı maddesi. |
Ejakülasyon
Erkek siyeğinden spermin boşalması. |
Emülsiyon
Bir sıvının başka bir sıvı içinde çözünmeksizin küçük damlacıklar halinde dağılmış bulunduğu karışım. |
Ejekülasyon
Orgazm esnasında erkeğin menisinin boşalması |
Ekdoderm
Embriyo gelişimi sırasında meydana gelen dış tabaka. |
Enartroz
Yuvarlak başı bulunan bir kemiğin, bu başın girebileceği oyuğu olan başka bir kemikle yaptığı ekleme verilen ad. |
Ekimoz
Deri ve deri altı dokusunun içinde kan birikimi |
Epitel
Organ ve vücut yüzeylerini örten hücre tabakası. |
Ekinokok
Köpek ve kurtlar, nadiren kedilerde bulunan bir parazit olup larvaları memeli canlılarda büyüyerek hidatik kistleri yaparlar. |
Endo
İçinde anlamındaki ön ek. |
Epitel dokusu
Sık bir biçimde dizümiş epitel hücrelerinden oluşan doku. |
Ekinokok (echinococcus granulostıs)
Proglottisler cinsel organları ve olgun yumurtaları içerir. |
Endoarteriyektomi
Damar duvarındaki lezyonlar nedeniyle iç boşluğu daralmış atardamarların devamlılığım sağlamak amacıyla uygulanan cerrahi girişim, |
Epitelyom
Derinin örtü epitelinden türeyen kötü huylu tümör. |
Ekinokok
Köpek ve kurtlar, nadiren kedilerde bulunan bir parazit olup larvaları memeli canlılarda büyüyerek hidatik kistleri yaparlar. |
Endoderm
Embriyo gelişimi sırasında meydana gelen iç tabaka. |
Epitimpao
Ortakulak boşluğunun en üst bölümü. |
Endodonti
Dişözü hastalıklarıyla ilgili diş hekimliği dalı. |
Epitroklea
Üstkol kemiğinin dirsek ucunun ortasında, trokleanın üzerinde bulunan kemik çıkıntısı. |
Endoftalmit
yaygın intraoküler infeksiyon |
Epizyotomi
Doğum sırasında uygulanan bir girişim. |
Endokard
Kalbin içini örten bir sıra yassı epitel dokudan oluşan zar. |
Endokardit
Kalp iç zannın (endokart) iltihabı. Kulakçık ve karıncığın yüzeyini Örten endokartta görülebiürse de, daha çok kapaklann yüzeyini kaplayan endotelde ortaya çıkar (kapakçık endokarditi) |
Eklem hipermobilitesi
Eklemin hareket yeteneğinin artması; jeneralize (genel) eklem gevşekliği ise genetik olarak aktarılan bir bağ dokusu hastalığıdır |
Endokrin bez
İç salgı (hormon) bezi. |
Endokrin sistem
Yumurtalık, testiküler, böbrek üstü bezi, tiroid, hipofiz, timus sistemlerini içine alan bez sistemidir. |
Ereksiyon
Penis ya da klitorisin cinsel ilişki sırasında kan ile dolarak sertleşip şişmesi |
Endokrin sistem (iç salgı sistemi)
Belirli Özgül uyanların etkisiyle hormon üreten özelleşmiş hücrelerden oluşmuş anatomik yapılar bütünü. |
Endokrinolog
Endokrin sistemin yapı, patolojileri ve tedavisi konusunda uzman kişi. |
Endokrinoloji
İç salgı bezlerinin fonksiyonlarını, normal dışı çalışma sonucu oluşan hastalıklarını ve bunların tedavilerini inceleyen tıp dalıdır. |
Ekocardiyogram
Ekokardiyografide(*) ultrason tekniğini kullanarak elde edilen kalp görüntüsü. |
Endokrinopati (iç salgı sistemi hastalıktan)
iç salgıbezlerinin işlevlerindeki bozulma sonucu gelişen hastalıklar için kullanılan genel terim. |
Ekoensefalografi
Beyin yapılarından yansıyan sesüstü (ultrason) dalgalarının ekoensefalograf aygıtıyla kaydedilmesine dayanan nörolojik tanı tekniği. |
Endolenf
İçkulağın zarımsı labirenti (kulak salyangozu, kırbacık, kesecik ve yarım daire kanalları) içinde yer alan berrak ve şeffaf sıvı. |
Ergocalcıferol
D Vitamininin teknik adı. |
Ekoensefalogram
Beynin ekoensefalografi ile elde edilen çizelgesi. |
Endolizin
Normal koşullarda serumda bulunan ve bakteri öldürücü etkinlik gösteren maddelere verilen ad. |
Ergograf
Kas çalışmasını grafik olarak kaydetmeye yarayan aygıt. |
Ekokardiyogarfi
Kalp, damar sisteminin teşhisinde kullanılan ultrasonik bir yöntem. |
Endometriozis
ENDOMETRİOZİS
Rahim (uterus) içerisinde yer alan; her ay gebeliğe ev sahipliği yapacak şekilde hazırlanan ve gebelik olmadığı zaman yeterli hormon desteğinden yoksun kalması nedeniyle adet (menstruasyon) kanaması halinde dökülen özel hücre tabakası "endometrium" olarak adlandırılmaktadır. Bu hücre tabakası vücutta sadece rahim içerisinde yer almaktadır. Bu hücrelerin vücutta rahim dışında başka bir alanda yer alması "endometriozis" hastalığı olarak adlandırılır. Bu durum en sık olarak yumurtalıklarda, rahim arkası boşlukta (Douglas boşluğu), vajen ile barsağın son bölümü arasında, barsakların yüzeyinde, tüplerin üzerinde veya çevresinde, rahmi tutan bağların ve mesanenin üzerinde veya karın zarı yüzeylerinde, cerrahi yaralarda, dikişli doğum esnasında açılan kesilerde, çok nadir olarak da göbek deliği ,burun zarı gibi uzak organlarda görülür. En sık görüldüğü yer %75 oranıyla yumurtalıklardır.
Rahim iç tabakası adet döngüsünün seyrinde her ay kalınlaşan ve belli bir süre sonucunda kanamasıyla vücut dışına atılan bir dokudur. Rahim iç tabakası rahim yüzeyi dışında bir yere yerleştiğinde yine adet döngüsüyle birlikte kalınlaşma gerçekleşir ve yine kanamayla bu doku uzaklaştırılmaya çalışılır. Endometriozis hastalığının yerleştiği dokular vajinayla dış ortama açılan rahimin aksine kapalı sistemlerdir ve kanama bu kapalı sitemin içine (genellikle karın boşluğuna olur veya yumurtalık dokusu içine olur ki bu ilerleyen süre içinde burada endometrioma diğer adıyla çikolata kisti adı verilen yumurtalık kistlerine neden olur.) olur. Bu oluşan iç kanamalar iç bölgelerde yapışıklıklara neden olur ve buna bağlı belirtiler meydana gelir.
Endometriozis üreme çağındaki kadınların hastalığı olarak kabul edilir. Hiç şikayeti olmayan ve başka bir nedenle değerlendirilen bir kadında saptanabilir. Tüm kadınların %3-5'inde, çocuk sahibi olmakta güçlük çeken çiftlerin %40'ında saptanmaktadır. Birinci derece akrabalarından birinde endometriozis saptanmış bir kadında hastalığın görülme olasılığı yaklaşık 7 kat daha fazladır. Endometriozis çok nadir olarak menopozdaki kadınlardan ve çok geç hastalarında görülmektedir. Hatta literatürde erkelerde de görülebildiği bildirilmiştir.
Sebep
Hangi faktörlerin sebep olduğu tam olarak bilinmemektedir. Nedeni açıklamaya yönelik çeşitli teoriler öne sürülmektedir. En fazla kabul gören iki görüş genetik olarak yatkınlığı bulunan kadınlarda, karın içerisinde yer alan belirli yüzeylerde veya dokularda hücrelerin yapısal değişikliği uğraması ve rahim iç tabakası gibi davranmasıdır; diğer ise rahim iç tabakasının (endometrium) fallop tüplerinden karın içine taşınmasıyla oluşur ki bu teoriye retrograd mesturasyon teorisi denir.
Belirtiler
Kronik pelvik ağrı
Adetlerin sancılı olması (dismenore)
Kısırlık
Dış gebelik
Ağrılı cinsel ilişki (disparonia)
Bel ağrısı
Sırt ağrısı
Bacaklarda ağrı
Bulantı-kusma
Karın ağrısı
Kabızklık ya da ishal
Makata vuran ağrı
Kanlı dışkı
Makadi kanama
Kuyruk sokumuna doğru ağrı
İdrarda kan
İdrar yaparken yanma
Yan ağrısı
Sık idrara çıkma
Adet kanamasıyla eş zamanlı burun kanamaları ya da vücudun çeşitli yerlerinde kanama ve morarmalar.
Tanı
Endometriozisin tanısı lezyonların direk olarak görülmesi ve patolojik olarak incelenmesi ile konur. Yani kesin tanı için cerrahi girişim şarttır. Öyküde endometriozisden kuşku duyulan hastalarda kısırlık problemi de varsa mutlaka tanısal laparoskopi yapılmalıdır. Laparoskopi sırasında karın zarı, rahim, douglas boşluğu, tüpler gibi tüm pelvis içi oluşumlar gözlenerek küçük endometriozis odaklarının varlığı araştırılırken şiddetli olgularda yapışıklıklar izlenir.
Endometriozis tanısında en önemli tanısal testlerin başında ultrasonografi gelir. Ultrasonografi incelemesinde endometriomalardan kuşku duyulan olgularda kanda Ca-125 adı verilen bir markerın bakılması sonucu tanının desteklenmesi açısından önemlidir. Yumurtalıktan köken alan bazı kanserlerde salgılanan bu tümör belirteci endometriozis varlığında da artmaktadır ancak kan düzeyi habis hastalıklarda olduğu kadar yükselmemektedir.
Tedavi
Endometriozisin kesin kalıcı tedavisi yoktur. Uygulanan tedavilerin amacı ağrıyı gidermek ve kısırlığı ortadan kaldırmaktır. Bu amaçla tıbbi ve cerrahi tedaviler uygulanabilir. Tıbbi tedaviler endometriozisin östrojene bağımlı bir hastalık olması prensibine dayanır. Hamilelik ve menopoz endometriozis oluşumunu engelleyen iki doğal durumdur. Hormonal tedavilerde amaç bu iki doğal durumu taklit etmektir. Her iki durumda da endometrium üzerindeki östrojen etkisi ortadan kalkacağından yanlış yerde yerleşmiş olan endometrial dokunun da baskılanması beklenir.
Yapılan çalışmalar endometriozisde uygulanan tıbbi tedavilerin ağrıyı gidermede etkili olduğu ancak infertilite üzerinde olumlu bir etkisinin olmadığının göstermektedir. Bu nedenle kısırlık nedeni ile başvuran hastalarda tıbbi tedavi önerilmez.
Şiddetli endometriozis olgularında tercih edilmesi gereken tedavi yaklaşımı cerrahidir. Özellikle laparoskopik cerrahi tekniklerde yaşanan gelişmeler bu hastaların etkili bir şeklide tedavi edilmelerine olanak sağlamaktadır. Örneğin; çikolata kisti çıkartılan hastaların %50'si 6 ay içinde tedaviye gerek kalmadan hamile kalmaktadır. Anatomik düzenin yeniden sağlanması hem ağrının giderilmesinde hem de üreme potansiyelinin arttırılmasında son derece önemlidir.
|
Ergogram
Kas çalışmasının ergograf(*) aygıtıyla grafik gösterimi. |
Ekokardiyografi
Ultrason dalgalarıyla kalp duvarlarının kalınlığını ve kapakçık parçalarının hareketlerini belirlemeyi sağlayan tanı yöntemi. |
Endometrit
Dölyatağının iç yüzünü örten endometriyumun iltihabı. |
Ergokalsıferol
D Vitamininin teknik adı. |
Ekokardiyogram
Ekokardiyografi yoluyla elde edilen çizelge. |
Endometrium
Uterusun iç yüzünü kaplayan müköz bir zardır. |
Ergokalsiferol
D Vitamininin teknik adı. |
Ekolali
Hastanın kendisine söylenilen sözleri anlamsız şekilde aynen tekrarlaması. |
Endometriyoz
Endometriyum mukozasının, normal yeri olan dölyata-ğının iç yüzünden başka bir bölgede odaklar ya da kalıntılar biçiminde bulunmasıyla beliren patolojik durum. |
Ergometri
Bedensel etkinlik sırasında kasların yaptığı işin ölçümü. |
Ekoloji
Canlıların birbirlriyle ve çevreleriyle olan ilişkilerini inceleyen bilim dalı. |
Endometriyum
Dölyatağının İç yüzünü kaplayan zar. Endometriyum, yumurtalık borusu ve dölyatağı boynunu kaplayan mukozayla devam eder. |
Ergoterapi
Hastalıkların iş aracılığıyla tedavisi. |
Ekopraksi
Bîr başkasının hareketlerini taklit yoluyla yineleme. |
Endoserviks
Dölyatağı boynu kanalını örten zarsı mukoza. |
Ergotin
Çavdar mahmuzu özütü. İlaç yapımında kullanılır. |
Ekosistem
Bir çevredeki canlı ve cansızların tümü. |
Endositoz
Tek hücreli bir ökaryotun besin maddelerini boğum yaparak hücre içerisine alma işlemi. |
Ergotizm
Çavdarmahmuzu olarak bilinen bazı buğdaygillere asalak olarak yerleşen mantardaki (Claviceps purpurea) bazı alkaloitlerin (ergot alkaloitleri) yol açtığı zehirlenme. |
Endoskop
Herhangi bir organ veya vücut boşluğuna muayene amacıyla sokulan ucu ışıklı alet. |
Erifrofobî (kızarma korkusu)
Kızarma korkusu ile beliren saplantı. |
Endoskopi
Endoskop adlı bir aletle insan vücudundaki bazı organ ve boşlukları görerek incelemeye dayanan tam ve tedavi yöntemi. |
Erifropoez (alyuvar yapımı)
Kemik iliğinde gerçekleşen ve alyuvarların oluşumunu sağlayan hücrelerin farklılaşması ve çoğalması süreçlerinin bütünü. |
Eriserasyon
Karın duvarında cerrahi ya da travmatik kesiler nedeniyle bir ya da daha fazla iç organın vücuttan dışarıya çıkması. |
Eksizyon
Bir dokunun çıkartılıp atılması. |
Endosperm
3n kromozomlu besi doku. |
Ekskavasyon
optik çukurda artış |
Endotel
Dolaşım sisteminin tüm yapılarının (kalp boşlukları, atardamarlar, kılcal ve toplardamarlar, lenf damarları) iç yüzünü Örten çok ince katmana (yaprağa) verilen ad. |
Ekskoriasyon
Deri ve mukozada yüzeysel lezyon. |
Endotoksin
Özellikle Gram-negatif bakterilerin hücre duvarının dış zarının yapısında bulunan zehir. |
Eritrobfastoz
Dokularda ve kanda eritroblastların, yani olgunlaşmamış alyuvarların bulunmasıyla beliren patolojik durum. |
Eksoftalmus
(a.k.a proptozis) göz küresinin ileri doğru fırlaması |
Eritroblast
Kanda dolaşan alyuvarların kaynaklandığa kemik iliği hücresi. |
Eksositoz
Tek hücreli bir ökaryot canlının artık maddelerini boğum yaparak hücre dışarısına atma işlemi. |
Eritropeııı (alyuvar azalması ya da yokluğu)
Alyuvarlann ya da henüz olgunlaşmamış alyuvar sayısının azalması ile beliren patolojik durum. |
Ekspektoran
Ekspektorasyonun (solunum yollan salgısı) ağız yoluyla atılmasını kolaylaştıran ilaçlar. |
Eritropoetin
Kemik iliğinde eritrosit (alyuvar) yapımını artırıcı hormon. Örneğin; Eprex ve Neo Recormon gibi ilaçlar. |
Ekspiasyon
Dengeleyici etkileri olan ruhsal süreç. |
Eritropsi (kırmızı görme)
Renkleri görmede bozukluk. |
Eksploratif ponksiyon
Vücudun doğal ya da yeni oluşmuş boşluklarında toplanan sıvıların uygun iğnelerle alınmasına ve incelenmesine dayanan tanı yöntemi. |
Eritrosit
Alyuvar. Elektronik kan sayımı cihazlarının çıktılarında RBC"" şeklinde belirtilir. Alyuvarların ana görevi akciğerlerden dokularımıza oksijen taşımaktır. |
Eksploratrif
Araştırma amaçlı , tanı koyma maksadıyla yapılan |
Enfeksiyon
Vücudun ya da bir bölümünün bakteri veya virüs gibi bir mikroorganizma tarafından istila eldilği durum |
Eritroz (alyuvar fazlalığı)
Derinin yüzeysel damarlarının genişlemesine bağlı olarak belirli bir deri bölgesinin (Örneğin yüz) geçici ya da kalıcı olarak kızarması. |
Ekstansiyon (doğrultma, uzaklaştırma)
Epifizleri bir eklem oluşturan kemiklerin eksenlerini aynı düzleme getirme. |
Ekstansör kaslar (doğrultucu kaslar)
Bir eklemi oluşturan kemikler arasındaki açıyı genişleten kaslar. |
Enferokinaz
Bağırsak mukozasından salgılanan ve pankreas tripsi-nojem'ni tripsine dönüştüren enzim. |
Erken Boşalma
Kırk-kırk beş yaş altındaki erkeklerin en çok şikayetçi oldukları cinsel sorunu erken boşalmadır. Erkek cinsel sorunları içinde birinci sırada gelmektedir. Erken boşalma olayı, erkeğin ve eşinin boşalmayı arzuladığı andan daha önce boşalmasıdır. Aslında erken boşalma, bir bozukluk, bir patoloji olmaktan çok fizyolojik olayların göreceli olarak beklenenden daha hızlı seyretmesi ile olmaktadır. Bazı erkekler cinsel yaşamlarının ilk başlangıcında daha erken boşalırken gittikçe boşalmayı kontrol ettiklerini ve daha geç boşalmaya başladıklarını, ancak aniden erken boşalmanın bir sorun olarak karşılarına çıktığını belirtmektedir. Bir kısmı ise başlangıçtan beri hep çabuk boşalmaktan şikayet etmektedir. Sonuçta boşalma zamanı objektif zaman ölçüsü ile belirlenmekten çok, hastaların algılayış, ya da kabulleniş biçimi ile ilgilidir.
Erken Boşalmanın Tedavisi
Boşalmayı geciktirmek amacı ile çeşitli ilaçlar denenmiştir. Lokal uyuşturucu kremler veya spreyler bunların başında gelmektedir. Ancak sadece penisin üzerindeki sinir uçlarını uyuşturmak fazla yarar sağlamaz. Sertleşme ve boşalma tüm otonom sinir sistemini ilgilendirmektedir. Esas büyük cinsel organın iki bacak arasında değil, iki kulak arasında olduğunu söyleyenlerin iddiasını hafife almamak gerekir. Ayrıca bu tür ilaçlar, lokal uyuşturucu etkisi ile boşalmayı geciktirmekten çok penisin duyarlığını azalttığı için, temastan duyulan cinsel zevki azaltmaktadır. Bu lokal uyuşturucu maddeler cinsel birleşme esnasında vajen duvarından emilerek bu dokuların hassasiyetini azalttıklarından, kadının orgazm olmasında gecikmeye yol açmakta ve sorunu adeta pekiştirmektedir. Bu yüzden bu tür sprey ve kremler tıbbi pratikte terk edilmiştir.
Son zamanlarda depresyon tedavisinde kullanılan bazı ilaçların yan etki olarak boşalmayı geciktirdiği fark edilmiş ve bu ilaçlar tedavide kullanılmaya başlanmıştır. Bu ilaçlardan hastalar yarar görmektedir. Ancak boşalma kontrolünde sırf ilaca dayalı bir tedavi yararlı olsa da, ömür boyu ilaç kullanmanın zorluğu nedeniyle cazip görülmemektedir. Aslında boşalmayı kontrol edebilme bir öğrenme sorunudur. Hastanın bu öğrenimine yardımcı olmak amacıyla ilaçla tedavi edilmesi, veya daha doğru bir ifade ile, tedaviye ilaç eklenmesi doğru bir yaklaşımdır. Amcak esas olan, erkeğin kendini ve eşini memnun edecek şekilde boşalmasını kontrol edebilmeyi öğrenmesidir.
Prezervatif kullanılmasının boşalmayı geciktirmede yararlı olduğunu ifade edenler vardır. Doğum kontrol yöntemi olarak kullanılmıyorsa, sırf boşalma kontrolü için prezervatif kullanılması çok cazip değildir.
Her erkeğin aynı duyarlıkta olmadığı, aynı cinsel tepkiyi vermediği bir gerçektir. Yukarıda belirtildiği gibi, fazla cinsel heyecan duyan ve psikolojik anksiyete içindeki erkekler daha erken boşalır. Öyleyse, boşalmayı kontrol etmek öğrenimi içinde öncelikle cinsel heyecanı yatıştırma ve sakinleşmek gelir. Hem zihnen hem bedenen gevşemek, sakinleşmek önemli oranda yardımcıdır. Sık cinsel birleşmede bulunmak boşalma aralarını ve dolayısı ile duyarlılığı azaltacaktır.
Cinsel birleşme anında erkeğin pozisyonunun boşalma üzerine etkisi vardır. Bu yüzden bazı pozisyonlarda boşalma daha hızlı olmaktadır. Erkeğin üstte olduğu klasik cinsel birleşme pozisyonu boşalmanın geciktirilmesi için elverişli bir pozisyon değildir. Daha rahat olduğu, kolay gevşeyebildiği ve efor harcamadığı bir pozisyonda erkek boşalmasını daha rahat kontrol edebilir.
Tedavi için önerilen en basit yöntem, sevişme esnasında erkeğin boşalma anına yaklaştığını hissettiği zaman, penisin ucunu iki parmağı arasında sıkarak vücuttaki cinsel heyecanın azalmasını bir süre beklemesi ve yeteri kadar gevşedikten sonra tekrar sevişmeye başlamasıdır. Bu yöntem uygulanırken bekleme anında derin derin nefes alınmasının da yararı olmaktadır. Ayrıca seks terapistleri tarafından bu tür şikayeti olan çiftlere bir takım öğrenme egzersizleri yaptırılmaktadır.
Erken boşalma sorunu yaşayan partnerinize yardım rehberi
Sevişme süreniz, partnerinizin erken boşalma problemi yüzünden çok mu kısa sürüyor ? Bu problem yüzünden sevişmeleriniz eski heyecanını yitirdi mi ? Oysa sevişme süresini uzatmak ve erken boşalmayı önlemek pekala mümkün!
Erken boşalma, sık rastlanan ama kolay tedavi edilebilen cinsel sorunlar arasında yer alıyor. Psikolojik tedavi ve birkaç basit teknikle erken boşalma endişesinden sıyrılıp, sevişmenin sizin için doğal bir zevk halini almasını sağlayabilirsiniz.
Bu konuda yapılan araştırmalar her iki erkekten birinin hayatının belli bir döneminde erken boşalma sorunu ile karşılaştığını gösteriyor.Aslında erken boşalma, kişiden kişiye değişen bir kavram. Bazıları 30 saniyede boşalırken, bazıları bunu daha uzun sürdürebiliyorlar. Uzmanlar ortalama sevişme süresinin evli erkekler için üç dakika civarında olduğunu söylüyor. Gerçekte partneriniz sevişmeyi, başlar başlamaz sonlandıramıyorsa, erken boşalma sorunu yok demektir.
Erken boşalma tıp literatürlerinde, sevişme esnasında varılan doruk noktasını, eşini tatmin etmeyi bekleyecek kadar uzatamama olarak tanımlıyor. Bazı erkekler, kadının orgazmı yaşayabilmesi için vajinal ilişkinin yanı sıra elle uyarımın da gerekli olduğu gerçeğini görmezlikten geliyor. Bu da cinsel iletişimsizliği başlatan süreçte yapılan en ciddi hatalar arasında yer alıyor. Sonuç olarak erkek kendini kontrol edemediği için büyük bir suçluluk duygusuna kapılıyor.
Sinir sistemine de bağlı
Batılı bilimadamları erken boşalmanın anormal bir durum olmadığını, bu karakterin bize atalarımızdan geçtiğini söylüyorlar. Erken boşalmanın merkezi sinir sistemiyle yakından ilgili olduğunu da…. Sinir sistemimiz iki kısımdan oluşur. İstemimiz dahilinde çalışan kısmı cinsel ilişki sırasında sertleşmeyi, istem dışı çalışanı ise boşalmayı yönetir. Sağlıklı bir erkekte her iki kısım uyumlu bir şekilde çalışır ve günlük davranışları yönetirler. Erken boşalan bir erkekte büyük bir olasılıkla istemdışı sinirler daha baskın, uzun süre ereksiyon halinde kalanlarda ise istem dahilindeki sinirler daha baskın çalışır. Ayrıca erkeğin kişilik özellikleri de cinsel hayatında önemli rol oynar. Örneğin romantik tipli ve cinsel içgüdüleri zayıf olanlarla, mantığıyla hareket eden erkekler, erken boşalma riskiyle daha fazla karşı karşıyadır.
Mastürbasyonun etkisi
Uzun süre ereksiyon halinde kalamamanın temel sebeplerinden biri de mastürbasyonu fazlaca deniyor olmak. Eğer bir erkek 13 yaşında kendi kendini tatmin etmeye başlıyor ve bunu sıkça yapıyorsa, 20′li yaşlara geldiğinde karşı cinsle girdiği cinsel ilişkilerde problemler yaşama olasılığı oldukça yüksektir. Çünkü erkek küçük yaşlardan beri kendini bu şekilde boşalmaya şartlamıştır ve cinsel ilişkiye başladıktan sonra tek amacı bunu bir an önce sonlandırmaktır. Diğer bir neden de kadının cinsel isteksizliğidir.
Tedavi yöntemleri
Erken boşalma, tedavisi en kolay cinsel sorunlardan biri. Eşlerin beraberce katılacağı bir psikolojik terapide, tedavinin başarı ile sonuçlanma şansı yüzde 90 oranında artabiliyor. Bugün için bilinen tedavi yöntemleri ise şunlar:
Lokal uyuşturucular
Penis ucunun hassasiyeti lokal uyuşturucularla azaltılabilir. Bunları çok sık kullanmak da sakıncalıdır. Bu yüzden geciktiricileri nadiren kullanın ve kullandığınız zaman prezervatif takmayı ihmal etmeyin.
Lokal baskı uygulamak
Erkek doruğa yaklaştığını hissettiği anda kendini geri çeker ve penisin ucunu parmaklarıyla 3-5 saniye sıkarsa boşalma geciktirilebilir. Bu yöntem ereksiyonu yüzde 10 ile 30 oranında azaltır ve belli bir süre uygulandığında erkeğin kendini kontrol yeteneğini artırır.
Çin tekniği
Eski çağlarda Çinliler, boşalmayı geciktirmek için “Oynak Yol” adını verdikleri yöntemi uygularlardı: Erkek boşalacağını anladığı zaman sol elin baş ve orta parmaklarıyla, testis ve anüs arasında kalan bölgeyi derince bastırır. Bu arada nefesini ona kadar sayarak tutar ve verir. Bir-iki kez tekrarlandığında erteleme gerçekleşir.
Beyninizi kullanın
Zamansız bir boşalmayı engellemek istiyorsanız, o an başka şeyler düşünmeye çalışın. Örneğin 50′ye kadar sayın, o gün ne yediğinizi düşünün ya da günlerden hangisi olduğunu hatırlamaya çalışın.
Düzenli cinsel ilişkiler
Erkeğin penisi uyarılmaya karşı çok hassas olduğu için sık sık ilişkiye girmezse uyarılma eşiği azalıyor ve eski halini koruyamıyor ve doğal olarak daha erken boşalıyor. Eğer düzenli bir ilişki varsa, büyük bir ihtimalle bu sorun kendiliğinden ortadan kalkabilir.
Cinsel işlev bozukluklarını hazırlayan, ortaya çıkaran ve sürdüren bazı faktörler vardır:
1. HAZIRLAYAN FAKTÖRLER
a) Ailenin ve toplumun cinselliğe bakış tarzı
b) Aşırı tutucu, dindar yetiştirilme biçimi
c) Eksik ya da yanlış cinsel bilgi
d) Cinsellikle ilgili gerçek dışı beklentiler
e) Anne baba arasındaki olumsuz ilişki biçimi
f) Erken travmatik yaşantılar
g) Eşler arasındaki iletişim biçimi
h) Uyarılma eşiğinin yüksek olması
j) Nevrotik kişilik özellikleri
k)Yakınlaşma sorunları
l) Ayrılık anksiyetesi
m) Cinsel istismara maruz kalma
2. ORTAYA ÇIKARAN FAKTÖRLER
a) Eşler arasındaki uyumsuzluk
b) Cinsel iletişim sorunları
c) Eşin cinsel bir sorununun olması
d) Performans anksiyetesi
e) Fiziksel ya da psikiyatrik hastalıklar
f) Yorgunluk ve stress
g) Aşırı alkol ve ilaç kullanımı
h) Hamile kalma korkusu
j) Evlenme
k) Evlilik öncesi ve dışı ilişkiler
l) Travmatik cinsel yaşantı
3. SÜRDÜREN FAKTÖRLER
a) Sorunun çözümüile ilgili yanlış uygulamalar
b) Çok sık cinsel ilişkide bulunma
c) Cinsel ilişkiden kaçınma
d) İlişkiye kendini verememe
e) Performans anksiyetesi
f) Suçluluk ve utanç duyguları
g) Eşin tepkileri
Bu bilgiler ve değerlendirmeler ışığında hastanın cinsel işlev bozukluğunun kaynağı doğru tespit edilerek en işlevsel tedavi metodu uygulanmaktadır. |
Eksteroseptör (dış alıcı)
Dış ortamdan gelen uyaranlara duyarlı alıcılar. |
Enfestasyon
İnsan organizmasında çokhücreli asalak mikroorganizmalarının oluşturduğu hastalıkları belirtmek için kullanılan terim. |
Erojen bölge
Erotik duyum uyandıran vücut bölgelerine verilen ad. |
Enflamasyon
Enfeksiyon, darbe ya da tahriş sonucu vücutta oluşan reaksiyon; iltihap; yangi. Sonuçta şişme, ağrı, sıcaklık ve kızarıklık oluşur. |
Eros
Yaşama içgüdüsü. Tüm cinsel dürtüleri ve istekleri kapsayan. |
Ekstrasistol
Kalbin normal atışlarına, fazladan atış eklenmesine Ekstrasistol bir başka deyişle fazladan atış denir. Kalbin bir atışı, vaktinden önce olur.
Sonra, bir süre atış olmaz. Bu atışlar, tek tek veya arka arkaya meydana gelir. Kalp hastalıklarında görüldüğü gibi; fazla sigara, içki içmek; heyecanlanmak ve hazmı güç yemeklerden sonra da görülebilir. |
Enflamasyon (iltihap, yangı)
dokularında çeşitli uyanlara yanıt olarak ortaya çıkabilen patolojik süreç; |
Erotik
Cinsel istekliliği uyandırıcı. |
Ekstrasistol
Kalbin normal atışlarına, fazladan atış eklenmesine Ekstrasistol bir başka deyişle fazladan atış denir. Kalbin bir atışı, vaktinden önce olur. Sonra, bir süre atış olmaz. Bu atışlar, tek tek veya arka arkaya meydana gelir.Kalp hastalıklarında görüldüğü gibi; fazla sigara, içki içmek; heyecanlanmak ve hazmı güç yemeklerden sonra da görülebilir. |
Engellenme (früstrasyon)
İstek, gereksinme ya da bir davranışın sonuca ulaşmasının engellenmesi sonucunda ortaya çıkan ruhsal yaşantı. |
Erotizm
Üremenin doğal amacından farklı bir cinsel uyarılma duyma, başka bir deyişle cinsel istekleri yüceltme. |
Ekstrasistol (ek atım)
Kalpte anormal atımların bulunduğu ritim bozukluğu. |
Enjeksiyon
Sıvı ilacın ya da radyolojik inceleme için gerekli kontrast maddenin dışarıya açılan doğal vücut delikleri dışındaki bir yoldan verilmesi. |
Erotomani
Kişinin düşüncelerine, sosyal ilişkilerine ve ruhsal yaşamına bütünüyle cinsel fantezilerin egemen olmasıyla belirlenen erotik hezeyan. |
Ekstrofî
Bir iç organ boşluğunun, duvarındaki anormal bir açıklık nedeniyle, dışa doğru ters dönmesiyle belirlenen doğumsal oluşum bozukluğu; daha çok idrar kesesinde görülür. |
Enjeksiyon çözeltisi
Enjeksiyon işleminde kullanılan çözelti. |
Erozyon
Deri veya mukozada görülen, sınırlı bir bölgede epitel kaybı, yüzeyel yaralar. Örneğin; Cervical erozyon, halk arasında rahim ağzında yara olarak bilinir. |
Enkondrom
Kemiğin içinde gelişen kıkırdak tümörü. Bak. kond-rom. |
Ertrospeksiyon (içe bakış)
Ego (benhk) tarafından iç "yaşantıların" gözlenmesi: |
Enkoprezi
İstemsiz olarak dışkı kaçırma, işlevsel (yapısal olmayan) bir bozukluktur; |
Ekto
Dışında anlamındaki ön ek. |
Enoftalmi
Gözküresinin anormal konumu; gözküreleri göz boşluğunda daha derinde yerleşmiştir. |
Ektoderm
Derinin en dış tabakası. |
Enoftalmit
göz küresinin arkaya yer değiştirmesi |
Esnek doku
Kollajen liften çok esnek lif içeren bağdoku türü. |
Ektopi
Her hangi bir organın normal bulunması gereken yerde değilde, vücudun başka bir yerinde olması hali. |
Esotropia
(iç şaşılık) gözün içe kayması |
Ektopik
Anormal yerleşim, döllenmiş yumurtanın fallop tüpünde yerleşdiği gibi |
Ektopik (dış) gebelik
Fertilize olmuş yumurtanın uterus boşluğu dışında (fallop tüpleri, over, batın boşluğu) bir yerde yerleşerek gebeliğin meydana gelmesidir. |
Ektopik odak
Anormal sinir uyaranlarının kaynaklandığı odak. |
Esteziyoloji
Duyarlılığı, yani duygusal ve duyusal algılamaları inceleyen bilim dalı. |
Ektromeli
Dölyatağındaki yaşamın İlk haftalarında gelişimin durmasına bağlı olarak ortaya çıkan doğumsal oluşum bozukluğu. |
Ensefalografi (pnömoensefalografi)
Omurilik kanalına bir miktar filtre edilmiş ve steril (30-60 mi) havanın verilmesiyle gerçekleştirilen beyni radyolojik olarak inceleme tekniği. |
Esteziyometri
Duyum mekanizmalarının niceliksel açıdan incelenmesi. |
Ektropion
Göz kapaklarının serbest kenarlarının dış tarafa kıvrılmaları. |
Ensefalomiyelif
Beyin ve omuriliğin eşzamanlı iltihabı. |
Ektropiyon
Alt gözkapağı kenannın dışarıya doğru dönmesi. |
Ensefalon (tiimbeyin)
Merkez sinir sisteminin kafatası boşluğunda yer alan bölümü. |
Ensefalopati
Beyin hastalıklarını, Özellikle de ensefalondaki yaygın hastalıkları belirten genel terim. |
Ensefalosej
Kafatası kemiğinde doğumsal oluşum bozukluğu sonucu gelişen boşluktan ensefalonun bir bölümünün dışan çıkması. |
Entamoeba Hystolytica
Entamoeba hystolytica adlı parazitin neden olduğu bir hastalıktır. Gelişmekte olan ülkelerde sıklıkla görülür. Su ve besinlerle bulaşır.
Belirtiler
Genellikle, sağlık tedbirlerinin yeterli olmadığı memleketlerde yaygındır. Hastalığı taşıyan bir insanın ya da bir böceğin dışkısıyla kirlenmiş suyla yıkanan sebzelerin yenmesi yoluyla bulaşır. Amipler çok kere vücuda sert, koruyucu bir kistle kaplı olarak alınırlar. Bu kistler bağırsaklarda eriyince amipler açığa çıkarlar.
Belirtiler parazit alındıktan sonra 1–4 hafta içinde ortaya çıkar.
-Sık dışkılama (günde 10-15 defa)
-Karın alt kadranda ağrı
-Dışkıda sümüksü salgı
-Dışkıda kan
-Bazen ateş
-Sulu dışkı
-Lökosit artabilir.
Tanı
Amebiazisin tanısı, dışkı örneklerinde kistlerin ve trofozoitlerin görülmesiyle konabilir. Tanı için ayrıca serolojik testlerle de yapılabilmektedir.
Tedavi
Dokrotunuzun vereceği ilaçları düzenli kullanımı ile tam şifa sağlanır.
Öneriler
Su güvenliğinin olmadığı yörelerde suyun kaynatılarak içilmesi, şişe suyu tüketilmesi ya da gazlı içecekler alınması önleyici olması bakımından gereklidir. Bulaşma bardak vs ile de olabileceğinden bu ürünlerin kendi ambalajında tüketilmesi yararlı olacaktır. Kişisel sağlık bilgisi kurallarına uyulması ve besinler için de aynı özenin gösterilmesi şarttır. |
Electrolysıs
Saç köklerini eritmek için kullanılan elektrik. |
Entero virüs
RNA içeren küçük boyutu (17-48 mu.) virüs grubu. |
Etene hormonları
Etenede üretilen protein ve steroit yapısında hormonlar. |
Enteroanastomoz
Bir bağırsak bölümünü sindirim kanalının bir başka bölümü ya da salgıbezleri ile birleştiren cerrahi girişimlerin genel adı. |
Elektro
Kalbin elektriksel fealiyetlerinin özel kağıda grafiki olarak dökümü. |
Enterogastron
Mide salgısını ve hareketlerini ketleyen ve incebağırsak mukozasında üretilen hormonların ortak adı. |
Elektroansefalografi
Beynin elektriki faaliyetlerinin grafik olarak gösterilmesi. |
Enteroglükagon
ince ve kalın bağırsak mukozasında bulunan iç salgı hücrelerinin ürettiği bir grup polipetit hormon. |
Etiyoloji
Değişik hastalık süreçlerinin nedenlerinin incelenmesi. |
Elektrobisturi
Yalıtılmış bir sap üzerine takılmış elektrottan oluşan alet; yüksek frekanslı elektrik akımı aracılığıyla dokuların kesilmesini ve kılcal damarların yakılarak dokularda kesiye bağlı kanamanın durdurulmasını sağlar. |
Enterohepatik dolaşım
Bağırsaktaki bakterilerin safradaki pigmentler üzerindeki etkisiyle oluşan biIİnojenlerin kısmen bağırsak mu-kozasınca yeniden emildiği ve toplardamar dolaşımı ile karaciğere ulaştığı fizyolojik mekanizma. |
Etiyopatojenez
Hastalıkların nedenleri ve gelişme sürecinde yol açtığı çeşitli belirtiler. Bak. etiyoloji. |
Elektrodiyagnostik
Sinir-kas hastalıklarının tanısında kullanılan bir inceleme tekniği. |
Enterokolit
İnce ve kaim bağırsağı aynı zamanda etkileyen akut ya da kronik bir iltihabı sürece bağlı hastalık. |
Elektroensefalogram
Saçlı deri yüzeyine yerleştirilen elektrotlar aracılığıyla beyindeki elektriksel etkinliğin tanı amacıyla kaydı. Beyinden kaynaklanan elektrik akımı uygun bir biçimde güçlendirildikten sonra yazıcı uçlar aracılığıyla kâğıda aktarılır. |
Enteropatik artrit
İnflamatuvar barsak hastalığı ve romatizmal hastalığın bir arada bulunması, örneğin, ülseratif kolit ve Crohn hastalığı. Deformite ve kıkırdak yıkımı bu artrit tipinin özelliği değildir. |
Etmoit kemik (kalburcu kemik)
Kafanın ortada, tek ve simetrik kemiği. |
Elektrofizyoloji
Hücre, doku, organ ve tüm organizma düzeylerinde gerçekleşen elektriksel olayları inceleyen fizyoloji dalı. |
Enteropatik artropati
İnflamatuvar barsak hastalığı ve romatizmal hastalığın bir arada bulunması, örneğin, ülseratif kolit ve Crohn hastalığı. Deformite ve kıkırdak yıkımı bu artrit tipinin özelliği değildir. |
Etnopsikiyatri
Psikiyatrik hastalıklar ile çeşitli toplumların kültür ve gelenekleri arasındaki ilişkileri konu olan araştırma dalı. |
Elektroforesis
DNA parçacılkları ya da proteinler gibi iri molekülleri, benzeri moleküllerle birarada bulunduğu karışımlarından ayrıştırmakta kullanılan bir yöntem. |
Enteroptoz
Kann iç organlarının aşağıya doğru inmesi. |
Etoloji
Canlıların davranışlarını inceleyen bilim dalı. |
Elektroforez
Uygulanan elektrik alanının etkisiyle bir sıvıda çözünmüş bulunan parçacıkların (iyonların) hareket etmesine yol açan fiziksel olay. |
Enteroraji
Kanh dışkı çıkarılması ile kendim gösteren sindirim sistemi kanaması. |
Etyoloji
Hastalıkların nedenlerini araştıran bilim dalı |
Elektrokardiografi
Kalp adelesinin faaliyetlerinin grafik olarak gösterilmesi. |
Enterosel
İçinde yalnızca bağırsak kıvrımları bulunan bazı fıtık tipleri. |
Evaküasyon (boşaltım)
Dışkının anüs aracılığıyla dışan atılması. |
Elektrokardiyografi
Kalp kasının kasılmasını sağlayan elektriksel akımların kaydedilmesi temeline dayanan, tanıya yönelik inceleme yöntemi. |
Enterostomi
Bazı hastalıklarda sindirim sisteminde yapay bir çıkış yeri açmak amacıyla bağırsakla karın duvarının ağızlaş-tınlması. |
Evantrasyon
Karın düz kaslarının karşılıklı gevşemesi ve birbirinden uzaklaşması nedeniyle karın iç organlarının dışarıya doğru çıkıntı yapması. |
Elektrokardiyogram
Kalbin etkinliği sırasında oluşan elektriksel voltaj değişikliklerinin milimetrik kâğıda grafik biçiminde kaydı. |
Enterotoksin
Bazı Staphylococcus aureus soylarının çıkardığı toksin. |
Evirasyon
Erkek cinsel organlarının (penis ve erbezleri) alınması. Bak. iğdiş etme. |
Elektrokardiyoskop
Kalp kasılması sırasında oluşan elektrik potansiyellerini bir osiloskopun ekranında görüntüleyen alet. |
Enterovaksin
Isıyla öldürülmüş tifo ve paratîfo basillerinden oluşmuş, kuru inek safrası ile karıştırılmış ve ağızdan verilmek üzere tablet haline getirilmiş antitifo-paratifo A ve B aşısı. |
Elektrokoagülasyon
diyatermokoagülasyon |
Exotropia
(dış şaşılık) gözlerin dış kayması |
Elektrokortikografi
Kafatasının delinip sertzarın (dura mater) açılmasından sonra beyin kabuğuna uygulanan elektrotların bu bölgede yol açtığı elektrik potansiyellerinin kaydedilmesi tekniği. |
Elektrokoter
Elektrik akımıyla kor haline getirilmiş bir iletken aracılığıyla dokuların yakılmasında kullanılan cerrahi alet. |
Entezopati
Entezislerin inflamasyonuyla sonuçlanan herhangi bir romatizmal hastalık; örneğin, ankilozan spondilit, psöriyatik artrit ve Reiter hastalığı. |
Eylem potansiyeli
Sinir ve kas hücrelerinde olduğu gibi, uyarılabilme özelliğine sahip hücre zanna değişik uyarılar (elektrik, kimyasal, mekanik uyanlar) verildiğinde ortaya çıkan elektriksel olaylar bütünü. |
Elektrokoterizasyon
Elektriğin organik dokularda tedavi amacıyla uygulanması. |
Entoksikasyod (zehirlenme)
Organizmaya yabancı, canlı olmayan, yaşamsal olayları etkileyecek güçte maddelerin yol açtığı belirtiler. |
Elektrolitler
Hem kan, hem de hücre içi organik sıvılarda çözünmüş olarak bulunan tuzlar. |
Entolerans
Biyolojideki geniş anlamıyla, bireyin, başkalarında normal kabul gören dış etkenlere karşı gösterdiği tüm tepkileri tanımlamakta kullanılan terim. |
Elektromiyografi
Kaslarda kasılma sırasında üretilen elektriksel eylem potansiyelini (bak. eylem potansiyeli) incelemeye dayanan nörolojik tanı yöntemi. |
Fagosit
Çeşitli yapıdaki tanecikleri sitoplazmasında tutabilen ve sindirebilen hücrelerin genel adı (bak. fagositoz). |
Flegmon
Genellikle streptokokların yol açtığı akut enfeksiyon. |
Fagositoz
Hücre zarından geçemeyen büyük katı moleküllerin yalancı ayaklarla hücre içine alınmasıdır. |
Fıçı göğüs
Ön-arka çapı genişlemiş göğüs biçimi. |
Fleksiyon
Vücudun aralannda eklem bulunan iki bölümü arasındaki bükülme hareketi. |
Fırsatçı eafefcsjyonlar
Dışarıdan gelen ya da vücutta saprofit (çürükçül) olarak bulunan ve bağışıklık sistemi hastalıkları, şeker gibi kronik hastalıklar, yorgunluk, yetersiz beslenme ya da iyileşme döneminde beden savunma |
Fleksör kaslar (bükücü kaslar)
Bir eklemi oluşturan kemikler arasındaki açıyı daraltan kaslar. |
Flokülasyon
Sıvı ortamda düşük yoğunluklu bir çökeltinin oluşması. |
Fakoemülsifikasyon
Fakoemülsifikatör adı verilen bir aygıtla göz merceğinin çok küçük parçalara ayrılması ve bir bölümünün alınması. |
Flor
Doğada bulunan bir element, uygum miktarda alındığında diş çürümelerini önlemeye ve muhtemelen kemiklerin güçlenmesine yardımcı olur. |
Fıtık korsesi (fıtık bağı)
Kann bölgesindeki fıtıkları tespit etmek İçin kullanılan, bir kemer ve yastıkçıklardan oluşan aygıt. |
Flora
Belirli bir coğrafi alanda bulunan bitki türlerinin tümü. |
Floralozone
Birçok sentetik koku bileşeninden biri. |
Fibrilasyon
Kalp kasının tireşimler şeklinde ya da kontrolsüz kasılmaları, kalp atımının düzensiz olmasına yol açar. |
Flüor
Kıkırdak, kemik, tırnak ve diş gibi dokulann yapısında bulunan kimyasal element. |
Flüor profîlaksisi
Koruyucu flüor tedavisi. |
Falks serebri (beyin orağı)
Beyinde sertzarın (dura mater) iki beyin yanküresİ arasına giren dikey, orağa benzer uzantısı. |
Flüor zehirlenmesi
Bazı sanayi alanlannda flüor buhan ve gazlarının solunması ya da çözünebilir flüor bileşiklerinin (kirli içme suyu, besinler, böcek ve fare zehiri) ağız yoluyla alınması sonucu ortaya çıkan zehirlenme. |
Fallik dönem
Çocukta oral ve anal dönemleri izleyen psikososyal gelişme evresi. |
Fibrinojen
Pıhtılaşma etkenlerinin etkisi altında fibrine dönüşerek, pıhtılaşma sürecinde temel bir rol oynayan ve karaciğerde bireşimlenen protein. Bu dönüşümü sağlayan son etken trombindir. |
Flüorizasyon
Kemik ve dişlerin normal gelişimi için gereken flüorun alınabilmesi amacıyla içme suyuna flüor eklenmesi. |
Fallop boruları (salpenks)
Dölyatağı tepesinin İki yanında simetrik olarak yerleş- "mis ve dölyatağı iç boşluğunun, periton (kann zan) içi boşlukla ilişkisini sağlayan boru biçimindeki yapılar. |
Fibrinojenopeni
Kanda fibrinojen düzeyinin normalin altında bulunması. |
Flüorokardiyografi
Kalbin ve büyük damarlann incelenmesinde kullanılan bir radyolojik inceleme yöntemi. |
Fallop tüpleri
Her biri yaklaşık 10 ar cm. uzunluğunda, uterusun üst köşelerinden yumurtalıklara kadar uzanan iki borudur. Tuba uterina veya uterus tüpleri de denir. |
Fibrinoliz
Plazmin ya da fibrinolizin adlı protein eritici (proteoli-tik) bir enzimin etkisiyle fibrinin(*) çözünmesi süreci. |
Flüoroskopi
X ışınlannın, flüoresan özelliği olan bir ekrana düşürülmesiyle ekranda ışınların geldiği bölgenin görüntülenmesini sağlayan radyolojik yöntem. |
Fallop tüpü
Yumurtayı yumurtalıktan rahime taşıyan, rahimin her iki tarafında bulunan iki tüpten herbiri |
Fibrinolizin (plazmin)
Fibrini parçalayarak etki gösteren protein eritici (prote-olitik) enzim. |
Fobi
Belirli bir nedene dayanmayan aşırı korku |
Fallot tetrolojisi
Siyanotik konjenital kalp hastalıkları içinde en yaygun olanıdır. 4 major anomali mevcuttur. 1. Sağ vent çıkımında darlık 2. Ventrikuler septal defekt 3. Aortun dekstra pozisyonu 4. Sağ vent hipertrofisi |
Fokomeli
Kol ve bacaklann en az birinde uç parçasının eksik geliştiği doğumsal iskelet bozukluğu. |
Fallot's tetralogy
Kalbin doğumsal bir anomalisine verilen isim. |
Fibroadenom
Fibröz (lifsi) bağdoku ve salgıbezi dokusundan gelişen iyi huylu tümör. |
Folik asit
B-vitamin kompleksinin parçasıdır. Ağız yoluyla alındığında iyi bir antioksidan olarak kabul edilir. Bu yararı henüz cilt üzerinde kanıtlanmamıştır. |
Fibroblast
Bağdoku temel maddesinin bireşimini sağlayan bağdoku hücresi. |
Folikül
Yumurtalıkta yumurtayı taşıyan içi sıvı dolu kesedir. Yumurtayı besler ve ovulasyonda çatlayarak salar. |
Fibroelastoz
Vücudun belli bir bölgesinde esnek liflerinin artması ve yoğunlaşması biçimindeki hastalık süreci. |
Folikül stimulan hormon (fsh)
Bu hormon hipofizden üretilir ve salınır. Yumurtlama için ovaryumu uyararak follikül olgunlaşmasını sağlar. |
Fannakopi
Belirli bir dönem ve belirli bir bölgede kullanılması kabul edilen tüm ilaçların listesi. |
Fibroid
Selim bir bağ ve kas dokusu tümörü olan fibromun diğer adı; genellikle rahimde oluşur. |
Folikül uyarıcı hormon (fsh)
Hipofizden salgılanan hormon. |
Fannakoterapi
ilaçlarla yapılan tedavi, İlaç dışında fizik, diyet, cerrahi ve psikolojik tedavi yöntemleri vardır. |
Folikülin
Yumurtalık foİİküllerinin özütü. |
Fibrom
İyi huylu bağ dokusu uru. |
Folikülit
Kıl-yağ foİİküllerinin genellikle enfeksiyon kökenli iltihabı. |
Fibromatoz
Herhangi bir yaşta ve vücudun herhangi bir yerinde ortaya çıkabilen çok sayıda bağdoku oluşumunun genel adı. |
Fomiks
Yay yaparak ya da kendi üzerine katlanarak bir boşluk ya da girintiyi çevreleyen oluşumları belirten terim. |
Fantom kol - bacak
Kol ya da bacaklarının tümünü ya da bir bölümünü kaybedenlerde görülen bir olgu. |
Fibromiyalji
Kasları ve ligamentleri etkileyen, fakat eklemlere hasar vermeyen hastalık. Sık rastlanır ve şiddetli olabilir. Fibro-mi-yaljide fibröz dokular (fibro-) ve kaslarda (-mi) ağrı (-alji) ve hassasiyet söz konusudur. Halsizlik sıklıkla fibromiyaljinin en şiddetli bulgusudur. |
Fonasteni
Şarkı söyleme ve konuşma sesindeki bozukluk. |
Faradızasyon
Faraday akımıyla, yani 100-200 voltluk potansiyel farkının ürettiği ve saniyenin binde biri kadar süren elektriksel uyarılardan oluşmuş değişken akımla tedavi. |
Fibromiyom
Kadın üreme sistemine özgü sık görülen iyi huylu tümör; 35 yaşın üzerindeki kadınların yaklaşın yüzde 40'ında rastlanır. |
Fonasyon
Özel anatomik yapılar aracılığıyla, işitilebilen seslerin çıkarılması. |
Fibrosarkom
Kollajen lifleri üreten bağdoku hücrelerinin (fibroblastlann) çoğalmasıyla ortaya çıkan kötü huylu tümör. |
Foniatri
Tıbbın ses ve konuşma bozukluklanyla ilgilenen uzmanlık dalı, |
Fibro-sarkom
Bağ dokusunun kötü huylu tümörü. |
Fonokardıoğrafi
Kalp atımında çıkan seslerin gragik olarak kaydedilmesi. |
Faringoskopi
Klinikte yapılan bir yutak muayenesi yöntemi. |
Fibroskleroz
Fibroz(*) nedeniyle bir organ ve dokunun sertliğinin artması. |
Fonokardiyografî
Kalp atımında çıkan seslerin grafik olarak kaydedilmesi. |
Farinjektomi
Yutağın vücuttan çıkarıldığı cerrahi işlem. |
Fibrotoraks
Akciğer zarlannın iç ve dış yapraklan arasında yaygın ve güçlü bağdoku y apışıktı klan. |
Fontanel
Bebeğin başının üzerindeki hünüz kemikleşmemiş yumuşak bölge; bıngıldak. |
Forseps
Doğumda, titizlikle belirlenmesi gereken özel koşullarda bebeğin dölyatağından çıkarılmasını sağlayan araç. |
Farmakofili (farmakomani)
Tedavi açısından gerekli olmayan ilaçlan alma eğilimi. |
Fosfataz
Bir molekülden su kullanraka fosfat grubunu ayıran enzim. |
Farmakoloji
İlaçları ve ilaçların canlı organizmalar üzerinde etkilerinhi inceleyen bilim dalı. |
Fosfatım
idrarla fosfat halinde atılan günlük fosfor miktarı. |
Farnesol
Bitkilerden elde edilen ve kozmetikte öncelikli olarak kokularda kullanılan bir öz. Hayvanlar üzerinde yapılan bazı araştırmaların sonucunda antibakteriyal özellikleri saptanmıştır |
Fosfodiester bağı
DNA'daki fosfat ile şeker arasındaki bağ. |
Fosfolipitler
Serumdaki lipitlerin yaklaşık üçte birini oluşturan lipit bileşikleri. |
Fasciola hepatica
İnsanda karaciğer ve özellikle safra yollarında gelişen distomatoza (fasyoliyaz ya da karaciğer kelebek hastalığı) yol açan asalak türü. |
Fosfoprotein
Protein sentezlendikten o proteine proteinkinazlarla fosfor eklenmiş hali. |
Fasciolopsis buski
Yassısolucanlann Trematoda sınıfından bir tür asalak; insanda bağırsağa yerleşerek fasyolopsiyaz da denen bağırsak kelebek hastalığına yol açar. |
Fosfor
Vücut için çok önemli olan bir element. |
Fiksasyon
Psikolojide, libido gelişiminin bir evrede takılması ve bu nedenle cinsel dürtünün başka nesnelere yönelmesi. |
Fosfor zehirlenmesi
Fosfor bileşiklerinin yol açtığı zehirlenme. |
Fosforemi
Kandaki fosfor miktarı. |
Fil hastalığı
Özellikle bacakların şişip, genişlemesi şeklinde ortaya çıkan bu hastalığa halk arasında gelincik, tıp dilinde elefantiasis denir. Nedeni lenf kanamalarının iltihaplanıp, şişmesidir. |
Fosforilasyon
ATP üretimi. |
Filaria
Omurgalı canlıların kanında ve dokularında yaşayan kıl kurdu cinsi parazit. Elefantiazis denilen rahatsızlığa neden olur. |
Fosforilaz
Glikojen ile organik olmayan (inorganik) fosfattan glikoz I-fosfat oluşumunu sağlayan enzim. |
Fosil
Milyonlarca yıl önce yaşamış canlıların korunarak bu güne kadar gelmiş kalıntıları. |
Fossa
Anatomide, kemik bir alanla ya da örtücü yumuşak dokularla sınırlanan çukur alan. |
Fatal
Öldürücü, ölümle sonuçlanan. |
Filogenetik sıflandırma
Canlıların akrabalık derecelerine göre sınıflandırılması. Doğal sınıflandırma. |
Fotodermatoz
Güneş ışınlarına maruz kalan bölgelerde görülen normal dışı deri değişimleri. |
Filotaksis
Gövde ekseni üzerinde yaprakların diziliş şekli. |
Fotofobi
ışığı tolere edememe durumu. açık renk gözlü kişilerde sık görülür |
Fotokoagülasyon
Ksenon ya da laser ışınlarının retina (ağtabaka) ve üzerindeki damartabakaya düşürülmesiyle damartabakada oluşan iltihabi uyan sonucunda pigmentlerin retinanın yırtık bölgesine göçerek burayı yapıştıran bir nedbe dokusu oluşturması. |
Fotopsi
retinal iritasyona bağlı şimşek çakması |
Fcemodektom
Paragangliyon hücrelerinden gelişen tümör az da olsa kemoreseptör (kimyasal alıcı) işlevine sahiptir. |
Fimoz
Prepusyumun (sünnet derisi) aşın darlığı. |
Fotoreseptör
Işığı algılayabilen duyu hücresi, almaç. |
Fotoreseptörler
Işık uyaranlannı sinir iletisine dönüştürerek görmeyi sağlayan alıcılar. |
Fotosentez
Yeşil bitkilerin, güneş enerjisi ve klorofil pigmenti yardımıyla CO2 ve H2O'dan besin maddelerini üretmesidir |
Fototerapi
Bebeklerin kandaki bilirubin seviyesini düşürmek ve sarılıklarını azaltmak için mavi ışıkla tedavisi yöntemidir. Fototerapi ile kandaki bilirubin maddesi kimyasal olarak başka bir şekle dönüştürülür. Böylece karaciğer bu durumla başedebilir hale gelir. Bebeklerin teninde parlayan ışık, bebeğin sistemindeki bilirubin miktarını efektif olarak azaltır. Bebeğin karaciğeri olgunlaştıkça vücuttan bilirubini uzaklaştırması daha kolay olur ve ışık tedavisine artık gerek kalmaz. |
Fitığra boğulması
Fıtığın en tehlikeli konıplikasyonu. |
Fovea (çukur)
Gözün ağtabakasında sarı leke olarak tanımlanan bölgenin çukurlaşmış orta kesimi. |
Fitizyoloji
Veremi inceleyen tıp dalı. |
Fraksiyon
Ortopedide bir kırığı ya da çıkığı yerleştirmek için kol ya da bacağı çekme manevrası. |
Fitobezoar
Midede ya da daha ender olarak bağırsakta bitkisel liflerin çevresinde oluşan ve kalsiyum tuzlarının çökmesiyle sertleşen kütle. |
Frei testi
özellikle tropik bölgelerde görülen ve cinsel yolla bulaşan bir hastalık olan kasık lenfogranülomunun tanısında kullanılan bir deri testi. |
Fellatio
Penisi ağız ile yalamak. |
Fitoplankton
Çoğunlukla bir hücreli su yosunlarından oluşan, sularda yaşayan bitki topluluğu. |
Felty sendromu
Seropozitif romatoid artrit (sıklıkla nisbeten inaktif sinovitle birlikte) ile splenomegali (dalak büyümesi) ve nötropeninin (akyuvar düşüklüğü) bir kombinasyonudur. Ciddi infeksiyonlar, vaskülit (damar iltihaplanması) (bacak ülserleri, mononörit), anemi, trombositopeni ve lenfadenopati de duruma eşlik eder. |
Fitoterapi
Bitkilerden elde edilen tedavi edici özellikteki maddelerin kullanılmasıyla yapılan tedavi. |
Fenestrasyon
Otoskferoz olgularında ortakulak üzerinde yapılan cerrahi girişim. |
Fenijhidantoin dozajı
Fenilhidantoinle tedavi edilen hastaların kanında, bu ilacın ulaştığı düzeyin belirlenmesi. |
Fenilketonuri
Kalıtım yoluyla geçen zeka ve gelişim geriliiği yapan bir metobolizma hastalığıdır. |
Fizyokineziterapi (kineziterapi)
Temel olarak tedavi amaçlı özel hareketlerin uygulanmasını kapsayan fizik tedavilerin bütünü. |
Fenobarbital dozajı
Fenobarbitalle tedavi edilen hastaların kanında, bu ilacın ulaştığı düzeyin belirlenmesi; tedavi dozunun düzenlenmesinde önem taşır. Normal değerleri 5-30 mg/It'dir. |
Fizyoloji
Canlılardaki yaşamsal olayları (işleyişi) inceleyen bilim dalı. |
Fenoloji
Çiçek açma, üreme, göç gibi iklime ve çevre koşullarına bağlı, periyodik biyolojik olayların incelenmesi ve kaydı. |
Fizyolojik
Bir canlının ya da organın normal işlediğini belirten terim. |
Frotman (sürtünme sesi)
Normalde birbiri üzerinde kayan iki seröz yüzey (örneğin plevra, perikart ya da periton zan) |
Fenotip
Kişinin kalıtsal yapısının dışa akseden görünümü, aynı tür fertlerini belirleyen, gözle görülebilen özelliklerin tümü. |
Fizyonomi
Yüz çizgilerinden bireyin kişilik yapısını bulmayı ya da yüz çizgileri ile kişilik arasında bağlar kurmayı amaçlayan araştırma dalı. |
Frottage
Bir erkeğin, eşinin vücuduna karşın kendi vücudunu ovması. |
Feokromositom
Krom tuzlarını tutma özelliği olan kromafin hücrelerden kaynaklanan tümör; olguların büyük bölümünde böbreküstü bezlerinin iç bölümünde ve herhangi bir yaşta ortaya çıkar, ama 30-40 yaş arasında daha sık görülür. |
Frozen sectîon (dondurulmuş kesit)
Dondurulmuş dokudan mikrotomla kesilen örneğin hemen mikroskopla incelenmesine dayanan ve özellikle ameliyat sırasında başvurulan biyopsi yöntemi. |
Fruktoz
Genellikle meyvalarda bulunan ve yapısında 6 karbon atomu içeren bir çeşit şeker molekülü. |
Fermantasyon
Bazı mikroorganizmaların ürettiği enzimlerin etkisiyle organik maddelerin uğradığı değişiklik. |
Früktoz
Genellikle meyvalarda bulunan ve yapısında 6 karbon atomu içeren bir çeşit şeker molekülü. |
Früktozamîn
Serumdaki şekerli protein miktarını değerlendirme amacıyla ölçülen madde. |
Flavinadenindinükleotit
Flavoproteinler(*) grubundaki proteinlere verilen ad. |
Früktozüri
Früktokinaz enzimi yetmezliğine bağlı olarak früktozun hücre tarafından alınamaması sonucunda idrarla çıkması. |
Fernokinon
K, vitaminine verilen ad. |
Flavoprotein
Bir protit molekülü ve bir riboflavin ya da B12 vitaminine bağlı bir nükleotitten oluşan proteinlere verilen ad. |
Flebografi
Toplardamarların kontrast bir maddenin yardımıyla görüntülenmesini sağlayan radyografi yöntemi. |
Fleboklizi
Tedavi amacıyla toplardamar içine çeşitli çözeltilerin verilmesi. |
Fundus incelemesi (funduskopi)
Gözdİbinin (ağtabaka ve damartabakanın) oftalmoskop yardımıyla incelenmesi. |
Fertilizasyon
Döllenme. Embriyo oluşumu için spermin yumurtayı delmesi ve genetik materyalin birleşmesidir. |
Flebolit
Bir toplardamarın içinde oluşan sert çökelti. |
Fleboskleroz
Bağdoku artışı ya da trombuslann bağdokuya dönüşmesi nedeniyle toplardamar duvarının sertleşmesi. |
Furonküloz
Tek ya da çok sayıda çıbanın vücudun çeşitli bölgelerinde sık sık yinelenmesi ya da süreklilik kazanması. |
Flebotomi
Toplardamara girilerek kan alınması. |
Fusiform anevrizma
Damar duvarının tüm çevresinde anevrizmatik genişleme. |
Fetopati
Dölütte çeşitli etkenler sonucunda gerçekleşen hastalık durumlarını belirten terim. |
Flebotromboz
iltihap dışı nedenlerle toplardamarların içinde kan pıhtısı (trombus) oluşmasıyla ortaya çıkan bozukluk. |
Füzyon geni*
İki farklı genin parçalarının birleşmesiyle oluşan hibrid gen. |
Gerantofiliya
Bir erkeğin, yaşlı bir kadınla cinsel ilişkiye girmeyi tercih etmesi. |
Gonadotropin (gonadotropik hormonlar)
Eşey bezleri (gonat) üzerinde uyancı etki gösteren hormonlara verilen ad. |
Galaktofor kanallar (süt kanalları)
Memede salgı sisteminin son bölümü. |
Gonalji
Dizde bulunan bir ağrıyı belirten genel terim. |
Galaktore
Memeden kendiliğinden süt gelmesi. |
Gonartroz
Artroz hastalığının dizde yerleşmesi (bak. artroz). |
Galaktosel
Memede, içi süt dolu kist. |
Gonat
Eşey hücrelerini üreten organ (kadınlarda yumurtalık, erkeklerde erbezleri). |
Gonhidrartroz
Diz eklemi içine sıvı toplanması. |
Galaktozüri
Gebelerde idrarla galaktoz çıkması. |
Gonilit
Dizle ilgili yapılardaki iltihaplı hastalık. |
Gerontofîli
Psikolojide, yaşlı kişilere karşı cinsel istek duyma. |
Gonion
Altçene açısına karşılık düşen nokta |
Galoş
Ayakkabı üzerine giyilen naylon/lastik kılıf. |
Gerontoloji
Yaşlanmanın bedensel, ruhsal ve toplumsal yönlerini araştıran bilim dalı. |
Goniyoskopi
ön kamara açısının incelenmesi |
Galvanokoter
Yalıtkan saplı, ucu sivri, küre ya da yuvarlak biçimli metalik bir iletkenden yapılmış ve kor haline gelinceye kadar elektrik akımıyla ısıtılan cerrahi alet. |
Gestasyon yaşı
Gestasyon (gebelik) yaşı, son adetin ilk gününden doğuma kadar geçen süredir. |
Gonofcok (neisseria gonorrhoeae)
Gram-negatif bir bakteri; insanda belsoğukluğu adlı hastalığın etkenidir. |
Galvanoterapi
Elektrikle uygulanan bir tedavi biçimi. Galvanoterapi-de sürekli doğru akım kullanılır. |
Gestoz (gebelik tokseraisi)
Gebelik sırasında ortaya çıkan ve gebeliğe bağlı olarak gelişen patolojik belirtileri genel olarak tanımlayan terim. |
Gonoreaksiyon
Belsoğukluğu (gonokok) enfeksiyonu tanısında kullanılan serolojîk inceleme. |
Gamaglobülin
Enfeksiyonlarla savaşmaya yardımcı oan, kanda bulunan bir protein. |
Gowper bezi
Cinsel coşku veya orgazm öncesi, erkeklerde, saydam alkalin bir sıvı salgılayan bez. |
Göbek
Karnın ön duvarında yer alan bir oluşum |
Gametogenez
Eşey bezlerinde gerçekleşen ve olgunlaşmamış tohum hücrelerinin çoğalma ve farklılaşma yoluyla gamet (kadında yumurta, erkekte sperm hücresi) biçimine dönüştüğü gelişim süreci. |
Göbek kordonu
DölütÜn gövdesini eteneye bağlayan bölüm. |
Göğüs boşluğu (toraks)
Vücudun boyun ile karın arasında yer alan bölümü |
Gammaglobülin yokluğu
agammaglobülinemi |
Göğüs kafesi
Göğüs kemiği, kaburgalar ve omurların arka yüzlerinden oluşan ve göğüs boşluğunun ortaya çıkmasını sağlayan iskelet bölümü. |
Gammaglobülinler
Plazmanın proteinlerinden olan globülinlerin antikorları oluşturan grubu. |
Göğüste su toplaması
Tıp dilinde sulu zatülcemp denilen hastalıktır. Akciğerlerin etrafını saran zarın iltihaplanması sonucu meydana gelir. Zarın iki yaprağı arasına su toplanmıştır.Nedeni; şiddetli soğuk algınlığı, bronşit, böbrek hastalıkları veya kulak iltihaplarıdır.Göğsün yan taraflarında şiddetli ağrı hissedilir. Bunlara bastırıldığı zaman ağrı şiddetlenir. Nefes darlığı vardır.Yatak istirahati ve doktor tedavisi şarttır. |
Ganglion
Lenf bezi, bazı ufak urlara verilen isim. |
Göğüste su toplaması
Tıp dilinde sulu zatülcemp denilen hastalıktır. Akciğerlerin etrafını saran zarın iltihaplanması sonucu meydana gelir. Zarın iki yaprağı arasına su toplanmıştır.
Nedeni; şiddetli soğuk algınlığı, bronşit, böbrek hastalıkları veya kulak iltihaplarıdır. Göğsün yan taraflarında şiddetli ağrı hissedilir. Bunlara bastırıldığı zaman ağrı şiddetlenir. Nefes darlığı vardır. Yatak istirahati ve doktor tedavisi şarttır. |
Gangliyon
Merkezi sinir sistemi dışında bulunan, sinir hücrelerinin gövdelerinden oluşan sinir düğümü. |
Görme
Belirli bir dalgaboyundaki elektromagnetik ışınların (görülebilir ışınlar) verdiği uyarıların algılanmasını sağlayan duyu işlemi. |
Gangliyonörom (gangliyositom)
Seyrek görülen, farklılaşmış, düzensiz sıralı gangliyon hücrelerinden oluşan, çevre dokuları istila ederek büyüme eğilimi olan iyi huylu tümör. |
Görme alanı
Belirli bir noktaya bakan bir gözün algıladığı alanın tümü. |
Görme keskinliği
Gözün keskin görme ya da ayırt etme gücünü belirten terim. |
Gangüyektomi
Sempatik zincirin bîr ya da daha fazla gangliyonunun çıkartılması. |
Görme kusurları
Gözün kırma gücünün kusurlu olmasından kaynaklanan görme bozuklukları. |
Görme muayenesi
Görme muayenesi ya da görme keskinliğinin saptanmasında gözün cisimleri birbirinden ayırt edebilme yeteneği ölçülür ve gözün ayırt edebildiği en küçük açı belirlenir. |
Gasfroenterostomi
Mide bağırsak geçişini sağlamak amacıyla çoğunlukla İncebağırsaklann jejunum bölümünün mide ile ağızlaş-tınlması. |
Göz
Oldukça farklılaşmış sinirsel yapılardan oluşan bir duyu organı; ışık uyaranlannı algılayan göz görme organıdır. |
Gasfropati
Gerek organik, gerek işlevsel kökenli bütün mide hastalıklarını belirtmek için kullanılan genel terim. |
Göz Ağrısı
Göz ağrısının nedenleri çeşitlidir. Az ışıkta çalışmak sonucu gözlerin yorulması, gözdeki herhangi bir kısmın iltihaplanmış olması, göze yabancı bir cisim kaçmış olması, sinüzit, yarım başağrısı, grip, nezle ve ateşli hastalıklar göz ağrısına neden olabilir. Önce hastalığın nedenini tespit etmek gerekir. |
Gasser gangliyonu
Yüzün duyusunu sağlayan lifleri de içeren trigeminus sinirinin yarımay biçimli duyusal düğümü. |
Gibbus (pott hörgücü)
Omurga kemiğinin dar açılı bükülmesi. |
Göz ağrısı
Göz ağrısının nedenleri çeşitlidir. Az ışıkta çalışmak sonucu gözlerin yorulması, gözdeki herhangi bir kısmın iltihaplanmış olması, göze yabancı bir cisim kaçmış olması, sinüzit, yarım başağrısı, grip, nezle ve ateşli hastalıklar göz ağrısına neden olabilir.Önce hastalığın nedenini tespit etmek gerekir. |
Gingko biloba
Yelpaze biçiminde yaprakları olan bu süs ağacı, kozmetik kullanımda antioksidan, iltihap giderici ve kızarıklık önleyici özellikleriyle öne çıkar. |
Göz Bozuklukları
Göz kameraya benzeyen optik bir sistemdir. Dışarıdan gelen ışık ve görüntüler kornea (gözün en dış saydam tabakası) ve lens tabakasında kırılarak retina üzerindeki görme noktasına ulaşırlar.
Normal bir gözde dışarıdan gelen ışınlar kornea ve lenste kırılarak görme merkezine düşerek net görüntü oluştururlar. bazı durumlarda ise kornea, lens ve gözün yapısına bağlı olarak, görüntüler retina üzerinde net olarak oluşmayabilir.
Miyopi :
Dışarıdan gelen ışınların görme noktasına ulaşmadan odaklaşması sonucu gelişir. Gözün ön-arka ekseninin uzun olmasına bağlı olarak veya kornea ve lensin kırıcılığının değiştiği durumlarda ortaya çıkar. Miyop gözlerde uyum gücü çok az olduğu için kişi uzağı görebilmek için gözlük kullanmak durumundadır.
Astigmatizma :
Korneanın kırma gücünün biribirine dik iki eksende farklı oması sonucunda görüntünün farklı düzlemlerde kırılmasıyla meydana gelir. Kornea ve lensin yapısına bağlı olarak değişkenlik gösterebilir. Astigmatizma, her mesafede yansıma ve bulanık görmeye neden olur.Astigmatik görme, sirklerdeki yamuk aynalarda oluşan görüntüye benzetilebilir.
Hipermetropi :
Dışarıdan gelen ışınların görme noktasının arkasında odaklanması sonucunda gelişir. Gözün ön-arka ekseninin kısa olmasına bağlı olarak veya kornea ve lensin kırıcılığının değiştiği durumlarda ortaya çıkar. Hipermetrop gözlerde uyum gücü yüksektir. Düşük dereceli hipermetrop kişiler uyum yaparak normal görebilirler, fakat göz çabuk yorulur. Yüksek hipermetropide ise hem uzak, hem de yakın görme bozuktur.
PRESBİYOPİ :
Yaşın ilerlemesine bağlı olarak lens tabakasının esnekliğini yitirmesi ve bunun sonucunda yakın görmenin bozulmasıdır. 35-40 yaşlarında başlar ve 60 yaşına dek sürekli ilerler.
KERATOKONÜS :
Kornea yüzeyinde bir bölümün incelerek öne doğru çıkmasıdır. Bu kişiler gözlükle net göremezler. Hastalığın derecesine göre özel olarak üretilen kontakt lensler kullanabilirler. Çok ileri derecelerde ise keratoplasti adı verilen kornea nakli ameliyatı gerekebilir.
UNUTMAYIN !
Miyopi, hipermetropi, astigmatizma ve presbiyopi gözün genel kırma kusurlarıdır. Bu kırma kusurları gözde tek tek meydana gelebileceği gibi, birden fazla kırma kusuru birarada görülebilir. Kırma kusuru bir gözde veya her ikisinde birden olabilir. Bunların dışında korneanın bozukluklarına bağlı özel kırma kusurları meydana gelebilir. Bir gözde, kırma kusuru ile birlikte korneada, görme tabakasında veya görme sinirinde bozukluklar olabilir.
Bu nedenle, kırma kusuru olan kişiler her yıl düzenli göz ve göz dibi muayenesinden geçmelidirler.
Çocuklarda gözde herhangi bir kayma ve görme bozukluğu şüphesi varsa en kısa sürede göz kontrolü yapılmalıdır. Herhangi bir problem olmasa da 4 yaş civarındaki çocukların göz muayenelerinin yapılması gereklidir.
Kırma kusurları olan kişilerin net görebilmeleri için çeşitli alternatifler vardır.
Gözlük kullanabilirler, Kontakt lens kullanabilirler, Excimer laser tedavisiyle kırma kusurlarının tümünden veya bir kısmından tamamıyla kurtulabilirler |
Göz damlası
Gözün tedavisi ve belirli incelemelere hazırlanması için kullanılan farmakolojik bileşimler. |
Gastrektomi
Midenin tümünün ya da bir bölümünün çıkarılması. |
Giordano belirtisi
El kenarıyla, bel bölgesine vurulduğunda ortaya çıkan ağn. |
Göz iltihabı
Halk arasında göz nezlesi veya pembe göz denir. Göz yuvarlağının üstünü örten ince zarın iltihaplanması sonucu ortaya çıkar. Tıp dilinde konjonktivit denir. Çoğunlukla ilk bahar aylarında görülür.Gözde sulanma; kanlanma, batma hissi veya ağrı vardır. Hasta ışığa bakmakta güçlük çeker. |
Giraldes organı (paradidim)
Embriyondaki Wolff kanalının alt bölümünün bir artığı; epididim yakınında tohum kordununa bağlı tüp biçiminde küçük bir organdır. |
Göz İltihabı
Halk arasında göz nezlesi veya pembe göz denir. Göz yuvarlağının üstünü örten ince zarın iltihaplanması sonucu ortaya çıkar. Tıp dilinde konjonktivit denir. Çoğunlukla ilk bahar aylarında görülür. Gözde sulanma; kanlanma, batma hissi veya ağrı vardır. Hasta ışığa bakmakta güçlük çeker. |
Göz kamaşması
Gözün yoğun ışıkla karşılaşmasıyla ortaya çıkan ve geçici olarak uyumun bozulmasına neden olan tepki. |
Göz Kanlanması
Göz kanlanması ile birlikte ağrı yoksa aşağıdaki reçeteler uygulanır. Kanlanma ile birlikte ağrı varsa; mutlaka göz doktoruna gitmek gerekir |
Glikojen
Hayvanlarda besinlerle alınan karbonhidratların karaciğer ve kaslardaki depo şekli. |
Göz kanlanması
Göz kanlanması ile birlikte ağrı yoksa aşağıdaki reçeteler uygulanır. Kanlanma ile birlikte ağrı varsa; mutlaka göz doktoruna gitmek gerekir. |
Gastrodııodenostomi
Ülsere bağlı nedbe oluşumu sonucunda daralmış mide kapısının (pilor) aşılması amacıyla midenin onikipar-makbağırsağına ağızlaştırılması. |
Glikojenez
Vücutta glikojen bireşimlenme sürecini tanımlayan terim. |
Göz Kapağı Şişliği
Gözkapakları, çoğunlukla fazla ağlama sonucu şişer. Nezle veya kızamık sırasında da görülür. Bunlardan başka, kalp, böbrek, hastalıkları veya beze iltihaplanmasının da bir işareti olabilir. Bazı kimselerde de alerjiktir. |
Gastroduodenit
Mide ve onikiparmak barsağının iltihabı. |
Glikojenoliz
Glikojenin hücre içinde glikoza yıkılması. |
Göz Kaşıntısı
Gözlerin kaşınması, önemli bir hastalığın işareti olabilir. Bu nedenle doktora başvurmak gerekir. |
Gastroduodenoskopf
Midenin ve onikiparmakbağırsağının esnek bir endos-kop yardımıyla incelenmesi. |
Glikokortikoit hormonlar
Böbreküstü bezinde yapılan steroit hormonların üç grubundan biridir. |
Göz kaşıntısı
Gözlerin kaşınması, önemli bir hastalığın işareti olabilir. Bu nedenle doktora başvurmak gerekir. |
Gastrodüodenit
Mide ve onikiparmak barsağının iltihabı. |
Glikolipit
Genellikle hücre zarlarında bulunan, lipitlerin şeker moleküllerine kovalent bağlarla bağlanması ile meydana gelen bileşik lipit. |
Göz merceği
Gözde iris ve gözbebeğinin arkasında yer alan, ışık ışınlarının ağtabaka üzerinde odaklanmasını sağlayan, saydam ve iki yüzü de dışbükey anatomik yapı. |
Gastroenterelog
Mide, barsak hastalıkları mütehassısı. |
Glikoliz
Glikozun laktata (süt asiline) yıkılması. |
Göz odası
Gözün içinde bulunan ve içinde sıvı dolaşan bölüm. |
Gastroenterit
İshalle seyreden mide barsak iltihabı. |
Glikorakia
Beyin-omurilik sıvısının glikoz miktarı. |
Göz sulanması
Göze toz kaçması, çapaklanma, göz iltihabı, nezle veya bazı alerjik hastalıklar göz yaşının fazlalaşmasına neden olur. Şikayetler soğuk havalarda daha da artar. Doktora başvurmak gerekir. |
Gastroenteroloji
Mide, barsak hastalıkları bilgisi. |
Glikostaz
Çeşitli fizyolojik koşullarda kandaki glikoz düzeyinin duyarlı bir biçimde dengeli (70-90 mg/100 cc dolayında) kalmasını sağlayan süreç. |
Göz Sulanması
Göze toz kaçması, çapaklanma, göz iltihabı, nezle veya bazı alerjik hastalıklar göz yaşının fazlalaşmasına neden olur. Şikayetler soğuk havalarda daha da artar. Doktora başvurmak gerekir. |
Gastroentestinal hormonlar
Mide ve bağırsak mukozasında yaygın olarak bulunan iç salgı hücrelerinden salgılanan hormonlar. |
Glikoz
(Heksoz) C6H12O6 molekül yapısındaki karbonhidrat. |
Göz Tiki
Aniden ortaya çıkan, fakat önemli olmayan bir durumdur. Alışkanlık spazmı da denir. nedeni, yorgunluk, üzüntü, heyecan ve yaşlılarda adale zafiyetidir. Yapılacak ilk iş, istirahat etmektir. |
Gastrointestinal
Mide - barsak. |
Glikoz yükleme eğrisi
Şeker hastalığında ve glikoz kullanımının bozulduğu durumlarda (normal düzey ile şeker hastalığı arasındaki ara kategori) şeker metabolizmasında oluşan bozukluklara doğru tanı koyulmasında son derece yararlı bir test. |
Göz tiki
Aniden ortaya çıkan, fakat önemli olmayan bir durumdur. Alışkanlık spazmı da denir. nedeni, yorgunluk, üzüntü, heyecan ve yaşlılarda adale zafiyetidir.Yapılacak ilk iş, istirahat etmektir. |
Gastrointestinal yol
ağızdan başlayan Mide ve bağırsaklargeçerek anüste sonlanan yol |
Glikoz-6-fosfat-dehidrogenaz (g6pdh)
Karbonhidrat metabolizmasında önemli yeri olan pen-tozfosfat (heksozmonofosfat) çevriminin enzimi. |
Gözbebeği
irisin ortasında yer alan, çapı 2,5-4 mm arasında değişen yuvarlak açıklık. |
Gastrojejunostonu
Mide ile jejunum arasında ağızlaştırma yapılarak doğrudan ilişki kurulmasını sağlayan cerrahi girişim. |
Glikozitler
Kimyasal olarak bir şeker molekülü ve buna bağlanmış genin ya da aglikon adındaki bir molekülden oluşan madde. |
Gözbebekleri iltihabı
Gözün bir kazayla yaralanması veya romatizmalı hastalarda üşütme sonucu ortaya çıkar. Bazen; şeker hastalığı, burun hastalıkları, ve frengili hastalarda da görülür.Tıp dilinde iritis denilen bu hastalık vakit kaybedilmeden tedavi edilmesi gerekir.Hasta, ışığa fazla bakamaz. Gözlerinde veya gözlerinin üst kısmına gelen bölgede şiddetli ağrılar vardır. Gözlerde; sulanma ve kızarıklık da görülür. Göze dikkatle bakıldığında; renkli kısmın etrafındaki rengin de koyulaştığı görülür. |
Glikozüri
idrarda glikoz bulunması |
Gözbebekleri iltihabı
Gözün bir kazayla yaralanması veya romatizmalı hastalarda üşütme sonucu ortaya çıkar. Bazen; şeker hastalığı, burun hastalıkları, ve frengili hastalarda da görülür.
Tıp dilinde iritis denilen bu hastalık vakit kaybedilmeden tedavi edilmesi gerekir.
Hasta, ışığa fazla bakamaz. Gözlerinde veya gözlerinin üst kısmına gelen bölgede şiddetli ağrılar vardır.
Gözlerde; sulanma ve kızarıklık da görülür. Göze dikkatle bakıldığında; renkli kısmın etrafındaki rengin de koyulaştığı görülür |
Gastromegali
Midenin genişlemesi. |
Gözi iltihabı
Göz kapağı kenarlarının iltihaplanıp, kızarma, kabuklanma ve ağrı yapmasıyla ortaya çıkar. Tıp dilinde blefarit denir |
Gastronomi
İyi yemek yeme bilimi. |
Gözkapağı
Hareketli birer yaprak halinde gözyuvasının ön yüzeyini örterek dış etkenlerden koruyan ve gözyaşının yayılmasını sağlayan anatomik yapı. |
Gastropeksi
Midenin, diyafram kasındaki yemek borusu deliğinin yanından yukanya doğru göğüs boşluğuna çıktığı diyafram fıtıklarında uygulanan cerrahi yöntem: Mide aşağıya çekilerek karın zarının ön duvarına ve arka düzkas (rektus kası) kılıfına sabitlenir. |
Gözkapağı fîmozu
Gözün iç köşesinde, üst ve ait gözkapağının birleştiği yerde gergin bir deri kıvrımının bulunması. |
Gastroptoz
Midenin normal yerinden aşağıya doğru sarktığı patolojik durum. |
Gliyoblastom
Kötü huylu bir merkez sinir sistemi tümörü. |
Gözkapağı iltihabı
Göz kapağı kenarlarının iltihaplanıp, kızarma, kabuklanma ve ağrı yapmasıyla ortaya çıkar. Tıp dilinde blefarit denir. |
Gastroptozis
Mide düşüklüğü. |
Gliyomatoz
Merkez sinir sistemi dokusunun (nöroglia hücrelerinin) tümör tipinde yaygın olarak çoğalması. |
Gözkapağı şişliği
Gözkapakları, çoğunlukla fazla ağlama sonucu şişer. Nezle veya kızamık sırasında da görülür. Bunlardan başka, kalp, böbrek, hastalıkları veya beze iltihaplanmasının da bir işareti olabilir. Bazı kimselerde de alerjiktir. |
Gastrorafi
Cerrahi girişimle mideye dikiş atılması. |
Gliyoz
Beyinin destek dokusunu oluşturan, sinir hücreleri arasındaki ara dokuda hücrelerin göreli olarak bölgesel ya da yaygın biçimde çoğalması. |
Gözlem altına alma
Ağır ve bulaşıcı hastalıklara yakalananların dış ortamdan yalıtılması. |
Gastroskopi
Hastaya yutturulan bir kamera ile midenin görerek muayene edilmesi. |
Globin
Hemoglobinin yapısında bulunan protein molekülü. Bak. hemoglobin. |
Gözleri kısmak
Gözkapağı kasının istençli olarak kasılması |
Gastrostomi
Özellikle ameliyatla çıkarılma olanağı bulunmayan tümörlere bağlı yemek borusu tıkanmalarında, beslenmeyi sağlamak amacıyla mideyi vücut dışına açan bir kanal oluşturulması. |
Globus belirtisi
Aralıklı ya da sürekü olarak boğazda bir baskı hissi. |
Gözyaşı
Gözyaşı bezlerinde üretilen salgı. Bak. gözyaşı sistemi. |
Gastrosükore
Mide salgısının anormal Ölçüde arttığı patolojik durum. |
Globül değeri
Alyuvarın hemoglobin içeriğini gösteren endeks. |
Gözyaşı kemiği
Sert kemik dokusundan oluşan, gözyuvasının iç yüzeyinde üstçene, alın ve kalbursu kemiklerin arasında kalan bir kemik. |
Gastrotomi
Cerrahi bir girişimle midenin kesilerek açılması. |
Globülin
Antikorların yapıldığı, kanda bulunan bir protein grubu. |
Gözyaşı salgılanması
Gözyaşı bezlerinden gözyaşının salgılanması. |
Glokom
Glokom özellikle ileri yaşlardaki önemli bir körlük nedenidir. Ancak hastalığa erken tanı konduğu zaman körlük yapması engellenmektedir.
Bir çok insan glokomun göz tansiyonuyla bir ilişkisi olduğunu bilmektedir. Aslında glokom beyine gördüklerimizi ileten görme sinirinin hastalığıdır.
Optik sinir elektrik ileten kablolara benzemektedir. İçinde binlerce lif bulunmaktadır. Her lif beyine görmemizi sağlayan mesajlar iletmektedir. Glokom bu liflere zarar vermekte ve görme alanımızda kör noktaların oluşmasına neden olmaktadır. İnsanlar bu kör noktaları çok ileri seviyelere ulaşana kadar fark etmemektedir. Tüm sinir hasar görünce körlük meydana gelir.
Sebep
Vücutta kan nasıl dolaşıyorsa gözün içindede aköz hümör adını verdiğimiz berrak bir sıvı dolaşmaktadır. Sıvının hareketi sürekli açık bir musluk ve lavaboya benzemektedir. Eğer lavabo tıkanırsa su birikmeye başlar ve basınç artar.
Glokomun tipleri nelerdir:
Kronik açık açılı glokom: En sık olan tipdir (%90). Drenaj açısının basitçe yaşlanmasına bağlı oluşur. Bu yaşlanma yavaşça göz tansiyonunun yükselmesine neden olur. Bu yavaş yükseliş belirtiye neden olmaz ve tanının konulması ileri derecede kayıp olana kadar gecikebilir. Görmedeki kayıp ancak ileri bazı testler yapılarak bulunabilir.
Açı kapanması glokomu:Drenaj açısının aniden kapanmasıyla oluşur. Bu lavaboyu aniden bir kağıt ile tıkamaya benzer. Basınç birdenbire yükselir. Gözde iris bu kağıt görevini yapar.Göz basıncı aniden yükselir. Bu durumda çeşitli semptomlara yol açar:
Görme bulanıklığı
Gözde aşırı derecede ağrı
Başağrısı
Işık çevresinde renkli halolar
Mide bulantısı ve kusma
Sekonder glokom: Drenaj açısını ikincil bir hastalığa bağlı olarak bozulmasından meydana gelir.
Yaralanmalar
Steroid gibi çeştli ilaçlar
Tümörler
Enflamasyonlar
Anormal kan damarları
Tanı
Bu durumun tanısı sadece göz doktorlarınca konabilmektedir. Bu hastalığın tedavisini de sadece göz doktorları verebilmektedir. Tonometre adı verilen cihazlarla göz tansiyonunuz ölçülür, optik sinir göz dibi muayenesinde incelenir ve gerekirse görme alanı testiniz yapılır. Testler göz doktoru tarafından gerekli görülen hastalara yapılmaktadır.
Tedavi
Glokom ile gözde oluşan hasar geri döndürülemez ancak kullanılan damlalar, haplar, lazer ve cerrahi tedavi ile hasarın ilerlemesi engellenir.
Glokom genelde günde 1-2 defa kullanılan damlalar aracılığıyla tedavi edilir. Bu damlaların bazıları göz basıncını aköz humor salınımını azaltarak, bir kısmı da drenajı arttırarak etki eder. Bu ilaçların düzenli aralarla kullanılması önemlidir.
Glokom hastaları, göz doktorunun artık tıbbi tedavinin yetersiz olduğuna karar verdiği zaman, ameliyat olmak zorunda kalırlar. Bu ameliyatta aközün drene olması için yeni bir kanal açılmaktadır. Bunun haricinde tedavide çeşitli durumlarda lazerde kullanılabilmektedir. |
Gözyaşı sistemi
Gözyaşının salgılanmasını ve bu sıvının dışarı atılmasını sağlayan yapıların tümü. |
Glokoni
Gözküresİ içindeki sıvı basıncında artma. |
Glomeriilonefrit
Çeşitli türden iltihaplı böbrek hastalıklarının genel adı. |
Grafomani
Herhangi bir yöntem ya da gereçle çizme ve yazmaya dayanılmaz bir istek duyma. |
Gbroz histiyositom
dermatofibrom |
Glomerulus
Böbrekteki nefronların bowman kapsülü içinde bulunan kılcal kan damarları ağı. |
Graftın alıcıyı reddi (graft versus host hastalığı-gvhd
Kemik iliği nakli sonrası görülen ve deri, karaciğer bulguları ve ishale giden bir yan etkidir. |
Glomerül
Kandaki artık maddelerin süzülmesinden sorumlu olan, böbreklerdeki küçük kan damarların. |
Gram boyaması
Baz özellikte bir boya maddesiyle boyama yöntemi |
Glomerül filtrasyonu
Böbrek glomerüllerinden Bowman boşluğuna su ve çeşitli maddelerin süzülme işlemi. |
Glomerülonefroz
Böbrek glomerüllerindeki kılcal damarlarda çeşitli maddelerin birikmesine bağlı bir yıkıma yol açan hastalıkları belirtmek için günümüzde seyrek olarak kullanılan terim. |
Glomerüloskleroz
Böbrek glomerüllerini etkileyen patolojik süreç. |
Glomus
Atardamarlann, arada kılcal damarlar bulunmaksızın doğrudan toplardamarlarla birleşmesiyle oluşan damarsal yapı. |
Gebelikten koruyucu iğneler
Gebelikten koruyucu iğneler, kadınlık hormonu olan östrojen ve progesteron içeren ilaçlar. |
Glomus tümörü {glomanjiyom)
Dermisin(*) bağdoku içinde yer alan küçük çaplı atardamarlarla toplardamarlar arasındaki geçiş bölgesinden (glomus) kaynaklanan iyi huylu deri tümörü. |
Granülasyon
Birçok anlamı olan bir terim. |
Gece körlüğü
Beslenmedeki A vitamini eksikliğinin neden olduğu bir hastalıktır. Hasta; alacakaranlıkta gereği gibi göremez. |
Glossit
Dil mukozasının, genellikle tüm ağız mukozasının ilti-habıyla (stomatit) birlikte görülen iltihabi süreci. |
Granülom
Fibroblastlar, histiyositler, lenfositler ve başka bağdoku hücrelerinin oluşturduğu, çevresi sınırlı nodüler bağdoku oluşumları. |
Gece körlüğü (niktalopi)
Güneş batarken olduğu gibi, ışığın azaldığı durumlarda görme güçlüğü ya da kaybıyla beliren patalojik durum. |
Glossofaringeal sinir (dil-yutak siniri)
IX. kafa çifti. |
Granülomatöz arterit
Temporal arterit. |
Geç boşalma
Psikolojik ya da fizyolojik kökenli sebeple cinsel ilişki sırasında normalden daha geç boşalmak. |
Glossolali
Herhangi bir anlamdan yoksun bir dizi heceyi bir arada söylemek. |
Granülosit
Eş anlam: nötrofil. Vücudumuza giren mikropları ve yabancı maddeleri yutarak yokeden lökosit (akyuvar). Kemoterapiden sonra geçici olarak sayıları azalır. Aşırı azalmalarda infeksiyon hastalığına bağlı ateş görülür. |
Glossopleji
Dilin istemli hareketlerini yaptıran dilaltı sinirinin (XII. kafa çifti) felci. |
Granülositler
Sitoplazmasmda çok sayıda ve çeşitte granül bulunan akyuvar türü. |
Glossospazm (dil spazmı)
Dil kaslarının istemsiz kasılmalanyla beliren durum. |
Glottis
Gırtlaktaki ses telleri ve bunlann arasındaki bölgeyi kapsayan organ. |
Glukagon
Pankreas tarafından üretilerek kana verilen, kan şekerini artırıcı etki yapan hormon. |
Gelon (eritem pernö)
Deride genel olarak soğuk etkisiyle ortaya çıkan ve yi-neleyici özellik gösteren kızarıklık ve şişme. |
Gluteus bölgesi
Kalçanın arkasında, kaba etlere denk gelen anatomik bölge. |
Gtiyom
Merkez sinir sisteminde, özellikle beyinde nöroglia (sinir) dokusundan çıkan tümörlerin genel adı. |
Glükagon
Pankreas tarafından üretilerek kana verilen, kan şekerini artırıcı etki yapan hormon. |
Glütamik oksalâsetik transaminaz (got)
GOT kısaltmasıyla belirtilen enzim. |
Gutasyon
Bitkilerin yapraklarından damlalar halinde su atılması. |
Genetik kod
mRNA boyunca üçlü gruplar halinde bulunan ve protein sentezleme sırasında üretilen aminoasit dizilerinin düzenini belirleyen nükleotid dizileri. |
Glütatyon
Glütamik asit, sistein ve glisin adı verilen üç aminoasitin oluşturduğu bir tripeptit. |
Guyon deneyi
Üç kap testi adı da verilen bir inceleme yöntemidir; idrarda kan bulunması (hematüri) durumunda kanın nereden kaynaklandığını belirlemeyi amaçlar. |
Genetik kod (genetik şifre)
Nükleik asit molekülündeki azotlu bazlann diziliş sırası. |
Genital dönem
İnsanda libidonun gelişiminin beşinci ve son evresi. |
Golden her's sendromu
epibulber dermoid tümör dermolipomlarperiartiküler deri kabartısı |
Gükoneojenez
Glikoz olmayan maddelerden, yani aminoasit ve yağlardan glikoz üretimi. |
Genital organlar
Üreme organları |
Golfçü dirseği
Tıbbi adı mediyal epikondilit"" olan ve dirseği tutan bir hastalık. |
Golgi kas-kiriş organı
Kas lifleriyle kiriş demetlerinin birleşme noktalannda bulunan ve ancak mikroskopla görülebilen küçük, oval biçimli oluşumlar. |
Gündüz körlüğü (hemeralopi)
Görme yeteneğinin zayıf ışıkta İyi olmasma karşın güçlü ışıkta zayıf olması. |
Genom
Bir organizmanın sahip olduğu genetik şifrelerin tamamı |
Goll çekirdeği (nucleus gracilis)
Soğanilikte Fasciculus gracilis denen sinir liflerinin son bulduğu sinir hücreleri topluluğu. |
Genom projesi
İnsanın ya da başka canlıların genomlarının tamamının ya da bir kısmının haritasını ve diziliş biçimlerini saptamayı hedeflemeye yönelik araştırmalar. |
Goll demeti (fasciculus gracilis)
Omuriliğin arka kordonunun iç bölümünde yer alan sinir lifleri demeti. |
Genotip
Bir organizmanın gen bileşimi. |
Gommage
Vücudu ölü hücrelerden arındırma |
Genotip*
Bir organizmanın gen bileşimi. |
Gonad
Üreme hücrelerini meydana getiren üreme organları. |
Gerantofili
Kendisinden yaşça büyük kişilerle cinsel ilişkiye girme eylemi. |
Gonadotropin
Testislerden sperm, overlerden yumurta üretmek için bu sistemleri uyarma kapasitesine sahip hormonlardır. |
Hemoroitler
Bazı hemoroit toplardamarlarında ve daha seyrek olarak bir toplardamardaki patolojik genişleme. |
Hemosiderin
Karbonhidrat, protein, yağ ve proteine geriye dönüşümlü olarak bağlanmış üç değerlikli demirden oluşan san-kahverengi renkteki pigment. |
Hemosideroz
Alyuvar hemoglobininden açığa çıkan demiri içeren hemosiderin pigmentinin dokularda aşın miktarlarda birikmesi. |
Hiperprozeksi
Bir tür dikkat bozukluğu. |
Hemositoblast
Çoğalma ve farklılaşma süreçleri sonucunda alyuvarları (eritropoez); nötrofil, bazofil ve eozinofil gibi granüllü akyuvarları (granülositopoez); trombositleri (trombosi-topoez) oluşturan kemik iliğinin kök hücresi. Bak. he-matopoez. |
Hemositometri
Bir alet yardımıyla kanın biçimli hücrelerinin mikroskopta sayılması. |
Halber steedler provezarkii cisimciği
trahom ayırıcı tanısında önemlidir. giemsa ile boyanmış konjonktival epitel kazıntılarında ince bazofilik sitoplazma inklüzyon cisimcikleridir. görülmesi trohomu akut konjonktivitten ayırır. |
Hemospenni
Kanlı sperm çıkarma. |
Hipersomni
Özellikle derin ve uzun uykuya ve uyuklamaya aşın eğilim. |
Hemostatikler
Kanamanın durdurulması için kullanılan çeşitli araçlara verilen ad. |
Halitozis
Nefesin kötü kokması |
Hemostaz
Kanamanın durması. |
Hemoterapi
insan kanı kullanılarak uygulanan tedavi biçimi. |
Hemotoksin
Başta alyuvarlar olmak üzere kan hücrelerini etkileyerek onlan parçalayan bakteri zehirlerine verilen genel ad. |
Hipertansiyon
Yüksek kan basıncı. |
Hemotoraks
Plevra boşluğunda kan birikmesi. |
Hipertansiyon
Yüksek kan basıncı. |
Hallüsinasyon
Gerçekte olmayan şeyleri algılamak. |
Henoch-schönlein purpurası
Çocukluk çağının en sık rastalanan vaskülit (damar iltihaplanması) tipi (erişkin yaşta da görülebilir), çoğunlukla geçici bir hastalıktır ve büyük eklemlerde artrit ve sindirim sistemine ait bulgularla seyreder, bacakların alt kısmında ve kalçalarda iltihaplı kapillerlerin (kılcal damar) cilt içine kanamasıyla oluşan mor renkli cilt döküntüleri vardır. |
Hipertelorizm
İki organ arasındaki uzaklığın normalin üzerinde olması. |
Halotan
Anestezik bir madde. |
Hepatektomi
Karaciğerin kısmen ya da tümüyle cerrahi olarak çıkarılması. |
Hipertiroidizm
Tiroit bezi hormonlarının aşın üretimi sonucu beliren klinik tablo. |
Halüsinasyon
Gerçekte varolmayan bir şeyi görme, işitme veya kokusunu alma, yalancı algılama. |
Hipertoni
Tüm vücut kaslarındaki aşın gerginlik artışı. |
Halüsinojen
İnsana verildiğinde genellikle geçici anormal psikolojik belirtilere yol açabilen maddeler |
Hepatikoduodenostomi
Om'kiparmakbağırsağı ile karaciğerin safra kanalının ağızlaştmlarak birleştirilmesinden oluşan cerrahi girişim. |
Hipertrikoz
Gerek kıllı bölgelerde, gerek kılların bulunmadığı ya da çok az olduğu bölgelerde aşırı kıllanma. |
Halüsinozlar
Hastanın, algıladığı varsanı(*) uyanlarının gerçek olmadığının farkında olduğu patolojik durum; örneğin kronik alkoliklerde rastlanır. |
Hipertrofi
Bir dokunun, organın ya da bütün bir sistemin hücre hacmindeki artışa bağlı olarak büyümesi. |
Hepatit a antivirüs antikoru (total)
Hepatİt A virüsüne karşı antikorlar. |
Hamartom
Yeni oluşmuş kan damarlarında meydana gelen tümör. |
Hepatit a antivirüs ıgm antikoru
epatit A virüsü enfeksiyonunun başlamasından sonra bir hafta içinde ortaya çıkan ve düzeyi 60-80 gün sonra azalan antikor. |
Hipervitaminoz
Aşın vitamin alma sonucunda gelişen hastalık tablosu. |
Hamartroz
Eklem boşluğuna kan dolması. |
Hipervolemi
Vücutta dolaşan kan hacminde artış. |
Hipipion
ön kamarada püy çökelmesi |
Hipnagojik evre
Uykudan hemen önceki uykuya dalma dönemi; kişi sanki gözleri açık uyumaktadır. |
Hepatizasyon (karaciğerleşme)
Akciğerlerin patolojik bîr süreç sonunda karaciğer dokusuna benzeyen bir görünüm kazanması. |
Hipnoanaliz
Psikoterapide hipnozun kullanılmasıyla uygulanan tedavi yöntemi. |
Haploid
Olgun bir üreme hücresinde bulunan kromozom sayısı, vücut hücrelerinin sahip olduğu kromozom sayısının yarısına sahiptir. Kromozom sayısının yarıya inmesi sonucu oluşan "" sayıda kromozom taşıyan hücrelere haploid hücre denir. " |
Hepatografi
Damar yoluyla verilen kontrast maddenin retiküloen-dotelyal sistem hücreleri tarafından tutulması |
Hipnoz
Hypnozis adlı uyku tanrıçasından alan bir kelimedir.Uyku ile uyanıklık arasında kişinin farklı bir bilinç durumunda olduğu hali ifade eder. |
Haploit
Tek bir kromozom takımı kapsayan hücre yada organizma (Örneğin insan gametlerinde bulunan toplam 23 adet kromozom bir haploit oluşturur). |
Hepatokolanjit
Karaciğer ve safra yollarına çeşitli yollarla ulaşan mik- roorganizmaların burada ve çevre dokularda yol açtığı akut iltihabi süreç. |
Hipo
Az ya da yetersiz anlamındaki ön ek |
Hepatom
Karaciğer hücrelerinden kaynaklanan tümör |
Hipoakuzi
İşitme yeteneğinin azalması. |
Hepatomegali
Karaciğerin büyümesi |
Hipoalerjenik
(Hypoallergenic) Kozmetik sanayiinde ürünün cilt reaksiyonu ve/veya hassasiyetine ve alerjiye neden olmayacağını göstermek için kullanılan bir terim. Ancak, üreticilerin bu iddialarını kanıtlamaları henüz bir standart veya yasaya bağlanmadığından bu tür ürünlerde çok dikkatli olunması gerekir. |
Haptoglobin
Kan dolaşımında serbest olarak bulunan hemoglobini taşımakla görevli alfa 2-globülin grubundan serum proteini. |
Hepatopati
Karaciğer hastalığını belirten genel terim. |
Hipoaljezi
Ağrılı uyaranları algılama yeteneğinde bir azalma ile beliren duyu bozukluğu; |
Hepatosentez
Mikroskopla incelemek üzere karaciğerden örnek alma tekniği. |
Hipobaropati
Basıncın ani ya da yavaş bir biçimde düşmesi sonucu gelişen patolojik tablo. |
Hepatosit
Karaciğer dokusunu oluşturan hücre tipi. |
Hepatosplenografî (splenoportografî)
Dalağa doğrudan İyot içeren suda çözünür bir kontrast madde verildikten sonra dalak ve karaciğerin radyolojik yöntemlerle incelenmesi. |
Hipodermit
Hipodermisin (altderi) iltihabı. |
Hepatosteatoz
Karaciğer yağlanması. |
Hipodermofclizi
Ağız ya da damar yoluyla vücuda sıvı ya da çözelti vermeyi olanaksız kılan durumlarda ya da verilecek sıvının yavaş emilmesi istendiğinde kullanılan bir sıvı verme yöntemi. |
Hepatoterapî
Çiğ (ya da az pişmiş) hayvan karaciğeri ya da karaciğer özütleriyle uygulanan tedavi biçimi. |
Hipoestezi
Vücut yüzeyine uygulanan belirli uyanları algılama yeteneğinde azalmayla beliren duyarlılık bozukluğu. |
Herbert nodülleri
trahomda görülen foliküler hipertrofi |
Hipofalamus
Talamusun altında yer alan ve üçüncü beyin karıncığının yan duvarlarını ve tabanını oluşturan yapı. |
Herbivor
Otlarla beslenen hayvanlara verilen genel ad. |
Hipofiz
Beyin tabanında burun arkasının üst kısmına uyan bölgede hormon salgılayan bir bezdir. |
Hipofîz (pitııiter bez)
Sfenoİt (kamamsı) kemiğin tabanında yer alan Türk eyeri adlı (sella turcica) çukura yerleşmiş ve beyne ince bir sapla bağlantı yapan iç salgıbezi. |
Heredoataksi
Merkez sinir sisteminin kalıtım yoluyla geçen hastalıklarına verilen ad. |
Hipofiz hormonları
Hipofiz bezinin salgıladığı hormonlar. Ön, orta ve arka hipofiz hormonları olarak sınıflandırılır. |
Hermafroditizm
Her iki eşeyede sahip canlı |
Hipofizektomi
Hipofiz bezinin çıkarıldığı cerrahi girişim. |
Hermafroditizm (erdişilik)
Aynı kişide erkek ve kadın cinsel organlarının bir arada bulunması. |
Hipofonez
Göğüs kafesi üzerinde yapılan perküsyonla(*) alınan akciğer seslerinin şiddetinde azalma. |
Hermophrodıtıc
Hem kadın hem de erkek cinsel organları olan. |
Hipogalaksi
Doğumdan sonra memedeki süt bezlerinden salgının yetersiz olması. |
Hipogastriyum
Ön karın duvarının orta-alt kısmına denk düşen anatomik bölge; |
Hipogenitalizm
Dış üreme organlannın kişinin yaşına göre yeterince gelişmemiş olması. |
Hipoglisemi
Kandaki şekerin(glikoz) normal değerin altına düşmesi. |
Hipoglossus siniri (dilaltı siniri)
XII. kafa çifti (dilaltı siniri) dilin iç ve dış kaslannı hareket ettiren sinirdir. |
Herpesvirüs
Oldukça büyük, kübik simetri gösteren ve DNA, protein ve fosfolipit içeren virüs grubu. |
Hipogonadizm
Eşey bezlerinin (erbezi ve yumurtalıklar) iç salgı işlevlerinde yetersizlikle beliren durum. |
Heterofori
Gözün hareket kaslarındaki işlevsel denge bozukluğu nedeniyle gözün kayma eğilimi göstermesi. |
Hipoguzi
Tat duyusuna yönelik uyanlara karşı duyarlılığın azalması. |
Heterojen
Değişik karakterlere yada yapılara sahip olan. |
Hipokalsemi
Kandaki kalsiyum düzeyinin düşmesi. |
Hayvan döküntüleri
Hayvanlardan dökülen küçük deri pullan. Alerjinin önemli nedenlerindendir |
Heterokromozom
Farklı iki kromozomun oluşturduğu kromozom çifti, în-sandaki cinsiyet kromozomları bu yapıdadır. |
Hipokampus
Beyin yarıkürelerinin yan karıncıklarından çıkarak gene aynı karıncıkların tabanını döşeyen sinirsel yapıya verilen ad. |
Heteroplazi
Embriyonun gerişimi sırasında bir dokunun farklılaşma sürecinde görülen anomali. |
Hîpokapni
Kısmi karbon dioksit basıncının düşük olmasına bağlı olarak kandaki karbonik asit düzeyinin azalması. |
Heteroseksüel
Karşı cinse ilgi duyan ve karşı cinsle ilişkiye giren kişi. |
Hipoklorhidri
Mide mukozasındaki hidroklorik asit üretiminin yetersiz olması. |
Heteroseksüellik
Bir kişinin karşı cinse duyduğu cinsel ilgi; |
Hipokoli
Dışkı renginin açılması ve genellikle sanmsı bir renk alması |
Heterosis
(melez gücü) Melezlerin atalarına göre kazandıkları üstünlük. |
Hipokondri
Kendi sağlığıyla ilgili olarak aşın endişelenme durumu. |
Heterotaksi
Vücudun sol yanında bulunması gereken organlann sağda yerleşmesiyle (ya da tersi) beliren ender doğumsal oluşum bozukluğu. |
Hipokromi
Alyuvarlardaki hemoglobin miktannın azalması. |
Hipoksi
Oksijen azlığı. Bak. anoksi. |
Heterozigot
Kalıtımla geçen her özellik bir eş kromozom çifti (homolog kromozom) üzerinde karşılıklı olarak yerleşmiş alel adlı genlerle taşınır. |
Hipomani
Manideki boyutlara varmayan, ama onun tüm Özelliklerini şiddeti azalmış biçimde gösteren aşın uyarılma durumu. |
Hipomenore
Âdet kanamasının miktar ve süresinin azalması ile beliren âdet çevrimi bozukluğu. |
Hipoovarizm
Yumurtalıkların iç salgı etkinliğinin azalmasıyla beliren patolojik durum. |
Hipoparatiroidizm
Paratiroit bezlerinin yetersiz hormon üretmesine bağlı hastalık tablosu. |
Hıımor (suyuk)
insan vücudunda değişik yapı ve biyolojik işlevleri olan sıvı ya da yan sıvı maddeleri tanımlayan genel terim. |
Hipopituitarizm
Hipofiz bezinin salgılama etkinliğindeki yetersizlik sonucu gelişen patolojik durum. |
Hdl kolesterol
Yüksek yoğunlukla lipoproteinlerin (HDL) içerdiği kolesterol |
Hırıltılı solunum
Akciğerlerde duyulan gürültülü solunum. |
Hipoplazı
Bir doku ya da bir organın gelişiminin eksik kalması, farklılaşma düzeyine ya da boyutlara ulaşamaması. |
Head bölgeleri
İç organlardan kaynaklanan duyusal reflekslerin yansımayla ulaştığı deri bölgeleri. |
Hipoproteinemi
100 mi plazmadaki protein miktarının 6 gr'nin altına düşmesi |
Heberden nodülleri
Parmakların en uç eklemlerindeki sert şişlikler, tamamen oluştuklarında genelikle ağrısızdırlar - bu nodüller el osteoartritinin tipik belirtisidir. |
Hipopyon
Gözün Ön odasında irin birikmesi. |
Heksoz
Altı karbonlu monosakkarit. |
Hibridizasyon
iki ayn saf ırka ait bireylerin çiftleşmesi; melezleştirme |
Hiporefleksi
Deri yüzeyine ya da kemik-kiriş yapılarına uygulanan mekanik uyanlara karşı ortaya çıkan sinir reflekslerinin zayıflaması. |
Hibridizasyon (melezleme)
Birbirini bütünleyen iki DNA zincirinin biraraya gelerek ikili sarmal biçimindeki molekülü oluşturması. |
Hiportansiyon
Düşük kan basıncı |
Hiposekresyon
İÇ salgıbezlerindekİ salgı yapımında azalma |
Heliyoterapi (güneş tedavisi)
Güneş ışınlarının organizma üzerindeki olumlu etkilerinden yararlanan tedavi tekniği. |
Hipospadias
Penisin doğumsal bir şekil bozukluğudur. İdrar yolunun son kısmı olan üretra'nın dışa açılan deliğinin normal yerinde değil, penisin alt yüzünde herhangi bir yerde olması halidir. |
Helmintiyaz
Organizmada asalakların yof açtığı hastalıkları tanımlayan genel terim. |
Hidramniyos (amniyon sıvısı fazlalığı)
Amniyon kesesinde aşın amniyon sıvısı birikmesi |
Hipospadya
Siyeğin penis ucu yerine penisin alt yüzüne açılmasıyla beliren doğumsal oluşum bozukluğu. |
Hidrartroz
Eklem boşluğunda sıvı birikmesiyle beliren patolojik durum |
Hemaglütinasyon
Kan yuvarlarının aglütinasyonu. |
Hidratasyon
Organizmaya aşın su alınmasını belirten terim. |
Hipostaz
Ölümden sonra kanın yerçekimi etkisiyle vücudun alt bölümlerinde göllenmesi. |
Hidroadenom
Derideki ter bezi ya da apokrin bez (dış cinsel organlar çevresinde bulunan ter bezleri) hücrelerinden kaynaklanan iyi huylu tümör. |
Hipostenüri
İdrarın Özgül ağırlığının normalin altında olması. |
Hemanjiom
Kan damarlarından dogan urlar. |
Hidrofobi (su korkusu)
Sıvılardan ve özellikle sudan aşın ölçüde korkma. |
Hiposürrenalizm
Böbreküstü bezlerinin etkinliğinde azalmayla beliren patolojik durum; böbreküstü bezi yetmezliği |
Hemanjiyom
Genişlemiş kan damarlarının iyi huylu türmörü. |
Hipoşili
Mide mukozasının yetersiz çalışmasına bağh olarak mide suyunda pepsin ve hidroklorik asit azlığı. |
Hemanjiyoperisitom
Kılcal damarların dış yüzeyindeki perisit adlı hücrelerden kaynaklanan ve ender görülen bir tümör. |
Hipotalamus
Ön beynin alt bölgesi olup bazı organ ve bezlerin çalışmasını düzenleyen kısmı. |
Hemartroz
Eklem boşluğuna kan dolması. |
Hidroksiprolin
Kemik kollajeninin yapısındaki önemli madde. |
Hipotansiyon
Düşük tansiyon ya da Hipotansiyon, düşük kan basıncı demektir; sistolik kan basıncının 90 mmHg'dan az olmasıdır.
Normal kan basıncının alt limitleri bireyden bireye değişmekle birlikte, sistolik 90, diastolik 60 mmHg kabul edilmektedir. Hipotansiyonun nedeni parasempatik sinir faaliyetinin artması ya da başka rahatsızlıklardır. ve genelde halsizlik sendromu göstermektedir.Vücuttaki sodyum ve iyonları dengesizliği ve yetersizliğinde de görülebilmektedir.
Tansiyon, ateşli hastalıklar sırasında, büyük kanamalardan sonra, iç salgı bezi bozukluklarında veya herhangi bir hastalıktan sonraki iyileşme döneminde düşer. Bazı kadınların aybaşı hallerinde, veya sıcakta fazla ter kaybından sonra veya sinirli kimselerde de tansiyon düştüğü görülür. Devamlı olarak tansiyon düşüklüğü önemli bir hastalığın işareti olabilir.
Tansiyon düşüklğünde sık görülen şikayetler; başdönmeleri, kulak çınlaması, ve bayılmadır.
Düşük Tansiyon Nedenleri
*Kalp hastalıkları
*Kanama
*Kansızlık
*Enfeksiyon.
*İlaçlar
Tansiyon Düşüren İlaçlar
*Tansiyon ilaçları
*Kalp ilaçları
*İdrar söktürücüler
*Psikolojik ilaçlar
Tedavi genellikle gerekmez. |
Hemartroz
Eklem boşluğuna kan dolması. |
Hidrokusyon
Soğuk suya girmeye bağlı olarak bilinç kaybı ve ani solunum durmasıyla beliren bayılma. |
Hipotermi
Vücut sıcaklığının normal değerlerin altına düşmesi. |
Hidrolazlar
Bir kimyasal bileşiğin iki atomu arasındaki bağlan su molekülü yardımıyla çözen enzimler grubu. |
Hipotiroidizm
Tiroit bezinin yetersiz çalışması sonucunda beliren hastalık tablosu. |
Hidroliz
Bir molekülün kovalent bağlarının su ile parçalanarak ayrılan kısımların birine H diğerine OH grubunun eklenmesi. |
Hipotoni
Kas gerginliğinde azalma. |
Hematofobi
Kan görmekten korkma. |
Hidroperikardiyum
Perikart (kalp zarı) boşluğu içine sıvı toplanması. |
Hipotonik
İzotonik sıvıdan daha düşük osmotik basınca sahip olan sıvı. |
Hematoidin
Kanın çeşitli nedenlerle (derialtı ve kas içindeki kanamalar, hemartroz vb) damar dışına çıkmasının ardından hemoglobinin parçalanmasıyla oluşan ve kanamanın olduğu dokuda biriken pigment. |
Hidropizi
Derialtı dokusunda ve organizmanın çeşitli seröz boşluklarında sıvı birikmesiyle beliren durumlan tanımlayan ve günümüzde artık kullanılmayan terim |
Hipotrofî
Bir organ ya da dokuda hücre sayısı ve hacim azalması, ileri düzeyde hipotrofi, yanlış da olsa atrofi terimiyle karşılanmaktadır |
Hematokolpos
Himenin (kızlık zarı) doğumsal bir anomali nedeniyle delik olmamasına bağlı olarak görülen patolojik durum. |
Hidropnömotoraks
Hidrotoraks (akciğer zarı boşluğunda sıvı toplanması) ve pnömotoraksm (akciğer zan boşluğuna hava girmesi) birlikte görüldüğü ağır durum. |
Hipovitanunoz
Vitamin eksikliğine bağlı olarak beliren hastalık tablosu. |
Hematokrit
Kandaki eritrositlerin % olarak belirtilen toplam hacmi. |
Hidrops
Organizma boşluklarında ya da dokulannda seröz nite-tikle StVt toplanması. |
Hipozmi
Koku alma duyusunun azalması. |
Hematolog
Kan hastalıkları uzmanı. |
Hidrosalpenks
Fallop borusu(*) içinde sıvı birikimiyle beliren patolojik durum. |
Hematoloji
Kanın ve kan hücrelerini yapıcı organların (kemik iliği, lenf organları, dalak) hastalıkları ile uğraşan bilim dalı. |
Hidrosefali
Beyin kanncıklarındaki beyin-omurilik sıvısının (BOS) basıncının artmasıyla beliren patolojik durum. |
Hematom
Organ içerisinde veya aralarında kan birikmesi. |
Hidrosel
Erbezini saran seröz zar boşluğunda sıvı toplanmasıyla beliren patolojik durum. |
Hematomiyeli
Omurilikte kanama. |
Hidroterapi
Bir tür fizyoterapi. Normal yüzme havuzundan daha sıcak olan (genellikle 37-38°C) bir ılık su havuzunda bir uzman tarafından egzersiz yaptırılması. |
Hematopoez
Kan hücrelerinin (alyuvar, akyuvar) yapımı ve olgunlaşma süreci. |
Hidrotoraks
Akciğer zarı boşluğunda değişen miktarlarda sıvı birikmesi. |
Histerektomi
Dölyatağımn bütününün ya da dölyatağı boynuna kadar olan bölümünün (kısmi histerektomi) çıkarıldığı cerrahi girişim. |
Hematoraetra
Dölyatağı boşluğunda âdet kanının birikmesiyle beliren patolojik durum. |
Hidroüreter
Bir ya da her iki idrar borusunun çapındaki artışla beliren patolojik durum; |
Hîsterometri
Histerometre adındaki ölçekli, metalden yapılmış bir alet yardımıyla dölyatağı boşluğunda yapılan ölçümler. |
Hematosalpenks
Bir ya da her iki Fallop borusunda (salpenks) kan birikmesiyle oluşan patolojik durum. |
Hidrozadenit
Derideki ter bezlerinin iltihabı. |
Histeropeksi
Dölyatağının konumunu düzeltmek amacıyla uygulanan cerrahi girişim. |
Hematosel
Testis torbalarında kan birikmesi. |
Hifema
ön kamarada kan çökelmesi |
Histerosafpingografi
Dölyatağı boşluğuna X ışınlarını geçirmeyen bir madde (radyoopak sıvı) verilerek uygulanan, dölyatağı ve Fal-lop borularının (salpenks) radyolojik incelemesi. |
Highmore cismi
Erbezİnin orta hattında bulunan dikey bölme (mediasti-num testis). |
Histeroskopi
Rahim içini optik bir alet yardımıyla girip izlemektir. |
Histiyosit
Organizmadaki bağdokuda dağınık olarak bulunan hücreler |
Hemianopsi
Genellikle görme çaprazım (optik kiyazma) İlgilendiren çeşitli patolojik süreçlere bağlı olarak görme alanının yansının kaybı. |
Histiyositom
Histiyosit içeren bağdoku tümörü. |
Hemiatrofi
Bir anatomik yapının yansında küçülmeyle beliren pa- tolojik durum. |
Hilus
Organlarda büyük damar ve sinirlerin, akciğerlerde solunum yollarının giriş kapısı. |
Histojenez
Embriyon hücresinin farklılaşıp gelişerek olgun dokuları oluşturması; doku oluşumu. |
Hemikolektonü
Kalınbağırsağın ağır patolojik süreçlere bağlı olarak işlev bozukluğu ya da doku Ölümü gösteren yansının (sol ya da sağ) cerrahi girişimle çıkanlması. |
Histokimya
Hazırlanmış doku kesitlerinin, kimyasal ve fiziksel analiz yöntemleri kullanılarak kimyasal özelliklerinin incelenmesi. |
Hemilaminektomi
Bİr omurun sol ya da sağ yapraksı çıkıntısının (lamina) cerrahi girişimle çıkanlması. |
Histoloji
Dokuları inceleyen bilim dalı |
Himenotomi
Kızlık zarının cerrahi girişimle kesilmesi. |
Histon
Kromozomlarda nükleik asitlere bağlı olarak bulunan protein. |
Histopatoloji
Histolojinin yöntemlerini kullanarak patolojik süreçlerin bir dokuda yol açtığı değişiklikleri inceleyen patoloji dalı. |
Hiperaldosteronizm
Böbreküstü bezleri tarafından aşın aldosteron salgılanması ile beliren patolojik durum. |
Histoplasma capsulatum
insanda histoplazmoz adı verilen hastalığa yol açan mantar türü, insana bulaşma, özellikle evcil ya da yabanıl hayvan (tavuk, yarasa ve öteki kuşlar) dışkısıyla kirlenmiş toprakta bulunan mantar sporları ve birlerinin solunmasıyla gerçekleşir. |
Hiperalimentasyon
Aşın besin alma; bunun sonucu olarak yağ dokusu ve vücut ağırlığı artar. |
Hiyalinoz
Organizmanın çeşitli yapılarında glikoproteinden oluşmuş hiyalin maddesinin (camsı madde) birikmesiyle beliren patolojik süreç. |
Hiyaloplazma
Protoplazmanın akışkan bölümü. |
Hemoaglütinasyon
Özgül antikorların etkisi (bak. hemoaglütinin; kriyoag-lütinin) ya da başka mekanizmalarla kandaki alyuvarların kümeleşmesi. |
Hiyoit kemiği (dil kemiği)
Ortada boynun ön bölümünde yer alan, tek, simetrik, at nalı biçiminde kemik. |
Hemoaglütinin
Alyuvarlar başta olmak üzere kanın biçimli öğelerinin kümeleşmesine ya da kümeleşerek çökmesine neden olan antikorlar. |
Hiperazotemi
Kandaki üre miktarının 0,40 gr/lt'nin üzerine çıkması. |
Hemoblastoz
Kan hücreleri ve kan yapımına katılan dokularda tümöre benzer biçimde hücre çoğalmasıyla beliren hastalıklar için kullanılan genel terim. |
Hiperbaroterapi
Hastanın atmosfer basıncından daha yüksek basınçlı bir odaya (yüksek basınç odası) yerleştirilmesiyle uygulanan tedavi yöntemi. |
Hemodilüsyon
Organizmada aşın su tutulması ya da sıvı alımı sonucu kanın sıvı bölümünün hacminin artması |
Hemodinamik
Kanın damarlardaki hareketini düzenleyen fiziksel ilke ve kuralları inceleyen fizyoloji dalı. |
Hoelen
Yüzeysel (harici) olarak uygulandığında antibakteriyel, koruyucu, yara iyileştirici ve su birleştirici özellikleri vardır. |
Hemodiyaliz
Kandaki artık maddelerin mekanik yolla uzaklaştırılması |
Hiperemi
Organizmanın belirli bir bölgesindeki kan miktarındaki artma. |
Homeopati
1796'da S. C. F. Hahnemann'ın "İlaçların Erdemlerini Keşfetmede Kullanılacak Yeni Bir İlke Üzerine Deneme" adlı yapıtıyla tanıttığı öğreti. |
Hemofil
Kanın normal sürede pıhtılaşmaması şeklinde kendini gösteren, erkeklere has bir çeşit kan hastalığıdır. Halk arasında kanama hastalığı denir. Irsi bir hastalıktır. Doktor tedavisi gerekir.
Bu hastalığa tutulanların; az su içmeleri ve limon, portakal, kiraz veya ahududu yemeleri tavsiye edilir. Ayrıca vücudun herhangi bir yerinde kanamaya neden olabilecek davranışlardan da kaçınmaları gerekir |
Homeostasi
Bir organizmanın içinde yaşadığı ortamla madde alış verişi yaparak, kendi iç ortamını belli sınırlar arasında dengede tutması. |
Hemofili
Hemofili çoğunlukla genetik geçiş gösteren , vücutta kanın pıhtılaşma sisteminde rol alan ve pıhtılaşma faktörleri olarak adlandırılan proteinlerin eksikliği veya yokluğu nedeniyle ortaya çıkan ve pıhtılaşma bozukluğu yaratan nesilden nesile geçen kalıtsal bir kan hastalığıdır
Kanın vücutta dolaşmasını sağlayan kan damarları venler, arterler ve kılcal damarlardan oluşur. Bu da damarlardan herhangi bir tanesinde hasar meydana gelmesi durumunda iç kanama meydana gelir. Normal şartlarda kan damarı hasar gördükten hemen sonra travmanın damar üzerine etkisiyle damar duvarı kasılır ve "Trombosit" adı verilen kan hücreleri devreye girerek hasarlı bölgede "Trombosit Tıkacı" adı verilen geçici bir tıkaç oluşturur. Damardaki yırtılma küçükse, bu tıkaç kan kaybını tek başına durdurabilir, fakat delik büyükse kanamayı durdurmak için Trombosit tıkacına ek olarak kanın pıhtılaşması da gerekmektedir. Bu aşamada, pıhtılaşma faktörlerine ihtiyaç vardır. Pıhtılaşma faktörlerinin devreye girmesiyle oluşan Fibrin İplikçikleri, Trombositleri, kan hücrelerini ve plazmayı da içine alarak kan pıhtısını oluşturur.
Hemofili'de ise yeterince güçlü bir kan pıhtısı oluşamamaktadır. Bu nedenle bir Hemofili hastasında vücut içi veya vücut dışı ciddi bir travma meydana gelirse, hastaya genellikle pıhtılaşmanın sağlanması için tıbbi müdahale gerekir. Hemofili hastalarının kanamaları normal bir insandan daha hızlı kanamaz, fakat kan kaybının süresi uzundur. Hemofili erkeklerde görülen ciddi bir kan hastalığıdır.Türkiye’de 4000 Hemofili hastası vardır ve her yıl bu sayıya 100 kişi daha eklenmektedir.
Hemofili Tedavisi
Hemofili hastalarında meydana gelen kanamalar, olmayan faktörün yerine konması ile durdurulabilir. Bunun için iki çeşit faktör üretilmektedir:
Plazma kaynaklı faktörler: insanlardan toplanan kanlar bir havuzda toplanır, faktörler ayrıştırılır, viral inaktivasyondan (kan içinde olabilecek viruslar temizlenir) geçer ve paketlenir. Bu ürünler her ne kadar viral inaktivasyon yöntemlerinden geçmekteyse de insandan insana bulaşabilecek bir takım virusları taşıma riski vardır.
Rekombinat DNA teknolojisi ile elde edilen faktörler: insülinin üretimi gibidir. Bir vektör kullanılarak faktör elde edilmektedir. İçinde insana ait herhangi bir madde olmadığı için hastalık bulaştırma riski yoktur. Ürünümüz bu yolla elde edilir.
|
Homeostaz
Yaşamın devamı için düzenleyici sistemler yardımıyla organizmanın iç ortamının sabit tutulması. |
Hemoglobınopatı
Alyuvarlarda anormal hemoglobin bulunmasıyla beliren patolojik durum. |
Hiperfonezi
Akciğerlerde hava artışına bağlı olarak göğüs kafesi üzerinde yapılan perküsyonla (bir elin parmaklarıyla Öteki elin sırtına vurularak bu elin altındaki bölgeden gelen sesin dinlenmesi) alınan seste artış. |
Homojen
Bütün birimleri aynı yapıdaki, aynı nitelikte olan |
Hemoglobin
Eritrositlerin (alyuvarların) içindeki, dokulara oksijen taşıyan renkli madde. Elektronik kan sayımı cihazlarının çıktılarında HBG"" şeklinde belirtilir" |
Homolog kromozom
Biri anneden, diğeri babadan gelen aynı gen çiftine sahip kromozomlar. |
Hemoglobin a2 (a2 hemoglobini)
Alyuvarın içerdiği normal bir hemoglobin türü. |
Homoseksüel
Kendi cinsine ilgi duyan kişi. |
Hemoglobin f
Dölüt kanında önemli miktarlarda görülen bu hemoglobin türü doğumdan sonra bütünüyle kaybolur. |
Homoseksüellik (eşcinsellik)
Bireyin cinsel ilgi ve isteğinin, kendisiyle aynı cinsten kişilere yönelmesiyle beliren bir cinsel sapma türü. |
Hemoglobinim
idrarda hemoglobin çıkması. |
Hipergonadizm
Erbezi ve yumurtalıklardan aşırı miktarda cinsiyet hormonu salgılanmasıyla beliren durum. |
Homotransplantasyon (homolog transplantasyon)
Aynı türün bireyleri arasında uygulanan doku ya da organ nakli. |
Hemokaterez
alyuvar yıkımı |
Hiperhidratasyon
Organizmada aşırı sıvı birikmesiyle gelişen patolojik durum. |
Homozigot
Bir genin eş iki alelini taşıyan birey. |
Hemokromatoz
Demir elementinin aşirı miktarda emilmesi ve depolanmasının karaciğer gibi bir çok organda hasar oluşturduğu ve işlev bozukluğuna yol açtığı genetik bir hastalık. |
Hordeolum
(arpacık) Bir veya birden fazla Zeis veya Moll bezinin (dış hordeolum) veya Meibom bezlerinin (iç hordeolum) -meibom arpacığı- akut, lokalze, pyojenik infeksiyonu |
Hemokromositometrik inceleme (tam kan sayımı)
insan kanındaki hücrelerin İncelenmesi. |
Horlama
Horlamanın nedenleri çeşitlidir. Derin bir uyku, sırt üstü yatmak horlamaya neden olabileceği gibi; burun polipleri, burnun çarpık olması, burun iltihabı, burunda ahtapot ve ağzı kapayamamak da neden olabilir.
Yan yatarak uyumak, belin tam ortasına küçük bir lastik top koyarak yatmak horlamayı önler. Bu tedbirlerle geçmeyen horlamalarda, gerçek neden bulunup ona göre bir tedavinin uygulanması gerekir |
Hemokültür
Kanında mikrop bulunduğu düşünülen bir enfeksiyon hastasından alınan kan örneğinin uygun besiyerine ekilerek mikroorganizmanın üretilmesi. |
Horlama
Horlamanın nedenleri çeşitlidir. Derin bir uyku, sırt üstü yatmak horlamaya neden olabileceği gibi; burun polipleri, burnun çarpık olması, burun iltihabı, burunda ahtapot ve ağzı kapayamamak da neden olabilir.Yan yatarak uyumak, belin tam ortasına küçük bir lastik top koyarak yatmak horlamayı önler. Bu tedbirlerle geçmeyen horlamalarda, gerçek neden bulunup ona göre bir tedavinin uygulanması gerekir. |
Hemolitik sarılık
Kandaki alyuvarların tahrip olması sonucu safra, kana karışır. Hastanın idrar rengi normal, büyük tuvaleti ise koyudur. |
Hiperkeratoz
Üstderinin boynuzsu katmanındaki kalınlaşmaya bağlı olarak deri kalınlığının artması. |
Hormon
Endokrin bezden salınan, kanda dolaşan ve vücudun çeşitli yerlerinde geniş bir etkiye sahip kimyasal maddelerdir. |
Hemoliz
Alyuvarın parçalanarak hemoglobin içeriğinin açığa çıkması. |
Hormon tedavisi
Organizmadaki hormon eksikliğini gidermek için uygulanan tedavi. |
Hemolizanlar
Hangi yolla olursa olsun organizmaya girdiklerinde alyuvarların parçalanmasına, yani hemolize yol açan maddeler. |
Hiperkolesterolemi
Kanda kolesterol düzeyinin 250 mg/100 ml'nin üzerine çıkması. |
Hormonlar
Belirli hücrelerde üretilerek salgılanan ve kan yoluyla organizmanın Öteki hücrelerine taşınarak bunların üzerinde özgül etkiler gösteren kimyasal maddeler. |
Hemolizin
Değişik mikroorganizmaların (stafilokok, streptokok, pnömokok, klostridyum) ürettiği zehirli madde. |
Hiperkortikosürrenalizm
Böbreküstü bezlerinin aşın çalışması. Bak. hipersürrenalizm. |
Hovvell zamanı
Pıhtılaşmanın genel olarak değerlendirilmesi amacıyla uygulanan bir laboratuvar incelemesi. |
Hemopati
Kan ve kan yapıcı organların (kemik iliği, dalak, lenf bezleri) hastalıklarını belirten genel terim. |
Hiperkromazi
Pigment fazlalığı gösteren. |
Hpl (insan plasenta! laktojen)
Meme bezlerini uyaran etene hormonu |
Hemoperikard
Kalp boşluğundan yada kalpten çıkan büyük damarların başlangıç noktasından kalp zarı boşluğuna kan geçmesi |
Hiperkromi
Deriye rengini veren maddenin (pigment) miktarındaki artış sonucunda deri renginin koyulaşması |
Human koryonik gonadotropin (hcg)
Gebelikte plasentadan salınan bir hormondur. Corpus luteum ve progesteron üretiminin ömrünü uzatarak gebeliği korur. Ayrıca gebelik testini pozitif kılar. |
Hemoperikart
Kalp boşluğundan ya da kalpten çıkan büyük damarların başlangıç noktasından kalp zan boşluğuna kan geçmesi. |
Hemoperiton
Kann zarı (periton) boşluğuna kan geçmesi |
Hipermenore
Âdet kanamasının miktarının ve süresinin artmasıyla beliren âdet çevrimi bozukluğu. |
Hemoptizi
Akciğerler veya solunum yollarından öksürme ya da tükürmeyle kan gelmesi, Kan tükürme. |
Husye torbası şişliği
Husye torbası (erbezi) şişkinliklerinde; nedenin ne olduğunu araştırmak gerekir. Bazı şişliklerde, husye torbasının görünüşü ışık geçirecek kadar şeffaflaşır. Bazıları da ağrılı olur. Husyelerde, şişlik ile birlikte ağrı da hissedilirse, iltihaplanma veya kanama ihtimali vardır. |
Dokunma
Vücut yüzeylerinin dış ortamdaki çeşitli etkenlerle ilişkisini sağlayan duyarlılık. |
Dejeneratif eklem hastalığı
Osteoartrit. |
Dolama
Streptokok ya da stafilokok türü bakterilerin parmak uçlarında oluşturduğu akut, İrinli enfeksiyon. |
Dekalsîfîkasyon
Kemik dokusundan kalsiyum tuzlarının kaybedildiği patolojik durum. |
Dolama
Şeytan tırnağı veya parmağa iğne ya da kıymık batması sonucu, tırnak dibinde meydana gelen iltihaplanmaya; halk arasında dolama, tıp dilinde paronychia denir. Başlangıçta kırmızı bir benek halindeyken daha sonra içi dolu sivilceye dönüşür. Dolama, kan zehirlenmesine neden olabilir. Bu nedenle ihmal edilmeden doktora başvurmak gerekir. Alkol pansumanı veya sıcak su kompresi çok faydalıdır. |
Dekolman
Bir organın katmanlarında çeşitli hastalıklar nedeniyle gelişen ayrılma (örneğin ağtabaka, etene ya da epifiz dekolmanı). |
Dilatasyon
Bir atardamar ya da göz bebeği gibi bir organ ya da kanalın genişlemesi ya da açılması. |
Dolaşım sistemi (kardiyovasküler sistem)
içinde kan ve lenfin dolaştığı anatomik yapıların bütünü; bu dolaşımın amacı, tüm dokulara oksijen ve metabolizma etkinlikleri İçin gerekli maddelerin ulaştırılması ve hücre metabolizması artıklarının dokulardan uzaklaştırılmasıdır. |
Dekompresyon
Baskı yapan gücün veya baskının kaldırılması. |
Dolaşım şantı
iki kan damarının kılcal damar ağının aracılığı olmaksızın doğrudan birbirine bağlandığı durumlar İçin kullanılan genel terim. |
Dekonjessan
Konjesyonu (şişme) azaltan, dekonjessif. |
Dimorfizm
Bir türün iki farklı forma sahip olma durumu. |
Dolikokolon
Kalınbağırsağın anormal uzunlukta olduğu yapı bozukluğu. |
Dekortikasyon
Bir organı saran seröz kılıfın bâzı patolojik olaylara bağlı olarak büzülerek ya da çevredeki dokulara yapışarak ilgili organın işlevlerini engellemesi durumunda başvurulan cerrahi girişim. |
Dolikosefali
Ön-arka yönde uzamış kafatası biçimi. |
Dekstrokardi
Normalde göğüs boşluğunun sol yarısında yer alan kalbin sağ göğüs kafesinde bulunması. |
Diphyllobothrium latum
insanda ağır kansızlığa yol açan yassı bağırsak asalağı. |
Domain
Bir protein içerisinde bulunan ve kendine ait bir fonksiyona sahip bölüm. Tek bir protein içindeki domain bölümleri, hep birlikte proteinin total fonksiyonunu belirler. |
Dekstroz
Altı karbon atomu içeren ve genel olarak glikoz olarak bilinen monosakkarit. |
Dekstroz (glikoz)
Kanda bulanan basit bir şeker; meyva bitki ve balda da bulunur |
Diploe
İki kemik yaprağı ya da katmam arasında bulunan sün-gersi kemik. |
Dong quaı
Düzensiz ay başı veya menopoz sorunlarını tedavi etmek için kullanılan geleneksel bir Çin bitkisi. |
Diploid
2n kromozom takımı taşıyan hücre. |
Donma
Normalde vücudun iç sıcaklığını 37°C dolayında tutan ısı düzenleyici mekanizmaların işlevinin bozulmasına ve yetersizliğine bağlı, ölümcül olabilen sendrom. |
Diploid*
2n kromozom takımı taşıyan hücre. |
Donmalar
Üşümenin en ağır şekline donma denir. Donan kişiyi birdenbire ısıtmamak gerekir. Böyle durumlarda yapılacak ilk iş; vücuda bir battaniye sarıp, ılık bir yere taşımak; orada başı hafif geriye doğru olmak üzere sırtüstü yatırmak, kol ve bacaklarını soğuk su ile iyice ovmaktır. Limonsuyu ile masaj yapılabilir. |
Diploit sayı
Sperm ve yumurta hücresindeki (gametler) kromozom sayısının (haploit sayı) iki katı kromozom sayısını belirten terim; gametteki kromozom sayısı n ile gösterildiğinde, diploit sayı 2n'e eştir |
Donmalar
Üşümenin en ağır şekline donma denir. Donan kişiyi birdenbire ısıtmamak gerekir. Böyle durumlarda yapılacak ilk iş; vücuda bir battaniye sarıp, ılık bir yere taşımak; orada başı hafif geriye doğru olmak üzere sırtüstü yatırmak, kol ve bacaklarını soğuk su ile iyice ovmaktır. Limonsuyu ile masaj yapılabilir. |
Delesyon
Bir tip kromozom mutasyonu sonucunda DNA daki bir bazın yada bazların yok olması hali. |
Dipsomani
Düzenli aralıklarla ortaya çıkan karşı koyulamaz alkol İçme isteği. |
Dopa (3,4-dihidroksifenilalanin)
Tirozinaz enziminin etkisiyle fenilalaninin yükseltgen-mesi sonucu oluşan kimyasal madde. |
Delik (foramen)
Anatomide kemiklerin ya da yumuşak dokuların içinden geçen ve gerekli bağlantıyı sağlamaya yarayan açıklıklar. |
Dopamin
Dopadan karboksil grubunun ayrılmasıyla oluşan adrenaline benzer madde. |
Doping
Bir sporcunun yanşma verimini artırmaya yönelik maddelerin kullanılması. |
Deltoit kas
Omza yuvarlak biçimini veren yüzeysel ve hacimli kas. |
Direnç ölçümü
Orta kulaktaki akustik direncin ölçümü için kullanılan yöntemlerin tümü. |
Doppler etkisi
Ses kaynağının yaklaşmasına ya da uzaklaşmasına göre bir gözlemci bakımından ses titreşimlerinin artması ya da azalması biçiminde ortaya çıkan etki |
Delüzyon
Kişiyi doğru olmadığına ikna etmekte güçlük çekilen yanlış düşünce ya da inanç; kuruntu. |
Dorsal
Bir organizmanın sırt kısmı |
Dirsek kası (musculus anconeus)
Dirseğin arkasında bulunan kas. |
Dosimazi
Adli tıpta ölümden önce solunum eyleminin gerçekleşip gerçekleşmediğini (doğumda bebeğin canlı olup olmadığını) saptamak amacıyla bir yenidoğanm kadavrasının değişik organlan üzerinde yapılan test. |
Doz
Bir ilacın tedavide kullanılan miktarı. |
Disakkaritler
Oksijen köprüsüyle bağlanmış iki monosakkarit molekülünden oluşan karbonhidrat ya da şekerler. |
Dozimetri
Canlı bir organizmanın ya da ışın biyolojisinde bir maddenin emdiği ışın dozunun, doğrudan ya da dolaylı ölçümle saptanması. |
Disendokrinizm
İç salgı (endokrin) bozukluklarını belirtmek için kullanılan genel terim. |
Döküntü
Deride geniş alanlar üzerinde ya da yaygın olarak düzensiz kırmızı lekelerin ortaya çıktığı hastalık belirtisi. |
Döl yatağı
Uterus. Dişi üreme sisteminde, fetusu doğuma kadar beslemek ve barındırmakla görevli kas yapısında bir organdır. |
Disfonî
Organik ya da işlevsel kökenli her türlü ses bozukluğuna verilen genel ad. |
Döllenme
Yumurta ve spermin birleşmesi. |
Demiyelinizasyon
Sinir liflerinin etrafını saran myelin tabakasının kaybı. |
Disfonksiyon
Genel olarak bir organın, dokunun ya da sistemin işlevinde ortaya çıkan olumsuz değişikliği belirtmek için kullanılan terim (nitel ya da nicel olabilir). |
Döllenme borusu
Spermlerin yumurtayla birleştiği ve zigotu oluşturduğu tüp. |
Demonstrasyon
Göstererek öğretme. |
Disfori
Çevreye ilginin kaybolduğu, kötümserliğin ortaya çıktığı ve genellikle aşırı uyanlmışlığın eşlik ettiği bir keyifsizlik durumu. |
Dölüt
İnsanlarda, gebe kalındıktan sonra sekiz haftadan, doğmadan önceki döneme kadar anne karnında olan bebeğe verilen ad. |
Demoralizasyon
Moral çöküntü. |
Dölüt (fetüs)
Dölütsel yaşamın onuncu haftasından sonra, yani insan türüne özgü dış yapısal özellikler kazanıldıktan sonra gelişmekte olan yavrunun durumunu belirten terim; |
Disgerminom
Ender görülen bir yumurtalık tümörü. |
Dölyatağı
Kadınlarda orta çizgi üzerinde tek olarak yer alan üreme organı. |
Denervasyon
Sinirsel bağlantıların kesilmesi. Normalde bir kas, sinirsel uyanya yanıt olarak kasılır. |
Dölyatağı afonisi
Dölyatağındaki kaslann doğum sırasında kaşıtmaması ya da az kasılması. |
Dishidroz
Özellikle el ve ayaklarda anormal terlemeyle ortaya çıkan bir deri hastalığı. |
Dölyatağı ekleri iltihabı
adneksit |
Disk problemleri
Lomber (bele ait) disk hastalıkları, yani bel fıtığı. Doku: Belli bir işlevi yerine getirmek üzere özelleşmiş olan daha çok veya daha az uniform (tek tipte) hücre topluluğu. |
Dölyatağı hiperkinezîsi
Doğum sırasında dölyatağı kasılmalarının şiddet ve sıklığının patolojik olarak artması. |
Deoksikolik asit
İnsan safrasında bulunan safra asiti. |
Diskeratoz
Epidermisteki hücrelerde keratinizasyon(*) sürecinde görülen bozuklukları tanımlayan genel terim. |
Dölyatağı retrofleksiyonu
Dölyatağının uzunlamasına ekseninin arkaya doğru bükülmesi. |
Deoksiribonukleik asit (dna)
Canlılardaki yönetici molekül. Genetik bilgileri içeren ve hücre çekirdeğinde yer alan ikili sarmal molekül |
Dölyolu
Kadınlarda dölyatağı ve dış cinsel organlar (vulva) arasında bulunan üreme organı. |
Deoksiribonukleotid
DNA'nın yapıtaşı olan molekül. |
Diskopati
Omurlar arasındaki disklerin hastalığı. |
Dölyolu akıntısı
Halk arasında beyaz akıntı; tıp dilinde ise; Gleet denilir. Arasıra görülen beyaz akıntı pek önemli değildir. Çünkü üşütmek, ruhi bunalım, uzun süren bir hastalık veya yüksekçe bir yerden düşmekten kaynaklanabilir.
İç çamaşırında krem rengi beyazlıkta bir leke görülür. Kuruduğu zaman kahverengiye çalan sarı bir renk alır. Önce beyaz akıntının nedenini bulmak gerekir. |
Deoksiribonükleik asit (dna)
Canlılardaki yönetici molekül. Genetik bilgileri içeren ve hücre çekirdeğinde yer alan ikili sarmal molekül |
Dölyolu akıntısı
Halk arasında beyaz akıntı; tıp dilinde ise; Gleet denilir. Arasıra görülen beyaz akıntı pek önemli değildir. Çünkü üşütmek, ruhi bunalım, uzun süren bir hastalık veya yüksekçe bir yerden düşmekten kaynaklanabilir. İç çamaşırında krem rengi beyazlıkta bir leke görülür. Kuruduğu zaman kahverengiye çalan sarı bir renk alır. Önce beyaz akıntının nedenini bulmak gerekir. |
Deoksiriboz
C5H10O4 bileşiminde olan ve DNA'nın yapı birimlerinden biri olan şeker. Genel adı pentoz olan monosakkarit. |
Diskromatopsi
Renklerin kusurlu görülmesi. |
Dölyolu sıvısının incelenmesi
Başta Trichomonas vaginalis ve Candida albicans olmak üzere vajinit (dölyatağı İltihabı) etkenini belirlemeyi sağlayan inceleme tekniği. |
Deontoloji
Aynı meslek grubunda olan insanların birbirleri ile olan ilişkilerinde uyulması öngörülen ahlaki, moral değerler. |
Diskromi
Üstderiye rengini veren melaninin aşın ya da eksik oluşuna ya da deride başka bir nedenle, örneğin alyuvar-lardaki hemoglobin türevlerinin (porfirin) ya da dışardan alman maddelerin depolanmasına bağlı olarak derinin renklenmesinde görülen bölgesel ya da |
Dört başlı kas (kuadriseps kası)
Uyluk ön bölgesini bütünüyle kaplayan kas. |
Depersonalizasyon
Kişinin gerçekle ilişkisini yitirdiği ve kendi kişiliğine karşı yabancılık duyduğu durum. |
Depiıasyon
Estetik ya da koruyucu amaçla vücuttaki tüyleri temizleme |
Disleksi
Okuma yeteneğindeki bozukluk. |
Dramatizasyon
Düş oluşumunda yoğunlaştırma, yer değiştirme ve sim-geleştirmeyle birlikte rol oynayan psikolojik mekanizma. |
Depilasyon
Kılların çıkartılması işlemi. |
Deplazmoliz
Plazmolize uğramış hücrenin tekrar su alarak eski haline dönmesi. |
Drepanosit
Orak hücreli anemi adı verilen doğumsal bir anemi türünün özelliği olan orak biçimli alyuvarlar. |
Depo hastalıktan
Doğumsal metabolizma hastalıkları grubu. |
Dismenore
Adetten önce ya da âdetle birlikte ağrı duyulması. |
Dromotropizra
Kalp kışı liflerinin sinüs-kulakçık düğümünden kaynaklanan kasılma uyarılarını İletme ve bütün miyokart dokusuna yayma özelliği. |
Depresyon
Depresyon, kişinin sosyal işlevlerini ve günlük yaşama dair etkinliklerini rahatsız edecek, bozacak dereceye ulaşmış üzüntü, melankoli veya keder durumudur.
Kişinin ilişki ve etkinliklerini etkilemeyen, üzgün olma durumu ve kişinin moralinin bozukluğu çoğu zaman depresyon olarak anılır. Fakat klinik depresyon tıbbi bir teşhistir ve günlük kullanımdaki depresif olma durumundan çok daha farklıdır. Bir çok insan depresif olma hissini "hiç bir neden olmadan üzgün hissetme" ya da "hiç bir şey yapmak için motivasyonu olmama" olarak tanımlar. depresif kişi kendisini yorgun, üzgün, tembel, sinirli, motivasyonsuz ve apatik hissedebilir. klinik depresyon genellikle normal deprese hislerden daha ciddidir.
Belirtileri
• Huzursuzluk
• Aşırı kaygı ve endişe
• Hiçbir şeyden zevk alamama
• İştahsızlık/Aşırı yemek yeme
• Çabuk yorulma
• Uykusuzluk ve uyku problemleri yaşamak
• Kilo kaybı
• İntihara eğilim
Kişi ağlamaklı, neşesiz, sanki dünyayı sırtında taşıyor gibi bitkin, omuzları çökmüş bir görünümdedir. Kişilerin eğlenip güldüğü şeyler, onlarda aynı etkiyi oluşturmayabilir.
Bazı durumlarda da kişiler bu durumda olduklarını kabul etmek istemezler ve bunu göstermezler. Bu durumda kişi vücutsal belirtiler (baş, karın, eklem vs. ağrıları, çarpıntı, nefes darlığı gibi kaygı durumları ya da cinsel bozukluk belirtileri ile başvurabilir.
Karşılaşılabilecek cinsel bozukluk durumları arasında hem erkek hem de kadınlarda cinsel istekte azalma, ön sıralarda yer tutmaktadır. Kadınlarda depresyon sırasında adet dönemlerinde geçici kesilmeler, orgazm sorunları görülebilmektedir. Erkeklerde ise sertleşme bozukluğu görülebilmektedir.
İstek ve ilgilerde azalma ve kayıplar başlangıçta bir takım şeyleri mecburen ve daha uzun sürede ,oflayıp,puflayarak yapmakla başlar. Hoşlanılarak yapılan etkinliklerde de azalma ve artık hiçbir şeyden zevk almama , hayattan soğuma ile sürer. Kişiler çocukları, eşlerine karşı hiçbir şey hissetmezler . İntiharı tek çıkar yol olarak görebilirler.
Kendiliğinden yaptıkları doğal hareketleri azalır. Bakışları yere doğru yönelmiş olup, boyun ve gövdeleri öne eğik durur. Konuşmaları da hareketleri gibi azalmış olup, yavaş ve kısık sesle konuşabilirler. Sorulara yanıt vermek için gereken süre uzamış ve tek kelimeyle yanıt alınmıştır. Zamanın çok yavaş geçtiği ya da durduğu şeklinde bir algı yaşanmaktadır. Unutkanlık, konuşma, tv den bir şeyler izleme ,konuşulanları anlama gibi konsantrasyon gereken durumlarda dikkati yoğunlaştıramama " söylenenlerin bir kulaktan girip diğerinden çıkması" durumu oluşmaktadır. Karasızlık basit şeyler üzerinde bile seçim yapamama bulunmaktadır.
Tedavi
İlaç tedavisi yanında dinamik psikoterapi (kişinin geçmiş yaşam öyküsünün alınıp , şimdiki sorunların kökenleri ve amaçlarını,kişinin zorluklar karşısındaki savunma mekanizmalarını ve depresif temel düşünce biçimlerinin saptanıp,düzeltilmesine çalışılması) ile mümkündür. Bu tedavinin haftada bir gün (50 dakikalık bir seans) şeklinde en az 10 seans olmak üzere uygulanması gerekmektedir
Antidepresif tedavinin en az 6 ay sürdürülmesi uygundur. Erken kesildiğinde (daha iyi hissedilmesi, ekonomik nedenler ,yan etkiler vs. nedeniyle) en riskli dönemin ilk 4-8 hafta olduğu ama sonrasında da erken kesim halinde riskin yüksek olduğu saptanmıştır.
Major depresyon hastalarının % 15 kadarı intihar ederek hayatlarına son vermektedir. Hastanede yatan diyabet, kanser,kalp hastalıkları,felç gibi rahatsızlıkları olan kişilerin % 25 inde major depresyon görülmektedir. Depresyon kişilerin mesleki başarısını düşürmekte ve iş kayıplarına ; cinsel bozukluklara yol açarak evlilik sorunlarına; kişinin durumun etkisinden kurtulmak, kendini rahatlatmak için alkol ve uyuşturucu maddelere yönelmesi sonucu trafik kazaları, kavga ve suça yönelme görülebilmekte ,ruh sağlıkları bozuk çocuklar ve sonuçta ruh sağlığı bozuk bir toplum olmamıza yol açmaktadır |
Dismenore
Adetten önce ya da âdetle birlikte ağrı duyulması. |
Depresyon
Depresyon, kişinin sosyal işlevlerini ve günlük yaşama dair etkinliklerini rahatsız edecek, bozacak dereceye ulaşmış üzüntü, melankoli veya keder durumudur.
Kişinin ilişki ve etkinliklerini etkilemeyen, üzgün olma durumu ve kişinin moralinin bozukluğu çoğu zaman depresyon olarak anılır. Fakat klinik depresyon tıbbi bir teşhistir ve günlük kullanımdaki depresif olma durumundan çok daha farklıdır. Bir çok insan depresif olma hissini "hiç bir neden olmadan üzgün hissetme" ya da "hiç bir şey yapmak için motivasyonu olmama" olarak tanımlar. depresif kişi kendisini yorgun, üzgün, tembel, sinirli, motivasyonsuz ve apatik hissedebilir. klinik depresyon genellikle normal deprese hislerden daha ciddidir.
Belirtileri
• Huzursuzluk
• Aşırı kaygı ve endişe
• Hiçbir şeyden zevk alamama
• İştahsızlık/Aşırı yemek yeme
• Çabuk yorulma
• Uykusuzluk ve uyku problemleri yaşamak
• Kilo kaybı
• İntihara eğilim
Kişi ağlamaklı, neşesiz, sanki dünyayı sırtında taşıyor gibi bitkin, omuzları çökmüş bir görünümdedir. Kişilerin eğlenip güldüğü şeyler, onlarda aynı etkiyi oluşturmayabilir.
Bazı durumlarda da kişiler bu durumda olduklarını kabul etmek istemezler ve bunu göstermezler. Bu durumda kişi vücutsal belirtiler (baş, karın, eklem vs. ağrıları, çarpıntı, nefes darlığı gibi kaygı durumları ya da cinsel bozukluk belirtileri ile başvurabilir.
Karşılaşılabilecek cinsel bozukluk durumları arasında hem erkek hem de kadınlarda cinsel istekte azalma, ön sıralarda yer tutmaktadır. Kadınlarda depresyon sırasında adet dönemlerinde geçici kesilmeler, orgazm sorunları görülebilmektedir. Erkeklerde ise sertleşme bozukluğu görülebilmektedir.
İstek ve ilgilerde azalma ve kayıplar başlangıçta bir takım şeyleri mecburen ve daha uzun sürede ,oflayıp,puflayarak yapmakla başlar. Hoşlanılarak yapılan etkinliklerde de azalma ve artık hiçbir şeyden zevk almama , hayattan soğuma ile sürer. Kişiler çocukları, eşlerine karşı hiçbir şey hissetmezler . İntiharı tek çıkar yol olarak görebilirler.
Kendiliğinden yaptıkları doğal hareketleri azalır. Bakışları yere doğru yönelmiş olup, boyun ve gövdeleri öne eğik durur. Konuşmaları da hareketleri gibi azalmış olup, yavaş ve kısık sesle konuşabilirler. Sorulara yanıt vermek için gereken süre uzamış ve tek kelimeyle yanıt alınmıştır. Zamanın çok yavaş geçtiği ya da durduğu şeklinde bir algı yaşanmaktadır. Unutkanlık, konuşma, tv den bir şeyler izleme ,konuşulanları anlama gibi konsantrasyon gereken durumlarda dikkati yoğunlaştıramama " söylenenlerin bir kulaktan girip diğerinden çıkması" durumu oluşmaktadır. Karasızlık basit şeyler üzerinde bile seçim yapamama bulunmaktadır.
Tedavi
İlaç tedavisi yanında dinamik psikoterapi (kişinin geçmiş yaşam öyküsünün alınıp , şimdiki sorunların kökenleri ve amaçlarını,kişinin zorluklar karşısındaki savunma mekanizmalarını ve depresif temel düşünce biçimlerinin saptanıp,düzeltilmesine çalışılması) ile mümkündür. Bu tedavinin haftada bir gün (50 dakikalık bir seans) şeklinde en az 10 seans olmak üzere uygulanması gerekmektedir
Antidepresif tedavinin en az 6 ay sürdürülmesi uygundur. Erken kesildiğinde (daha iyi hissedilmesi, ekonomik nedenler ,yan etkiler vs. nedeniyle) en riskli dönemin ilk 4-8 hafta olduğu ama sonrasında da erken kesim halinde riskin yüksek olduğu saptanmıştır.
Major depresyon hastalarının % 15 kadarı intihar ederek hayatlarına son vermektedir. Hastanede yatan diyabet, kanser,kalp hastalıkları,felç gibi rahatsızlıkları olan kişilerin % 25 inde major depresyon görülmektedir. Depresyon kişilerin mesleki başarısını düşürmekte ve iş kayıplarına ; cinsel bozukluklara yol açarak evlilik sorunlarına; kişinin durumun etkisinden kurtulmak, kendini rahatlatmak için alkol ve uyuşturucu maddelere yönelmesi sonucu trafik kazaları, kavga ve suça yönelme görülebilmekte ,ruh sağlıkları bozuk çocuklar ve sonuçta ruh sağlığı bozuk bir toplum olmamıza yol açmaktadır |
Depresyon (ruhsal çöküntü)
Kaygı, kendine güvensizlik, kararsızlık ve gelecekten korku gibi duyguların egemen olduğu özel psikolojik durum. |
Disodontiyaz
Yeterince yer olmaması nedeniyle dişin güçlükle çıkması. |
Derealizasyon
Dış gerçeklere ilişkin bilincin bozulması. |
Disontogeni
Embriyon ya da dölüt evresindeki gelişmenin aksaması sonucu ortaya çıkan oluşum bozukluğu. |
Disortografi
Doğru yazma yeteneğinde bozukluk. |
Duodenit
Genellikle aşırı mide salgısının tahriş edici etkisini izleyen onikiparmakbağırsağı mukozası iltihabı. |
Disostoz
Bazı kemiklerde görülen, kıkırdağın kemiğe dönüşme sürecinin normalden sapmasıyla ortaya çıkan biçim bozukluğu. |
Duodenostomi
Cerrahi girişimle onikiparmakbağırsağı ve vücut yüzeyi arasında bağlantı kurulması. |
Deri çatlağı
Özellikle ergenlik ve gebelik dönemleriyle kilo kaybından sonra kadınlarda görülen, deride çizgiler biçiminde beliren atrofi. |
Disparöni
Cinsel birleşme sırasında kadında ortaya çıkan ve cinsel birleşmeyi olanaksızlaştıran ağrılı patolojik durum. |
Duodenum
İncebağırsağın mideyle birleşen bölümü, oniki parmak bağırsağı. |
Dupuytren kontraktürü
Avuç içi ve parmakların ağrısız bir hastalığı. Sadece cilt nodüllerine neden olabileceği gibi parmakların avuç içine doğru kasılmış olarak kalmasına neden olacak kadar da ilerleyebilir. |
Duramater
Omurilik ve beyni örten dış zar. |
Disprotidemi
Kandaki proteinlerin dengesinde bozukluk. |
Duygulanım yoksunluğu
Kişinin ruhsal gelişim sürecinde yaşadığı reddedilme, onaylanmama ve dışlanma deneyimlerinin etkisiyle oluşan duygulanım bozukluğu. |
Disseksiyon
Normal ya da patolojik bir oluşumu çevresindeki dokulardan ayırmak amacıyla yapılan bir dizi işlem. |
Dissimülasyon
İç dünyada yaşanan güçlükleri maskelemeyi sağlayan ruhsal süreç. |
Deri reaksiyonu
Vücudun çeşitli maddelere karşı (polen, çeşitli tozlar, bakteri ürünleri, ilaçlar) aşın duyarlılığım saptamak amacıyla uygulanan incelemeler. |
Derialtı dokusu (subkütan doku)
Deri ile iskelet kasını örten fasyalar arasındaki doku. |
Distomatoz
Yassısolucanlarm Trematoda sınıfı ve Digenea takımından genel olarak çiftağızlılar (distoma) adı verilen asalaklarla oluşan hastalıkları belirten terim. |
Deriiçi reaksiyon
Ucunda çok ince bir iğne bulunan bir şırınga aracılığıyla derinin üst talikalarının içine küçük miktarlarda madde verilmesiyle uygulanan bir tam yöntemi. |
Distoni
Kasların gerginliğindeki bozukluk. |
Derinlil sarhoşluğu
Sıkıştıılnıış basınçlı hava tüpleriyle derine dalan dalgıçlarda ortaya çıkan, alkol sarhoşluğuna benzer zihinsel bulamdık ve öfori (aşın keyifliük) durumu. |
Distopi
Bir organın anatomik olarak olağandışı yerleşim göstermesi durumu |
Deripigmentasyonu
Demin renklenmesi. |
Distorsiyon
Bir eklemin kapsül ya da bağ yapısında travmayla ortaya çıkan lezyon. |
Dermabrazyon
Deri üzerindeki benler veya yara izlerini ortadan kaldırma amacı ile yapılan kazıma işlemi. |
Distosi
Doğum sırasında bir anomali ya da komplikasyonun ortaya çıkması. |
Düşük yoğunluklu lipoproteinler
Kanda kolesterol moleküllerini taşıma görevini yerine getiren ve elektroforezde yavaş hareket eden lipoprote-in sınıfı (bak. lipoproteinlerin elektroforezi). |
Distraksiyon
Davranışları etkileyen kalıcı ya da geçici bir bozukluk. |
Distrofi
Bir doku ya da organizmanın tümünün yetersiz beslenme ve gelişmesine bağlı olarak ortaya çıkan tüm bozukluklarla bunların sonucunda ortaya çıkan yapı ve işlev bozukluklarını belirten terim. |
Dermatofibrom
İyi huylu bir deri tümörü. |
Düz kas karşıtı antikorlar
Vücudun düz kas hücrelerindeki normal yapıtaşlanna karşı oluşan özantikorlar. |
Dermatoglif
Parmak, el ayası ve ayak tabanı derisindeki girinti ve çıkıntıların oluşturduğu biçimler. |
Dermatoloji
Cildiye, cilt hastalıklarını inceleyen bilim dalı. |
Dvt (derin ven trombozu)
Pulmoner embolizme yol açabilen ven duvarındaki trombüs oluşumu. İnflamasyonda eşlik eder. |
Dermatom
Yama (greft) olarak kullanmak üzere derinin belli bir kalınlıktaki katmanını düzgün bir biçimde kesmek için kullanılan cerrahi alet. |
Elektronarkoz
Beyne 200-250 mA şiddetinde elektrik akımı verilerek ani bilinç kaybı ve kaslarda yaygın sertleşmeye yol açmak yoluyla uygulanan psikiyatrik tedavi yöntemi. |
Entropion
kapak kenarının içeri doğru döndüğü ve kirpiklerin gözü tahriş ettiği bir şekil bozukluğu |
E vitamini (alfa-tokoferol)
Başta tahıl olmak üzere ıspanak, kabak, lahana, marul gibi yeşil sebzelerde bol miktarda bulunur. İnsanda karaciğerin yanı sıra yağlı dokularda, böbrekte, kalpte, kaslarda ve böbreküstü bezi kabuğunda depolanır. Fazla olan bölümü idrar ve dışkıyla atılır. Antioksidan özellik gösterir. E vitamini eksikliği son derece ender görülür ve kansızlık biçiminde ortaya çıkar |
Elektronuyogram
Elektromİyograf adındaki alet yardımıyla kastaki elektrik potansiyellerinin kağıt üzerine kaydı. |
Entropiyon
Gözkapağı kenarının içe doğru ters dönmesi. |
E.coli
Küçük boyutlu gen yapısı dolayısıyla genetik hastalık göstermeyen ve laboratuarda kolaylıkla üretilen bir cins bakteri. Bu sebeplerden dolayı genetik çalışmalarda yaygın biçimde kullanılır. |
Elektroretinografi
Işık uyarısının retinada (ağtabaka) oluşturduğu elektrik potansiyellerinin kaydedilmesine dayanan inceleme yöntemi. |
Entübasyon
Cerrahi ve anestezi uygulamalarında solunum yolunu açık tutmak amacıyla soluk borusuna biçim, çap ve yapı açısından uygun bir tüpün sokulması. |
Elektroseksiyon
Özel aletlerle (bak. elektrobisturi) verilen elektrik akımıyla yapılan doku kesişi. |
Enükleasyoo
Hastalıklı bir yapının çevredeki dokulardan uzaklaştırılması. |
Elektroşirürji
Elektrik akımı kullanılarak gerçekleştirilen cerrahi girişim yöntemlerine verilen genel ad. |
Envazyon
Yayılma, örneğin kafatasındaki bir tümörün beyin dokusuna envazyonu denince tümörün beyine yayılması kastedilir. |
Elektroşok
Kişiye elektrik akımı verilerek sara nöbetine benzer bir durumun yaratılmasına dayanan tedavi yöntemi. |
Envolüsyon
Bir organın, sistemin ya da tüm organizmanın yapı ve işlevlerinin gerileme süreci. |
Eau de toılette
Konsantrasyonu daha düşük olan koku. |
Elektroterapi
Elektrik akımının kullanıldığı fiziksel tedavi yöntemi; belirli özellikteki elektrik akımının vücuta uygulanmasıyla gerçekleştirilir. |
Echo virüs
Enterovirüs grubuna bağlı virüs, tnsan dışkısından üretilebilir, in vitro doku kültürü hücreleri üzerinde patojen etki gösterir. |
Elevatör kas (yükseltici kas)
Belirli anatomik yapılan (örneğin anüs kası, üst gözkapağı, kürek kemiği, yumuşak damak) kaldırmakla görevli çeşitli kaslara verilen ad. |
Enzimopati
Gen değşinimine (mutasyon) bağlı olarak bir enzimin yapısal bozukluk göstererek etkin olmayan bir biçimde bireşimlendiği, kısmen ya da tümüyle bireşimlenemedi-ği kalıtsal hastalık. |
Eokontinans
Anüs ya da idrar kesesi büzgen kasının denetim bozukluğu; istemsiz olarak dışkı ya da idrar kaçırma ile kendini belli eder |
Edema
Ödem, vücudun her hangi bir yerinde hücre dışında anormal su birikmesi. |
Elısa (enzyme-linked immunosorbent assay)
Enzime bağlı immünosorban yöntem. Özellikle kanda antikor tayinleri için kullanılan bir laboratuvar yöntemidir. |
Eozinofil
Bağışıklık yanıtlannda önemli rol oynayan akyuvar türü. Astımda ve diğer alerjik reaksiyonlarda artar. |
Edinilmiş özellikler
Kalıtımla taşınmayan, çevre ve eğitime bağlı etkenlerle ya da çalışma, yaşanan deneyimler ve yaşam biçimine bağlı olarak ortaya çıkan tüm biçimsel, fizyolojik ya da davranışsal özellikler. |
Eozinofili
Kanda eozinofil akyuvarlann normalden (yüzde 1-4) fazla miktarda bulunması. |
Edrosel
Anüs ve rektumun dışarıya sarkmasının (ano-rektal pro-lapsus) özgül bir tipi. |
Ellsworth-howard testi
Yalancı hipoparatirioidizm ile hipoparatiroidizm arasında ayrımı yapmak için kullanılan test. |
Embolektomi
Dolaşım yoluyla vücuda dağılarak bir atardamar ya da toplardamarı tıkayan embolinin(*) çıkarılması İçin uygulanan cerrahi girişim. |
Emboli
Kimyasal yapısı kanınkinden farklı olan, kanda çözünmeyen ve kan dolaşımıyla taşınarak bir daman tıkayan yabancı madde. |
Epandimom
Beynin kanncık boşluklannı ve omuriliğin orta kanalını döşeyen epandim hücrelerinden türeyen merkez sinir sistemi tümörü. |
Efektör
Bir organizmanın uyarıya karşı reaksiyon gösteren vücut kısmı, örneğin kas. |
Embolizm
Kan damarlarının bir kan pıhtısı, hava kabarcığı, yağ birikimi ya da diğer bir yabancı maddeyle tıkanması. |
Epidemiyoloji
Tıbbın hastalıkların toplumdaki görülme sıklığı ve yayılımını inceleyen dalı. |
Efeminasyon (kadımılaşma)
Erkekte vücut görünümünün değiştiği patolojik durum. |
Embolizm v
Bİr emboli ya da kanda çözünemeyen pıhtının kan dolaşımına geçerek kendi çapından daha küçük çaplı bir atardamar ya da toplardaman tıkamasıyla beliren tablo. |
Eferent (götürücü)
Belli bir organa ya da yapıya göre merkezden çevreye doğru giden kan damarı, lenf daman, sinir gibi oluşumları niteleyen terim. |
Embriyo
Fetal gelişimin erken dönemidir. Bu dönem spermin yumurtayı fertilize etmesinden, 8 haftalık gebeliğe kadarki bölümüdür. |
Embriyo transfer
İn Vitro Fertilizasyon sonucu oluşan embriyonun kadın rahminin içine verilmesidir. |
Embriyojenez (embriyonun oluşumu)
Embriyonun, daha doğrusu döllenmiş yumurtanın oluşumu ve gelişimine eşlik eden olayların tümü. |
Embriyokardi
Erişkinde kalp seslerinin, dölütteki kalp seslerine benzemesi. |
Effüzyon
Vücut boşluklarında veya doku içerisinde sıvı birikmesi. Plevral effüzyon"" iki plevra yaprağı arasında sıvı birikmesidir. " |
Embriyoloji
Embriyonun gelişimini inceleyen tıp dalı. |
Efidroz
Vücudun el, ayak ve yüz gibi bölümlerinde görülen aşın terleme. |
Embriyon
Erken gelişme safhasında olan ve özellikleri belli olmayan bir organizma. |
Efüzyon
Dokuların arasında ya da vücut boşluklarında sıvı birikimi. |
Embriyon ekleri
Döllenmiş yumurtadan embriyonla birlikte gelişen ek yapılar; embriyonun beslenmesi ve korunması gibi işlevleri vardır (bak. allantois; amniyon; etene; göbek kordonu; koryon; trofoblast; vitellus kesesi). |
Embriyonal karsinom
Embriyon hücrelerinden kaynaklanan kötü huylu tümör. |
Epifora
Gözyaşı kanallarında enfeksiyon veya anatomik darlık nedeniyle ortaya çıkan tıkanıklıklar göz yaşının sürekli dışarıya akması |
Embriyopati
Embriyon döneminde organizmayı etkileyen çeşitli patolojik durumlar. |
Embriyotomi
Ölü dölütün doğum kanalı yoluyla çıkarılması için uygulanan girişim. Ölü dölüt, kafatası içeriği boşaltılarak (kranyotomi) ya da kafatası ezilerek (kranyoklasti ve bazyotripsi) doğum kanalını geçebilecek boyuta getirilir. |
Epiglot
Yutma esnasında gırtlağı kapatan kıkırdak kapakçık. |
Emenagog
Âdet kanamasını uyaran ilaca verilen ad. |
Egzoftalmı
Gözyuvarının anormal oranda göz çukurlarından dışa doğru çıkması. |
Emetrop
kırma kusuru olmayan göz |
Epîkondil
Uyluk ve üstkol kemiğinde bulunan yumrumsu çıkıntı. |
Egzoscrviks
Porsiyoyu (dölyatağımn dölyoluna açılan bölümü) örten mukoza zan. |
Epikranyal aponevroz (galea aponeurotica)
Alın kaslarıyla artkafa kaslarını birleştiren ince, lifsi |
Egzostoz (osteokondrom)
Kemikte gelişen iyi huylu tümör. |
Emilim bozukluğu sendromu
Belirli besinlerin emilim yetersizliğiyle ortaya çıkan bozukluk. |
Epilasyon
Epilasyon,kelime anlamı ile istenmeyen tüylerden kurtulma olarak tanımlanır.
İstenmeyen tüylerden kurtulma çabası, geçmişi eski Mısır a kadar uzanan bir tarihe sahiptir.Bu tarihi süreç içersinde geleneksel ağdadan, son teknoloji ürünü lazer epilasyon a kadar çok çeşitli ürün ve yöntemler bulunmaktadır.Bu yöntemler içinde en güncel ve etkileyeci görünen lazer epilasyon,istenmeyen tüylerden kalıcı olarak kurtulmada büyük bir umut kaynağı olarak lanse edilmektedir
Lazer Epilasyon
Lazer Epilasyon İstenmeyen tüylerden kurtulmanın en hızlı ve en sağlıklı yoludur. Lazer epilasyon' da kullanılan lazer ışığının dalga boyu melanin pigmenti tarafından emilme özelliğine sahiptir. Soğutma sistemli lazer tekniği ile yapılan lazer epilasyon ile lazer ısısı cilde zarar vermeden doğrudan kıl kökünü yok eden ısıya dönüşür.
Lazer Epilasyon Cihazlarının farkları ve üstünlükleri nelerdir?
Alexandrite lazer: Türk insanı genellikle çok koyu olmayan ten rengine ve koyu renk kıl yapısına sahiptir, bu nedenle alexandrite lazer epilasyon için en uygun yapıdadır. Alexandrite lazer derindeki kıl köküne dek ulaşarak kalıcı sonuç sağlar ve bu başarıyı sağlarken kalıcı yanık sorununa yol açmaz. Cihaz cilde 3 santimden atış yaptığından hijyen açısından sorun yaşanmaz.
NdYag lazer: Bazı merkezlerin lazer epilasyon bronz ciltte yazın dahi uygulanabilir diye tanıtım yaptığı NdYag lazer yüzeysel etki yaptığından derindeki köklere etki etmemekte, seans sayısı çok artmakta, kalıcı epilasyon başarısı düşmektedir. NdYag lazer fazla acı hissi verdiğinden lazer epilasyon tedavisinin yarım kalma ihtimali yüksektir. NdYag kullanımında bir diğer risk ise bu lazer ile ciddi ve kalıcı iz bırakan yanık olma ihtimalinin mevcut olmasıdır.
Işık bazlı sistemler: (IPL, Mavi Işık, Fotoepilasyon vs.) Bunlar gerçek lazer epilasyon değillerdir, sadece yoğunlaştırılmış ışık sistemleridir. Bu yöntemler derindeki köklere ulaşıp kıl kökünü tahrip gücüne sahip olmadıklarından daha ziyade bir modern ağda yöntemi olarak kabul edilir ve geçici etki gösterirler. Uygulama sırasında cihaz cilde temas ettiğinden hijyen açısından sorun olabilir. Vücut kıllarından kalıcı olarak bu yöntemler ile kurtulamazsınız.
Diode lazer: Diyot lazerler sadece ince, zayıf kıllarda başarılıdır, yüz kıllarında olumlu sonuçlar verebilmektedir. Kalın ve kökleri daha derinde olan vücut kılları için Lazer Epilasyon 'da önerilmez, sadece yüzünüzde ince ve açık renkli tüyler için tercih edebilirsiniz. Lazer epilasyon Uygulamada cihaz cilde temas ettiğinden hijyen açısından sorun olabilir.
Radio Frequency (RF): Radyo frekans dalgalarıdır, lazer değildir. Açık renkli, beyaz, sarı kılları yok edeceği iddia edilmekteyse de tarafsız çalışmalarda sadece kıl köklerinde geçici nem azalması sağladığı, zamanla kılın tekrar eski haline geldiği saptanmıştır.
Bazı cihazlar bu RF’ye (Radyo Frekans) ek olarak IPL veya Diode lazer epilasyon sistemlerini de birlikte kullanır.
(Referans: Pers. Comm. Nov. 2006, Larry Kunze, M.E., President of Rocky Mountain Laser College, Inc, state certified medical laser professor)
Lazer epilasyon uygulamasında gerekenler
- Kıl oluşumunda gerekli olgunlaşma evresinin tamamlaması beklenmelidir.
- Vücut bölgeleri için ikişer ay ara ile ortalama 4-6 seans, yüz bölgesindeki daha ince kıllar için birer ay ara ile ortalama 6-12 seans gerekecektir. Bu seans sayıları kıl yapısına göre kişiden kişiye farklılıklar gösterebilir.
- Alexandrite lazer epilasyon sisteminden etkilenerek haraplanan kıl köklerinin daha sonraki yıllarda kıl üretmesi mümkün değildir.
- Tıbbi gerçeklere göre ve etik lazer epilasyon uygulaması yapılmalıdır; ticari amaçlı kısa aralıklarla seans uygulaması yapılmamalı, gerçekleşmeyecek sonuçlar vaat edilerek ve sözde garantiler ile yanıltılmamalısınız...
- Etkin dozda epilasyon uygulaması yapılmalı, düşük lazer epilasyon dozları uygulanarak seans sayısının arttırılması gibi ticari yaklaşımlarda bulunulmamalıdır.
CYNOSURE Apogee 5500 Elite lazer epilasyon sistemi ile gelişmiş ayar mekanizmaları sayesinde
en etkili ve güvenli doz seçilebilir, havalı soğutma sistemi ile acısız, hızlı ve konforlu epilasyon sağlanır.
Lazer epilasyon sağlık açısından zarar verebilir mi?
Hayır. Çünkü Lazer non-iyonize (iyonize olmayan) enerjidir. Bu da hücre mutasyonunu etkilemediğinin göstergesidir. Lazer Epilasyon 'da kullanılan tüm lazer tipleri yalnızca kıl foliküllerini (kılın kök hücrelerini ) hedefler.
Kaç lazer epilasyon seansı uygulanması gerekir ?
Lazer ışığı anajen (aktif) aşamadaki kıl köklerini etkilemektedir. Bütün kökler aynı anda aktif olmazlar. Dolayısıyla telojen (pasif) kökler, aktif hale geldiklerinde bunlara da uygulama gerekecektir. Kalıcı bir çözüm, ancak birkaç lazer epilasyon seansından sonra elde edilir. Kılların kalınlığı ve yoğunluğu her vücutta farklı olduğu için kesin bir seans sayısı vermek mümkün değildir, kişiden kişiye ve bölgeden bölgeye değişmektedir. Ortalama olarak çoğunlukla 4-6 lazer epilasyon seansı yeterli olmaktadır. Lazer epilasyon uygulamasında cilt tipine göre doz seçimi yapılır. Bu sayede kıl köklerine etki edecek ama cilde zarar vermeyecek güçte çalışılarak en kısa sürede tedavinin bitirilmesi amaçlanır. Herkesin vücut yapısı ve hormonal seviyeleri, cilt tipi farklı olduğu için lazer epilasyonda sonuca ulaşmak için gereken süre kişiden kişiye değişir. Seanslar kılları anajen (büyüme) safhasında yakalamaya uygun sürelerde tekrarlanır.
|
Egzotoksin
Gram-pozitif enfeksiyon etkeni mikroplann üretliği maddelerin genel adı. |
Empotans
Penisin sertleşme özelliğinin kaybı |
Einhorn sondası
Onİkİparmakbağırsağı sondajı için kullanılan, ucunda oval biçimli melal bir delik bulunan, 80-100 cm uzunluğunda ve esnek laslikten yapılma sonda. |
Emülgatör
Besinlere katılan ve onların kararlı emülsüyon haline gelmesini sağlayan katkı maddesi. |
Ejakülasyon
Erkek siyeğinden spermin boşalması. |
Emülsiyon
Bir sıvının başka bir sıvı içinde çözünmeksizin küçük damlacıklar halinde dağılmış bulunduğu karışım. |
Ejekülasyon
Orgazm esnasında erkeğin menisinin boşalması |
Ekdoderm
Embriyo gelişimi sırasında meydana gelen dış tabaka. |
Enartroz
Yuvarlak başı bulunan bir kemiğin, bu başın girebileceği oyuğu olan başka bir kemikle yaptığı ekleme verilen ad. |
Ekimoz
Deri ve deri altı dokusunun içinde kan birikimi |
Epitel
Organ ve vücut yüzeylerini örten hücre tabakası. |
Ekinokok
Köpek ve kurtlar, nadiren kedilerde bulunan bir parazit olup larvaları memeli canlılarda büyüyerek hidatik kistleri yaparlar. |
Endo
İçinde anlamındaki ön ek. |
Epitel dokusu
Sık bir biçimde dizümiş epitel hücrelerinden oluşan doku. |
Ekinokok (echinococcus granulostıs)
Proglottisler cinsel organları ve olgun yumurtaları içerir. |
Endoarteriyektomi
Damar duvarındaki lezyonlar nedeniyle iç boşluğu daralmış atardamarların devamlılığım sağlamak amacıyla uygulanan cerrahi girişim, |
Epitelyom
Derinin örtü epitelinden türeyen kötü huylu tümör. |
Ekinokok
Köpek ve kurtlar, nadiren kedilerde bulunan bir parazit olup larvaları memeli canlılarda büyüyerek hidatik kistleri yaparlar. |
Endoderm
Embriyo gelişimi sırasında meydana gelen iç tabaka. |
Epitimpao
Ortakulak boşluğunun en üst bölümü. |
Endodonti
Dişözü hastalıklarıyla ilgili diş hekimliği dalı. |
Epitroklea
Üstkol kemiğinin dirsek ucunun ortasında, trokleanın üzerinde bulunan kemik çıkıntısı. |
Endoftalmit
yaygın intraoküler infeksiyon |
Epizyotomi
Doğum sırasında uygulanan bir girişim. |
Endokard
Kalbin içini örten bir sıra yassı epitel dokudan oluşan zar. |
Endokardit
Kalp iç zannın (endokart) iltihabı. Kulakçık ve karıncığın yüzeyini Örten endokartta görülebiürse de, daha çok kapaklann yüzeyini kaplayan endotelde ortaya çıkar (kapakçık endokarditi) |
Eklem hipermobilitesi
Eklemin hareket yeteneğinin artması; jeneralize (genel) eklem gevşekliği ise genetik olarak aktarılan bir bağ dokusu hastalığıdır |
Endokrin bez
İç salgı (hormon) bezi. |
Endokrin sistem
Yumurtalık, testiküler, böbrek üstü bezi, tiroid, hipofiz, timus sistemlerini içine alan bez sistemidir. |
Ereksiyon
Penis ya da klitorisin cinsel ilişki sırasında kan ile dolarak sertleşip şişmesi |
Endokrin sistem (iç salgı sistemi)
Belirli Özgül uyanların etkisiyle hormon üreten özelleşmiş hücrelerden oluşmuş anatomik yapılar bütünü. |
Endokrinolog
Endokrin sistemin yapı, patolojileri ve tedavisi konusunda uzman kişi. |
Endokrinoloji
İç salgı bezlerinin fonksiyonlarını, normal dışı çalışma sonucu oluşan hastalıklarını ve bunların tedavilerini inceleyen tıp dalıdır. |
Ekocardiyogram
Ekokardiyografide(*) ultrason tekniğini kullanarak elde edilen kalp görüntüsü. |
Endokrinopati (iç salgı sistemi hastalıktan)
iç salgıbezlerinin işlevlerindeki bozulma sonucu gelişen hastalıklar için kullanılan genel terim. |
Ekoensefalografi
Beyin yapılarından yansıyan sesüstü (ultrason) dalgalarının ekoensefalograf aygıtıyla kaydedilmesine dayanan nörolojik tanı tekniği. |
Endolenf
İçkulağın zarımsı labirenti (kulak salyangozu, kırbacık, kesecik ve yarım daire kanalları) içinde yer alan berrak ve şeffaf sıvı. |
Ergocalcıferol
D Vitamininin teknik adı. |
Ekoensefalogram
Beynin ekoensefalografi ile elde edilen çizelgesi. |
Endolizin
Normal koşullarda serumda bulunan ve bakteri öldürücü etkinlik gösteren maddelere verilen ad. |
Ergograf
Kas çalışmasını grafik olarak kaydetmeye yarayan aygıt. |
Ekokardiyogarfi
Kalp, damar sisteminin teşhisinde kullanılan ultrasonik bir yöntem. |
Endometriozis
ENDOMETRİOZİS
Rahim (uterus) içerisinde yer alan; her ay gebeliğe ev sahipliği yapacak şekilde hazırlanan ve gebelik olmadığı zaman yeterli hormon desteğinden yoksun kalması nedeniyle adet (menstruasyon) kanaması halinde dökülen özel hücre tabakası "endometrium" olarak adlandırılmaktadır. Bu hücre tabakası vücutta sadece rahim içerisinde yer almaktadır. Bu hücrelerin vücutta rahim dışında başka bir alanda yer alması "endometriozis" hastalığı olarak adlandırılır. Bu durum en sık olarak yumurtalıklarda, rahim arkası boşlukta (Douglas boşluğu), vajen ile barsağın son bölümü arasında, barsakların yüzeyinde, tüplerin üzerinde veya çevresinde, rahmi tutan bağların ve mesanenin üzerinde veya karın zarı yüzeylerinde, cerrahi yaralarda, dikişli doğum esnasında açılan kesilerde, çok nadir olarak da göbek deliği ,burun zarı gibi uzak organlarda görülür. En sık görüldüğü yer %75 oranıyla yumurtalıklardır.
Rahim iç tabakası adet döngüsünün seyrinde her ay kalınlaşan ve belli bir süre sonucunda kanamasıyla vücut dışına atılan bir dokudur. Rahim iç tabakası rahim yüzeyi dışında bir yere yerleştiğinde yine adet döngüsüyle birlikte kalınlaşma gerçekleşir ve yine kanamayla bu doku uzaklaştırılmaya çalışılır. Endometriozis hastalığının yerleştiği dokular vajinayla dış ortama açılan rahimin aksine kapalı sistemlerdir ve kanama bu kapalı sitemin içine (genellikle karın boşluğuna olur veya yumurtalık dokusu içine olur ki bu ilerleyen süre içinde burada endometrioma diğer adıyla çikolata kisti adı verilen yumurtalık kistlerine neden olur.) olur. Bu oluşan iç kanamalar iç bölgelerde yapışıklıklara neden olur ve buna bağlı belirtiler meydana gelir.
Endometriozis üreme çağındaki kadınların hastalığı olarak kabul edilir. Hiç şikayeti olmayan ve başka bir nedenle değerlendirilen bir kadında saptanabilir. Tüm kadınların %3-5'inde, çocuk sahibi olmakta güçlük çeken çiftlerin %40'ında saptanmaktadır. Birinci derece akrabalarından birinde endometriozis saptanmış bir kadında hastalığın görülme olasılığı yaklaşık 7 kat daha fazladır. Endometriozis çok nadir olarak menopozdaki kadınlardan ve çok geç hastalarında görülmektedir. Hatta literatürde erkelerde de görülebildiği bildirilmiştir.
Sebep
Hangi faktörlerin sebep olduğu tam olarak bilinmemektedir. Nedeni açıklamaya yönelik çeşitli teoriler öne sürülmektedir. En fazla kabul gören iki görüş genetik olarak yatkınlığı bulunan kadınlarda, karın içerisinde yer alan belirli yüzeylerde veya dokularda hücrelerin yapısal değişikliği uğraması ve rahim iç tabakası gibi davranmasıdır; diğer ise rahim iç tabakasının (endometrium) fallop tüplerinden karın içine taşınmasıyla oluşur ki bu teoriye retrograd mesturasyon teorisi denir.
Belirtiler
Kronik pelvik ağrı
Adetlerin sancılı olması (dismenore)
Kısırlık
Dış gebelik
Ağrılı cinsel ilişki (disparonia)
Bel ağrısı
Sırt ağrısı
Bacaklarda ağrı
Bulantı-kusma
Karın ağrısı
Kabızklık ya da ishal
Makata vuran ağrı
Kanlı dışkı
Makadi kanama
Kuyruk sokumuna doğru ağrı
İdrarda kan
İdrar yaparken yanma
Yan ağrısı
Sık idrara çıkma
Adet kanamasıyla eş zamanlı burun kanamaları ya da vücudun çeşitli yerlerinde kanama ve morarmalar.
Tanı
Endometriozisin tanısı lezyonların direk olarak görülmesi ve patolojik olarak incelenmesi ile konur. Yani kesin tanı için cerrahi girişim şarttır. Öyküde endometriozisden kuşku duyulan hastalarda kısırlık problemi de varsa mutlaka tanısal laparoskopi yapılmalıdır. Laparoskopi sırasında karın zarı, rahim, douglas boşluğu, tüpler gibi tüm pelvis içi oluşumlar gözlenerek küçük endometriozis odaklarının varlığı araştırılırken şiddetli olgularda yapışıklıklar izlenir.
Endometriozis tanısında en önemli tanısal testlerin başında ultrasonografi gelir. Ultrasonografi incelemesinde endometriomalardan kuşku duyulan olgularda kanda Ca-125 adı verilen bir markerın bakılması sonucu tanının desteklenmesi açısından önemlidir. Yumurtalıktan köken alan bazı kanserlerde salgılanan bu tümör belirteci endometriozis varlığında da artmaktadır ancak kan düzeyi habis hastalıklarda olduğu kadar yükselmemektedir.
Tedavi
Endometriozisin kesin kalıcı tedavisi yoktur. Uygulanan tedavilerin amacı ağrıyı gidermek ve kısırlığı ortadan kaldırmaktır. Bu amaçla tıbbi ve cerrahi tedaviler uygulanabilir. Tıbbi tedaviler endometriozisin östrojene bağımlı bir hastalık olması prensibine dayanır. Hamilelik ve menopoz endometriozis oluşumunu engelleyen iki doğal durumdur. Hormonal tedavilerde amaç bu iki doğal durumu taklit etmektir. Her iki durumda da endometrium üzerindeki östrojen etkisi ortadan kalkacağından yanlış yerde yerleşmiş olan endometrial dokunun da baskılanması beklenir.
Yapılan çalışmalar endometriozisde uygulanan tıbbi tedavilerin ağrıyı gidermede etkili olduğu ancak infertilite üzerinde olumlu bir etkisinin olmadığının göstermektedir. Bu nedenle kısırlık nedeni ile başvuran hastalarda tıbbi tedavi önerilmez.
Şiddetli endometriozis olgularında tercih edilmesi gereken tedavi yaklaşımı cerrahidir. Özellikle laparoskopik cerrahi tekniklerde yaşanan gelişmeler bu hastaların etkili bir şeklide tedavi edilmelerine olanak sağlamaktadır. Örneğin; çikolata kisti çıkartılan hastaların %50'si 6 ay içinde tedaviye gerek kalmadan hamile kalmaktadır. Anatomik düzenin yeniden sağlanması hem ağrının giderilmesinde hem de üreme potansiyelinin arttırılmasında son derece önemlidir.
|
Ergogram
Kas çalışmasının ergograf(*) aygıtıyla grafik gösterimi. |
Ekokardiyografi
Ultrason dalgalarıyla kalp duvarlarının kalınlığını ve kapakçık parçalarının hareketlerini belirlemeyi sağlayan tanı yöntemi. |
Endometrit
Dölyatağının iç yüzünü örten endometriyumun iltihabı. |
Ergokalsıferol
D Vitamininin teknik adı. |
Ekokardiyogram
Ekokardiyografi yoluyla elde edilen çizelge. |
Endometrium
Uterusun iç yüzünü kaplayan müköz bir zardır. |
Ergokalsiferol
D Vitamininin teknik adı. |
Ekolali
Hastanın kendisine söylenilen sözleri anlamsız şekilde aynen tekrarlaması. |
Endometriyoz
Endometriyum mukozasının, normal yeri olan dölyata-ğının iç yüzünden başka bir bölgede odaklar ya da kalıntılar biçiminde bulunmasıyla beliren patolojik durum. |
Ergometri
Bedensel etkinlik sırasında kasların yaptığı işin ölçümü. |
Ekoloji
Canlıların birbirlriyle ve çevreleriyle olan ilişkilerini inceleyen bilim dalı. |
Endometriyum
Dölyatağının İç yüzünü kaplayan zar. Endometriyum, yumurtalık borusu ve dölyatağı boynunu kaplayan mukozayla devam eder. |
Ergoterapi
Hastalıkların iş aracılığıyla tedavisi. |
Ekopraksi
Bîr başkasının hareketlerini taklit yoluyla yineleme. |
Endoserviks
Dölyatağı boynu kanalını örten zarsı mukoza. |
Ergotin
Çavdar mahmuzu özütü. İlaç yapımında kullanılır. |
Ekosistem
Bir çevredeki canlı ve cansızların tümü. |
Endositoz
Tek hücreli bir ökaryotun besin maddelerini boğum yaparak hücre içerisine alma işlemi. |
Ergotizm
Çavdarmahmuzu olarak bilinen bazı buğdaygillere asalak olarak yerleşen mantardaki (Claviceps purpurea) bazı alkaloitlerin (ergot alkaloitleri) yol açtığı zehirlenme. |
Endoskop
Herhangi bir organ veya vücut boşluğuna muayene amacıyla sokulan ucu ışıklı alet. |
Erifrofobî (kızarma korkusu)
Kızarma korkusu ile beliren saplantı. |
Endoskopi
Endoskop adlı bir aletle insan vücudundaki bazı organ ve boşlukları görerek incelemeye dayanan tam ve tedavi yöntemi. |
Erifropoez (alyuvar yapımı)
Kemik iliğinde gerçekleşen ve alyuvarların oluşumunu sağlayan hücrelerin farklılaşması ve çoğalması süreçlerinin bütünü. |
Eriserasyon
Karın duvarında cerrahi ya da travmatik kesiler nedeniyle bir ya da daha fazla iç organın vücuttan dışarıya çıkması. |
Eksizyon
Bir dokunun çıkartılıp atılması. |
Endosperm
3n kromozomlu besi doku. |
Ekskavasyon
optik çukurda artış |
Endotel
Dolaşım sisteminin tüm yapılarının (kalp boşlukları, atardamarlar, kılcal ve toplardamarlar, lenf damarları) iç yüzünü Örten çok ince katmana (yaprağa) verilen ad. |
Ekskoriasyon
Deri ve mukozada yüzeysel lezyon. |
Endotoksin
Özellikle Gram-negatif bakterilerin hücre duvarının dış zarının yapısında bulunan zehir. |
Eritrobfastoz
Dokularda ve kanda eritroblastların, yani olgunlaşmamış alyuvarların bulunmasıyla beliren patolojik durum. |
Eksoftalmus
(a.k.a proptozis) göz küresinin ileri doğru fırlaması |
Eritroblast
Kanda dolaşan alyuvarların kaynaklandığa kemik iliği hücresi. |
Eksositoz
Tek hücreli bir ökaryot canlının artık maddelerini boğum yaparak hücre dışarısına atma işlemi. |
Eritropeııı (alyuvar azalması ya da yokluğu)
Alyuvarlann ya da henüz olgunlaşmamış alyuvar sayısının azalması ile beliren patolojik durum. |
Ekspektoran
Ekspektorasyonun (solunum yollan salgısı) ağız yoluyla atılmasını kolaylaştıran ilaçlar. |
Eritropoetin
Kemik iliğinde eritrosit (alyuvar) yapımını artırıcı hormon. Örneğin; Eprex ve Neo Recormon gibi ilaçlar. |
Ekspiasyon
Dengeleyici etkileri olan ruhsal süreç. |
Eritropsi (kırmızı görme)
Renkleri görmede bozukluk. |
Eksploratif ponksiyon
Vücudun doğal ya da yeni oluşmuş boşluklarında toplanan sıvıların uygun iğnelerle alınmasına ve incelenmesine dayanan tanı yöntemi. |
Eritrosit
Alyuvar. Elektronik kan sayımı cihazlarının çıktılarında RBC"" şeklinde belirtilir. Alyuvarların ana görevi akciğerlerden dokularımıza oksijen taşımaktır. |
Eksploratrif
Araştırma amaçlı , tanı koyma maksadıyla yapılan |
Enfeksiyon
Vücudun ya da bir bölümünün bakteri veya virüs gibi bir mikroorganizma tarafından istila eldilği durum |
Eritroz (alyuvar fazlalığı)
Derinin yüzeysel damarlarının genişlemesine bağlı olarak belirli bir deri bölgesinin (Örneğin yüz) geçici ya da kalıcı olarak kızarması. |
Ekstansiyon (doğrultma, uzaklaştırma)
Epifizleri bir eklem oluşturan kemiklerin eksenlerini aynı düzleme getirme. |
Ekstansör kaslar (doğrultucu kaslar)
Bir eklemi oluşturan kemikler arasındaki açıyı genişleten kaslar. |
Enferokinaz
Bağırsak mukozasından salgılanan ve pankreas tripsi-nojem'ni tripsine dönüştüren enzim. |
Erken Boşalma
Kırk-kırk beş yaş altındaki erkeklerin en çok şikayetçi oldukları cinsel sorunu erken boşalmadır. Erkek cinsel sorunları içinde birinci sırada gelmektedir. Erken boşalma olayı, erkeğin ve eşinin boşalmayı arzuladığı andan daha önce boşalmasıdır. Aslında erken boşalma, bir bozukluk, bir patoloji olmaktan çok fizyolojik olayların göreceli olarak beklenenden daha hızlı seyretmesi ile olmaktadır. Bazı erkekler cinsel yaşamlarının ilk başlangıcında daha erken boşalırken gittikçe boşalmayı kontrol ettiklerini ve daha geç boşalmaya başladıklarını, ancak aniden erken boşalmanın bir sorun olarak karşılarına çıktığını belirtmektedir. Bir kısmı ise başlangıçtan beri hep çabuk boşalmaktan şikayet etmektedir. Sonuçta boşalma zamanı objektif zaman ölçüsü ile belirlenmekten çok, hastaların algılayış, ya da kabulleniş biçimi ile ilgilidir.
Erken Boşalmanın Tedavisi
Boşalmayı geciktirmek amacı ile çeşitli ilaçlar denenmiştir. Lokal uyuşturucu kremler veya spreyler bunların başında gelmektedir. Ancak sadece penisin üzerindeki sinir uçlarını uyuşturmak fazla yarar sağlamaz. Sertleşme ve boşalma tüm otonom sinir sistemini ilgilendirmektedir. Esas büyük cinsel organın iki bacak arasında değil, iki kulak arasında olduğunu söyleyenlerin iddiasını hafife almamak gerekir. Ayrıca bu tür ilaçlar, lokal uyuşturucu etkisi ile boşalmayı geciktirmekten çok penisin duyarlığını azalttığı için, temastan duyulan cinsel zevki azaltmaktadır. Bu lokal uyuşturucu maddeler cinsel birleşme esnasında vajen duvarından emilerek bu dokuların hassasiyetini azalttıklarından, kadının orgazm olmasında gecikmeye yol açmakta ve sorunu adeta pekiştirmektedir. Bu yüzden bu tür sprey ve kremler tıbbi pratikte terk edilmiştir.
Son zamanlarda depresyon tedavisinde kullanılan bazı ilaçların yan etki olarak boşalmayı geciktirdiği fark edilmiş ve bu ilaçlar tedavide kullanılmaya başlanmıştır. Bu ilaçlardan hastalar yarar görmektedir. Ancak boşalma kontrolünde sırf ilaca dayalı bir tedavi yararlı olsa da, ömür boyu ilaç kullanmanın zorluğu nedeniyle cazip görülmemektedir. Aslında boşalmayı kontrol edebilme bir öğrenme sorunudur. Hastanın bu öğrenimine yardımcı olmak amacıyla ilaçla tedavi edilmesi, veya daha doğru bir ifade ile, tedaviye ilaç eklenmesi doğru bir yaklaşımdır. Amcak esas olan, erkeğin kendini ve eşini memnun edecek şekilde boşalmasını kontrol edebilmeyi öğrenmesidir.
Prezervatif kullanılmasının boşalmayı geciktirmede yararlı olduğunu ifade edenler vardır. Doğum kontrol yöntemi olarak kullanılmıyorsa, sırf boşalma kontrolü için prezervatif kullanılması çok cazip değildir.
Her erkeğin aynı duyarlıkta olmadığı, aynı cinsel tepkiyi vermediği bir gerçektir. Yukarıda belirtildiği gibi, fazla cinsel heyecan duyan ve psikolojik anksiyete içindeki erkekler daha erken boşalır. Öyleyse, boşalmayı kontrol etmek öğrenimi içinde öncelikle cinsel heyecanı yatıştırma ve sakinleşmek gelir. Hem zihnen hem bedenen gevşemek, sakinleşmek önemli oranda yardımcıdır. Sık cinsel birleşmede bulunmak boşalma aralarını ve dolayısı ile duyarlılığı azaltacaktır.
Cinsel birleşme anında erkeğin pozisyonunun boşalma üzerine etkisi vardır. Bu yüzden bazı pozisyonlarda boşalma daha hızlı olmaktadır. Erkeğin üstte olduğu klasik cinsel birleşme pozisyonu boşalmanın geciktirilmesi için elverişli bir pozisyon değildir. Daha rahat olduğu, kolay gevşeyebildiği ve efor harcamadığı bir pozisyonda erkek boşalmasını daha rahat kontrol edebilir.
Tedavi için önerilen en basit yöntem, sevişme esnasında erkeğin boşalma anına yaklaştığını hissettiği zaman, penisin ucunu iki parmağı arasında sıkarak vücuttaki cinsel heyecanın azalmasını bir süre beklemesi ve yeteri kadar gevşedikten sonra tekrar sevişmeye başlamasıdır. Bu yöntem uygulanırken bekleme anında derin derin nefes alınmasının da yararı olmaktadır. Ayrıca seks terapistleri tarafından bu tür şikayeti olan çiftlere bir takım öğrenme egzersizleri yaptırılmaktadır.
Erken boşalma sorunu yaşayan partnerinize yardım rehberi
Sevişme süreniz, partnerinizin erken boşalma problemi yüzünden çok mu kısa sürüyor ? Bu problem yüzünden sevişmeleriniz eski heyecanını yitirdi mi ? Oysa sevişme süresini uzatmak ve erken boşalmayı önlemek pekala mümkün!
Erken boşalma, sık rastlanan ama kolay tedavi edilebilen cinsel sorunlar arasında yer alıyor. Psikolojik tedavi ve birkaç basit teknikle erken boşalma endişesinden sıyrılıp, sevişmenin sizin için doğal bir zevk halini almasını sağlayabilirsiniz.
Bu konuda yapılan araştırmalar her iki erkekten birinin hayatının belli bir döneminde erken boşalma sorunu ile karşılaştığını gösteriyor.Aslında erken boşalma, kişiden kişiye değişen bir kavram. Bazıları 30 saniyede boşalırken, bazıları bunu daha uzun sürdürebiliyorlar. Uzmanlar ortalama sevişme süresinin evli erkekler için üç dakika civarında olduğunu söylüyor. Gerçekte partneriniz sevişmeyi, başlar başlamaz sonlandıramıyorsa, erken boşalma sorunu yok demektir.
Erken boşalma tıp literatürlerinde, sevişme esnasında varılan doruk noktasını, eşini tatmin etmeyi bekleyecek kadar uzatamama olarak tanımlıyor. Bazı erkekler, kadının orgazmı yaşayabilmesi için vajinal ilişkinin yanı sıra elle uyarımın da gerekli olduğu gerçeğini görmezlikten geliyor. Bu da cinsel iletişimsizliği başlatan süreçte yapılan en ciddi hatalar arasında yer alıyor. Sonuç olarak erkek kendini kontrol edemediği için büyük bir suçluluk duygusuna kapılıyor.
Sinir sistemine de bağlı
Batılı bilimadamları erken boşalmanın anormal bir durum olmadığını, bu karakterin bize atalarımızdan geçtiğini söylüyorlar. Erken boşalmanın merkezi sinir sistemiyle yakından ilgili olduğunu da…. Sinir sistemimiz iki kısımdan oluşur. İstemimiz dahilinde çalışan kısmı cinsel ilişki sırasında sertleşmeyi, istem dışı çalışanı ise boşalmayı yönetir. Sağlıklı bir erkekte her iki kısım uyumlu bir şekilde çalışır ve günlük davranışları yönetirler. Erken boşalan bir erkekte büyük bir olasılıkla istemdışı sinirler daha baskın, uzun süre ereksiyon halinde kalanlarda ise istem dahilindeki sinirler daha baskın çalışır. Ayrıca erkeğin kişilik özellikleri de cinsel hayatında önemli rol oynar. Örneğin romantik tipli ve cinsel içgüdüleri zayıf olanlarla, mantığıyla hareket eden erkekler, erken boşalma riskiyle daha fazla karşı karşıyadır.
Mastürbasyonun etkisi
Uzun süre ereksiyon halinde kalamamanın temel sebeplerinden biri de mastürbasyonu fazlaca deniyor olmak. Eğer bir erkek 13 yaşında kendi kendini tatmin etmeye başlıyor ve bunu sıkça yapıyorsa, 20′li yaşlara geldiğinde karşı cinsle girdiği cinsel ilişkilerde problemler yaşama olasılığı oldukça yüksektir. Çünkü erkek küçük yaşlardan beri kendini bu şekilde boşalmaya şartlamıştır ve cinsel ilişkiye başladıktan sonra tek amacı bunu bir an önce sonlandırmaktır. Diğer bir neden de kadının cinsel isteksizliğidir.
Tedavi yöntemleri
Erken boşalma, tedavisi en kolay cinsel sorunlardan biri. Eşlerin beraberce katılacağı bir psikolojik terapide, tedavinin başarı ile sonuçlanma şansı yüzde 90 oranında artabiliyor. Bugün için bilinen tedavi yöntemleri ise şunlar:
Lokal uyuşturucular
Penis ucunun hassasiyeti lokal uyuşturucularla azaltılabilir. Bunları çok sık kullanmak da sakıncalıdır. Bu yüzden geciktiricileri nadiren kullanın ve kullandığınız zaman prezervatif takmayı ihmal etmeyin.
Lokal baskı uygulamak
Erkek doruğa yaklaştığını hissettiği anda kendini geri çeker ve penisin ucunu parmaklarıyla 3-5 saniye sıkarsa boşalma geciktirilebilir. Bu yöntem ereksiyonu yüzde 10 ile 30 oranında azaltır ve belli bir süre uygulandığında erkeğin kendini kontrol yeteneğini artırır.
Çin tekniği
Eski çağlarda Çinliler, boşalmayı geciktirmek için “Oynak Yol” adını verdikleri yöntemi uygularlardı: Erkek boşalacağını anladığı zaman sol elin baş ve orta parmaklarıyla, testis ve anüs arasında kalan bölgeyi derince bastırır. Bu arada nefesini ona kadar sayarak tutar ve verir. Bir-iki kez tekrarlandığında erteleme gerçekleşir.
Beyninizi kullanın
Zamansız bir boşalmayı engellemek istiyorsanız, o an başka şeyler düşünmeye çalışın. Örneğin 50′ye kadar sayın, o gün ne yediğinizi düşünün ya da günlerden hangisi olduğunu hatırlamaya çalışın.
Düzenli cinsel ilişkiler
Erkeğin penisi uyarılmaya karşı çok hassas olduğu için sık sık ilişkiye girmezse uyarılma eşiği azalıyor ve eski halini koruyamıyor ve doğal olarak daha erken boşalıyor. Eğer düzenli bir ilişki varsa, büyük bir ihtimalle bu sorun kendiliğinden ortadan kalkabilir.
Cinsel işlev bozukluklarını hazırlayan, ortaya çıkaran ve sürdüren bazı faktörler vardır:
1. HAZIRLAYAN FAKTÖRLER
a) Ailenin ve toplumun cinselliğe bakış tarzı
b) Aşırı tutucu, dindar yetiştirilme biçimi
c) Eksik ya da yanlış cinsel bilgi
d) Cinsellikle ilgili gerçek dışı beklentiler
e) Anne baba arasındaki olumsuz ilişki biçimi
f) Erken travmatik yaşantılar
g) Eşler arasındaki iletişim biçimi
h) Uyarılma eşiğinin yüksek olması
j) Nevrotik kişilik özellikleri
k)Yakınlaşma sorunları
l) Ayrılık anksiyetesi
m) Cinsel istismara maruz kalma
2. ORTAYA ÇIKARAN FAKTÖRLER
a) Eşler arasındaki uyumsuzluk
b) Cinsel iletişim sorunları
c) Eşin cinsel bir sorununun olması
d) Performans anksiyetesi
e) Fiziksel ya da psikiyatrik hastalıklar
f) Yorgunluk ve stress
g) Aşırı alkol ve ilaç kullanımı
h) Hamile kalma korkusu
j) Evlenme
k) Evlilik öncesi ve dışı ilişkiler
l) Travmatik cinsel yaşantı
3. SÜRDÜREN FAKTÖRLER
a) Sorunun çözümüile ilgili yanlış uygulamalar
b) Çok sık cinsel ilişkide bulunma
c) Cinsel ilişkiden kaçınma
d) İlişkiye kendini verememe
e) Performans anksiyetesi
f) Suçluluk ve utanç duyguları
g) Eşin tepkileri
Bu bilgiler ve değerlendirmeler ışığında hastanın cinsel işlev bozukluğunun kaynağı doğru tespit edilerek en işlevsel tedavi metodu uygulanmaktadır. |
Eksteroseptör (dış alıcı)
Dış ortamdan gelen uyaranlara duyarlı alıcılar. |
Enfestasyon
İnsan organizmasında çokhücreli asalak mikroorganizmalarının oluşturduğu hastalıkları belirtmek için kullanılan terim. |
Erojen bölge
Erotik duyum uyandıran vücut bölgelerine verilen ad. |
Enflamasyon
Enfeksiyon, darbe ya da tahriş sonucu vücutta oluşan reaksiyon; iltihap; yangi. Sonuçta şişme, ağrı, sıcaklık ve kızarıklık oluşur. |
Eros
Yaşama içgüdüsü. Tüm cinsel dürtüleri ve istekleri kapsayan. |
Ekstrasistol
Kalbin normal atışlarına, fazladan atış eklenmesine Ekstrasistol bir başka deyişle fazladan atış denir. Kalbin bir atışı, vaktinden önce olur.
Sonra, bir süre atış olmaz. Bu atışlar, tek tek veya arka arkaya meydana gelir. Kalp hastalıklarında görüldüğü gibi; fazla sigara, içki içmek; heyecanlanmak ve hazmı güç yemeklerden sonra da görülebilir. |
Enflamasyon (iltihap, yangı)
dokularında çeşitli uyanlara yanıt olarak ortaya çıkabilen patolojik süreç; |
Erotik
Cinsel istekliliği uyandırıcı. |
Ekstrasistol
Kalbin normal atışlarına, fazladan atış eklenmesine Ekstrasistol bir başka deyişle fazladan atış denir. Kalbin bir atışı, vaktinden önce olur. Sonra, bir süre atış olmaz. Bu atışlar, tek tek veya arka arkaya meydana gelir.Kalp hastalıklarında görüldüğü gibi; fazla sigara, içki içmek; heyecanlanmak ve hazmı güç yemeklerden sonra da görülebilir. |
Engellenme (früstrasyon)
İstek, gereksinme ya da bir davranışın sonuca ulaşmasının engellenmesi sonucunda ortaya çıkan ruhsal yaşantı. |
Erotizm
Üremenin doğal amacından farklı bir cinsel uyarılma duyma, başka bir deyişle cinsel istekleri yüceltme. |
Ekstrasistol (ek atım)
Kalpte anormal atımların bulunduğu ritim bozukluğu. |
Enjeksiyon
Sıvı ilacın ya da radyolojik inceleme için gerekli kontrast maddenin dışarıya açılan doğal vücut delikleri dışındaki bir yoldan verilmesi. |
Erotomani
Kişinin düşüncelerine, sosyal ilişkilerine ve ruhsal yaşamına bütünüyle cinsel fantezilerin egemen olmasıyla belirlenen erotik hezeyan. |
Ekstrofî
Bir iç organ boşluğunun, duvarındaki anormal bir açıklık nedeniyle, dışa doğru ters dönmesiyle belirlenen doğumsal oluşum bozukluğu; daha çok idrar kesesinde görülür. |
Enjeksiyon çözeltisi
Enjeksiyon işleminde kullanılan çözelti. |
Erozyon
Deri veya mukozada görülen, sınırlı bir bölgede epitel kaybı, yüzeyel yaralar. Örneğin; Cervical erozyon, halk arasında rahim ağzında yara olarak bilinir. |
Enkondrom
Kemiğin içinde gelişen kıkırdak tümörü. Bak. kond-rom. |
Ertrospeksiyon (içe bakış)
Ego (benhk) tarafından iç "yaşantıların" gözlenmesi: |
Enkoprezi
İstemsiz olarak dışkı kaçırma, işlevsel (yapısal olmayan) bir bozukluktur; |
Ekto
Dışında anlamındaki ön ek. |
Enoftalmi
Gözküresinin anormal konumu; gözküreleri göz boşluğunda daha derinde yerleşmiştir. |
Ektoderm
Derinin en dış tabakası. |
Enoftalmit
göz küresinin arkaya yer değiştirmesi |
Esnek doku
Kollajen liften çok esnek lif içeren bağdoku türü. |
Ektopi
Her hangi bir organın normal bulunması gereken yerde değilde, vücudun başka bir yerinde olması hali. |
Esotropia
(iç şaşılık) gözün içe kayması |
Ektopik
Anormal yerleşim, döllenmiş yumurtanın fallop tüpünde yerleşdiği gibi |
Ektopik (dış) gebelik
Fertilize olmuş yumurtanın uterus boşluğu dışında (fallop tüpleri, over, batın boşluğu) bir yerde yerleşerek gebeliğin meydana gelmesidir. |
Ektopik odak
Anormal sinir uyaranlarının kaynaklandığı odak. |
Esteziyoloji
Duyarlılığı, yani duygusal ve duyusal algılamaları inceleyen bilim dalı. |
Ektromeli
Dölyatağındaki yaşamın İlk haftalarında gelişimin durmasına bağlı olarak ortaya çıkan doğumsal oluşum bozukluğu. |
Ensefalografi (pnömoensefalografi)
Omurilik kanalına bir miktar filtre edilmiş ve steril (30-60 mi) havanın verilmesiyle gerçekleştirilen beyni radyolojik olarak inceleme tekniği. |
Esteziyometri
Duyum mekanizmalarının niceliksel açıdan incelenmesi. |
Ektropion
Göz kapaklarının serbest kenarlarının dış tarafa kıvrılmaları. |
Ensefalomiyelif
Beyin ve omuriliğin eşzamanlı iltihabı. |
Ektropiyon
Alt gözkapağı kenannın dışarıya doğru dönmesi. |
Ensefalon (tiimbeyin)
Merkez sinir sisteminin kafatası boşluğunda yer alan bölümü. |
Ensefalopati
Beyin hastalıklarını, Özellikle de ensefalondaki yaygın hastalıkları belirten genel terim. |
Ensefalosej
Kafatası kemiğinde doğumsal oluşum bozukluğu sonucu gelişen boşluktan ensefalonun bir bölümünün dışan çıkması. |
Entamoeba Hystolytica
Entamoeba hystolytica adlı parazitin neden olduğu bir hastalıktır. Gelişmekte olan ülkelerde sıklıkla görülür. Su ve besinlerle bulaşır.
Belirtiler
Genellikle, sağlık tedbirlerinin yeterli olmadığı memleketlerde yaygındır. Hastalığı taşıyan bir insanın ya da bir böceğin dışkısıyla kirlenmiş suyla yıkanan sebzelerin yenmesi yoluyla bulaşır. Amipler çok kere vücuda sert, koruyucu bir kistle kaplı olarak alınırlar. Bu kistler bağırsaklarda eriyince amipler açığa çıkarlar.
Belirtiler parazit alındıktan sonra 1–4 hafta içinde ortaya çıkar.
-Sık dışkılama (günde 10-15 defa)
-Karın alt kadranda ağrı
-Dışkıda sümüksü salgı
-Dışkıda kan
-Bazen ateş
-Sulu dışkı
-Lökosit artabilir.
Tanı
Amebiazisin tanısı, dışkı örneklerinde kistlerin ve trofozoitlerin görülmesiyle konabilir. Tanı için ayrıca serolojik testlerle de yapılabilmektedir.
Tedavi
Dokrotunuzun vereceği ilaçları düzenli kullanımı ile tam şifa sağlanır.
Öneriler
Su güvenliğinin olmadığı yörelerde suyun kaynatılarak içilmesi, şişe suyu tüketilmesi ya da gazlı içecekler alınması önleyici olması bakımından gereklidir. Bulaşma bardak vs ile de olabileceğinden bu ürünlerin kendi ambalajında tüketilmesi yararlı olacaktır. Kişisel sağlık bilgisi kurallarına uyulması ve besinler için de aynı özenin gösterilmesi şarttır. |
Electrolysıs
Saç köklerini eritmek için kullanılan elektrik. |
Entero virüs
RNA içeren küçük boyutu (17-48 mu.) virüs grubu. |
Etene hormonları
Etenede üretilen protein ve steroit yapısında hormonlar. |
Enteroanastomoz
Bir bağırsak bölümünü sindirim kanalının bir başka bölümü ya da salgıbezleri ile birleştiren cerrahi girişimlerin genel adı. |
Elektro
Kalbin elektriksel fealiyetlerinin özel kağıda grafiki olarak dökümü. |
Enterogastron
Mide salgısını ve hareketlerini ketleyen ve incebağırsak mukozasında üretilen hormonların ortak adı. |
Elektroansefalografi
Beynin elektriki faaliyetlerinin grafik olarak gösterilmesi. |
Enteroglükagon
ince ve kalın bağırsak mukozasında bulunan iç salgı hücrelerinin ürettiği bir grup polipetit hormon. |
Etiyoloji
Değişik hastalık süreçlerinin nedenlerinin incelenmesi. |
Elektrobisturi
Yalıtılmış bir sap üzerine takılmış elektrottan oluşan alet; yüksek frekanslı elektrik akımı aracılığıyla dokuların kesilmesini ve kılcal damarların yakılarak dokularda kesiye bağlı kanamanın durdurulmasını sağlar. |
Enterohepatik dolaşım
Bağırsaktaki bakterilerin safradaki pigmentler üzerindeki etkisiyle oluşan biIİnojenlerin kısmen bağırsak mu-kozasınca yeniden emildiği ve toplardamar dolaşımı ile karaciğere ulaştığı fizyolojik mekanizma. |
Etiyopatojenez
Hastalıkların nedenleri ve gelişme sürecinde yol açtığı çeşitli belirtiler. Bak. etiyoloji. |
Elektrodiyagnostik
Sinir-kas hastalıklarının tanısında kullanılan bir inceleme tekniği. |
Enterokolit
İnce ve kaim bağırsağı aynı zamanda etkileyen akut ya da kronik bir iltihabı sürece bağlı hastalık. |
Elektroensefalogram
Saçlı deri yüzeyine yerleştirilen elektrotlar aracılığıyla beyindeki elektriksel etkinliğin tanı amacıyla kaydı. Beyinden kaynaklanan elektrik akımı uygun bir biçimde güçlendirildikten sonra yazıcı uçlar aracılığıyla kâğıda aktarılır. |
Enteropatik artrit
İnflamatuvar barsak hastalığı ve romatizmal hastalığın bir arada bulunması, örneğin, ülseratif kolit ve Crohn hastalığı. Deformite ve kıkırdak yıkımı bu artrit tipinin özelliği değildir. |
Etmoit kemik (kalburcu kemik)
Kafanın ortada, tek ve simetrik kemiği. |
Elektrofizyoloji
Hücre, doku, organ ve tüm organizma düzeylerinde gerçekleşen elektriksel olayları inceleyen fizyoloji dalı. |
Enteropatik artropati
İnflamatuvar barsak hastalığı ve romatizmal hastalığın bir arada bulunması, örneğin, ülseratif kolit ve Crohn hastalığı. Deformite ve kıkırdak yıkımı bu artrit tipinin özelliği değildir. |
Etnopsikiyatri
Psikiyatrik hastalıklar ile çeşitli toplumların kültür ve gelenekleri arasındaki ilişkileri konu olan araştırma dalı. |
Elektroforesis
DNA parçacılkları ya da proteinler gibi iri molekülleri, benzeri moleküllerle birarada bulunduğu karışımlarından ayrıştırmakta kullanılan bir yöntem. |
Enteroptoz
Kann iç organlarının aşağıya doğru inmesi. |
Etoloji
Canlıların davranışlarını inceleyen bilim dalı. |
Elektroforez
Uygulanan elektrik alanının etkisiyle bir sıvıda çözünmüş bulunan parçacıkların (iyonların) hareket etmesine yol açan fiziksel olay. |
Enteroraji
Kanh dışkı çıkarılması ile kendim gösteren sindirim sistemi kanaması. |
Etyoloji
Hastalıkların nedenlerini araştıran bilim dalı |
Elektrokardiografi
Kalp adelesinin faaliyetlerinin grafik olarak gösterilmesi. |
Enterosel
İçinde yalnızca bağırsak kıvrımları bulunan bazı fıtık tipleri. |
Evaküasyon (boşaltım)
Dışkının anüs aracılığıyla dışan atılması. |
Elektrokardiyografi
Kalp kasının kasılmasını sağlayan elektriksel akımların kaydedilmesi temeline dayanan, tanıya yönelik inceleme yöntemi. |
Enterostomi
Bazı hastalıklarda sindirim sisteminde yapay bir çıkış yeri açmak amacıyla bağırsakla karın duvarının ağızlaş-tınlması. |
Evantrasyon
Karın düz kaslarının karşılıklı gevşemesi ve birbirinden uzaklaşması nedeniyle karın iç organlarının dışarıya doğru çıkıntı yapması. |
Elektrokardiyogram
Kalbin etkinliği sırasında oluşan elektriksel voltaj değişikliklerinin milimetrik kâğıda grafik biçiminde kaydı. |
Enterotoksin
Bazı Staphylococcus aureus soylarının çıkardığı toksin. |
Evirasyon
Erkek cinsel organlarının (penis ve erbezleri) alınması. Bak. iğdiş etme. |
Elektrokardiyoskop
Kalp kasılması sırasında oluşan elektrik potansiyellerini bir osiloskopun ekranında görüntüleyen alet. |
Enterovaksin
Isıyla öldürülmüş tifo ve paratîfo basillerinden oluşmuş, kuru inek safrası ile karıştırılmış ve ağızdan verilmek üzere tablet haline getirilmiş antitifo-paratifo A ve B aşısı. |
Elektrokoagülasyon
diyatermokoagülasyon |
Exotropia
(dış şaşılık) gözlerin dış kayması |
Elektrokortikografi
Kafatasının delinip sertzarın (dura mater) açılmasından sonra beyin kabuğuna uygulanan elektrotların bu bölgede yol açtığı elektrik potansiyellerinin kaydedilmesi tekniği. |
Elektrokoter
Elektrik akımıyla kor haline getirilmiş bir iletken aracılığıyla dokuların yakılmasında kullanılan cerrahi alet. |
Entezopati
Entezislerin inflamasyonuyla sonuçlanan herhangi bir romatizmal hastalık; örneğin, ankilozan spondilit, psöriyatik artrit ve Reiter hastalığı. |
Eylem potansiyeli
Sinir ve kas hücrelerinde olduğu gibi, uyarılabilme özelliğine sahip hücre zanna değişik uyarılar (elektrik, kimyasal, mekanik uyanlar) verildiğinde ortaya çıkan elektriksel olaylar bütünü. |
Elektrokoterizasyon
Elektriğin organik dokularda tedavi amacıyla uygulanması. |
Entoksikasyod (zehirlenme)
Organizmaya yabancı, canlı olmayan, yaşamsal olayları etkileyecek güçte maddelerin yol açtığı belirtiler. |
Elektrolitler
Hem kan, hem de hücre içi organik sıvılarda çözünmüş olarak bulunan tuzlar. |
Entolerans
Biyolojideki geniş anlamıyla, bireyin, başkalarında normal kabul gören dış etkenlere karşı gösterdiği tüm tepkileri tanımlamakta kullanılan terim. |
Elektromiyografi
Kaslarda kasılma sırasında üretilen elektriksel eylem potansiyelini (bak. eylem potansiyeli) incelemeye dayanan nörolojik tanı yöntemi. |
Fagosit
Çeşitli yapıdaki tanecikleri sitoplazmasında tutabilen ve sindirebilen hücrelerin genel adı (bak. fagositoz). |
Flegmon
Genellikle streptokokların yol açtığı akut enfeksiyon. |
Fagositoz
Hücre zarından geçemeyen büyük katı moleküllerin yalancı ayaklarla hücre içine alınmasıdır. |
Fıçı göğüs
Ön-arka çapı genişlemiş göğüs biçimi. |
Fleksiyon
Vücudun aralannda eklem bulunan iki bölümü arasındaki bükülme hareketi. |
Fırsatçı eafefcsjyonlar
Dışarıdan gelen ya da vücutta saprofit (çürükçül) olarak bulunan ve bağışıklık sistemi hastalıkları, şeker gibi kronik hastalıklar, yorgunluk, yetersiz beslenme ya da iyileşme döneminde beden savunma |
Fleksör kaslar (bükücü kaslar)
Bir eklemi oluşturan kemikler arasındaki açıyı daraltan kaslar. |
Flokülasyon
Sıvı ortamda düşük yoğunluklu bir çökeltinin oluşması. |
Fakoemülsifikasyon
Fakoemülsifikatör adı verilen bir aygıtla göz merceğinin çok küçük parçalara ayrılması ve bir bölümünün alınması. |
Flor
Doğada bulunan bir element, uygum miktarda alındığında diş çürümelerini önlemeye ve muhtemelen kemiklerin güçlenmesine yardımcı olur. |
Fıtık korsesi (fıtık bağı)
Kann bölgesindeki fıtıkları tespit etmek İçin kullanılan, bir kemer ve yastıkçıklardan oluşan aygıt. |
Flora
Belirli bir coğrafi alanda bulunan bitki türlerinin tümü. |
Floralozone
Birçok sentetik koku bileşeninden biri. |
Fibrilasyon
Kalp kasının tireşimler şeklinde ya da kontrolsüz kasılmaları, kalp atımının düzensiz olmasına yol açar. |
Flüor
Kıkırdak, kemik, tırnak ve diş gibi dokulann yapısında bulunan kimyasal element. |
Flüor profîlaksisi
Koruyucu flüor tedavisi. |
Falks serebri (beyin orağı)
Beyinde sertzarın (dura mater) iki beyin yanküresİ arasına giren dikey, orağa benzer uzantısı. |
Flüor zehirlenmesi
Bazı sanayi alanlannda flüor buhan ve gazlarının solunması ya da çözünebilir flüor bileşiklerinin (kirli içme suyu, besinler, böcek ve fare zehiri) ağız yoluyla alınması sonucu ortaya çıkan zehirlenme. |
Fallik dönem
Çocukta oral ve anal dönemleri izleyen psikososyal gelişme evresi. |
Fibrinojen
Pıhtılaşma etkenlerinin etkisi altında fibrine dönüşerek, pıhtılaşma sürecinde temel bir rol oynayan ve karaciğerde bireşimlenen protein. Bu dönüşümü sağlayan son etken trombindir. |
Flüorizasyon
Kemik ve dişlerin normal gelişimi için gereken flüorun alınabilmesi amacıyla içme suyuna flüor eklenmesi. |
Fallop boruları (salpenks)
Dölyatağı tepesinin İki yanında simetrik olarak yerleş- "mis ve dölyatağı iç boşluğunun, periton (kann zan) içi boşlukla ilişkisini sağlayan boru biçimindeki yapılar. |
Fibrinojenopeni
Kanda fibrinojen düzeyinin normalin altında bulunması. |
Flüorokardiyografi
Kalbin ve büyük damarlann incelenmesinde kullanılan bir radyolojik inceleme yöntemi. |
Fallop tüpleri
Her biri yaklaşık 10 ar cm. uzunluğunda, uterusun üst köşelerinden yumurtalıklara kadar uzanan iki borudur. Tuba uterina veya uterus tüpleri de denir. |
Fibrinoliz
Plazmin ya da fibrinolizin adlı protein eritici (proteoli-tik) bir enzimin etkisiyle fibrinin(*) çözünmesi süreci. |
Flüoroskopi
X ışınlannın, flüoresan özelliği olan bir ekrana düşürülmesiyle ekranda ışınların geldiği bölgenin görüntülenmesini sağlayan radyolojik yöntem. |
Fallop tüpü
Yumurtayı yumurtalıktan rahime taşıyan, rahimin her iki tarafında bulunan iki tüpten herbiri |
Fibrinolizin (plazmin)
Fibrini parçalayarak etki gösteren protein eritici (prote-olitik) enzim. |
Fobi
Belirli bir nedene dayanmayan aşırı korku |
Fallot tetrolojisi
Siyanotik konjenital kalp hastalıkları içinde en yaygun olanıdır. 4 major anomali mevcuttur. 1. Sağ vent çıkımında darlık 2. Ventrikuler septal defekt 3. Aortun dekstra pozisyonu 4. Sağ vent hipertrofisi |
Fokomeli
Kol ve bacaklann en az birinde uç parçasının eksik geliştiği doğumsal iskelet bozukluğu. |
Fallot's tetralogy
Kalbin doğumsal bir anomalisine verilen isim. |
Fibroadenom
Fibröz (lifsi) bağdoku ve salgıbezi dokusundan gelişen iyi huylu tümör. |
Folik asit
B-vitamin kompleksinin parçasıdır. Ağız yoluyla alındığında iyi bir antioksidan olarak kabul edilir. Bu yararı henüz cilt üzerinde kanıtlanmamıştır. |
Fibroblast
Bağdoku temel maddesinin bireşimini sağlayan bağdoku hücresi. |
Folikül
Yumurtalıkta yumurtayı taşıyan içi sıvı dolu kesedir. Yumurtayı besler ve ovulasyonda çatlayarak salar. |
Fibroelastoz
Vücudun belli bir bölgesinde esnek liflerinin artması ve yoğunlaşması biçimindeki hastalık süreci. |
Folikül stimulan hormon (fsh)
Bu hormon hipofizden üretilir ve salınır. Yumurtlama için ovaryumu uyararak follikül olgunlaşmasını sağlar. |
Fannakopi
Belirli bir dönem ve belirli bir bölgede kullanılması kabul edilen tüm ilaçların listesi. |
Fibroid
Selim bir bağ ve kas dokusu tümörü olan fibromun diğer adı; genellikle rahimde oluşur. |
Folikül uyarıcı hormon (fsh)
Hipofizden salgılanan hormon. |
Fannakoterapi
ilaçlarla yapılan tedavi, İlaç dışında fizik, diyet, cerrahi ve psikolojik tedavi yöntemleri vardır. |
Folikülin
Yumurtalık foİİküllerinin özütü. |
Fibrom
İyi huylu bağ dokusu uru. |
Folikülit
Kıl-yağ foİİküllerinin genellikle enfeksiyon kökenli iltihabı. |
Fibromatoz
Herhangi bir yaşta ve vücudun herhangi bir yerinde ortaya çıkabilen çok sayıda bağdoku oluşumunun genel adı. |
Fomiks
Yay yaparak ya da kendi üzerine katlanarak bir boşluk ya da girintiyi çevreleyen oluşumları belirten terim. |
Fantom kol - bacak
Kol ya da bacaklarının tümünü ya da bir bölümünü kaybedenlerde görülen bir olgu. |
Fibromiyalji
Kasları ve ligamentleri etkileyen, fakat eklemlere hasar vermeyen hastalık. Sık rastlanır ve şiddetli olabilir. Fibro-mi-yaljide fibröz dokular (fibro-) ve kaslarda (-mi) ağrı (-alji) ve hassasiyet söz konusudur. Halsizlik sıklıkla fibromiyaljinin en şiddetli bulgusudur. |
Fonasteni
Şarkı söyleme ve konuşma sesindeki bozukluk. |
Faradızasyon
Faraday akımıyla, yani 100-200 voltluk potansiyel farkının ürettiği ve saniyenin binde biri kadar süren elektriksel uyarılardan oluşmuş değişken akımla tedavi. |
Fibromiyom
Kadın üreme sistemine özgü sık görülen iyi huylu tümör; 35 yaşın üzerindeki kadınların yaklaşın yüzde 40'ında rastlanır. |
Fonasyon
Özel anatomik yapılar aracılığıyla, işitilebilen seslerin çıkarılması. |
Fibrosarkom
Kollajen lifleri üreten bağdoku hücrelerinin (fibroblastlann) çoğalmasıyla ortaya çıkan kötü huylu tümör. |
Foniatri
Tıbbın ses ve konuşma bozukluklanyla ilgilenen uzmanlık dalı, |
Fibro-sarkom
Bağ dokusunun kötü huylu tümörü. |
Fonokardıoğrafi
Kalp atımında çıkan seslerin gragik olarak kaydedilmesi. |
Faringoskopi
Klinikte yapılan bir yutak muayenesi yöntemi. |
Fibroskleroz
Fibroz(*) nedeniyle bir organ ve dokunun sertliğinin artması. |
Fonokardiyografî
Kalp atımında çıkan seslerin grafik olarak kaydedilmesi. |
Farinjektomi
Yutağın vücuttan çıkarıldığı cerrahi işlem. |
Fibrotoraks
Akciğer zarlannın iç ve dış yapraklan arasında yaygın ve güçlü bağdoku y apışıktı klan. |
Fontanel
Bebeğin başının üzerindeki hünüz kemikleşmemiş yumuşak bölge; bıngıldak. |
Forseps
Doğumda, titizlikle belirlenmesi gereken özel koşullarda bebeğin dölyatağından çıkarılmasını sağlayan araç. |
Farmakofili (farmakomani)
Tedavi açısından gerekli olmayan ilaçlan alma eğilimi. |
Fosfataz
Bir molekülden su kullanraka fosfat grubunu ayıran enzim. |
Farmakoloji
İlaçları ve ilaçların canlı organizmalar üzerinde etkilerinhi inceleyen bilim dalı. |
Fosfatım
idrarla fosfat halinde atılan günlük fosfor miktarı. |
Farnesol
Bitkilerden elde edilen ve kozmetikte öncelikli olarak kokularda kullanılan bir öz. Hayvanlar üzerinde yapılan bazı araştırmaların sonucunda antibakteriyal özellikleri saptanmıştır |
Fosfodiester bağı
DNA'daki fosfat ile şeker arasındaki bağ. |
Fosfolipitler
Serumdaki lipitlerin yaklaşık üçte birini oluşturan lipit bileşikleri. |
Fasciola hepatica
İnsanda karaciğer ve özellikle safra yollarında gelişen distomatoza (fasyoliyaz ya da karaciğer kelebek hastalığı) yol açan asalak türü. |
Fosfoprotein
Protein sentezlendikten o proteine proteinkinazlarla fosfor eklenmiş hali. |
Fasciolopsis buski
Yassısolucanlann Trematoda sınıfından bir tür asalak; insanda bağırsağa yerleşerek fasyolopsiyaz da denen bağırsak kelebek hastalığına yol açar. |
Fosfor
Vücut için çok önemli olan bir element. |
Fiksasyon
Psikolojide, libido gelişiminin bir evrede takılması ve bu nedenle cinsel dürtünün başka nesnelere yönelmesi. |
Fosfor zehirlenmesi
Fosfor bileşiklerinin yol açtığı zehirlenme. |
Fosforemi
Kandaki fosfor miktarı. |
Fil hastalığı
Özellikle bacakların şişip, genişlemesi şeklinde ortaya çıkan bu hastalığa halk arasında gelincik, tıp dilinde elefantiasis denir. Nedeni lenf kanamalarının iltihaplanıp, şişmesidir. |
Fosforilasyon
ATP üretimi. |
Filaria
Omurgalı canlıların kanında ve dokularında yaşayan kıl kurdu cinsi parazit. Elefantiazis denilen rahatsızlığa neden olur. |
Fosforilaz
Glikojen ile organik olmayan (inorganik) fosfattan glikoz I-fosfat oluşumunu sağlayan enzim. |
Fosil
Milyonlarca yıl önce yaşamış canlıların korunarak bu güne kadar gelmiş kalıntıları. |
Fossa
Anatomide, kemik bir alanla ya da örtücü yumuşak dokularla sınırlanan çukur alan. |
Fatal
Öldürücü, ölümle sonuçlanan. |
Filogenetik sıflandırma
Canlıların akrabalık derecelerine göre sınıflandırılması. Doğal sınıflandırma. |
Fotodermatoz
Güneş ışınlarına maruz kalan bölgelerde görülen normal dışı deri değişimleri. |
Filotaksis
Gövde ekseni üzerinde yaprakların diziliş şekli. |
Fotofobi
ışığı tolere edememe durumu. açık renk gözlü kişilerde sık görülür |
Fotokoagülasyon
Ksenon ya da laser ışınlarının retina (ağtabaka) ve üzerindeki damartabakaya düşürülmesiyle damartabakada oluşan iltihabi uyan sonucunda pigmentlerin retinanın yırtık bölgesine göçerek burayı yapıştıran bir nedbe dokusu oluşturması. |
Fotopsi
retinal iritasyona bağlı şimşek çakması |
Fcemodektom
Paragangliyon hücrelerinden gelişen tümör az da olsa kemoreseptör (kimyasal alıcı) işlevine sahiptir. |
Fimoz
Prepusyumun (sünnet derisi) aşın darlığı. |
Fotoreseptör
Işığı algılayabilen duyu hücresi, almaç. |
Fotoreseptörler
Işık uyaranlannı sinir iletisine dönüştürerek görmeyi sağlayan alıcılar. |
Fotosentez
Yeşil bitkilerin, güneş enerjisi ve klorofil pigmenti yardımıyla CO2 ve H2O'dan besin maddelerini üretmesidir |
Fototerapi
Bebeklerin kandaki bilirubin seviyesini düşürmek ve sarılıklarını azaltmak için mavi ışıkla tedavisi yöntemidir. Fototerapi ile kandaki bilirubin maddesi kimyasal olarak başka bir şekle dönüştürülür. Böylece karaciğer bu durumla başedebilir hale gelir. Bebeklerin teninde parlayan ışık, bebeğin sistemindeki bilirubin miktarını efektif olarak azaltır. Bebeğin karaciğeri olgunlaştıkça vücuttan bilirubini uzaklaştırması daha kolay olur ve ışık tedavisine artık gerek kalmaz. |
Fitığra boğulması
Fıtığın en tehlikeli konıplikasyonu. |
Fovea (çukur)
Gözün ağtabakasında sarı leke olarak tanımlanan bölgenin çukurlaşmış orta kesimi. |
Fitizyoloji
Veremi inceleyen tıp dalı. |
Fraksiyon
Ortopedide bir kırığı ya da çıkığı yerleştirmek için kol ya da bacağı çekme manevrası. |
Fitobezoar
Midede ya da daha ender olarak bağırsakta bitkisel liflerin çevresinde oluşan ve kalsiyum tuzlarının çökmesiyle sertleşen kütle. |
Frei testi
özellikle tropik bölgelerde görülen ve cinsel yolla bulaşan bir hastalık olan kasık lenfogranülomunun tanısında kullanılan bir deri testi. |
Fellatio
Penisi ağız ile yalamak. |
Fitoplankton
Çoğunlukla bir hücreli su yosunlarından oluşan, sularda yaşayan bitki topluluğu. |
Felty sendromu
Seropozitif romatoid artrit (sıklıkla nisbeten inaktif sinovitle birlikte) ile splenomegali (dalak büyümesi) ve nötropeninin (akyuvar düşüklüğü) bir kombinasyonudur. Ciddi infeksiyonlar, vaskülit (damar iltihaplanması) (bacak ülserleri, mononörit), anemi, trombositopeni ve lenfadenopati de duruma eşlik eder. |
Fitoterapi
Bitkilerden elde edilen tedavi edici özellikteki maddelerin kullanılmasıyla yapılan tedavi. |
Fenestrasyon
Otoskferoz olgularında ortakulak üzerinde yapılan cerrahi girişim. |
Fenijhidantoin dozajı
Fenilhidantoinle tedavi edilen hastaların kanında, bu ilacın ulaştığı düzeyin belirlenmesi. |
Fenilketonuri
Kalıtım yoluyla geçen zeka ve gelişim geriliiği yapan bir metobolizma hastalığıdır. |
Fizyokineziterapi (kineziterapi)
Temel olarak tedavi amaçlı özel hareketlerin uygulanmasını kapsayan fizik tedavilerin bütünü. |
Fenobarbital dozajı
Fenobarbitalle tedavi edilen hastaların kanında, bu ilacın ulaştığı düzeyin belirlenmesi; tedavi dozunun düzenlenmesinde önem taşır. Normal değerleri 5-30 mg/It'dir. |
Fizyoloji
Canlılardaki yaşamsal olayları (işleyişi) inceleyen bilim dalı. |
Fenoloji
Çiçek açma, üreme, göç gibi iklime ve çevre koşullarına bağlı, periyodik biyolojik olayların incelenmesi ve kaydı. |
Fizyolojik
Bir canlının ya da organın normal işlediğini belirten terim. |
Frotman (sürtünme sesi)
Normalde birbiri üzerinde kayan iki seröz yüzey (örneğin plevra, perikart ya da periton zan) |
Fenotip
Kişinin kalıtsal yapısının dışa akseden görünümü, aynı tür fertlerini belirleyen, gözle görülebilen özelliklerin tümü. |
Fizyonomi
Yüz çizgilerinden bireyin kişilik yapısını bulmayı ya da yüz çizgileri ile kişilik arasında bağlar kurmayı amaçlayan araştırma dalı. |
Frottage
Bir erkeğin, eşinin vücuduna karşın kendi vücudunu ovması. |
Feokromositom
Krom tuzlarını tutma özelliği olan kromafin hücrelerden kaynaklanan tümör; olguların büyük bölümünde böbreküstü bezlerinin iç bölümünde ve herhangi bir yaşta ortaya çıkar, ama 30-40 yaş arasında daha sık görülür. |
Frozen sectîon (dondurulmuş kesit)
Dondurulmuş dokudan mikrotomla kesilen örneğin hemen mikroskopla incelenmesine dayanan ve özellikle ameliyat sırasında başvurulan biyopsi yöntemi. |
Fruktoz
Genellikle meyvalarda bulunan ve yapısında 6 karbon atomu içeren bir çeşit şeker molekülü. |
Fermantasyon
Bazı mikroorganizmaların ürettiği enzimlerin etkisiyle organik maddelerin uğradığı değişiklik. |
Früktoz
Genellikle meyvalarda bulunan ve yapısında 6 karbon atomu içeren bir çeşit şeker molekülü. |
Früktozamîn
Serumdaki şekerli protein miktarını değerlendirme amacıyla ölçülen madde. |
Flavinadenindinükleotit
Flavoproteinler(*) grubundaki proteinlere verilen ad. |
Früktozüri
Früktokinaz enzimi yetmezliğine bağlı olarak früktozun hücre tarafından alınamaması sonucunda idrarla çıkması. |
Fernokinon
K, vitaminine verilen ad. |
Flavoprotein
Bir protit molekülü ve bir riboflavin ya da B12 vitaminine bağlı bir nükleotitten oluşan proteinlere verilen ad. |
Flebografi
Toplardamarların kontrast bir maddenin yardımıyla görüntülenmesini sağlayan radyografi yöntemi. |
Fleboklizi
Tedavi amacıyla toplardamar içine çeşitli çözeltilerin verilmesi. |
Fundus incelemesi (funduskopi)
Gözdİbinin (ağtabaka ve damartabakanın) oftalmoskop yardımıyla incelenmesi. |
Fertilizasyon
Döllenme. Embriyo oluşumu için spermin yumurtayı delmesi ve genetik materyalin birleşmesidir. |
Flebolit
Bir toplardamarın içinde oluşan sert çökelti. |
Fleboskleroz
Bağdoku artışı ya da trombuslann bağdokuya dönüşmesi nedeniyle toplardamar duvarının sertleşmesi. |
Furonküloz
Tek ya da çok sayıda çıbanın vücudun çeşitli bölgelerinde sık sık yinelenmesi ya da süreklilik kazanması. |
Flebotomi
Toplardamara girilerek kan alınması. |
Fusiform anevrizma
Damar duvarının tüm çevresinde anevrizmatik genişleme. |
Fetopati
Dölütte çeşitli etkenler sonucunda gerçekleşen hastalık durumlarını belirten terim. |
Flebotromboz
iltihap dışı nedenlerle toplardamarların içinde kan pıhtısı (trombus) oluşmasıyla ortaya çıkan bozukluk. |
Füzyon geni*
İki farklı genin parçalarının birleşmesiyle oluşan hibrid gen. |
Gerantofiliya
Bir erkeğin, yaşlı bir kadınla cinsel ilişkiye girmeyi tercih etmesi. |
Gonadotropin (gonadotropik hormonlar)
Eşey bezleri (gonat) üzerinde uyancı etki gösteren hormonlara verilen ad. |
Galaktofor kanallar (süt kanalları)
Memede salgı sisteminin son bölümü. |
Gonalji
Dizde bulunan bir ağrıyı belirten genel terim. |
Galaktore
Memeden kendiliğinden süt gelmesi. |
Gonartroz
Artroz hastalığının dizde yerleşmesi (bak. artroz). |
Galaktosel
Memede, içi süt dolu kist. |
Gonat
Eşey hücrelerini üreten organ (kadınlarda yumurtalık, erkeklerde erbezleri). |
Gonhidrartroz
Diz eklemi içine sıvı toplanması. |
Galaktozüri
Gebelerde idrarla galaktoz çıkması. |
Gonilit
Dizle ilgili yapılardaki iltihaplı hastalık. |
Gerontofîli
Psikolojide, yaşlı kişilere karşı cinsel istek duyma. |
Gonion
Altçene açısına karşılık düşen nokta |
Galoş
Ayakkabı üzerine giyilen naylon/lastik kılıf. |
Gerontoloji
Yaşlanmanın bedensel, ruhsal ve toplumsal yönlerini araştıran bilim dalı. |
Goniyoskopi
ön kamara açısının incelenmesi |
Galvanokoter
Yalıtkan saplı, ucu sivri, küre ya da yuvarlak biçimli metalik bir iletkenden yapılmış ve kor haline gelinceye kadar elektrik akımıyla ısıtılan cerrahi alet. |
Gestasyon yaşı
Gestasyon (gebelik) yaşı, son adetin ilk gününden doğuma kadar geçen süredir. |
Gonofcok (neisseria gonorrhoeae)
Gram-negatif bir bakteri; insanda belsoğukluğu adlı hastalığın etkenidir. |
Galvanoterapi
Elektrikle uygulanan bir tedavi biçimi. Galvanoterapi-de sürekli doğru akım kullanılır. |
Gestoz (gebelik tokseraisi)
Gebelik sırasında ortaya çıkan ve gebeliğe bağlı olarak gelişen patolojik belirtileri genel olarak tanımlayan terim. |
Gonoreaksiyon
Belsoğukluğu (gonokok) enfeksiyonu tanısında kullanılan serolojîk inceleme. |
Gamaglobülin
Enfeksiyonlarla savaşmaya yardımcı oan, kanda bulunan bir protein. |
Gowper bezi
Cinsel coşku veya orgazm öncesi, erkeklerde, saydam alkalin bir sıvı salgılayan bez. |
Göbek
Karnın ön duvarında yer alan bir oluşum |
Gametogenez
Eşey bezlerinde gerçekleşen ve olgunlaşmamış tohum hücrelerinin çoğalma ve farklılaşma yoluyla gamet (kadında yumurta, erkekte sperm hücresi) biçimine dönüştüğü gelişim süreci. |
Göbek kordonu
DölütÜn gövdesini eteneye bağlayan bölüm. |
Göğüs boşluğu (toraks)
Vücudun boyun ile karın arasında yer alan bölümü |
Gammaglobülin yokluğu
agammaglobülinemi |
Göğüs kafesi
Göğüs kemiği, kaburgalar ve omurların arka yüzlerinden oluşan ve göğüs boşluğunun ortaya çıkmasını sağlayan iskelet bölümü. |
Gammaglobülinler
Plazmanın proteinlerinden olan globülinlerin antikorları oluşturan grubu. |
Göğüste su toplaması
Tıp dilinde sulu zatülcemp denilen hastalıktır. Akciğerlerin etrafını saran zarın iltihaplanması sonucu meydana gelir. Zarın iki yaprağı arasına su toplanmıştır.Nedeni; şiddetli soğuk algınlığı, bronşit, böbrek hastalıkları veya kulak iltihaplarıdır.Göğsün yan taraflarında şiddetli ağrı hissedilir. Bunlara bastırıldığı zaman ağrı şiddetlenir. Nefes darlığı vardır.Yatak istirahati ve doktor tedavisi şarttır. |
Ganglion
Lenf bezi, bazı ufak urlara verilen isim. |
Göğüste su toplaması
Tıp dilinde sulu zatülcemp denilen hastalıktır. Akciğerlerin etrafını saran zarın iltihaplanması sonucu meydana gelir. Zarın iki yaprağı arasına su toplanmıştır.
Nedeni; şiddetli soğuk algınlığı, bronşit, böbrek hastalıkları veya kulak iltihaplarıdır. Göğsün yan taraflarında şiddetli ağrı hissedilir. Bunlara bastırıldığı zaman ağrı şiddetlenir. Nefes darlığı vardır. Yatak istirahati ve doktor tedavisi şarttır. |
Gangliyon
Merkezi sinir sistemi dışında bulunan, sinir hücrelerinin gövdelerinden oluşan sinir düğümü. |
Görme
Belirli bir dalgaboyundaki elektromagnetik ışınların (görülebilir ışınlar) verdiği uyarıların algılanmasını sağlayan duyu işlemi. |
Gangliyonörom (gangliyositom)
Seyrek görülen, farklılaşmış, düzensiz sıralı gangliyon hücrelerinden oluşan, çevre dokuları istila ederek büyüme eğilimi olan iyi huylu tümör. |
Görme alanı
Belirli bir noktaya bakan bir gözün algıladığı alanın tümü. |
Görme keskinliği
Gözün keskin görme ya da ayırt etme gücünü belirten terim. |
Gangüyektomi
Sempatik zincirin bîr ya da daha fazla gangliyonunun çıkartılması. |
Görme kusurları
Gözün kırma gücünün kusurlu olmasından kaynaklanan görme bozuklukları. |
Görme muayenesi
Görme muayenesi ya da görme keskinliğinin saptanmasında gözün cisimleri birbirinden ayırt edebilme yeteneği ölçülür ve gözün ayırt edebildiği en küçük açı belirlenir. |
Gasfroenterostomi
Mide bağırsak geçişini sağlamak amacıyla çoğunlukla İncebağırsaklann jejunum bölümünün mide ile ağızlaş-tınlması. |
Göz
Oldukça farklılaşmış sinirsel yapılardan oluşan bir duyu organı; ışık uyaranlannı algılayan göz görme organıdır. |
Gasfropati
Gerek organik, gerek işlevsel kökenli bütün mide hastalıklarını belirtmek için kullanılan genel terim. |
Göz Ağrısı
Göz ağrısının nedenleri çeşitlidir. Az ışıkta çalışmak sonucu gözlerin yorulması, gözdeki herhangi bir kısmın iltihaplanmış olması, göze yabancı bir cisim kaçmış olması, sinüzit, yarım başağrısı, grip, nezle ve ateşli hastalıklar göz ağrısına neden olabilir. Önce hastalığın nedenini tespit etmek gerekir. |
Gasser gangliyonu
Yüzün duyusunu sağlayan lifleri de içeren trigeminus sinirinin yarımay biçimli duyusal düğümü. |
Gibbus (pott hörgücü)
Omurga kemiğinin dar açılı bükülmesi. |
Göz ağrısı
Göz ağrısının nedenleri çeşitlidir. Az ışıkta çalışmak sonucu gözlerin yorulması, gözdeki herhangi bir kısmın iltihaplanmış olması, göze yabancı bir cisim kaçmış olması, sinüzit, yarım başağrısı, grip, nezle ve ateşli hastalıklar göz ağrısına neden olabilir.Önce hastalığın nedenini tespit etmek gerekir. |
Gingko biloba
Yelpaze biçiminde yaprakları olan bu süs ağacı, kozmetik kullanımda antioksidan, iltihap giderici ve kızarıklık önleyici özellikleriyle öne çıkar. |
Göz Bozuklukları
Göz kameraya benzeyen optik bir sistemdir. Dışarıdan gelen ışık ve görüntüler kornea (gözün en dış saydam tabakası) ve lens tabakasında kırılarak retina üzerindeki görme noktasına ulaşırlar.
Normal bir gözde dışarıdan gelen ışınlar kornea ve lenste kırılarak görme merkezine düşerek net görüntü oluştururlar. bazı durumlarda ise kornea, lens ve gözün yapısına bağlı olarak, görüntüler retina üzerinde net olarak oluşmayabilir.
Miyopi :
Dışarıdan gelen ışınların görme noktasına ulaşmadan odaklaşması sonucu gelişir. Gözün ön-arka ekseninin uzun olmasına bağlı olarak veya kornea ve lensin kırıcılığının değiştiği durumlarda ortaya çıkar. Miyop gözlerde uyum gücü çok az olduğu için kişi uzağı görebilmek için gözlük kullanmak durumundadır.
Astigmatizma :
Korneanın kırma gücünün biribirine dik iki eksende farklı oması sonucunda görüntünün farklı düzlemlerde kırılmasıyla meydana gelir. Kornea ve lensin yapısına bağlı olarak değişkenlik gösterebilir. Astigmatizma, her mesafede yansıma ve bulanık görmeye neden olur.Astigmatik görme, sirklerdeki yamuk aynalarda oluşan görüntüye benzetilebilir.
Hipermetropi :
Dışarıdan gelen ışınların görme noktasının arkasında odaklanması sonucunda gelişir. Gözün ön-arka ekseninin kısa olmasına bağlı olarak veya kornea ve lensin kırıcılığının değiştiği durumlarda ortaya çıkar. Hipermetrop gözlerde uyum gücü yüksektir. Düşük dereceli hipermetrop kişiler uyum yaparak normal görebilirler, fakat göz çabuk yorulur. Yüksek hipermetropide ise hem uzak, hem de yakın görme bozuktur.
PRESBİYOPİ :
Yaşın ilerlemesine bağlı olarak lens tabakasının esnekliğini yitirmesi ve bunun sonucunda yakın görmenin bozulmasıdır. 35-40 yaşlarında başlar ve 60 yaşına dek sürekli ilerler.
KERATOKONÜS :
Kornea yüzeyinde bir bölümün incelerek öne doğru çıkmasıdır. Bu kişiler gözlükle net göremezler. Hastalığın derecesine göre özel olarak üretilen kontakt lensler kullanabilirler. Çok ileri derecelerde ise keratoplasti adı verilen kornea nakli ameliyatı gerekebilir.
UNUTMAYIN !
Miyopi, hipermetropi, astigmatizma ve presbiyopi gözün genel kırma kusurlarıdır. Bu kırma kusurları gözde tek tek meydana gelebileceği gibi, birden fazla kırma kusuru birarada görülebilir. Kırma kusuru bir gözde veya her ikisinde birden olabilir. Bunların dışında korneanın bozukluklarına bağlı özel kırma kusurları meydana gelebilir. Bir gözde, kırma kusuru ile birlikte korneada, görme tabakasında veya görme sinirinde bozukluklar olabilir.
Bu nedenle, kırma kusuru olan kişiler her yıl düzenli göz ve göz dibi muayenesinden geçmelidirler.
Çocuklarda gözde herhangi bir kayma ve görme bozukluğu şüphesi varsa en kısa sürede göz kontrolü yapılmalıdır. Herhangi bir problem olmasa da 4 yaş civarındaki çocukların göz muayenelerinin yapılması gereklidir.
Kırma kusurları olan kişilerin net görebilmeleri için çeşitli alternatifler vardır.
Gözlük kullanabilirler, Kontakt lens kullanabilirler, Excimer laser tedavisiyle kırma kusurlarının tümünden veya bir kısmından tamamıyla kurtulabilirler |
Göz damlası
Gözün tedavisi ve belirli incelemelere hazırlanması için kullanılan farmakolojik bileşimler. |
Gastrektomi
Midenin tümünün ya da bir bölümünün çıkarılması. |
Giordano belirtisi
El kenarıyla, bel bölgesine vurulduğunda ortaya çıkan ağn. |
Göz iltihabı
Halk arasında göz nezlesi veya pembe göz denir. Göz yuvarlağının üstünü örten ince zarın iltihaplanması sonucu ortaya çıkar. Tıp dilinde konjonktivit denir. Çoğunlukla ilk bahar aylarında görülür.Gözde sulanma; kanlanma, batma hissi veya ağrı vardır. Hasta ışığa bakmakta güçlük çeker. |
Giraldes organı (paradidim)
Embriyondaki Wolff kanalının alt bölümünün bir artığı; epididim yakınında tohum kordununa bağlı tüp biçiminde küçük bir organdır. |
Göz İltihabı
Halk arasında göz nezlesi veya pembe göz denir. Göz yuvarlağının üstünü örten ince zarın iltihaplanması sonucu ortaya çıkar. Tıp dilinde konjonktivit denir. Çoğunlukla ilk bahar aylarında görülür. Gözde sulanma; kanlanma, batma hissi veya ağrı vardır. Hasta ışığa bakmakta güçlük çeker. |
Göz kamaşması
Gözün yoğun ışıkla karşılaşmasıyla ortaya çıkan ve geçici olarak uyumun bozulmasına neden olan tepki. |
Göz Kanlanması
Göz kanlanması ile birlikte ağrı yoksa aşağıdaki reçeteler uygulanır. Kanlanma ile birlikte ağrı varsa; mutlaka göz doktoruna gitmek gerekir |
Glikojen
Hayvanlarda besinlerle alınan karbonhidratların karaciğer ve kaslardaki depo şekli. |
Göz kanlanması
Göz kanlanması ile birlikte ağrı yoksa aşağıdaki reçeteler uygulanır. Kanlanma ile birlikte ağrı varsa; mutlaka göz doktoruna gitmek gerekir. |
Gastrodııodenostomi
Ülsere bağlı nedbe oluşumu sonucunda daralmış mide kapısının (pilor) aşılması amacıyla midenin onikipar-makbağırsağına ağızlaştırılması. |
Glikojenez
Vücutta glikojen bireşimlenme sürecini tanımlayan terim. |
Göz Kapağı Şişliği
Gözkapakları, çoğunlukla fazla ağlama sonucu şişer. Nezle veya kızamık sırasında da görülür. Bunlardan başka, kalp, böbrek, hastalıkları veya beze iltihaplanmasının da bir işareti olabilir. Bazı kimselerde de alerjiktir. |
Gastroduodenit
Mide ve onikiparmak barsağının iltihabı. |
Glikojenoliz
Glikojenin hücre içinde glikoza yıkılması. |
Göz Kaşıntısı
Gözlerin kaşınması, önemli bir hastalığın işareti olabilir. Bu nedenle doktora başvurmak gerekir. |
Gastroduodenoskopf
Midenin ve onikiparmakbağırsağının esnek bir endos-kop yardımıyla incelenmesi. |
Glikokortikoit hormonlar
Böbreküstü bezinde yapılan steroit hormonların üç grubundan biridir. |
Göz kaşıntısı
Gözlerin kaşınması, önemli bir hastalığın işareti olabilir. Bu nedenle doktora başvurmak gerekir. |
Gastrodüodenit
Mide ve onikiparmak barsağının iltihabı. |
Glikolipit
Genellikle hücre zarlarında bulunan, lipitlerin şeker moleküllerine kovalent bağlarla bağlanması ile meydana gelen bileşik lipit. |
Göz merceği
Gözde iris ve gözbebeğinin arkasında yer alan, ışık ışınlarının ağtabaka üzerinde odaklanmasını sağlayan, saydam ve iki yüzü de dışbükey anatomik yapı. |
Gastroenterelog
Mide, barsak hastalıkları mütehassısı. |
Glikoliz
Glikozun laktata (süt asiline) yıkılması. |
Göz odası
Gözün içinde bulunan ve içinde sıvı dolaşan bölüm. |
Gastroenterit
İshalle seyreden mide barsak iltihabı. |
Glikorakia
Beyin-omurilik sıvısının glikoz miktarı. |
Göz sulanması
Göze toz kaçması, çapaklanma, göz iltihabı, nezle veya bazı alerjik hastalıklar göz yaşının fazlalaşmasına neden olur. Şikayetler soğuk havalarda daha da artar. Doktora başvurmak gerekir. |
Gastroenteroloji
Mide, barsak hastalıkları bilgisi. |
Glikostaz
Çeşitli fizyolojik koşullarda kandaki glikoz düzeyinin duyarlı bir biçimde dengeli (70-90 mg/100 cc dolayında) kalmasını sağlayan süreç. |
Göz Sulanması
Göze toz kaçması, çapaklanma, göz iltihabı, nezle veya bazı alerjik hastalıklar göz yaşının fazlalaşmasına neden olur. Şikayetler soğuk havalarda daha da artar. Doktora başvurmak gerekir. |
Gastroentestinal hormonlar
Mide ve bağırsak mukozasında yaygın olarak bulunan iç salgı hücrelerinden salgılanan hormonlar. |
Glikoz
(Heksoz) C6H12O6 molekül yapısındaki karbonhidrat. |
Göz Tiki
Aniden ortaya çıkan, fakat önemli olmayan bir durumdur. Alışkanlık spazmı da denir. nedeni, yorgunluk, üzüntü, heyecan ve yaşlılarda adale zafiyetidir. Yapılacak ilk iş, istirahat etmektir. |
Gastrointestinal
Mide - barsak. |
Glikoz yükleme eğrisi
Şeker hastalığında ve glikoz kullanımının bozulduğu durumlarda (normal düzey ile şeker hastalığı arasındaki ara kategori) şeker metabolizmasında oluşan bozukluklara doğru tanı koyulmasında son derece yararlı bir test. |
Göz tiki
Aniden ortaya çıkan, fakat önemli olmayan bir durumdur. Alışkanlık spazmı da denir. nedeni, yorgunluk, üzüntü, heyecan ve yaşlılarda adale zafiyetidir.Yapılacak ilk iş, istirahat etmektir. |
Gastrointestinal yol
ağızdan başlayan Mide ve bağırsaklargeçerek anüste sonlanan yol |
Glikoz-6-fosfat-dehidrogenaz (g6pdh)
|
Gözi iltihabı
Göz kapağı kenarlarının iltihaplanıp, kızarma, kabuklanma ve ağrı yapmasıyla ortaya çıkar. Tıp dilinde blefarit denir |
Gastronomi
İyi yemek yeme bilimi. |
Gözkapağı
Hareketli birer yaprak halinde gözyuvasının ön yüzeyini örterek dış etkenlerden koruyan ve gözyaşının yayılmasını sağlayan anatomik yapı. |
Gastropeksi
Midenin, diyafram kasındaki yemek borusu deliğinin yanından yukanya doğru göğüs boşluğuna çıktığı diyafram fıtıklarında uygulanan cerrahi yöntem: Mide aşağıya çekilerek karın zarının ön duvarına ve arka düzkas (rektus kası) kılıfına sabitlenir. |
Gözkapağı fîmozu
Gözün iç köşesinde, üst ve ait gözkapağının birleştiği yerde gergin bir deri kıvrımının bulunması. |
Gastroptoz
Midenin normal yerinden aşağıya doğru sarktığı patolojik durum. |
Gliyoblastom
Kötü huylu bir merkez sinir sistemi tümörü. |
Gözkapağı iltihabı
Göz kapağı kenarlarının iltihaplanıp, kızarma, kabuklanma ve ağrı yapmasıyla ortaya çıkar. Tıp dilinde blefarit denir. |
Gastroptozis
Mide düşüklüğü. |
Gliyomatoz
Merkez sinir sistemi dokusunun (nöroglia hücrelerinin) tümör tipinde yaygın olarak çoğalması. |
Gözkapağı şişliği
Gözkapakları, çoğunlukla fazla ağlama sonucu şişer. Nezle veya kızamık sırasında da görülür. Bunlardan başka, kalp, böbrek, hastalıkları veya beze iltihaplanmasının da bir işareti olabilir. Bazı kimselerde de alerjiktir. |
Gastrorafi
Cerrahi girişimle mideye dikiş atılması. |
Gliyoz
Beyinin destek dokusunu oluşturan, sinir hücreleri arasındaki ara dokuda hücrelerin göreli olarak bölgesel ya da yaygın biçimde çoğalması. |
Gözlem altına alma
Ağır ve bulaşıcı hastalıklara yakalananların dış ortamdan yalıtılması. |
Gastroskopi
Hastaya yutturulan bir kamera ile midenin görerek muayene edilmesi. |
Globin
Hemoglobinin yapısında bulunan protein molekülü. Bak. hemoglobin. |
Gözleri kısmak
Gözkapağı kasının istençli olarak kasılması |
Gastrostomi
Özellikle ameliyatla çıkarılma olanağı bulunmayan tümörlere bağlı yemek borusu tıkanmalarında, beslenmeyi sağlamak amacıyla mideyi vücut dışına açan bir kanal oluşturulması. |
Globus belirtisi
Aralıklı ya da sürekü olarak boğazda bir baskı hissi. |
Gözyaşı
Gözyaşı bezlerinde üretilen salgı. Bak. gözyaşı sistemi. |
Gastrosükore
Mide salgısının anormal Ölçüde arttığı patolojik durum. |
Globül değeri
Alyuvarın hemoglobin içeriğini gösteren endeks. |
Gözyaşı kemiği
Sert kemik dokusundan oluşan, gözyuvasının iç yüzeyinde üstçene, alın ve kalbursu kemiklerin arasında kalan bir kemik. |
Gastrotomi
Cerrahi bir girişimle midenin kesilerek açılması. |
Globülin
Antikorların yapıldığı, kanda bulunan bir protein grubu. |
Gözyaşı salgılanması
Gözyaşı bezlerinden gözyaşının salgılanması. |
Glokom
Glokom özellikle ileri yaşlardaki önemli bir körlük nedenidir. Ancak hastalığa erken tanı konduğu zaman körlük yapması engellenmektedir.
Bir çok insan glokomun göz tansiyonuyla bir ilişkisi olduğunu bilmektedir. Aslında glokom beyine gördüklerimizi ileten görme sinirinin hastalığıdır.
Optik sinir elektrik ileten kablolara benzemektedir. İçinde binlerce lif bulunmaktadır. Her lif beyine görmemizi sağlayan mesajlar iletmektedir. Glokom bu liflere zarar vermekte ve görme alanımızda kör noktaların oluşmasına neden olmaktadır. İnsanlar bu kör noktaları çok ileri seviyelere ulaşana kadar fark etmemektedir. Tüm sinir hasar görünce körlük meydana gelir.
Sebep
Vücutta kan nasıl dolaşıyorsa gözün içindede aköz hümör adını verdiğimiz berrak bir sıvı dolaşmaktadır. Sıvının hareketi sürekli açık bir musluk ve lavaboya benzemektedir. Eğer lavabo tıkanırsa su birikmeye başlar ve basınç artar.
Glokomun tipleri nelerdir:
Kronik açık açılı glokom: En sık olan tipdir (%90). Drenaj açısının basitçe yaşlanmasına bağlı oluşur. Bu yaşlanma yavaşça göz tansiyonunun yükselmesine neden olur. Bu yavaş yükseliş belirtiye neden olmaz ve tanının konulması ileri derecede kayıp olana kadar gecikebilir. Görmedeki kayıp ancak ileri bazı testler yapılarak bulunabilir.
Açı kapanması glokomu:Drenaj açısının aniden kapanmasıyla oluşur. Bu lavaboyu aniden bir kağıt ile tıkamaya benzer. Basınç birdenbire yükselir. Gözde iris bu kağıt görevini yapar.Göz basıncı aniden yükselir. Bu durumda çeşitli semptomlara yol açar:
Görme bulanıklığı
Gözde aşırı derecede ağrı
Başağrısı
Işık çevresinde renkli halolar
Mide bulantısı ve kusma
Sekonder glokom: Drenaj açısını ikincil bir hastalığa bağlı olarak bozulmasından meydana gelir.
Yaralanmalar
Steroid gibi çeştli ilaçlar
Tümörler
Enflamasyonlar
Anormal kan damarları
Tanı
Bu durumun tanısı sadece göz doktorlarınca konabilmektedir. Bu hastalığın tedavisini de sadece göz doktorları verebilmektedir. Tonometre adı verilen cihazlarla göz tansiyonunuz ölçülür, optik sinir göz dibi muayenesinde incelenir ve gerekirse görme alanı testiniz yapılır. Testler göz doktoru tarafından gerekli görülen hastalara yapılmaktadır.
Tedavi
Glokom ile gözde oluşan hasar geri döndürülemez ancak kullanılan damlalar, haplar, lazer ve cerrahi tedavi ile hasarın ilerlemesi engellenir.
Glokom genelde günde 1-2 defa kullanılan damlalar aracılığıyla tedavi edilir. Bu damlaların bazıları göz basıncını aköz humor salınımını azaltarak, bir kısmı da drenajı arttırarak etki eder. Bu ilaçların düzenli aralarla kullanılması önemlidir.
Glokom hastaları, göz doktorunun artık tıbbi tedavinin yetersiz olduğuna karar verdiği zaman, ameliyat olmak zorunda kalırlar. Bu ameliyatta aközün drene olması için yeni bir kanal açılmaktadır. Bunun haricinde tedavide çeşitli durumlarda lazerde kullanılabilmektedir. |
Gözyaşı sistemi
Gözyaşının salgılanmasını ve bu sıvının dışarı atılmasını sağlayan yapıların tümü. |
Glokoni
Gözküresİ içindeki sıvı basıncında artma. |
Glomeriilonefrit
Çeşitli türden iltihaplı böbrek hastalıklarının genel adı. |
Grafomani
Herhangi bir yöntem ya da gereçle çizme ve yazmaya dayanılmaz bir istek duyma. |
Gbroz histiyositom
dermatofibrom |
Glomerulus
Böbrekteki nefronların bowman kapsülü içinde bulunan kılcal kan damarları ağı. |
Graftın alıcıyı reddi (graft versus host hastalığı-gvhd
Kemik iliği nakli sonrası görülen ve deri, karaciğer bulguları ve ishale giden bir yan etkidir. |
Glomerül
Kandaki artık maddelerin süzülmesinden sorumlu olan, böbreklerdeki küçük kan damarların. |
Gram boyaması
Baz özellikte bir boya maddesiyle boyama yöntemi |
Glomerül filtrasyonu
Böbrek glomerüllerinden Bowman boşluğuna su ve çeşitli maddelerin süzülme işlemi. |
Glomerülonefroz
Böbrek glomerüllerindeki kılcal damarlarda çeşitli maddelerin birikmesine bağlı bir yıkıma yol açan hastalıkları belirtmek için günümüzde seyrek olarak kullanılan terim. |
Glomerüloskleroz
Böbrek glomerüllerini etkileyen patolojik süreç. |
Glomus
Atardamarlann, arada kılcal damarlar bulunmaksızın doğrudan toplardamarlarla birleşmesiyle oluşan damarsal yapı. |
Gebelikten koruyucu iğneler
Gebelikten koruyucu iğneler, kadınlık hormonu olan östrojen ve progesteron içeren ilaçlar. |
Glomus tümörü {glomanjiyom)
Dermisin(*) bağdoku içinde yer alan küçük çaplı atardamarlarla toplardamarlar arasındaki geçiş bölgesinden (glomus) kaynaklanan iyi huylu deri tümörü. |
Granülasyon
Birçok anlamı olan bir terim. |
Gece körlüğü
Beslenmedeki A vitamini eksikliğinin neden olduğu bir hastalıktır. Hasta; alacakaranlıkta gereği gibi göremez. |
Glossit
Dil mukozasının, genellikle tüm ağız mukozasının ilti-habıyla (stomatit) birlikte görülen iltihabi süreci. |
Granülom
Fibroblastlar, histiyositler, lenfositler ve başka bağdoku hücrelerinin oluşturduğu, çevresi sınırlı nodüler bağdoku oluşumları. |
Elektroansefalografi
Beynin elektriki faaliyetlerinin grafik olarak gösterilmesi. |
Enteroglükagon
ince ve kalın bağırsak mukozasında bulunan iç salgı hücrelerinin ürettiği bir grup polipetit hormon. |
Etiyoloji
Değişik hastalık süreçlerinin nedenlerinin incelenmesi. |
Elektrobisturi
Yalıtılmış bir sap üzerine takılmış elektrottan oluşan alet; yüksek frekanslı elektrik akımı aracılığıyla dokuların kesilmesini ve kılcal damarların yakılarak dokularda kesiye bağlı kanamanın durdurulmasını sağlar. |
Enterohepatik dolaşım
Bağırsaktaki bakterilerin safradaki pigmentler üzerindeki etkisiyle oluşan biIİnojenlerin kısmen bağırsak mu-kozasınca yeniden emildiği ve toplardamar dolaşımı ile karaciğere ulaştığı fizyolojik mekanizma. |
Etiyopatojenez
Hastalıkların nedenleri ve gelişme sürecinde yol açtığı çeşitli belirtiler. Bak. etiyoloji. |
Elektrodiyagnostik
Sinir-kas hastalıklarının tanısında kullanılan bir inceleme tekniği. |
Enterokolit
İnce ve kaim bağırsağı aynı zamanda etkileyen akut ya da kronik bir iltihabı sürece bağlı hastalık. |
Elektroensefalogram
Saçlı deri yüzeyine yerleştirilen elektrotlar aracılığıyla beyindeki elektriksel etkinliğin tanı amacıyla kaydı. Beyinden kaynaklanan elektrik akımı uygun bir biçimde güçlendirildikten sonra yazıcı uçlar aracılığıyla kâğıda aktarılır. |
Enteropatik artrit
İnflamatuvar barsak hastalığı ve romatizmal hastalığın bir arada bulunması, örneğin, ülseratif kolit ve Crohn hastalığı. Deformite ve kıkırdak yıkımı bu artrit tipinin özelliği değildir. |
Etmoit kemik (kalburcu kemik)
Kafanın ortada, tek ve simetrik kemiği. |
Elektrofizyoloji
Hücre, doku, organ ve tüm organizma düzeylerinde gerçekleşen elektriksel olayları inceleyen fizyoloji dalı. |
Enteropatik artropati
İnflamatuvar barsak hastalığı ve romatizmal hastalığın bir arada bulunması, örneğin, ülseratif kolit ve Crohn hastalığı. Deformite ve kıkırdak yıkımı bu artrit tipinin özelliği değildir. |
Etnopsikiyatri
Psikiyatrik hastalıklar ile çeşitli toplumların kültür ve gelenekleri arasındaki ilişkileri konu olan araştırma dalı. |
Elektroforesis
DNA parçacılkları ya da proteinler gibi iri molekülleri, benzeri moleküllerle birarada bulunduğu karışımlarından ayrıştırmakta kullanılan bir yöntem. |
Enteroptoz
Kann iç organlarının aşağıya doğru inmesi. |
Etoloji
Canlıların davranışlarını inceleyen bilim dalı. |
Elektroforez
Uygulanan elektrik alanının etkisiyle bir sıvıda çözünmüş bulunan parçacıkların (iyonların) hareket etmesine yol açan fiziksel olay. |
Enteroraji
Kanh dışkı çıkarılması ile kendim gösteren sindirim sistemi kanaması. |
Etyoloji
Hastalıkların nedenlerini araştıran bilim dalı |
Elektrokardiografi
Kalp adelesinin faaliyetlerinin grafik olarak gösterilmesi. |
Enterosel
İçinde yalnızca bağırsak kıvrımları bulunan bazı fıtık tipleri. |
Evaküasyon (boşaltım)
Dışkının anüs aracılığıyla dışan atılması. |
Elektrokardiyografi
Kalp kasının kasılmasını sağlayan elektriksel akımların kaydedilmesi temeline dayanan, tanıya yönelik inceleme yöntemi. |
Enterostomi
Bazı hastalıklarda sindirim sisteminde yapay bir çıkış yeri açmak amacıyla bağırsakla karın duvarının ağızlaş-tınlması. |
Evantrasyon
Karın düz kaslarının karşılıklı gevşemesi ve birbirinden uzaklaşması nedeniyle karın iç organlarının dışarıya doğru çıkıntı yapması. |
Elektrokardiyogram
Kalbin etkinliği sırasında oluşan elektriksel voltaj değişikliklerinin milimetrik kâğıda grafik biçiminde kaydı. |
Enterotoksin
Bazı Staphylococcus aureus soylarının çıkardığı toksin. |
Evirasyon
Erkek cinsel organlarının (penis ve erbezleri) alınması. Bak. iğdiş etme. |
Elektrokardiyoskop
Kalp kasılması sırasında oluşan elektrik potansiyellerini bir osiloskopun ekranında görüntüleyen alet. |
Enterovaksin
Isıyla öldürülmüş tifo ve paratîfo basillerinden oluşmuş, kuru inek safrası ile karıştırılmış ve ağızdan verilmek üzere tablet haline getirilmiş antitifo-paratifo A ve B aşısı. |
Elektrokoagülasyon
diyatermokoagülasyon |
Exotropia
(dış şaşılık) gözlerin dış kayması |
Elektrokortikografi
Kafatasının delinip sertzarın (dura mater) açılmasından sonra beyin kabuğuna uygulanan elektrotların bu bölgede yol açtığı elektrik potansiyellerinin kaydedilmesi tekniği. |
Elektrokoter
Elektrik akımıyla kor haline getirilmiş bir iletken aracılığıyla dokuların yakılmasında kullanılan cerrahi alet. |
Entezopati
Entezislerin inflamasyonuyla sonuçlanan herhangi bir romatizmal hastalık; örneğin, ankilozan spondilit, psöriyatik artrit ve Reiter hastalığı. |
Eylem potansiyeli
Sinir ve kas hücrelerinde olduğu gibi, uyarılabilme özelliğine sahip hücre zanna değişik uyarılar (elektrik, kimyasal, mekanik uyanlar) verildiğinde ortaya çıkan elektriksel olaylar bütünü. |
Elektrokoterizasyon
Elektriğin organik dokularda tedavi amacıyla uygulanması. |
Entoksikasyod (zehirlenme)
Organizmaya yabancı, canlı olmayan, yaşamsal olayları etkileyecek güçte maddelerin yol açtığı belirtiler. |
Elektrolitler
Hem kan, hem de hücre içi organik sıvılarda çözünmüş olarak bulunan tuzlar. |
Entolerans
Biyolojideki geniş anlamıyla, bireyin, başkalarında normal kabul gören dış etkenlere karşı gösterdiği tüm tepkileri tanımlamakta kullanılan terim. |
Elektromiyografi
Kaslarda kasılma sırasında üretilen elektriksel eylem potansiyelini (bak. eylem potansiyeli) incelemeye dayanan nörolojik tanı yöntemi. |
Fagosit
Çeşitli yapıdaki tanecikleri sitoplazmasında tutabilen ve sindirebilen hücrelerin genel adı (bak. fagositoz). |
Flegmon
Genellikle streptokokların yol açtığı akut enfeksiyon. |
Fagositoz
Hücre zarından geçemeyen büyük katı moleküllerin yalancı ayaklarla hücre içine alınmasıdır. |
Fıçı göğüs
Ön-arka çapı genişlemiş göğüs biçimi. |
Fleksiyon
Vücudun aralannda eklem bulunan iki bölümü arasındaki bükülme hareketi. |
Fırsatçı eafefcsjyonlar
Dışarıdan gelen ya da vücutta saprofit (çürükçül) olarak bulunan ve bağışıklık sistemi hastalıkları, şeker gibi kronik hastalıklar, yorgunluk, yetersiz beslenme ya da iyileşme döneminde beden savunma |
Fleksör kaslar (bükücü kaslar)
Bir eklemi oluşturan kemikler arasındaki açıyı daraltan kaslar. |
Flokülasyon
Sıvı ortamda düşük yoğunluklu bir çökeltinin oluşması. |
Fakoemülsifikasyon
Fakoemülsifikatör adı verilen bir aygıtla göz merceğinin çok küçük parçalara ayrılması ve bir bölümünün alınması. |
Flor
Doğada bulunan bir element, uygum miktarda alındığında diş çürümelerini önlemeye ve muhtemelen kemiklerin güçlenmesine yardımcı olur. |
Fıtık korsesi (fıtık bağı)
Kann bölgesindeki fıtıkları tespit etmek İçin kullanılan, bir kemer ve yastıkçıklardan oluşan aygıt. |
Flora
Belirli bir coğrafi alanda bulunan bitki türlerinin tümü. |
Floralozone
Birçok sentetik koku bileşeninden biri. |
Fibrilasyon
Kalp kasının tireşimler şeklinde ya da kontrolsüz kasılmaları, kalp atımının düzensiz olmasına yol açar. |
Flüor
Kıkırdak, kemik, tırnak ve diş gibi dokulann yapısında bulunan kimyasal element. |
Flüor profîlaksisi
Koruyucu flüor tedavisi. |
Falks serebri (beyin orağı)
Beyinde sertzarın (dura mater) iki beyin yanküresİ arasına giren dikey, orağa benzer uzantısı. |
Flüor zehirlenmesi
Bazı sanayi alanlannda flüor buhan ve gazlarının solunması ya da çözünebilir flüor bileşiklerinin (kirli içme suyu, besinler, böcek ve fare zehiri) ağız yoluyla alınması sonucu ortaya çıkan zehirlenme. |
Fallik dönem
Çocukta oral ve anal dönemleri izleyen psikososyal gelişme evresi. |
Fibrinojen
Pıhtılaşma etkenlerinin etkisi altında fibrine dönüşerek, pıhtılaşma sürecinde temel bir rol oynayan ve karaciğerde bireşimlenen protein. Bu dönüşümü sağlayan son etken trombindir. |
Flüorizasyon
Kemik ve dişlerin normal gelişimi için gereken flüorun alınabilmesi amacıyla içme suyuna flüor eklenmesi. |
Fallop boruları (salpenks)
Dölyatağı tepesinin İki yanında simetrik olarak yerleş- "mis ve dölyatağı iç boşluğunun, periton (kann zan) içi boşlukla ilişkisini sağlayan boru biçimindeki yapılar. |
Fibrinojenopeni
Kanda fibrinojen düzeyinin normalin altında bulunması. |
Flüorokardiyografi
Kalbin ve büyük damarlann incelenmesinde kullanılan bir radyolojik inceleme yöntemi. |
Fallop tüpleri
Her biri yaklaşık 10 ar cm. uzunluğunda, uterusun üst köşelerinden yumurtalıklara kadar uzanan iki borudur. Tuba uterina veya uterus tüpleri de denir. |
Fibrinoliz
Plazmin ya da fibrinolizin adlı protein eritici (proteoli-tik) bir enzimin etkisiyle fibrinin(*) çözünmesi süreci. |
Flüoroskopi
X ışınlannın, flüoresan özelliği olan bir ekrana düşürülmesiyle ekranda ışınların geldiği bölgenin görüntülenmesini sağlayan radyolojik yöntem. |
Fallop tüpü
Yumurtayı yumurtalıktan rahime taşıyan, rahimin her iki tarafında bulunan iki tüpten herbiri |
Fibrinolizin (plazmin)
Fibrini parçalayarak etki gösteren protein eritici (prote-olitik) enzim. |
Fobi
Belirli bir nedene dayanmayan aşırı korku |
Fallot tetrolojisi
Siyanotik konjenital kalp hastalıkları içinde en yaygun olanıdır. 4 major anomali mevcuttur. 1. Sağ vent çıkımında darlık 2. Ventrikuler septal defekt 3. Aortun dekstra pozisyonu 4. Sağ vent hipertrofisi |
Fokomeli
Kol ve bacaklann en az birinde uç parçasının eksik geliştiği doğumsal iskelet bozukluğu. |
Fallot's tetralogy
Kalbin doğumsal bir anomalisine verilen isim. |
Fibroadenom
Fibröz (lifsi) bağdoku ve salgıbezi dokusundan gelişen iyi huylu tümör. |
Folik asit
B-vitamin kompleksinin parçasıdır. Ağız yoluyla alındığında iyi bir antioksidan olarak kabul edilir. Bu yararı henüz cilt üzerinde kanıtlanmamıştır. |
Fibroblast
Bağdoku temel maddesinin bireşimini sağlayan bağdoku hücresi. |
Folikül
Yumurtalıkta yumurtayı taşıyan içi sıvı dolu kesedir. Yumurtayı besler ve ovulasyonda çatlayarak salar. |
Fibroelastoz
Vücudun belli bir bölgesinde esnek liflerinin artması ve yoğunlaşması biçimindeki hastalık süreci. |
Folikül stimulan hormon (fsh)
Bu hormon hipofizden üretilir ve salınır. Yumurtlama için ovaryumu uyararak follikül olgunlaşmasını sağlar. |
Fannakopi
Belirli bir dönem ve belirli bir bölgede kullanılması kabul edilen tüm ilaçların listesi. |
Fibroid
Selim bir bağ ve kas dokusu tümörü olan fibromun diğer adı; genellikle rahimde oluşur. |
Folikül uyarıcı hormon (fsh)
Hipofizden salgılanan hormon. |
Fannakoterapi
ilaçlarla yapılan tedavi, İlaç dışında fizik, diyet, cerrahi ve psikolojik tedavi yöntemleri vardır. |
Folikülin
Yumurtalık foİİküllerinin özütü. |
Fibrom
İyi huylu bağ dokusu uru. |
Folikülit
Kıl-yağ foİİküllerinin genellikle enfeksiyon kökenli iltihabı. |
Fibromatoz
Herhangi bir yaşta ve vücudun herhangi bir yerinde ortaya çıkabilen çok sayıda bağdoku oluşumunun genel adı. |
Fomiks
Yay yaparak ya da kendi üzerine katlanarak bir boşluk ya da girintiyi çevreleyen oluşumları belirten terim. |
Fantom kol - bacak
Kol ya da bacaklarının tümünü ya da bir bölümünü kaybedenlerde görülen bir olgu. |
Fibromiyalji
Kasları ve ligamentleri etkileyen, fakat eklemlere hasar vermeyen hastalık. Sık rastlanır ve şiddetli olabilir. Fibro-mi-yaljide fibröz dokular (fibro-) ve kaslarda (-mi) ağrı (-alji) ve hassasiyet söz konusudur. Halsizlik sıklıkla fibromiyaljinin en şiddetli bulgusudur. |
Fonasteni
Şarkı söyleme ve konuşma sesindeki bozukluk. |
Faradızasyon
Faraday akımıyla, yani 100-200 voltluk potansiyel farkının ürettiği ve saniyenin binde biri kadar süren elektriksel uyarılardan oluşmuş değişken akımla tedavi. |
Fibromiyom
Kadın üreme sistemine özgü sık görülen iyi huylu tümör; 35 yaşın üzerindeki kadınların yaklaşın yüzde 40'ında rastlanır. |
Fonasyon
Özel anatomik yapılar aracılığıyla, işitilebilen seslerin çıkarılması. |
Fibrosarkom
Kollajen lifleri üreten bağdoku hücrelerinin (fibroblastlann) çoğalmasıyla ortaya çıkan kötü huylu tümör. |
Foniatri
Tıbbın ses ve konuşma bozukluklanyla ilgilenen uzmanlık dalı, |
Fibro-sarkom
Bağ dokusunun kötü huylu tümörü. |
Fonokardıoğrafi
Kalp atımında çıkan seslerin gragik olarak kaydedilmesi. |
Faringoskopi
Klinikte yapılan bir yutak muayenesi yöntemi. |
Fibroskleroz
Fibroz(*) nedeniyle bir organ ve dokunun sertliğinin artması. |
Fonokardiyografî
Kalp atımında çıkan seslerin grafik olarak kaydedilmesi. |
Farinjektomi
Yutağın vücuttan çıkarıldığı cerrahi işlem. |
Fibrotoraks
Akciğer zarlannın iç ve dış yapraklan arasında yaygın ve güçlü bağdoku y apışıktı klan. |
Fontanel
Bebeğin başının üzerindeki hünüz kemikleşmemiş yumuşak bölge; bıngıldak. |
Forseps
Doğumda, titizlikle belirlenmesi gereken özel koşullarda bebeğin dölyatağından çıkarılmasını sağlayan araç. |
Farmakofili (farmakomani)
Tedavi açısından gerekli olmayan ilaçlan alma eğilimi. |
Fosfataz
Bir molekülden su kullanraka fosfat grubunu ayıran enzim. |
Farmakoloji
İlaçları ve ilaçların canlı organizmalar üzerinde etkilerinhi inceleyen bilim dalı. |
Fosfatım
idrarla fosfat halinde atılan günlük fosfor miktarı. |
Farnesol
Bitkilerden elde edilen ve kozmetikte öncelikli olarak kokularda kullanılan bir öz. Hayvanlar üzerinde yapılan bazı araştırmaların sonucunda antibakteriyal özellikleri saptanmıştır |
Fosfodiester bağı
DNA'daki fosfat ile şeker arasındaki bağ. |
Fosfolipitler
Serumdaki lipitlerin yaklaşık üçte birini oluşturan lipit bileşikleri. |
Fasciola hepatica
İnsanda karaciğer ve özellikle safra yollarında gelişen distomatoza (fasyoliyaz ya da karaciğer kelebek hastalığı) yol açan asalak türü. |
Fosfoprotein
Protein sentezlendikten o proteine proteinkinazlarla fosfor eklenmiş hali. |
Fasciolopsis buski
Yassısolucanlann Trematoda sınıfından bir tür asalak; insanda bağırsağa yerleşerek fasyolopsiyaz da denen bağırsak kelebek hastalığına yol açar. |
Fosfor
Vücut için çok önemli olan bir element. |
Fiksasyon
Psikolojide, libido gelişiminin bir evrede takılması ve bu nedenle cinsel dürtünün başka nesnelere yönelmesi. |
Fosfor zehirlenmesi
Fosfor bileşiklerinin yol açtığı zehirlenme. |
Fosforemi
Kandaki fosfor miktarı. |
Fil hastalığı
Özellikle bacakların şişip, genişlemesi şeklinde ortaya çıkan bu hastalığa halk arasında gelincik, tıp dilinde elefantiasis denir. Nedeni lenf kanamalarının iltihaplanıp, şişmesidir. |
Fosforilasyon
ATP üretimi. |
Filaria
Omurgalı canlıların kanında ve dokularında yaşayan kıl kurdu cinsi parazit. Elefantiazis denilen rahatsızlığa neden olur. |
Fosforilaz
Glikojen ile organik olmayan (inorganik) fosfattan glikoz I-fosfat oluşumunu sağlayan enzim. |
Fosil
Milyonlarca yıl önce yaşamış canlıların korunarak bu güne kadar gelmiş kalıntıları. |
Fossa
Anatomide, kemik bir alanla ya da örtücü yumuşak dokularla sınırlanan çukur alan. |
Fatal
Öldürücü, ölümle sonuçlanan. |
Filogenetik sıflandırma
Canlıların akrabalık derecelerine göre sınıflandırılması. Doğal sınıflandırma. |
Fotodermatoz
Güneş ışınlarına maruz kalan bölgelerde görülen normal dışı deri değişimleri. |
Filotaksis
Gövde ekseni üzerinde yaprakların diziliş şekli. |
Fotofobi
ışığı tolere edememe durumu. açık renk gözlü kişilerde sık görülür |
Fotokoagülasyon
Ksenon ya da laser ışınlarının retina (ağtabaka) ve üzerindeki damartabakaya düşürülmesiyle damartabakada oluşan iltihabi uyan sonucunda pigmentlerin retinanın yırtık bölgesine göçerek burayı yapıştıran bir nedbe dokusu oluşturması. |
Fotopsi
retinal iritasyona bağlı şimşek çakması |
Fcemodektom
Paragangliyon hücrelerinden gelişen tümör az da olsa kemoreseptör (kimyasal alıcı) işlevine sahiptir. |
Fimoz
Prepusyumun (sünnet derisi) aşın darlığı. |
Fotoreseptör
Işığı algılayabilen duyu hücresi, almaç. |
Fotoreseptörler
Işık uyaranlannı sinir iletisine dönüştürerek görmeyi sağlayan alıcılar. |
Fotosentez
Yeşil bitkilerin, güneş enerjisi ve klorofil pigmenti yardımıyla CO2 ve H2O'dan besin maddelerini üretmesidir |
Fototerapi
Bebeklerin kandaki bilirubin seviyesini düşürmek ve sarılıklarını azaltmak için mavi ışıkla tedavisi yöntemidir. Fototerapi ile kandaki bilirubin maddesi kimyasal olarak başka bir şekle dönüştürülür. Böylece karaciğer bu durumla başedebilir hale gelir. Bebeklerin teninde parlayan ışık, bebeğin sistemindeki bilirubin miktarını efektif olarak azaltır. Bebeğin karaciğeri olgunlaştıkça vücuttan bilirubini uzaklaştırması daha kolay olur ve ışık tedavisine artık gerek kalmaz. |
Fitığra boğulması
Fıtığın en tehlikeli konıplikasyonu. |
Fovea (çukur)
Gözün ağtabakasında sarı leke olarak tanımlanan bölgenin çukurlaşmış orta kesimi. |
Fitizyoloji
Veremi inceleyen tıp dalı. |
Fraksiyon
Ortopedide bir kırığı ya da çıkığı yerleştirmek için kol ya da bacağı çekme manevrası. |
Fitobezoar
Midede ya da daha ender olarak bağırsakta bitkisel liflerin çevresinde oluşan ve kalsiyum tuzlarının çökmesiyle sertleşen kütle. |
Frei testi
özellikle tropik bölgelerde görülen ve cinsel yolla bulaşan bir hastalık olan kasık lenfogranülomunun tanısında kullanılan bir deri testi. |
Fellatio
Penisi ağız ile yalamak. |
Fitoplankton
Çoğunlukla bir hücreli su yosunlarından oluşan, sularda yaşayan bitki topluluğu. |
Felty sendromu
Seropozitif romatoid artrit (sıklıkla nisbeten inaktif sinovitle birlikte) ile splenomegali (dalak büyümesi) ve nötropeninin (akyuvar düşüklüğü) bir kombinasyonudur. Ciddi infeksiyonlar, vaskülit (damar iltihaplanması) (bacak ülserleri, mononörit), anemi, trombositopeni ve lenfadenopati de duruma eşlik eder. |
Fitoterapi
Bitkilerden elde edilen tedavi edici özellikteki maddelerin kullanılmasıyla yapılan tedavi. |
Fenestrasyon
Otoskferoz olgularında ortakulak üzerinde yapılan cerrahi girişim. |
Fenijhidantoin dozajı
Fenilhidantoinle tedavi edilen hastaların kanında, bu ilacın ulaştığı düzeyin belirlenmesi. |
Fenilketonuri
Kalıtım yoluyla geçen zeka ve gelişim geriliiği yapan bir metobolizma hastalığıdır. |
Fizyokineziterapi (kineziterapi)
Temel olarak tedavi amaçlı özel hareketlerin uygulanmasını kapsayan fizik tedavilerin bütünü. |
Fenobarbital dozajı
Fenobarbitalle tedavi edilen hastaların kanında, bu ilacın ulaştığı düzeyin belirlenmesi; tedavi dozunun düzenlenmesinde önem taşır. Normal değerleri 5-30 mg/It'dir. |
Fizyoloji
Canlılardaki yaşamsal olayları (işleyişi) inceleyen bilim dalı. |
Fenoloji
Çiçek açma, üreme, göç gibi iklime ve çevre koşullarına bağlı, periyodik biyolojik olayların incelenmesi ve kaydı. |
Fizyolojik
Bir canlının ya da organın normal işlediğini belirten terim. |
Frotman (sürtünme sesi)
Normalde birbiri üzerinde kayan iki seröz yüzey (örneğin plevra, perikart ya da periton zan) |
Fenotip
Kişinin kalıtsal yapısının dışa akseden görünümü, aynı tür fertlerini belirleyen, gözle görülebilen özelliklerin tümü. |
Fizyonomi
Yüz çizgilerinden bireyin kişilik yapısını bulmayı ya da yüz çizgileri ile kişilik arasında bağlar kurmayı amaçlayan araştırma dalı. |
Frottage
Bir erkeğin, eşinin vücuduna karşın kendi vücudunu ovması. |
Feokromositom
Krom tuzlarını tutma özelliği olan kromafin hücrelerden kaynaklanan tümör; olguların büyük bölümünde böbreküstü bezlerinin iç bölümünde ve herhangi bir yaşta ortaya çıkar, ama 30-40 yaş arasında daha sık görülür. |
Frozen sectîon (dondurulmuş kesit)
Dondurulmuş dokudan mikrotomla kesilen örneğin hemen mikroskopla incelenmesine dayanan ve özellikle ameliyat sırasında başvurulan biyopsi yöntemi. |
Fruktoz
Genellikle meyvalarda bulunan ve yapısında 6 karbon atomu içeren bir çeşit şeker molekülü. |
Fermantasyon
Bazı mikroorganizmaların ürettiği enzimlerin etkisiyle organik maddelerin uğradığı değişiklik. |
Früktoz
Genellikle meyvalarda bulunan ve yapısında 6 karbon atomu içeren bir çeşit şeker molekülü. |
Früktozamîn
Serumdaki şekerli protein miktarını değerlendirme amacıyla ölçülen madde. |
Flavinadenindinükleotit
Flavoproteinler(*) grubundaki proteinlere verilen ad. |
Früktozüri
Früktokinaz enzimi yetmezliğine bağlı olarak früktozun hücre tarafından alınamaması sonucunda idrarla çıkması. |
Fernokinon
K, vitaminine verilen ad. |
Flavoprotein
Bir protit molekülü ve bir riboflavin ya da B12 vitaminine bağlı bir nükleotitten oluşan proteinlere verilen ad. |
Flebografi
Toplardamarların kontrast bir maddenin yardımıyla görüntülenmesini sağlayan radyografi yöntemi. |
Fleboklizi
Tedavi amacıyla toplardamar içine çeşitli çözeltilerin verilmesi. |
Fundus incelemesi (funduskopi)
Gözdİbinin (ağtabaka ve damartabakanın) oftalmoskop yardımıyla incelenmesi. |
Fertilizasyon
Döllenme. Embriyo oluşumu için spermin yumurtayı delmesi ve genetik materyalin birleşmesidir. |
Flebolit
Bir toplardamarın içinde oluşan sert çökelti. |
Fleboskleroz
Bağdoku artışı ya da trombuslann bağdokuya dönüşmesi nedeniyle toplardamar duvarının sertleşmesi. |
Furonküloz
Tek ya da çok sayıda çıbanın vücudun çeşitli bölgelerinde sık sık yinelenmesi ya da süreklilik kazanması. |
Flebotomi
Toplardamara girilerek kan alınması. |
Fusiform anevrizma
Damar duvarının tüm çevresinde anevrizmatik genişleme. |
Fetopati
Dölütte çeşitli etkenler sonucunda gerçekleşen hastalık durumlarını belirten terim. |
Flebotromboz
iltihap dışı nedenlerle toplardamarların içinde kan pıhtısı (trombus) oluşmasıyla ortaya çıkan bozukluk. |
Füzyon geni*
İki farklı genin parçalarının birleşmesiyle oluşan hibrid gen. |
Gerantofiliya
Bir erkeğin, yaşlı bir kadınla cinsel ilişkiye girmeyi tercih etmesi. |
Gonadotropin (gonadotropik hormonlar)
Eşey bezleri (gonat) üzerinde uyancı etki gösteren hormonlara verilen ad. |
Galaktofor kanallar (süt kanalları)
Memede salgı sisteminin son bölümü. |
Gonalji
Dizde bulunan bir ağrıyı belirten genel terim. |
Galaktore
Memeden kendiliğinden süt gelmesi. |
Gonartroz
Artroz hastalığının dizde yerleşmesi (bak. artroz). |
Galaktosel
Memede, içi süt dolu kist. |
Gonat
Eşey hücrelerini üreten organ (kadınlarda yumurtalık, erkeklerde erbezleri). |
Gonhidrartroz
Diz eklemi içine sıvı toplanması. |
Galaktozüri
Gebelerde idrarla galaktoz çıkması. |
Gonilit
Dizle ilgili yapılardaki iltihaplı hastalık. |
Gerontofîli
Psikolojide, yaşlı kişilere karşı cinsel istek duyma. |
Gonion
Altçene açısına karşılık düşen nokta |
Galoş
Ayakkabı üzerine giyilen naylon/lastik kılıf. |
Gerontoloji
Yaşlanmanın bedensel, ruhsal ve toplumsal yönlerini araştıran bilim dalı. |
Goniyoskopi
ön kamara açısının incelenmesi |
Galvanokoter
Yalıtkan saplı, ucu sivri, küre ya da yuvarlak biçimli metalik bir iletkenden yapılmış ve kor haline gelinceye kadar elektrik akımıyla ısıtılan cerrahi alet. |
Gestasyon yaşı
Gestasyon (gebelik) yaşı, son adetin ilk gününden doğuma kadar geçen süredir. |
Gonofcok (neisseria gonorrhoeae)
Gram-negatif bir bakteri; insanda belsoğukluğu adlı hastalığın etkenidir. |
Galvanoterapi
Elektrikle uygulanan bir tedavi biçimi. Galvanoterapi-de sürekli doğru akım kullanılır. |
Gestoz (gebelik tokseraisi)
Gebelik sırasında ortaya çıkan ve gebeliğe bağlı olarak gelişen patolojik belirtileri genel olarak tanımlayan terim. |
Gonoreaksiyon
Belsoğukluğu (gonokok) enfeksiyonu tanısında kullanılan serolojîk inceleme. |
Gamaglobülin
Enfeksiyonlarla savaşmaya yardımcı oan, kanda bulunan bir protein. |
Gowper bezi
Cinsel coşku veya orgazm öncesi, erkeklerde, saydam alkalin bir sıvı salgılayan bez. |
Göbek
Karnın ön duvarında yer alan bir oluşum |
Gametogenez
Eşey bezlerinde gerçekleşen ve olgunlaşmamış tohum hücrelerinin çoğalma ve farklılaşma yoluyla gamet (kadında yumurta, erkekte sperm hücresi) biçimine dönüştüğü gelişim süreci. |
Göbek kordonu
DölütÜn gövdesini eteneye bağlayan bölüm. |
Göğüs boşluğu (toraks)
Vücudun boyun ile karın arasında yer alan bölümü |
Gammaglobülin yokluğu
agammaglobülinemi |
Göğüs kafesi
Göğüs kemiği, kaburgalar ve omurların arka yüzlerinden oluşan ve göğüs boşluğunun ortaya çıkmasını sağlayan iskelet bölümü. |
Gammaglobülinler
Plazmanın proteinlerinden olan globülinlerin antikorları oluşturan grubu. |
Göğüste su toplaması
Tıp dilinde sulu zatülcemp denilen hastalıktır. Akciğerlerin etrafını saran zarın iltihaplanması sonucu meydana gelir. Zarın iki yaprağı arasına su toplanmıştır.Nedeni; şiddetli soğuk algınlığı, bronşit, böbrek hastalıkları veya kulak iltihaplarıdır.Göğsün yan taraflarında şiddetli ağrı hissedilir. Bunlara bastırıldığı zaman ağrı şiddetlenir. Nefes darlığı vardır.Yatak istirahati ve doktor tedavisi şarttır. |
Ganglion
Lenf bezi, bazı ufak urlara verilen isim. |
Göğüste su toplaması
Tıp dilinde sulu zatülcemp denilen hastalıktır. Akciğerlerin etrafını saran zarın iltihaplanması sonucu meydana gelir. Zarın iki yaprağı arasına su toplanmıştır.
Nedeni; şiddetli soğuk algınlığı, bronşit, böbrek hastalıkları veya kulak iltihaplarıdır. Göğsün yan taraflarında şiddetli ağrı hissedilir. Bunlara bastırıldığı zaman ağrı şiddetlenir. Nefes darlığı vardır. Yatak istirahati ve doktor tedavisi şarttır. |
Gangliyon
Merkezi sinir sistemi dışında bulunan, sinir hücrelerinin gövdelerinden oluşan sinir düğümü. |
Görme
Belirli bir dalgaboyundaki elektromagnetik ışınların (görülebilir ışınlar) verdiği uyarıların algılanmasını sağlayan duyu işlemi. |
Gangliyonörom (gangliyositom)
Seyrek görülen, farklılaşmış, düzensiz sıralı gangliyon hücrelerinden oluşan, çevre dokuları istila ederek büyüme eğilimi olan iyi huylu tümör. |
Görme alanı
Belirli bir noktaya bakan bir gözün algıladığı alanın tümü. |
Görme keskinliği
Gözün keskin görme ya da ayırt etme gücünü belirten terim. |
Gangüyektomi
Sempatik zincirin bîr ya da daha fazla gangliyonunun çıkartılması. |
Görme kusurları
Gözün kırma gücünün kusurlu olmasından kaynaklanan görme bozuklukları. |
Görme muayenesi
Görme muayenesi ya da görme keskinliğinin saptanmasında gözün cisimleri birbirinden ayırt edebilme yeteneği ölçülür ve gözün ayırt edebildiği en küçük açı belirlenir. |
Gasfroenterostomi
Mide bağırsak geçişini sağlamak amacıyla çoğunlukla İncebağırsaklann jejunum bölümünün mide ile ağızlaş-tınlması. |
Göz
Oldukça farklılaşmış sinirsel yapılardan oluşan bir duyu organı; ışık uyaranlannı algılayan göz görme organıdır. |
Gasfropati
Gerek organik, gerek işlevsel kökenli bütün mide hastalıklarını belirtmek için kullanılan genel terim. |
Göz Ağrısı
Göz ağrısının nedenleri çeşitlidir. Az ışıkta çalışmak sonucu gözlerin yorulması, gözdeki herhangi bir kısmın iltihaplanmış olması, göze yabancı bir cisim kaçmış olması, sinüzit, yarım başağrısı, grip, nezle ve ateşli hastalıklar göz ağrısına neden olabilir. Önce hastalığın nedenini tespit etmek gerekir. |
Gasser gangliyonu
Yüzün duyusunu sağlayan lifleri de içeren trigeminus sinirinin yarımay biçimli duyusal düğümü. |
Gibbus (pott hörgücü)
Omurga kemiğinin dar açılı bükülmesi. |
Göz ağrısı
Göz ağrısının nedenleri çeşitlidir. Az ışıkta çalışmak sonucu gözlerin yorulması, gözdeki herhangi bir kısmın iltihaplanmış olması, göze yabancı bir cisim kaçmış olması, sinüzit, yarım başağrısı, grip, nezle ve ateşli hastalıklar göz ağrısına neden olabilir.Önce hastalığın nedenini tespit etmek gerekir. |
Gingko biloba
Yelpaze biçiminde yaprakları olan bu süs ağacı, kozmetik kullanımda antioksidan, iltihap giderici ve kızarıklık önleyici özellikleriyle öne çıkar. |
Göz Bozuklukları
Göz kameraya benzeyen optik bir sistemdir. Dışarıdan gelen ışık ve görüntüler kornea (gözün en dış saydam tabakası) ve lens tabakasında kırılarak retina üzerindeki görme noktasına ulaşırlar.
Normal bir gözde dışarıdan gelen ışınlar kornea ve lenste kırılarak görme merkezine düşerek net görüntü oluştururlar. bazı durumlarda ise kornea, lens ve gözün yapısına bağlı olarak, görüntüler retina üzerinde net olarak oluşmayabilir.
Miyopi :
Dışarıdan gelen ışınların görme noktasına ulaşmadan odaklaşması sonucu gelişir. Gözün ön-arka ekseninin uzun olmasına bağlı olarak veya kornea ve lensin kırıcılığının değiştiği durumlarda ortaya çıkar. Miyop gözlerde uyum gücü çok az olduğu için kişi uzağı görebilmek için gözlük kullanmak durumundadır.
Astigmatizma :
Korneanın kırma gücünün biribirine dik iki eksende farklı oması sonucunda görüntünün farklı düzlemlerde kırılmasıyla meydana gelir. Kornea ve lensin yapısına bağlı olarak değişkenlik gösterebilir. Astigmatizma, her mesafede yansıma ve bulanık görmeye neden olur.Astigmatik görme, sirklerdeki yamuk aynalarda oluşan görüntüye benzetilebilir.
Hipermetropi :
Dışarıdan gelen ışınların görme noktasının arkasında odaklanması sonucunda gelişir. Gözün ön-arka ekseninin kısa olmasına bağlı olarak veya kornea ve lensin kırıcılığının değiştiği durumlarda ortaya çıkar. Hipermetrop gözlerde uyum gücü yüksektir. Düşük dereceli hipermetrop kişiler uyum yaparak normal görebilirler, fakat göz çabuk yorulur. Yüksek hipermetropide ise hem uzak, hem de yakın görme bozuktur.
PRESBİYOPİ :
Yaşın ilerlemesine bağlı olarak lens tabakasının esnekliğini yitirmesi ve bunun sonucunda yakın görmenin bozulmasıdır. 35-40 yaşlarında başlar ve 60 yaşına dek sürekli ilerler.
KERATOKONÜS :
Kornea yüzeyinde bir bölümün incelerek öne doğru çıkmasıdır. Bu kişiler gözlükle net göremezler. Hastalığın derecesine göre özel olarak üretilen kontakt lensler kullanabilirler. Çok ileri derecelerde ise keratoplasti adı verilen kornea nakli ameliyatı gerekebilir.
UNUTMAYIN !
Miyopi, hipermetropi, astigmatizma ve presbiyopi gözün genel kırma kusurlarıdır. Bu kırma kusurları gözde tek tek meydana gelebileceği gibi, birden fazla kırma kusuru birarada görülebilir. Kırma kusuru bir gözde veya her ikisinde birden olabilir. Bunların dışında korneanın bozukluklarına bağlı özel kırma kusurları meydana gelebilir. Bir gözde, kırma kusuru ile birlikte korneada, görme tabakasında veya görme sinirinde bozukluklar olabilir.
Bu nedenle, kırma kusuru olan kişiler her yıl düzenli göz ve göz dibi muayenesinden geçmelidirler.
Çocuklarda gözde herhangi bir kayma ve görme bozukluğu şüphesi varsa en kısa sürede göz kontrolü yapılmalıdır. Herhangi bir problem olmasa da 4 yaş civarındaki çocukların göz muayenelerinin yapılması gereklidir.
Kırma kusurları olan kişilerin net görebilmeleri için çeşitli alternatifler vardır.
Gözlük kullanabilirler, Kontakt lens kullanabilirler, Excimer laser tedavisiyle kırma kusurlarının tümünden veya bir kısmından tamamıyla kurtulabilirler |
Göz damlası
Gözün tedavisi ve belirli incelemelere hazırlanması için kullanılan farmakolojik bileşimler. |
Gastrektomi
Midenin tümünün ya da bir bölümünün çıkarılması. |
Giordano belirtisi
El kenarıyla, bel bölgesine vurulduğunda ortaya çıkan ağn. |
Göz iltihabı
Halk arasında göz nezlesi veya pembe göz denir. Göz yuvarlağının üstünü örten ince zarın iltihaplanması sonucu ortaya çıkar. Tıp dilinde konjonktivit denir. Çoğunlukla ilk bahar aylarında görülür.Gözde sulanma; kanlanma, batma hissi veya ağrı vardır. Hasta ışığa bakmakta güçlük çeker. |
Giraldes organı (paradidim)
Embriyondaki Wolff kanalının alt bölümünün bir artığı; epididim yakınında tohum kordununa bağlı tüp biçiminde küçük bir organdır. |
Göz İltihabı
Halk arasında göz nezlesi veya pembe göz denir. Göz yuvarlağının üstünü örten ince zarın iltihaplanması sonucu ortaya çıkar. Tıp dilinde konjonktivit denir. Çoğunlukla ilk bahar aylarında görülür. Gözde sulanma; kanlanma, batma hissi veya ağrı vardır. Hasta ışığa bakmakta güçlük çeker. |
Göz kamaşması
Gözün yoğun ışıkla karşılaşmasıyla ortaya çıkan ve geçici olarak uyumun bozulmasına neden olan tepki. |
Göz Kanlanması
Göz kanlanması ile birlikte ağrı yoksa aşağıdaki reçeteler uygulanır. Kanlanma ile birlikte ağrı varsa; mutlaka göz doktoruna gitmek gerekir |
Glikojen
Hayvanlarda besinlerle alınan karbonhidratların karaciğer ve kaslardaki depo şekli. |
Göz kanlanması
Göz kanlanması ile birlikte ağrı yoksa aşağıdaki reçeteler uygulanır. Kanlanma ile birlikte ağrı varsa; mutlaka göz doktoruna gitmek gerekir. |
Gastrodııodenostomi
Ülsere bağlı nedbe oluşumu sonucunda daralmış mide kapısının (pilor) aşılması amacıyla midenin onikipar-makbağırsağına ağızlaştırılması. |
Glikojenez
Vücutta glikojen bireşimlenme sürecini tanımlayan terim. |
Göz Kapağı Şişliği
Gözkapakları, çoğunlukla fazla ağlama sonucu şişer. Nezle veya kızamık sırasında da görülür. Bunlardan başka, kalp, böbrek, hastalıkları veya beze iltihaplanmasının da bir işareti olabilir. Bazı kimselerde de alerjiktir. |
Gastroduodenit
Mide ve onikiparmak barsağının iltihabı. |
Glikojenoliz
Glikojenin hücre içinde glikoza yıkılması. |
Göz Kaşıntısı
Gözlerin kaşınması, önemli bir hastalığın işareti olabilir. Bu nedenle doktora başvurmak gerekir. |
Gastroduodenoskopf
Midenin ve onikiparmakbağırsağının esnek bir endos-kop yardımıyla incelenmesi. |
Glikokortikoit hormonlar
Böbreküstü bezinde yapılan steroit hormonların üç grubundan biridir. |
Göz kaşıntısı
Gözlerin kaşınması, önemli bir hastalığın işareti olabilir. Bu nedenle doktora başvurmak gerekir. |
Gastrodüodenit
Mide ve onikiparmak barsağının iltihabı. |
Glikolipit
Genellikle hücre zarlarında bulunan, lipitlerin şeker moleküllerine kovalent bağlarla bağlanması ile meydana gelen bileşik lipit. |
Göz merceği
Gözde iris ve gözbebeğinin arkasında yer alan, ışık ışınlarının ağtabaka üzerinde odaklanmasını sağlayan, saydam ve iki yüzü de dışbükey anatomik yapı. |
Gastroenterelog
Mide, barsak hastalıkları mütehassısı. |
Glikoliz
Glikozun laktata (süt asiline) yıkılması. |
Göz odası
Gözün içinde bulunan ve içinde sıvı dolaşan bölüm. |
Gastroenterit
İshalle seyreden mide barsak iltihabı. |
Glikorakia
Beyin-omurilik sıvısının glikoz miktarı. |
Göz sulanması
Göze toz kaçması, çapaklanma, göz iltihabı, nezle veya bazı alerjik hastalıklar göz yaşının fazlalaşmasına neden olur. Şikayetler soğuk havalarda daha da artar. Doktora başvurmak gerekir. |
Gastroenteroloji
Mide, barsak hastalıkları bilgisi. |
Glikostaz
Çeşitli fizyolojik koşullarda kandaki glikoz düzeyinin duyarlı bir biçimde dengeli (70-90 mg/100 cc dolayında) kalmasını sağlayan süreç. |
Göz Sulanması
Göze toz kaçması, çapaklanma, göz iltihabı, nezle veya bazı alerjik hastalıklar göz yaşının fazlalaşmasına neden olur. Şikayetler soğuk havalarda daha da artar. Doktora başvurmak gerekir. |
Gastroentestinal hormonlar
Mide ve bağırsak mukozasında yaygın olarak bulunan iç salgı hücrelerinden salgılanan hormonlar. |
Glikoz
(Heksoz) C6H12O6 molekül yapısındaki karbonhidrat. |
Göz Tiki
Aniden ortaya çıkan, fakat önemli olmayan bir durumdur. Alışkanlık spazmı da denir. nedeni, yorgunluk, üzüntü, heyecan ve yaşlılarda adale zafiyetidir. Yapılacak ilk iş, istirahat etmektir. |
Gastrointestinal
Mide - barsak. |
Glikoz yükleme eğrisi
Şeker hastalığında ve glikoz kullanımının bozulduğu durumlarda (normal düzey ile şeker hastalığı arasındaki ara kategori) şeker metabolizmasında oluşan bozukluklara doğru tanı koyulmasında son derece yararlı bir test. |
Göz tiki
Aniden ortaya çıkan, fakat önemli olmayan bir durumdur. Alışkanlık spazmı da denir. nedeni, yorgunluk, üzüntü, heyecan ve yaşlılarda adale zafiyetidir.Yapılacak ilk iş, istirahat etmektir. |
Gastrointestinal yol
ağızdan başlayan Mide ve bağırsaklargeçerek anüste sonlanan yol |
Glikoz-6-fosfat-dehidrogenaz (g6pdh)
Karbonhidrat metabolizmasında önemli yeri olan pen-tozfosfat (heksozmonofosfat) çevriminin enzimi. |
Gözbebeği
irisin ortasında yer alan, çapı 2,5-4 mm arasında değişen yuvarlak açıklık. |
Gastrojejunostonu
Mide ile jejunum arasında ağızlaştırma yapılarak doğrudan ilişki kurulmasını sağlayan cerrahi girişim. |
Glikozitler
Kimyasal olarak bir şeker molekülü ve buna bağlanmış genin ya da aglikon adındaki bir molekülden oluşan madde. |
Gözbebekleri iltihabı
Gözün bir kazayla yaralanması veya romatizmalı hastalarda üşütme sonucu ortaya çıkar. Bazen; şeker hastalığı, burun hastalıkları, ve frengili hastalarda da görülür.Tıp dilinde iritis denilen bu hastalık vakit kaybedilmeden tedavi edilmesi gerekir.Hasta, ışığa fazla bakamaz. Gözlerinde veya gözlerinin üst kısmına gelen bölgede şiddetli ağrılar vardır. Gözlerde; sulanma ve kızarıklık da görülür. Göze dikkatle bakıldığında; renkli kısmın etrafındaki rengin de koyulaştığı görülür. |
Glikozüri
idrarda glikoz bulunması |
Gözbebekleri iltihabı
Gözün bir kazayla yaralanması veya romatizmalı hastalarda üşütme sonucu ortaya çıkar. Bazen; şeker hastalığı, burun hastalıkları, ve frengili hastalarda da görülür.
Tıp dilinde iritis denilen bu hastalık vakit kaybedilmeden tedavi edilmesi gerekir.
Hasta, ışığa fazla bakamaz. Gözlerinde veya gözlerinin üst kısmına gelen bölgede şiddetli ağrılar vardır.
Gözlerde; sulanma ve kızarıklık da görülür. Göze dikkatle bakıldığında; renkli kısmın etrafındaki rengin de koyulaştığı görülür |
Gastromegali
Midenin genişlemesi. |
Gözi iltihabı
Göz kapağı kenarlarının iltihaplanıp, kızarma, kabuklanma ve ağrı yapmasıyla ortaya çıkar. Tıp dilinde blefarit denir |
Gastronomi
İyi yemek yeme bilimi. |
Gözkapağı
Hareketli birer yaprak halinde gözyuvasının ön yüzeyini örterek dış etkenlerden koruyan ve gözyaşının yayılmasını sağlayan anatomik yapı. |
Gastropeksi
Midenin, diyafram kasındaki yemek borusu deliğinin yanından yukanya doğru göğüs boşluğuna çıktığı diyafram fıtıklarında uygulanan cerrahi yöntem: Mide aşağıya çekilerek karın zarının ön duvarına ve arka düzkas (rektus kası) kılıfına sabitlenir. |
Gözkapağı fîmozu
Gözün iç köşesinde, üst ve ait gözkapağının birleştiği yerde gergin bir deri kıvrımının bulunması. |
Gastroptoz
Midenin normal yerinden aşağıya doğru sarktığı patolojik durum. |
Gliyoblastom
Kötü huylu bir merkez sinir sistemi tümörü. |
Gözkapağı iltihabı
Göz kapağı kenarlarının iltihaplanıp, kızarma, kabuklanma ve ağrı yapmasıyla ortaya çıkar. Tıp dilinde blefarit denir. |
Gastroptozis
Mide düşüklüğü. |
Gliyomatoz
Merkez sinir sistemi dokusunun (nöroglia hücrelerinin) tümör tipinde yaygın olarak çoğalması. |
Gözkapağı şişliği
Gözkapakları, çoğunlukla fazla ağlama sonucu şişer. Nezle veya kızamık sırasında da görülür. Bunlardan başka, kalp, böbrek, hastalıkları veya beze iltihaplanmasının da bir işareti olabilir. Bazı kimselerde de alerjiktir. |
Gastrorafi
Cerrahi girişimle mideye dikiş atılması. |
Gliyoz
Beyinin destek dokusunu oluşturan, sinir hücreleri arasındaki ara dokuda hücrelerin göreli olarak bölgesel ya da yaygın biçimde çoğalması. |
Gözlem altına alma
Ağır ve bulaşıcı hastalıklara yakalananların dış ortamdan yalıtılması. |
Gastroskopi
Hastaya yutturulan bir kamera ile midenin görerek muayene edilmesi. |
Globin
Hemoglobinin yapısında bulunan protein molekülü. Bak. hemoglobin. |
Gözleri kısmak
Gözkapağı kasının istençli olarak kasılması |
Gastrostomi
Özellikle ameliyatla çıkarılma olanağı bulunmayan tümörlere bağlı yemek borusu tıkanmalarında, beslenmeyi sağlamak amacıyla mideyi vücut dışına açan bir kanal oluşturulması. |
Globus belirtisi
Aralıklı ya da sürekü olarak boğazda bir baskı hissi. |
Gözyaşı
Gözyaşı bezlerinde üretilen salgı. Bak. gözyaşı sistemi. |
Gastrosükore
Mide salgısının anormal Ölçüde arttığı patolojik durum. |
Globül değeri
Alyuvarın hemoglobin içeriğini gösteren endeks. |
Gözyaşı kemiği
Sert kemik dokusundan oluşan, gözyuvasının iç yüzeyinde üstçene, alın ve kalbursu kemiklerin arasında kalan bir kemik. |
Gastrotomi
Cerrahi bir girişimle midenin kesilerek açılması. |
Globülin
Antikorların yapıldığı, kanda bulunan bir protein grubu. |
Gözyaşı salgılanması
Gözyaşı bezlerinden gözyaşının salgılanması. |
Glokom
Glokom özellikle ileri yaşlardaki önemli bir körlük nedenidir. Ancak hastalığa erken tanı konduğu zaman körlük yapması engellenmektedir.
Bir çok insan glokomun göz tansiyonuyla bir ilişkisi olduğunu bilmektedir. Aslında glokom beyine gördüklerimizi ileten görme sinirinin hastalığıdır.
Optik sinir elektrik ileten kablolara benzemektedir. İçinde binlerce lif bulunmaktadır. Her lif beyine görmemizi sağlayan mesajlar iletmektedir. Glokom bu liflere zarar vermekte ve görme alanımızda kör noktaların oluşmasına neden olmaktadır. İnsanlar bu kör noktaları çok ileri seviyelere ulaşana kadar fark etmemektedir. Tüm sinir hasar görünce körlük meydana gelir.
Sebep
Vücutta kan nasıl dolaşıyorsa gözün içindede aköz hümör adını verdiğimiz berrak bir sıvı dolaşmaktadır. Sıvının hareketi sürekli açık bir musluk ve lavaboya benzemektedir. Eğer lavabo tıkanırsa su birikmeye başlar ve basınç artar.
Glokomun tipleri nelerdir:
Kronik açık açılı glokom: En sık olan tipdir (%90). Drenaj açısının basitçe yaşlanmasına bağlı oluşur. Bu yaşlanma yavaşça göz tansiyonunun yükselmesine neden olur. Bu yavaş yükseliş belirtiye neden olmaz ve tanının konulması ileri derecede kayıp olana kadar gecikebilir. Görmedeki kayıp ancak ileri bazı testler yapılarak bulunabilir.
Açı kapanması glokomu:Drenaj açısının aniden kapanmasıyla oluşur. Bu lavaboyu aniden bir kağıt ile tıkamaya benzer. Basınç birdenbire yükselir. Gözde iris bu kağıt görevini yapar.Göz basıncı aniden yükselir. Bu durumda çeşitli semptomlara yol açar:
Görme bulanıklığı
Gözde aşırı derecede ağrı
Başağrısı
Işık çevresinde renkli halolar
Mide bulantısı ve kusma
Sekonder glokom: Drenaj açısını ikincil bir hastalığa bağlı olarak bozulmasından meydana gelir.
Yaralanmalar
Steroid gibi çeştli ilaçlar
Tümörler
Enflamasyonlar
Anormal kan damarları
Tanı
Bu durumun tanısı sadece göz doktorlarınca konabilmektedir. Bu hastalığın tedavisini de sadece göz doktorları verebilmektedir. Tonometre adı verilen cihazlarla göz tansiyonunuz ölçülür, optik sinir göz dibi muayenesinde incelenir ve gerekirse görme alanı testiniz yapılır. Testler göz doktoru tarafından gerekli görülen hastalara yapılmaktadır.
Tedavi
Glokom ile gözde oluşan hasar geri döndürülemez ancak kullanılan damlalar, haplar, lazer ve cerrahi tedavi ile hasarın ilerlemesi engellenir.
Glokom genelde günde 1-2 defa kullanılan damlalar aracılığıyla tedavi edilir. Bu damlaların bazıları göz basıncını aköz humor salınımını azaltarak, bir kısmı da drenajı arttırarak etki eder. Bu ilaçların düzenli aralarla kullanılması önemlidir.
Glokom hastaları, göz doktorunun artık tıbbi tedavinin yetersiz olduğuna karar verdiği zaman, ameliyat olmak zorunda kalırlar. Bu ameliyatta aközün drene olması için yeni bir kanal açılmaktadır. Bunun haricinde tedavide çeşitli durumlarda lazerde kullanılabilmektedir. |
Gözyaşı sistemi
Gözyaşının salgılanmasını ve bu sıvının dışarı atılmasını sağlayan yapıların tümü. |
Glokoni
Gözküresİ içindeki sıvı basıncında artma. |
Glomeriilonefrit
Çeşitli türden iltihaplı böbrek hastalıklarının genel adı. |
Grafomani
Herhangi bir yöntem ya da gereçle çizme ve yazmaya dayanılmaz bir istek duyma. |
Gbroz histiyositom
dermatofibrom |
Glomerulus
Böbrekteki nefronların bowman kapsülü içinde bulunan kılcal kan damarları ağı. |
Graftın alıcıyı reddi (graft versus host hastalığı-gvhd
Kemik iliği nakli sonrası görülen ve deri, karaciğer bulguları ve ishale giden bir yan etkidir. |
Glomerül
Kandaki artık maddelerin süzülmesinden sorumlu olan, böbreklerdeki küçük kan damarların. |
Gram boyaması
Baz özellikte bir boya maddesiyle boyama yöntemi |
Glomerül filtrasyonu
Böbrek glomerüllerinden Bowman boşluğuna su ve çeşitli maddelerin süzülme işlemi. |
Glomerülonefroz
Böbrek glomerüllerindeki kılcal damarlarda çeşitli maddelerin birikmesine bağlı bir yıkıma yol açan hastalıkları belirtmek için günümüzde seyrek olarak kullanılan terim. |
Glomerüloskleroz
Böbrek glomerüllerini etkileyen patolojik süreç. |
Glomus
Atardamarlann, arada kılcal damarlar bulunmaksızın doğrudan toplardamarlarla birleşmesiyle oluşan damarsal yapı. |
Gebelikten koruyucu iğneler
Gebelikten koruyucu iğneler, kadınlık hormonu olan östrojen ve progesteron içeren ilaçlar. |
Glomus tümörü {glomanjiyom)
Dermisin(*) bağdoku içinde yer alan küçük çaplı atardamarlarla toplardamarlar arasındaki geçiş bölgesinden (glomus) kaynaklanan iyi huylu deri tümörü. |
Granülasyon
Birçok anlamı olan bir terim. |
Gece körlüğü
Beslenmedeki A vitamini eksikliğinin neden olduğu bir hastalıktır. Hasta; alacakaranlıkta gereği gibi göremez. |
Glossit
Dil mukozasının, genellikle tüm ağız mukozasının ilti-habıyla (stomatit) birlikte görülen iltihabi süreci. |
Granülom
Fibroblastlar, histiyositler, lenfositler ve başka bağdoku hücrelerinin oluşturduğu, çevresi sınırlı nodüler bağdoku oluşumları. |
Gece körlüğü (niktalopi)
Güneş batarken olduğu gibi, ışığın azaldığı durumlarda görme güçlüğü ya da kaybıyla beliren patalojik durum. |
Glossofaringeal sinir (dil-yutak siniri)
IX. kafa çifti. |
Granülomatöz arterit
Temporal arterit. |
Geç boşalma
Psikolojik ya da fizyolojik kökenli sebeple cinsel ilişki sırasında normalden daha geç boşalmak. |
Glossolali
Herhangi bir anlamdan yoksun bir dizi heceyi bir arada söylemek. |
Granülosit
Eş anlam: nötrofil. Vücudumuza giren mikropları ve yabancı maddeleri yutarak yokeden lökosit (akyuvar). Kemoterapiden sonra geçici olarak sayıları azalır. Aşırı azalmalarda infeksiyon hastalığına bağlı ateş görülür. |
Glossopleji
Dilin istemli hareketlerini yaptıran dilaltı sinirinin (XII. kafa çifti) felci. |
Granülositler
Sitoplazmasmda çok sayıda ve çeşitte granül bulunan akyuvar türü. |
Glossospazm (dil spazmı)
Dil kaslarının istemsiz kasılmalanyla beliren durum. |
Glottis
Gırtlaktaki ses telleri ve bunlann arasındaki bölgeyi kapsayan organ. |
Glukagon
Pankreas tarafından üretilerek kana verilen, kan şekerini artırıcı etki yapan hormon. |
Gelon (eritem pernö)
Deride genel olarak soğuk etkisiyle ortaya çıkan ve yi-neleyici özellik gösteren kızarıklık ve şişme. |
Gluteus bölgesi
Kalçanın arkasında, kaba etlere denk gelen anatomik bölge. |
Gtiyom
Merkez sinir sisteminde, özellikle beyinde nöroglia (sinir) dokusundan çıkan tümörlerin genel adı. |
Glükagon
Pankreas tarafından üretilerek kana verilen, kan şekerini artırıcı etki yapan hormon. |
Glütamik oksalâsetik transaminaz (got)
GOT kısaltmasıyla belirtilen enzim. |
Gutasyon
Bitkilerin yapraklarından damlalar halinde su atılması. |
Genetik kod
mRNA boyunca üçlü gruplar halinde bulunan ve protein sentezleme sırasında üretilen aminoasit dizilerinin düzenini belirleyen nükleotid dizileri. |
Glütatyon
Glütamik asit, sistein ve glisin adı verilen üç aminoasitin oluşturduğu bir tripeptit. |
Guyon deneyi
Üç kap testi adı da verilen bir inceleme yöntemidir; idrarda kan bulunması (hematüri) durumunda kanın nereden kaynaklandığını belirlemeyi amaçlar. |
Genetik kod (genetik şifre)
Nükleik asit molekülündeki azotlu bazlann diziliş sırası. |
Genital dönem
İnsanda libidonun gelişiminin beşinci ve son evresi. |
Golden her's sendromu
epibulber dermoid tümör dermolipomlarperiartiküler deri kabartısı |
Gükoneojenez
Glikoz olmayan maddelerden, yani aminoasit ve yağlardan glikoz üretimi. |
Genital organlar
Üreme organları |
Golfçü dirseği
Tıbbi adı mediyal epikondilit"" olan ve dirseği tutan bir hastalık. |
Golgi kas-kiriş organı
Kas lifleriyle kiriş demetlerinin birleşme noktalannda bulunan ve ancak mikroskopla görülebilen küçük, oval biçimli oluşumlar. |
Gündüz körlüğü (hemeralopi)
Görme yeteneğinin zayıf ışıkta İyi olmasma karşın güçlü ışıkta zayıf olması. |
Genom
Bir organizmanın sahip olduğu genetik şifrelerin tamamı |
Goll çekirdeği (nucleus gracilis)
Soğanilikte Fasciculus gracilis denen sinir liflerinin son bulduğu sinir hücreleri topluluğu. |
Genom projesi
İnsanın ya da başka canlıların genomlarının tamamının ya da bir kısmının haritasını ve diziliş biçimlerini saptamayı hedeflemeye yönelik araştırmalar. |
Goll demeti (fasciculus gracilis)
Omuriliğin arka kordonunun iç bölümünde yer alan sinir lifleri demeti. |
Genotip
Bir organizmanın gen bileşimi. |
Gommage
Vücudu ölü hücrelerden arındırma |
Genotip*
Bir organizmanın gen bileşimi. |
Gonad
Üreme hücrelerini meydana getiren üreme organları. |
Gerantofili
Kendisinden yaşça büyük kişilerle cinsel ilişkiye girme eylemi. |
Gonadotropin
Testislerden sperm, overlerden yumurta üretmek için bu sistemleri uyarma kapasitesine sahip hormonlardır. |
Hemoroitler
Bazı hemoroit toplardamarlarında ve daha seyrek olarak bir toplardamardaki patolojik genişleme. |
Hemosiderin
Karbonhidrat, protein, yağ ve proteine geriye dönüşümlü olarak bağlanmış üç değerlikli demirden oluşan san-kahverengi renkteki pigment. |
Hemosideroz
Alyuvar hemoglobininden açığa çıkan demiri içeren hemosiderin pigmentinin dokularda aşın miktarlarda birikmesi. |
Hiperprozeksi
Bir tür dikkat bozukluğu. |
Hemositoblast
Çoğalma ve farklılaşma süreçleri sonucunda alyuvarları (eritropoez); nötrofil, bazofil ve eozinofil gibi granüllü akyuvarları (granülositopoez); trombositleri (trombosi-topoez) oluşturan kemik iliğinin kök hücresi. Bak. he-matopoez. |
Hemositometri
Bir alet yardımıyla kanın biçimli hücrelerinin mikroskopta sayılması. |
Halber steedler provezarkii cisimciği
trahom ayırıcı tanısında önemlidir. giemsa ile boyanmış konjonktival epitel kazıntılarında ince bazofilik sitoplazma inklüzyon cisimcikleridir. görülmesi trohomu akut konjonktivitten ayırır. |
Hemospenni
Kanlı sperm çıkarma. |
Hipersomni
Özellikle derin ve uzun uykuya ve uyuklamaya aşın eğilim. |
Geç boşalma
Psikolojik ya da fizyolojik kökenli sebeple cinsel ilişki sırasında normalden daha geç boşalmak. |
Glossolali
Herhangi bir anlamdan yoksun bir dizi heceyi bir arada söylemek. |
Granülosit
Eş anlam: nötrofil. Vücudumuza giren mikropları ve yabancı maddeleri yutarak yokeden lökosit (akyuvar). Kemoterapiden sonra geçici olarak sayıları azalır. Aşırı azalmalarda infeksiyon hastalığına bağlı ateş görülür. |
Glossopleji
Dilin istemli hareketlerini yaptıran dilaltı sinirinin (XII. kafa çifti) felci. |
Granülositler
Sitoplazmasmda çok sayıda ve çeşitte granül bulunan akyuvar türü. |
Glossospazm (dil spazmı)
Dil kaslarının istemsiz kasılmalanyla beliren durum. |
Glottis
Gırtlaktaki ses telleri ve bunlann arasındaki bölgeyi kapsayan organ. |
Glukagon
Pankreas tarafından üretilerek kana verilen, kan şekerini artırıcı etki yapan hormon. |
Gelon (eritem pernö)
Deride genel olarak soğuk etkisiyle ortaya çıkan ve yi-neleyici özellik gösteren kızarıklık ve şişme. |
Gluteus bölgesi
Kalçanın arkasında, kaba etlere denk gelen anatomik bölge. |
Gtiyom
Merkez sinir sisteminde, özellikle beyinde nöroglia (sinir) dokusundan çıkan tümörlerin genel adı. |
Glükagon
Pankreas tarafından üretilerek kana verilen, kan şekerini artırıcı etki yapan hormon. |
Glütamik oksalâsetik transaminaz (got)
GOT kısaltmasıyla belirtilen enzim. |
Gutasyon
Bitkilerin yapraklarından damlalar halinde su atılması. |
Genetik kod
mRNA boyunca üçlü gruplar halinde bulunan ve protein sentezleme sırasında üretilen aminoasit dizilerinin düzenini belirleyen nükleotid dizileri. |
Glütatyon
Glütamik asit, sistein ve glisin adı verilen üç aminoasitin oluşturduğu bir tripeptit. |
Guyon deneyi
Üç kap testi adı da verilen bir inceleme yöntemidir; idrarda kan bulunması (hematüri) durumunda kanın nereden kaynaklandığını belirlemeyi amaçlar. |
Genetik kod (genetik şifre)
Nükleik asit molekülündeki azotlu bazlann diziliş sırası. |
Genital dönem
İnsanda libidonun gelişiminin beşinci ve son evresi. |
Golden her's sendromu
epibulber dermoid tümör dermolipomlarperiartiküler deri kabartısı |
Gükoneojenez
Glikoz olmayan maddelerden, yani aminoasit ve yağlardan glikoz üretimi. |
Genital organlar
Üreme organları |
Golfçü dirseği
Tıbbi adı mediyal epikondilit"" olan ve dirseği tutan bir hastalık. |
Golgi kas-kiriş organı
Kas lifleriyle kiriş demetlerinin birleşme noktalannda bulunan ve ancak mikroskopla görülebilen küçük, oval biçimli oluşumlar. |
Gündüz körlüğü (hemeralopi)
Görme yeteneğinin zayıf ışıkta İyi olmasma karşın güçlü ışıkta zayıf olması. |
Genom
Bir organizmanın sahip olduğu genetik şifrelerin tamamı |
Goll çekirdeği (nucleus gracilis)
Soğanilikte Fasciculus gracilis denen sinir liflerinin son bulduğu sinir hücreleri topluluğu. |
Genom projesi
İnsanın ya da başka canlıların genomlarının tamamının ya da bir kısmının haritasını ve diziliş biçimlerini saptamayı hedeflemeye yönelik araştırmalar. |
Goll demeti (fasciculus gracilis)
Omuriliğin arka kordonunun iç bölümünde yer alan sinir lifleri demeti. |
Genotip
Bir organizmanın gen bileşimi. |
Gommage
Vücudu ölü hücrelerden arındırma |
Genotip*
Bir organizmanın gen bileşimi. |
Gonad
Üreme hücrelerini meydana getiren üreme organları. |
Gerantofili
Kendisinden yaşça büyük kişilerle cinsel ilişkiye girme eylemi. |
Gonadotropin
Testislerden sperm, overlerden yumurta üretmek için bu sistemleri uyarma kapasitesine sahip hormonlardır. |
Hemoroitler
Bazı hemoroit toplardamarlarında ve daha seyrek olarak bir toplardamardaki patolojik genişleme. |
Hemosiderin
Karbonhidrat, protein, yağ ve proteine geriye dönüşümlü olarak bağlanmış üç değerlikli demirden oluşan san-kahverengi renkteki pigment. |
Hemosideroz
Alyuvar hemoglobininden açığa çıkan demiri içeren hemosiderin pigmentinin dokularda aşın miktarlarda birikmesi. |
Hiperprozeksi
Bir tür dikkat bozukluğu. |
Hemositoblast
Çoğalma ve farklılaşma süreçleri sonucunda alyuvarları (eritropoez); nötrofil, bazofil ve eozinofil gibi granüllü akyuvarları (granülositopoez); trombositleri (trombosi-topoez) oluşturan kemik iliğinin kök hücresi. Bak. he-matopoez. |
Hemositometri
Bir alet yardımıyla kanın biçimli hücrelerinin mikroskopta sayılması. |
Halber steedler provezarkii cisimciği
trahom ayırıcı tanısında önemlidir. giemsa ile boyanmış konjonktival epitel kazıntılarında ince bazofilik sitoplazma inklüzyon cisimcikleridir. görülmesi trohomu akut konjonktivitten ayırır. |
Hemospenni
Kanlı sperm çıkarma. |
Hipersomni
Özellikle derin ve uzun uykuya ve uyuklamaya aşın eğilim. |
Hemostatikler
Kanamanın durdurulması için kullanılan çeşitli araçlara verilen ad. |
Halitozis
Nefesin kötü kokması |
Hemostaz
Kanamanın durması. |
Hemoterapi
insan kanı kullanılarak uygulanan tedavi biçimi. |
Hemotoksin
Başta alyuvarlar olmak üzere kan hücrelerini etkileyerek onlan parçalayan bakteri zehirlerine verilen genel ad. |
Hipertansiyon
Yüksek kan basıncı. |
Hemotoraks
Plevra boşluğunda kan birikmesi. |
Hipertansiyon
Yüksek kan basıncı. |
Hallüsinasyon
Gerçekte olmayan şeyleri algılamak. |
Henoch-schönlein purpurası
Çocukluk çağının en sık rastalanan vaskülit (damar iltihaplanması) tipi (erişkin yaşta da görülebilir), çoğunlukla geçici bir hastalıktır ve büyük eklemlerde artrit ve sindirim sistemine ait bulgularla seyreder, bacakların alt kısmında ve kalçalarda iltihaplı kapillerlerin (kılcal damar) cilt içine kanamasıyla oluşan mor renkli cilt döküntüleri vardır. |
Hipertelorizm
İki organ arasındaki uzaklığın normalin üzerinde olması. |
Halotan
Anestezik bir madde. |
Hepatektomi
Karaciğerin kısmen ya da tümüyle cerrahi olarak çıkarılması. |
Hipertiroidizm
Tiroit bezi hormonlarının aşın üretimi sonucu beliren klinik tablo. |
Halüsinasyon
Gerçekte varolmayan bir şeyi görme, işitme veya kokusunu alma, yalancı algılama. |
Hipertoni
Tüm vücut kaslarındaki aşın gerginlik artışı. |
Halüsinojen
İnsana verildiğinde genellikle geçici anormal psikolojik belirtilere yol açabilen maddeler |
Hepatikoduodenostomi
Om'kiparmakbağırsağı ile karaciğerin safra kanalının ağızlaştmlarak birleştirilmesinden oluşan cerrahi girişim. |
Hipertrikoz
Gerek kıllı bölgelerde, gerek kılların bulunmadığı ya da çok az olduğu bölgelerde aşırı kıllanma. |
Halüsinozlar
Hastanın, algıladığı varsanı(*) uyanlarının gerçek olmadığının farkında olduğu patolojik durum; örneğin kronik alkoliklerde rastlanır. |
Hipertrofi
Bir dokunun, organın ya da bütün bir sistemin hücre hacmindeki artışa bağlı olarak büyümesi. |
Hepatit a antivirüs antikoru (total)
Hepatİt A virüsüne karşı antikorlar. |
Hamartom
Yeni oluşmuş kan damarlarında meydana gelen tümör. |
Hepatit a antivirüs ıgm antikoru
epatit A virüsü enfeksiyonunun başlamasından sonra bir hafta içinde ortaya çıkan ve düzeyi 60-80 gün sonra azalan antikor. |
Hipervitaminoz
Aşın vitamin alma sonucunda gelişen hastalık tablosu. |
Hamartroz
Eklem boşluğuna kan dolması. |
Hipervolemi
Vücutta dolaşan kan hacminde artış. |
Hipipion
ön kamarada püy çökelmesi |
Hipnagojik evre
Uykudan hemen önceki uykuya dalma dönemi; kişi sanki gözleri açık uyumaktadır. |
Hepatizasyon (karaciğerleşme)
Akciğerlerin patolojik bîr süreç sonunda karaciğer dokusuna benzeyen bir görünüm kazanması. |
Hipnoanaliz
Psikoterapide hipnozun kullanılmasıyla uygulanan tedavi yöntemi. |
Haploid
Olgun bir üreme hücresinde bulunan kromozom sayısı, vücut hücrelerinin sahip olduğu kromozom sayısının yarısına sahiptir. Kromozom sayısının yarıya inmesi sonucu oluşan "" sayıda kromozom taşıyan hücrelere haploid hücre denir. " |
Hepatografi
Damar yoluyla verilen kontrast maddenin retiküloen-dotelyal sistem hücreleri tarafından tutulması |
Hipnoz
Hypnozis adlı uyku tanrıçasından alan bir kelimedir.Uyku ile uyanıklık arasında kişinin farklı bir bilinç durumunda olduğu hali ifade eder. |
Haploit
Tek bir kromozom takımı kapsayan hücre yada organizma (Örneğin insan gametlerinde bulunan toplam 23 adet kromozom bir haploit oluşturur). |
Hepatokolanjit
Karaciğer ve safra yollarına çeşitli yollarla ulaşan mik- roorganizmaların burada ve çevre dokularda yol açtığı akut iltihabi süreç. |
Hipo
Az ya da yetersiz anlamındaki ön ek |
Hepatom
Karaciğer hücrelerinden kaynaklanan tümör |
Hipoakuzi
İşitme yeteneğinin azalması. |
Hepatomegali
Karaciğerin büyümesi |
Hipoalerjenik
(Hypoallergenic) Kozmetik sanayiinde ürünün cilt reaksiyonu ve/veya hassasiyetine ve alerjiye neden olmayacağını göstermek için kullanılan bir terim. Ancak, üreticilerin bu iddialarını kanıtlamaları henüz bir standart veya yasaya bağlanmadığından bu tür ürünlerde çok dikkatli olunması gerekir. |
Haptoglobin
Kan dolaşımında serbest olarak bulunan hemoglobini taşımakla görevli alfa 2-globülin grubundan serum proteini. |
Hepatopati
Karaciğer hastalığını belirten genel terim. |
Hipoaljezi
Ağrılı uyaranları algılama yeteneğinde bir azalma ile beliren duyu bozukluğu; |
Hepatosentez
Mikroskopla incelemek üzere karaciğerden örnek alma tekniği. |
Hipobaropati
Basıncın ani ya da yavaş bir biçimde düşmesi sonucu gelişen patolojik tablo. |
Hepatosit
Karaciğer dokusunu oluşturan hücre tipi. |
Hepatosplenografî (splenoportografî)
Dalağa doğrudan İyot içeren suda çözünür bir kontrast madde verildikten sonra dalak ve karaciğerin radyolojik yöntemlerle incelenmesi. |
Hipodermit
Hipodermisin (altderi) iltihabı. |
Hepatosteatoz
Karaciğer yağlanması. |
Hipodermofclizi
Ağız ya da damar yoluyla vücuda sıvı ya da çözelti vermeyi olanaksız kılan durumlarda ya da verilecek sıvının yavaş emilmesi istendiğinde kullanılan bir sıvı verme yöntemi. |
Hepatoterapî
Çiğ (ya da az pişmiş) hayvan karaciğeri ya da karaciğer özütleriyle uygulanan tedavi biçimi. |
Hipoestezi
Vücut yüzeyine uygulanan belirli uyanları algılama yeteneğinde azalmayla beliren duyarlılık bozukluğu. |
Herbert nodülleri
trahomda görülen foliküler hipertrofi |
Hipofalamus
Talamusun altında yer alan ve üçüncü beyin karıncığının yan duvarlarını ve tabanını oluşturan yapı. |
Herbivor
Otlarla beslenen hayvanlara verilen genel ad. |
Hipofiz
Beyin tabanında burun arkasının üst kısmına uyan bölgede hormon salgılayan bir bezdir. |
Hipofîz (pitııiter bez)
Sfenoİt (kamamsı) kemiğin tabanında yer alan Türk eyeri adlı (sella turcica) çukura yerleşmiş ve beyne ince bir sapla bağlantı yapan iç salgıbezi. |
Heredoataksi
Merkez sinir sisteminin kalıtım yoluyla geçen hastalıklarına verilen ad. |
Hipofiz hormonları
Hipofiz bezinin salgıladığı hormonlar. Ön, orta ve arka hipofiz hormonları olarak sınıflandırılır. |
Hermafroditizm
Her iki eşeyede sahip canlı |
Hipofizektomi
Hipofiz bezinin çıkarıldığı cerrahi girişim. |
Hermafroditizm (erdişilik)
Aynı kişide erkek ve kadın cinsel organlarının bir arada bulunması. |
Hipofonez
Göğüs kafesi üzerinde yapılan perküsyonla(*) alınan akciğer seslerinin şiddetinde azalma. |
Hermophrodıtıc
Hem kadın hem de erkek cinsel organları olan. |
Hipogalaksi
Doğumdan sonra memedeki süt bezlerinden salgının yetersiz olması. |
Hipogastriyum
Ön karın duvarının orta-alt kısmına denk düşen anatomik bölge; |
Hipogenitalizm
Dış üreme organlannın kişinin yaşına göre yeterince gelişmemiş olması. |
Hipoglisemi
Kandaki şekerin(glikoz) normal değerin altına düşmesi. |
Hipoglossus siniri (dilaltı siniri)
XII. kafa çifti (dilaltı siniri) dilin iç ve dış kaslannı hareket ettiren sinirdir. |
Herpesvirüs
Oldukça büyük, kübik simetri gösteren ve DNA, protein ve fosfolipit içeren virüs grubu. |
Hipogonadizm
Eşey bezlerinin (erbezi ve yumurtalıklar) iç salgı işlevlerinde yetersizlikle beliren durum. |
Heterofori
Gözün hareket kaslarındaki işlevsel denge bozukluğu nedeniyle gözün kayma eğilimi göstermesi. |
Hipoguzi
Tat duyusuna yönelik uyanlara karşı duyarlılığın azalması. |
Heterojen
Değişik karakterlere yada yapılara sahip olan. |
Hipokalsemi
Kandaki kalsiyum düzeyinin düşmesi. |
Hayvan döküntüleri
Hayvanlardan dökülen küçük deri pullan. Alerjinin önemli nedenlerindendir |
Heterokromozom
Farklı iki kromozomun oluşturduğu kromozom çifti, în-sandaki cinsiyet kromozomları bu yapıdadır. |
Hipokampus
Beyin yarıkürelerinin yan karıncıklarından çıkarak gene aynı karıncıkların tabanını döşeyen sinirsel yapıya verilen ad. |
Heteroplazi
Embriyonun gerişimi sırasında bir dokunun farklılaşma sürecinde görülen anomali. |
Hîpokapni
Kısmi karbon dioksit basıncının düşük olmasına bağlı olarak kandaki karbonik asit düzeyinin azalması. |
Heteroseksüel
Karşı cinse ilgi duyan ve karşı cinsle ilişkiye giren kişi. |
Hipoklorhidri
Mide mukozasındaki hidroklorik asit üretiminin yetersiz olması. |
Heteroseksüellik
Bir kişinin karşı cinse duyduğu cinsel ilgi; |
Heterosis
(melez gücü) Melezlerin atalarına göre kazandıkları üstünlük. |
Hipokondri
Kendi sağlığıyla ilgili olarak aşın endişelenme durumu. |
Heterotaksi
Vücudun sol yanında bulunması gereken organlann sağda yerleşmesiyle (ya da tersi) beliren ender doğumsal oluşum bozukluğu. |
Hipokromi
Alyuvarlardaki hemoglobin miktannın azalması. |
Hipoksi
Oksijen azlığı. Bak. anoksi. |
Heterozigot
Kalıtımla geçen her özellik bir eş kromozom çifti (homolog kromozom) üzerinde karşılıklı olarak yerleşmiş alel adlı genlerle taşınır. |
Hipomani
Manideki boyutlara varmayan, ama onun tüm Özelliklerini şiddeti azalmış biçimde gösteren aşın uyarılma durumu. |
Hipomenore
Âdet kanamasının miktar ve süresinin azalması ile beliren âdet çevrimi bozukluğu. |
Hipoovarizm
Yumurtalıkların iç salgı etkinliğinin azalmasıyla beliren patolojik durum. |
Hipoparatiroidizm
Paratiroit bezlerinin yetersiz hormon üretmesine bağlı hastalık tablosu. |
Hıımor (suyuk)
insan vücudunda değişik yapı ve biyolojik işlevleri olan sıvı ya da yan sıvı maddeleri tanımlayan genel terim. |
Hipopituitarizm
Hipofiz bezinin salgılama etkinliğindeki yetersizlik sonucu gelişen patolojik durum. |
Hdl kolesterol
Yüksek yoğunlukla lipoproteinlerin (HDL) içerdiği kolesterol |
Hırıltılı solunum
Akciğerlerde duyulan gürültülü solunum. |
Hipoplazı
Bir doku ya da bir organın gelişiminin eksik kalması, farklılaşma düzeyine ya da boyutlara ulaşamaması. |
Head bölgeleri
İç organlardan kaynaklanan duyusal reflekslerin yansımayla ulaştığı deri bölgeleri. |
Hipoproteinemi
100 mi plazmadaki protein miktarının 6 gr'nin altına düşmesi |
Heberden nodülleri
Parmakların en uç eklemlerindeki sert şişlikler, tamamen oluştuklarında genelikle ağrısızdırlar - bu nodüller el osteoartritinin tipik belirtisidir. |
Hipopyon
Gözün Ön odasında irin birikmesi. |
Heksoz
Altı karbonlu monosakkarit. |
Hibridizasyon
iki ayn saf ırka ait bireylerin çiftleşmesi; melezleştirme |
Hiporefleksi
Deri yüzeyine ya da kemik-kiriş yapılarına uygulanan mekanik uyanlara karşı ortaya çıkan sinir reflekslerinin zayıflaması. |
Hibridizasyon (melezleme)
Birbirini bütünleyen iki DNA zincirinin biraraya gelerek ikili sarmal biçimindeki molekülü oluşturması. |
Hiportansiyon
Düşük kan basıncı |
Hiposekresyon
İÇ salgıbezlerindekİ salgı yapımında azalma |
Heliyoterapi (güneş tedavisi)
Güneş ışınlarının organizma üzerindeki olumlu etkilerinden yararlanan tedavi tekniği. |
Hipospadias
Penisin doğumsal bir şekil bozukluğudur. İdrar yolunun son kısmı olan üretra'nın dışa açılan deliğinin normal yerinde değil, penisin alt yüzünde herhangi bir yerde olması halidir. |
Helmintiyaz
Organizmada asalakların yof açtığı hastalıkları tanımlayan genel terim. |
Hidramniyos (amniyon sıvısı fazlalığı)
Amniyon kesesinde aşın amniyon sıvısı birikmesi |
Hipospadya
Siyeğin penis ucu yerine penisin alt yüzüne açılmasıyla beliren doğumsal oluşum bozukluğu. |
Hidrartroz
Eklem boşluğunda sıvı birikmesiyle beliren patolojik durum |
Hemaglütinasyon
Kan yuvarlarının aglütinasyonu. |
Hidratasyon
Organizmaya aşın su alınmasını belirten terim. |
Hipostaz
Ölümden sonra kanın yerçekimi etkisiyle vücudun alt bölümlerinde göllenmesi. |
Hidroadenom
Derideki ter bezi ya da apokrin bez (dış cinsel organlar çevresinde bulunan ter bezleri) hücrelerinden kaynaklanan iyi huylu tümör. |
Hipostenüri
İdrarın Özgül ağırlığının normalin altında olması. |
Hemanjiom
Kan damarlarından dogan urlar. |
Hidrofobi (su korkusu)
Sıvılardan ve özellikle sudan aşın ölçüde korkma. |
Hiposürrenalizm
Böbreküstü bezlerinin etkinliğinde azalmayla beliren patolojik durum; böbreküstü bezi yetmezliği |
Hemanjiyom
Genişlemiş kan damarlarının iyi huylu türmörü. |
Hipoşili
Mide mukozasının yetersiz çalışmasına bağh olarak mide suyunda pepsin ve hidroklorik asit azlığı. |
Hemanjiyoperisitom
Kılcal damarların dış yüzeyindeki perisit adlı hücrelerden kaynaklanan ve ender görülen bir tümör. |
Hipotalamus
Ön beynin alt bölgesi olup bazı organ ve bezlerin çalışmasını düzenleyen kısmı. |
Hemartroz
Eklem boşluğuna kan dolması. |
Hidroksiprolin
Kemik kollajeninin yapısındaki önemli madde. |
Hipotansiyon
Düşük tansiyon ya da Hipotansiyon, düşük kan basıncı demektir; sistolik kan basıncının 90 mmHg'dan az olmasıdır.
Normal kan basıncının alt limitleri bireyden bireye değişmekle birlikte, sistolik 90, diastolik 60 mmHg kabul edilmektedir. Hipotansiyonun nedeni parasempatik sinir faaliyetinin artması ya da başka rahatsızlıklardır. ve genelde halsizlik sendromu göstermektedir.Vücuttaki sodyum ve iyonları dengesizliği ve yetersizliğinde de görülebilmektedir.
Tansiyon, ateşli hastalıklar sırasında, büyük kanamalardan sonra, iç salgı bezi bozukluklarında veya herhangi bir hastalıktan sonraki iyileşme döneminde düşer. Bazı kadınların aybaşı hallerinde, veya sıcakta fazla ter kaybından sonra veya sinirli kimselerde de tansiyon düştüğü görülür. Devamlı olarak tansiyon düşüklüğü önemli bir hastalığın işareti olabilir.
Tansiyon düşüklğünde sık görülen şikayetler; başdönmeleri, kulak çınlaması, ve bayılmadır.
Düşük Tansiyon Nedenleri
*Kalp hastalıkları
*Kanama
*Kansızlık
*Enfeksiyon.
*İlaçlar
Tansiyon Düşüren İlaçlar
*Tansiyon ilaçları
*Kalp ilaçları
*İdrar söktürücüler
*Psikolojik ilaçlar
Tedavi genellikle gerekmez. |
Hemartroz
Eklem boşluğuna kan dolması. |
Hidrokusyon
Soğuk suya girmeye bağlı olarak bilinç kaybı ve ani solunum durmasıyla beliren bayılma. |
Hipotermi
Vücut sıcaklığının normal değerlerin altına düşmesi. |
Hidrolazlar
Bir kimyasal bileşiğin iki atomu arasındaki bağlan su molekülü yardımıyla çözen enzimler grubu. |
Hipotiroidizm
Tiroit bezinin yetersiz çalışması sonucunda beliren hastalık tablosu. |
Hidroliz
Bir molekülün kovalent bağlarının su ile parçalanarak ayrılan kısımların birine H diğerine OH grubunun eklenmesi. |
Hipotoni
Kas gerginliğinde azalma. |
Hematofobi
Kan görmekten korkma. |
Hidroperikardiyum
Perikart (kalp zarı) boşluğu içine sıvı toplanması. |
Hipotonik
İzotonik sıvıdan daha düşük osmotik basınca sahip olan sıvı. |
Hematoidin
Kanın çeşitli nedenlerle (derialtı ve kas içindeki kanamalar, hemartroz vb) damar dışına çıkmasının ardından hemoglobinin parçalanmasıyla oluşan ve kanamanın olduğu dokuda biriken pigment. |
Hidropizi
Derialtı dokusunda ve organizmanın çeşitli seröz boşluklarında sıvı birikmesiyle beliren durumlan tanımlayan ve günümüzde artık kullanılmayan terim |
Hipotrofî
Bir organ ya da dokuda hücre sayısı ve hacim azalması, ileri düzeyde hipotrofi, yanlış da olsa atrofi terimiyle karşılanmaktadır |
Hematokolpos
Himenin (kızlık zarı) doğumsal bir anomali nedeniyle delik olmamasına bağlı olarak görülen patolojik durum. |
Hidropnömotoraks
Hidrotoraks (akciğer zarı boşluğunda sıvı toplanması) ve pnömotoraksm (akciğer zan boşluğuna hava girmesi) birlikte görüldüğü ağır durum. |
Hipovitanunoz
Vitamin eksikliğine bağlı olarak beliren hastalık tablosu. |
Hematokrit
Kandaki eritrositlerin % olarak belirtilen toplam hacmi. |
Hidrops
Organizma boşluklarında ya da dokulannda seröz nite-tikle StVt toplanması. |
Hipozmi
Koku alma duyusunun azalması. |
Hematolog
Kan hastalıkları uzmanı. |
Hidrosalpenks
Fallop borusu(*) içinde sıvı birikimiyle beliren patolojik durum. |
Hematoloji
Kanın ve kan hücrelerini yapıcı organların (kemik iliği, lenf organları, dalak) hastalıkları ile uğraşan bilim dalı. |
Hidrosefali
Beyin kanncıklarındaki beyin-omurilik sıvısının (BOS) basıncının artmasıyla beliren patolojik durum. |
Hematom
Organ içerisinde veya aralarında kan birikmesi. |
Hidrosel
Erbezini saran seröz zar boşluğunda sıvı toplanmasıyla beliren patolojik durum. |
Hematomiyeli
Omurilikte kanama. |
Hidroterapi
Bir tür fizyoterapi. Normal yüzme havuzundan daha sıcak olan (genellikle 37-38°C) bir ılık su havuzunda bir uzman tarafından egzersiz yaptırılması. |
Hematopoez
Kan hücrelerinin (alyuvar, akyuvar) yapımı ve olgunlaşma süreci. |
Hidrotoraks
Akciğer zarı boşluğunda değişen miktarlarda sıvı birikmesi. |
Histerektomi
Dölyatağımn bütününün ya da dölyatağı boynuna kadar olan bölümünün (kısmi histerektomi) çıkarıldığı cerrahi girişim. |
Hematoraetra
Dölyatağı boşluğunda âdet kanının birikmesiyle beliren patolojik durum. |
Hidroüreter
Bir ya da her iki idrar borusunun çapındaki artışla beliren patolojik durum; |
Hîsterometri
Histerometre adındaki ölçekli, metalden yapılmış bir alet yardımıyla dölyatağı boşluğunda yapılan ölçümler. |
Hematosalpenks
Bir ya da her iki Fallop borusunda (salpenks) kan birikmesiyle oluşan patolojik durum. |
Hidrozadenit
Derideki ter bezlerinin iltihabı. |
Histeropeksi
Dölyatağının konumunu düzeltmek amacıyla uygulanan cerrahi girişim. |
Hematosel
Testis torbalarında kan birikmesi. |
Hifema
ön kamarada kan çökelmesi |
Histerosafpingografi
Dölyatağı boşluğuna X ışınlarını geçirmeyen bir madde (radyoopak sıvı) verilerek uygulanan, dölyatağı ve Fal-lop borularının (salpenks) radyolojik incelemesi. |
Highmore cismi
Erbezİnin orta hattında bulunan dikey bölme (mediasti-num testis). |
Histeroskopi
Rahim içini optik bir alet yardımıyla girip izlemektir. |
Histiyosit
Organizmadaki bağdokuda dağınık olarak bulunan hücreler |
Hemianopsi
Genellikle görme çaprazım (optik kiyazma) İlgilendiren çeşitli patolojik süreçlere bağlı olarak görme alanının yansının kaybı. |
Histiyositom
Histiyosit içeren bağdoku tümörü. |
Hemiatrofi
Bir anatomik yapının yansında küçülmeyle beliren pa- tolojik durum. |
Hilus
Organlarda büyük damar ve sinirlerin, akciğerlerde solunum yollarının giriş kapısı. |
Histojenez
Embriyon hücresinin farklılaşıp gelişerek olgun dokuları oluşturması; doku oluşumu. |
Hemikolektonü
Kalınbağırsağın ağır patolojik süreçlere bağlı olarak işlev bozukluğu ya da doku Ölümü gösteren yansının (sol ya da sağ) cerrahi girişimle çıkanlması. |
Histokimya
Hazırlanmış doku kesitlerinin, kimyasal ve fiziksel analiz yöntemleri kullanılarak kimyasal özelliklerinin incelenmesi. |
Hemilaminektomi
Bİr omurun sol ya da sağ yapraksı çıkıntısının (lamina) cerrahi girişimle çıkanlması. |
Histoloji
Dokuları inceleyen bilim dalı |
Himenotomi
Kızlık zarının cerrahi girişimle kesilmesi. |
Histon
Kromozomlarda nükleik asitlere bağlı olarak bulunan protein. |
Histopatoloji
Histolojinin yöntemlerini kullanarak patolojik süreçlerin bir dokuda yol açtığı değişiklikleri inceleyen patoloji dalı. |
Hiperaldosteronizm
Böbreküstü bezleri tarafından aşın aldosteron salgılanması ile beliren patolojik durum. |
Histoplasma capsulatum
insanda histoplazmoz adı verilen hastalığa yol açan mantar türü, insana bulaşma, özellikle evcil ya da yabanıl hayvan (tavuk, yarasa ve öteki kuşlar) dışkısıyla kirlenmiş toprakta bulunan mantar sporları ve birlerinin solunmasıyla gerçekleşir. |
Hiperalimentasyon
Aşın besin alma; bunun sonucu olarak yağ dokusu ve vücut ağırlığı artar. |
Hiyalinoz
Organizmanın çeşitli yapılarında glikoproteinden oluşmuş hiyalin maddesinin (camsı madde) birikmesiyle beliren patolojik süreç. |
Hiyaloplazma
Protoplazmanın akışkan bölümü. |
Hemoaglütinasyon
Özgül antikorların etkisi (bak. hemoaglütinin; kriyoag-lütinin) ya da başka mekanizmalarla kandaki alyuvarların kümeleşmesi. |
Hiyoit kemiği (dil kemiği)
Ortada boynun ön bölümünde yer alan, tek, simetrik, at nalı biçiminde kemik. |
Hemoaglütinin
Alyuvarlar başta olmak üzere kanın biçimli öğelerinin kümeleşmesine ya da kümeleşerek çökmesine neden olan antikorlar. |
Hiperazotemi
Kandaki üre miktarının 0,40 gr/lt'nin üzerine çıkması. |
Hemoblastoz
Kan hücreleri ve kan yapımına katılan dokularda tümöre benzer biçimde hücre çoğalmasıyla beliren hastalıklar için kullanılan genel terim. |
Hiperbaroterapi
Hastanın atmosfer basıncından daha yüksek basınçlı bir odaya (yüksek basınç odası) yerleştirilmesiyle uygulanan tedavi yöntemi. |
Hemodilüsyon
Organizmada aşın su tutulması ya da sıvı alımı sonucu kanın sıvı bölümünün hacminin artması |
Hemodinamik
Kanın damarlardaki hareketini düzenleyen fiziksel ilke ve kuralları inceleyen fizyoloji dalı. |
Hoelen
Yüzeysel (harici) olarak uygulandığında antibakteriyel, koruyucu, yara iyileştirici ve su birleştirici özellikleri vardır. |
Hemodiyaliz
Kandaki artık maddelerin mekanik yolla uzaklaştırılması |
Hiperemi
Organizmanın belirli bir bölgesindeki kan miktarındaki artma. |
Homeopati
1796'da S. C. F. Hahnemann'ın "İlaçların Erdemlerini Keşfetmede Kullanılacak Yeni Bir İlke Üzerine Deneme" adlı yapıtıyla tanıttığı öğreti. |
Hemofil
Kanın normal sürede pıhtılaşmaması şeklinde kendini gösteren, erkeklere has bir çeşit kan hastalığıdır. Halk arasında kanama hastalığı denir. Irsi bir hastalıktır. Doktor tedavisi gerekir.
Bu hastalığa tutulanların; az su içmeleri ve limon, portakal, kiraz veya ahududu yemeleri tavsiye edilir. Ayrıca vücudun herhangi bir yerinde kanamaya neden olabilecek davranışlardan da kaçınmaları gerekir |
Homeostasi
Bir organizmanın içinde yaşadığı ortamla madde alış verişi yaparak, kendi iç ortamını belli sınırlar arasında dengede tutması. |
Hemofili
Hemofili çoğunlukla genetik geçiş gösteren , vücutta kanın pıhtılaşma sisteminde rol alan ve pıhtılaşma faktörleri olarak adlandırılan proteinlerin eksikliği veya yokluğu nedeniyle ortaya çıkan ve pıhtılaşma bozukluğu yaratan nesilden nesile geçen kalıtsal bir kan hastalığıdır
Kanın vücutta dolaşmasını sağlayan kan damarları venler, arterler ve kılcal damarlardan oluşur. Bu da damarlardan herhangi bir tanesinde hasar meydana gelmesi durumunda iç kanama meydana gelir. Normal şartlarda kan damarı hasar gördükten hemen sonra travmanın damar üzerine etkisiyle damar duvarı kasılır ve "Trombosit" adı verilen kan hücreleri devreye girerek hasarlı bölgede "Trombosit Tıkacı" adı verilen geçici bir tıkaç oluşturur. Damardaki yırtılma küçükse, bu tıkaç kan kaybını tek başına durdurabilir, fakat delik büyükse kanamayı durdurmak için Trombosit tıkacına ek olarak kanın pıhtılaşması da gerekmektedir. Bu aşamada, pıhtılaşma faktörlerine ihtiyaç vardır. Pıhtılaşma faktörlerinin devreye girmesiyle oluşan Fibrin İplikçikleri, Trombositleri, kan hücrelerini ve plazmayı da içine alarak kan pıhtısını oluşturur.
Hemofili'de ise yeterince güçlü bir kan pıhtısı oluşamamaktadır. Bu nedenle bir Hemofili hastasında vücut içi veya vücut dışı ciddi bir travma meydana gelirse, hastaya genellikle pıhtılaşmanın sağlanması için tıbbi müdahale gerekir. Hemofili hastalarının kanamaları normal bir insandan daha hızlı kanamaz, fakat kan kaybının süresi uzundur. Hemofili erkeklerde görülen ciddi bir kan hastalığıdır.Türkiye’de 4000 Hemofili hastası vardır ve her yıl bu sayıya 100 kişi daha eklenmektedir.
Hemofili Tedavisi
Hemofili hastalarında meydana gelen kanamalar, olmayan faktörün yerine konması ile durdurulabilir. Bunun için iki çeşit faktör üretilmektedir:
Plazma kaynaklı faktörler: insanlardan toplanan kanlar bir havuzda toplanır, faktörler ayrıştırılır, viral inaktivasyondan (kan içinde olabilecek viruslar temizlenir) geçer ve paketlenir. Bu ürünler her ne kadar viral inaktivasyon yöntemlerinden geçmekteyse de insandan insana bulaşabilecek bir takım virusları taşıma riski vardır.
Rekombinat DNA teknolojisi ile elde edilen faktörler: insülinin üretimi gibidir. Bir vektör kullanılarak faktör elde edilmektedir. İçinde insana ait herhangi bir madde olmadığı için hastalık bulaştırma riski yoktur. Ürünümüz bu yolla elde edilir.
|
Homeostaz
Yaşamın devamı için düzenleyici sistemler yardımıyla organizmanın iç ortamının sabit tutulması. |
Hemoglobınopatı
Alyuvarlarda anormal hemoglobin bulunmasıyla beliren patolojik durum. |
Hiperfonezi
Akciğerlerde hava artışına bağlı olarak göğüs kafesi üzerinde yapılan perküsyonla (bir elin parmaklarıyla Öteki elin sırtına vurularak bu elin altındaki bölgeden gelen sesin dinlenmesi) alınan seste artış. |
Homojen
Bütün birimleri aynı yapıdaki, aynı nitelikte olan |
Hemoglobin
Eritrositlerin (alyuvarların) içindeki, dokulara oksijen taşıyan renkli madde. Elektronik kan sayımı cihazlarının çıktılarında HBG"" şeklinde belirtilir" |
Homolog kromozom
Biri anneden, diğeri babadan gelen aynı gen çiftine sahip kromozomlar. |
Hemoglobin a2 (a2 hemoglobini)
Alyuvarın içerdiği normal bir hemoglobin türü. |
Homoseksüel
Kendi cinsine ilgi duyan kişi. |
Hemoglobin f
Dölüt kanında önemli miktarlarda görülen bu hemoglobin türü doğumdan sonra bütünüyle kaybolur. |
Homoseksüellik (eşcinsellik)
Bireyin cinsel ilgi ve isteğinin, kendisiyle aynı cinsten kişilere yönelmesiyle beliren bir cinsel sapma türü. |
Hemoglobinim
idrarda hemoglobin çıkması. |
Hipergonadizm
Erbezi ve yumurtalıklardan aşırı miktarda cinsiyet hormonu salgılanmasıyla beliren durum. |
Homotransplantasyon (homolog transplantasyon)
Aynı türün bireyleri arasında uygulanan doku ya da organ nakli. |
Hemokaterez
alyuvar yıkımı |
Hiperhidratasyon
Organizmada aşırı sıvı birikmesiyle gelişen patolojik durum. |
Homozigot
Bir genin eş iki alelini taşıyan birey. |
Hemokromatoz
Demir elementinin aşirı miktarda emilmesi ve depolanmasının karaciğer gibi bir çok organda hasar oluşturduğu ve işlev bozukluğuna yol açtığı genetik bir hastalık. |
Hordeolum
(arpacık) Bir veya birden fazla Zeis veya Moll bezinin (dış hordeolum) veya Meibom bezlerinin (iç hordeolum) -meibom arpacığı- akut, lokalze, pyojenik infeksiyonu |
Hemokromositometrik inceleme (tam kan sayımı)
insan kanındaki hücrelerin İncelenmesi. |
Horlama
Horlamanın nedenleri çeşitlidir. Derin bir uyku, sırt üstü yatmak horlamaya neden olabileceği gibi; burun polipleri, burnun çarpık olması, burun iltihabı, burunda ahtapot ve ağzı kapayamamak da neden olabilir.
Yan yatarak uyumak, belin tam ortasına küçük bir lastik top koyarak yatmak horlamayı önler. Bu tedbirlerle geçmeyen horlamalarda, gerçek neden bulunup ona göre bir tedavinin uygulanması gerekir |
Hemokültür
Kanında mikrop bulunduğu düşünülen bir enfeksiyon hastasından alınan kan örneğinin uygun besiyerine ekilerek mikroorganizmanın üretilmesi. |
Horlama
Horlamanın nedenleri çeşitlidir. Derin bir uyku, sırt üstü yatmak horlamaya neden olabileceği gibi; burun polipleri, burnun çarpık olması, burun iltihabı, burunda ahtapot ve ağzı kapayamamak da neden olabilir.Yan yatarak uyumak, belin tam ortasına küçük bir lastik top koyarak yatmak horlamayı önler. Bu tedbirlerle geçmeyen horlamalarda, gerçek neden bulunup ona göre bir tedavinin uygulanması gerekir. |
Hemolitik sarılık
Kandaki alyuvarların tahrip olması sonucu safra, kana karışır. Hastanın idrar rengi normal, büyük tuvaleti ise koyudur. |
Hiperkeratoz
Üstderinin boynuzsu katmanındaki kalınlaşmaya bağlı olarak deri kalınlığının artması. |
Hormon
Endokrin bezden salınan, kanda dolaşan ve vücudun çeşitli yerlerinde geniş bir etkiye sahip kimyasal maddelerdir. |
Hemoliz
Alyuvarın parçalanarak hemoglobin içeriğinin açığa çıkması. |
Hormon tedavisi
Organizmadaki hormon eksikliğini gidermek için uygulanan tedavi. |
Hemolizanlar
Hangi yolla olursa olsun organizmaya girdiklerinde alyuvarların parçalanmasına, yani hemolize yol açan maddeler. |
Hiperkolesterolemi
Kanda kolesterol düzeyinin 250 mg/100 ml'nin üzerine çıkması. |
Hormonlar
Belirli hücrelerde üretilerek salgılanan ve kan yoluyla organizmanın Öteki hücrelerine taşınarak bunların üzerinde özgül etkiler gösteren kimyasal maddeler. |
Hemolizin
Değişik mikroorganizmaların (stafilokok, streptokok, pnömokok, klostridyum) ürettiği zehirli madde. |
Hiperkortikosürrenalizm
Böbreküstü bezlerinin aşın çalışması. Bak. hipersürrenalizm. |
Hovvell zamanı
Pıhtılaşmanın genel olarak değerlendirilmesi amacıyla uygulanan bir laboratuvar incelemesi. |
Hemopati
Kan ve kan yapıcı organların (kemik iliği, dalak, lenf bezleri) hastalıklarını belirten genel terim. |
Hiperkromazi
Pigment fazlalığı gösteren. |
Hpl (insan plasenta! laktojen)
Meme bezlerini uyaran etene hormonu |
Hemoperikard
Kalp boşluğundan yada kalpten çıkan büyük damarların başlangıç noktasından kalp zarı boşluğuna kan geçmesi |
Hiperkromi
Deriye rengini veren maddenin (pigment) miktarındaki artış sonucunda deri renginin koyulaşması |
Human koryonik gonadotropin (hcg)
Gebelikte plasentadan salınan bir hormondur. Corpus luteum ve progesteron üretiminin ömrünü uzatarak gebeliği korur. Ayrıca gebelik testini pozitif kılar. |
Hemoperikart
Kalp boşluğundan ya da kalpten çıkan büyük damarların başlangıç noktasından kalp zan boşluğuna kan geçmesi. |
Hemoperiton
Kann zarı (periton) boşluğuna kan geçmesi |
Hipermenore
Âdet kanamasının miktarının ve süresinin artmasıyla beliren âdet çevrimi bozukluğu. |
Hemoptizi
Akciğerler veya solunum yollarından öksürme ya da tükürmeyle kan gelmesi, Kan tükürme. |
Husye torbası şişliği
Husye torbası (erbezi) şişkinliklerinde; nedenin ne olduğunu araştırmak gerekir. Bazı şişliklerde, husye torbasının görünüşü ışık geçirecek kadar şeffaflaşır. Bazıları da ağrılı olur. Husyelerde, şişlik ile birlikte ağrı da hissedilirse, iltihaplanma veya kanama ihtimali vardır. |
Hipermetropi
Gözün kırma kusuru; yakını görememe. |
Husye torbası şişliği
Husye torbası (erbezi) şişkinliklerinde; nedenin ne olduğunu araştırmak gerekir. Bazı şişliklerde, husye torbasının görünüşü ışık geçirecek kadar şeffaflaşır.
Bazıları da ağrılı olur. Husyelerde, şişlik ile birlikte ağrı da hissedilirse, iltihaplanma veya kanama ihtimali vardır. |
Hemorajik metropati
Dölyatağında işlev bozukluğuna yol açabilecek kanamalarla beliren sendrom. |
Hemoroid
Sindirim sisteminin giriş kapısını ağız ve dişler, çıkış kapısını ise anal kanal ve anüs oluşturur. İstemli olarak sağlanan dışkı ve gaz çıkışının kontrolü; hemoroitlerin de bir parçası olduğu bu anal kanal ve anüs tarafından sağlanmaktadır.
Basur, anüs (makat) bölgesindeki toplardamarların varis gibi genişlemesidir. Hastalığın birincil ve ikincil olmak üzere başlıca iki biçimi vardır.
İkincil basurlar: ikincil basurlar kapıtoplardamarı düzeyinde kan akımının "engellenmesi sonucunda gelişir; örneğin karaciğerde siroz hastalığı böyle bir gelişmeye yol açabilir. Bu durumda ikincil basurlar kan akımım düzenleyici bir işlev üstlenerek kapı toplardamarındaki kanın alt ana toplardamara ulaşmasını sağlar.
Birincil basurlar: Birincil basurlar ikincillerden daha sık görülür ve makat bölgesi toplardamar ağının gerçek bir hastalığını oluşturur. Genellikle 25-50 yaş grubunda ve erkeklerde yaygındır.
Hastalık nedenlerinin başında geçirilmiş toplardamar iltihapları gibi çeşitli edinilmiş toplardamar bozuklukları gelir. Damar duvarının doğumsal zayıflığı da önemli bir etkendir; bu etken basurların kalıtsal özelliğini ve genellikle başka toplardamar hastalıklarıyla birlikte görülmesini açıklar. Bacaklarda varis ve erbezi toplardamarlarının genişlemesi olan varikosel bu tür hastalıklara örnektir. Bazen toplardamarlardaki zayıflığı ortaya çıkaracak ya da artıracak koşullar da bulunabilir. Kronik kabızlık, hareketsiz yaşamak, günün önemli bir bölümünü oturarak geçirmek, aşın alkol almak, çok miktarda baharatlı ve acı yiyecek yemek, aşın beslenmek, art arda gebelikler ve makat bölgesini zedeleyebilecek bisiklet, motosiklet, binicilik gibi sporlar yapmak basur oluşumunu kolaylaştırabilir.
BASURDAN KORUNMA YOLLARI
Her gün düzenli olarak sıcak banyo yapınız
Sıcak banyo 5-10dk süre ile bir küvet içinde oturma banyosu olarak veya duş sırasında, fıskiye ile makat bölgesine sıcak uygulaması tarzında yapılmalıdır. Böylece hem o bölge temizlenir hem de o bölgedeki kan dolaşımı hızlanır.
Tuvalet temizliğine dikkat ediniz
Tuvaletten sonra kalan dışkı artıklarının temizlenmesi için tahriş edici kuru tuvalet kağıtları yerine bol su ve ıslak-yumuşak tuvalet kağıtları kullanılmalıdır.
Kabız olmaktan kaçınınız
Sertleşen dışkı zorlamaya bağlı olarak basur ve çatlak oluşumuna neden olur. Bunu engellemek için bol lifli yiyecek alınmalı, düzenli beslenme alışkanlığı edinilmeli, bol su alınmalı ve düzenli egzersiz yapılmalıdır. Böylece dışkının ideal kıvamı olan, diş macunu yumuşaklığı elde edilir.
Düzenli tuvalet alışkanlığı edininiz ve ertelemeyiniz
Tuvalet alışkanlığımızı sağlamak için mümkün olduğunca günün aynı saatleri kullanılmalıdır. Tuvalet ihtiyacının ertelenmesi, bize kabızlık olarak geri dönecektir. Dolayısıyla da basurumuz azacaktır.
Tuvalette fazla ıkınmayınız, Gazete-Dergi okumayınız
Aşırı ıkınma, karın içi basıncını artıracaktır. Bu ise makat bölgesindeki kan akım hızını azaltacak ve hemoroid damarlarında kan birikimine neden olacaktır. Böylece hemoroid memelerinde şişme ve kanama oluşacaktır.
Uzun süre aynı pozisyonda kalmayınız
Ayakta veya oturarak aynı pozisyonda uzun süre kalmak, bu bölgedeki kan akım hızını azaltacaktır. Bu ise hemoroid memelerinin büyümesine ve şişmesine neden olacaktır. Ara sıra da olsa pozisyonunuzu değiştirin ve hareket edin, en azından arada kısa bir tur atın.
Uzun süre araba kullanmayınız
Taksi, minibüs ve özellikle uzun yol kamyon şoförleri bundan daha çok etkilenir. Bu nedenle belli aralarla mola verip, şoför koltuğunda kalkıp dolaşmak gerekmektedir.
Alkol ve baharatlı gıdalardan uzak durunuz.
Alkol bu bölgedeki kan akımını değiştirerek hemoroid memelerinin şişmesine ve kanamasına neden olmaktadır. Aynı şekilde baharatlı gıdaların fazla alınması da dışkılama sırasında bu bölgenin tahrişine ve ağrılara sebep olmaktadır.
Doğru teşhiş için muayene olunuz
Tüm bunlara rağmen makat şikayetleriniz olduğunda ise kendinize yapabileceğiniz en büyük kötülük, “basurdandır, herkeste oluyor” diyerek önemsememektir. Çünkü makat kanserleri de bazen benzer şikayetlere neden olabilir...
Tıbbi tedavi:
Tıbbi tedavi fiziksel ve besinsel sağlık önlemlerine dayanır, düzenli dışkılamayı sağlamaya ve dışkının bağırsak içinde uzun süre beklemesini engellemeye yöneliktir. Beslenmenin çok fazla sınırlanması gerekmez, ama aşırı yemekten, sindirim kanalını zedeleyebilecek salamura, hardal, alkol, kahve gibi yiyecek ve içeceklerden kaçınmak gerekir. Kabızlık varsa az miktarda vazelin ya da lanolin yağıyla tedavi edilir; bağırsak yüzeyim aşın uyarıcı maddeler içeren müshiller kullanılmaz. Sıcak-ıslak pansumanlar ve sıcak oturma banyoları şişmeyi (ödem) giderici etkileri nedeniyle ağrıyı azaltabilir. Ayrıca hastalara ısrarla hareketsiz yaşam biçimlerini değiştirmeleri önerilmelidir.
Cerrahi girişim:
Tıbbi tedaviye ve alınan sağlık önlemlerine karşın hastalık ilerler komplikasyonlar ortaya çıkarsa. cerrahi girişimde bulunmak gerekir. Kriyoşirürji (soğuk ya da dondurma cerrahisi). Sıvı azot ya da azot protoksitle dondurucu etki sağlayan bir aygıt kullanarak basur memelerini çıkarmayı sağlayan bir yöntemdir.
Tıbbi tedaviyle başarılı sonuç alınamaz ve ağrı, yanma, kanama gibi yakınmalar ağırlaşarak sürerse. Hastanın durumu da kriyoşirürji için uygun değilse, artık geleneksel bir cerrahi girişim yöntemi olan hemoroidektomiye başvurmak zorunlu olur. Ameliyat sonrası dönem ağrılı ve zordur; kriyoşirürjiden farklı olarak hastanede yatmayı ve birkaç gün yatakta dinlenmeyi gerektirir. Bununla birlikte olguların önemli bir bölümünde tek etkili ve güvenilir tedavi yöntemidir. |
Hiperosmi
Koku alma duyarlılığının aşın ölçüde artması. |
Hemoroidektonü
Anüs bölgesinde iltihap, ağn ve kanamaya yol açan he-moroit toplardamarlanndaki genişlemelerin cerrahi girişimle çıkanlması. |
Hiperostoz
Aşırı kemik dokusu artışı. |
Hücum tedavisi (indüksiyon)
Lösemide kemik iliğini işgal eden ve blastların yok edilmesi ve kemik iliğinin uykuya sokulması (remisyon) için yapılan tedavi bölümü. |
Hemoroît atardamarları
Aralarında çok sık ağızlaşma gösteren ve düzbağırsağın ampulla bölgesini kanlandıran damarlar. |
Hiperparatiroidizm
Paratiroİt bezlerin aşın hormon (parathormon) salgılaması ile ayırt edilen patolojik durum. |
Hyaluronıc asit
Cilt bakımı ürünlerinde iyi bir su birleştirici olarak kullanılan cilt dokulsu bileşeni. |
Hemoroit toplardamarları
Düzbağırsaktan gelen kanı toplayan damarlar. |
Hemoroithalkası
Düzbağırsağın anüs büzgenine yakan bölümündeki duvarım bir halka gibi çevreleyen küçük ampul biçimindeki toplardamar genişlemeleridir. |
In vıtro
Kelime anlamıyla "camda" anlamına gelir. Biyokimyasal bir işlemin canlı bir organizmada değil de tüp ve benzeri yerde gerçekleştiğini gösterir. |
In vıvo
Kelime anlamıyla "canlıda" anlamına gelir. Biyolojik veya kimyasal bir işlem veya reaksiyonun yaşayan bir hücre, organizma, hayvan veya insanda gerçekleştirildiğini gösterir. |
Inosıtol
Ciltte su birleştirici özellikleri olabilen lesitin bileşeni. Çoğunlukla B Vitaminiyle karıştırılmasına rağmen vitamin değildir. |
Isopropyl lanolate
Lanolinden elde edilen ve kozmetikte kıvam verici ve yumuşatıcı olarak kullanılan bir madde. |
İatrojenik hastalık
Doktor tedavisinin yan etkisi olarak ortaya çıkan hastalık. |
İmmünglobulinler
Özgün infeksiyonlara bağışıklıktan sorumlu olan bir kan proteinleri sınıfı. |
İç boğulma
Solunum yollarının vücudun İçinden gelen sıvı maddelerle bütünüyle dolmasına bağlı olarak gelişen bîr boğulma biçimi. |
İmmünglobülin (ıg)
Normal ya da kanserleşmiş plazma hücrelerinin yaptığı protein (bkz. antikor) . Ig molekülü bir çift hafif zincir ve bir çift ağır zincirden oluşur. Beş ayrı tipi vardır (IgG, IgA, IgM, IgE, IgD). Miyelomda en sık IgG ve IgA artışı görülür. |
İmmünglobülîn e (ıge)
Toplam ve Özgül IgE'ler olarak immünglobülinlerin bir alt sınıfını oluşturan protein yapısındaki antikorlar. |
İçgüdü
Organizmayı o türe özgü olan bir amaca sürükleyen hareket eğilimi (Örneğin örümceğin ağ örmesi gibi) |
İmmünglobülinler
Özgün infeksiyonlara bağışıklıktan sorumlu olan bir kan proteinleri sınıfı. |
İmmünizasyon
Bağışıklık oluşturmak için vücuda çok az miktarda antijen verilmesi,bağışıklama. |
İdiopatik
Oluşumunda bir sebeb gösterilemeyen. |
İntravenöz
Bir toplardamarın içinde ya da içine |
İmmünkompleks
Bağışıklık tepkisi sonucunda bir antijen ile vücudun bununla savaşmak üzere ürettiği antikorun birleşmesiyle oluşan büyük molekül yapılı bileşik. |
İntravenöz (iv)
İlacın damara direkt verilmesi. |
İdiyopatik
Bilinen ya da gözlenebilen herhangi bir neden olmaksızın, birincil biçimde yerleşen patolojik süreçler ya da hastalıkları ifade etmek için kullanılan terim. |
İmmünoblast
Mikroorganizmalarla ya da antijen Özelliği taşıyan yabancı maddelerle karşılaşan lenf dokularında görülen hücre tipi. |
İntravenöz girişim
Kan örneği alma ya da ilaç verme amacıyla kolaylıkla ulaşılabilen yüzeysel bir toplardamara iğne ile girilmesi. |
İmmünoglobülin
Antikor olarak işlev görebilen bir protein. |
İmmünolog
Bağışıklık uzmanı. |
İntrensek faktör
Mide sıvısında bulunan ve B12 vitaminin emilmesini sağlaşan madde. |
İmmünoloji
Bağışıklığı inceleyen bilim. |
İntrojeksiyon (içe yansıtma)
İnsanın evrimsel yaşamında başvurduğu en eski ruhsal savunma mekanizmalarından biri. |
İmmünolojik tolerans
Vücudun antijen etkisi olan maddelerle karşılaştığı zaman bağışıklık tepkisi geliştirememe durumu. |
İntron*
Bir gende ekzonların arasında bulunan nükleotid dizisi, herhangi bir ürünü yoktur. Karşılık gelen mRNA sekansı, mRNA'nın işlenmesi sırasında, kesilip atılır. |
İmmünopatoloji
Bağışıklık tepkimeleri ile hastalıklar arasındaki ilişkileri inceleyen tıp dalı. |
İntroversiyon (içedönüktük)
Bazı insanlara özgü kişilik davranışı. |
İdrar sedimenti (idrar çökeltisi)
İdrarda erimemiş halde bulunan maddeler. Normal koşullarda çok azdır. |
İmmünoprofilaksi
Bağışıklarım yoluyla vücudu enfeksiyon hastalıklarından koruma tekniği. |
İdrar torbası iltihabı
İdrar torbasının (mesanenin) bakteri ve virüsler tarafından iltihaplandırılması sonucu ortaya çıkan bu hastalığa, tıp dilinde sistit denir. Hastanın karın bölgesinin alt kısmında ve bacak aralarında ağrı vardır. Sık sık idrar yapmak ihtiyacı hisseder. İdrar yaptıktan sonra da mesanede veya penisin ucunda şiddetli ağrı hissedilir. Bazı durumlarda idrar yollarında yanma ve kanlı idrar da görülür.Ağrıları dindirmek için, karına sıcak su torbası konur. |
İmperforasyon
Vücuttaki bir açıklık ya da kanalın doğumsal olarak bulunmaması. |
İnvajinasyon
İçi boş bir iç organın bir bölümünün geri kalan bölümü içine girmesi. |
İdrar Torbası İltihabı
İdrar torbasının (mesanenin) bakteri ve virüsler tarafından iltihaplandırılması sonucu ortaya çıkan bu hastalığa, tıp dilinde sistit denir. Hastanın karın bölgesinin alt kısmında ve bacak aralarında ağrı vardır.
Sık sık idrar yapmak ihtiyacı hisseder. İdrar yaptıktan sonra da mesanede veya penisin ucunda şiddetli ağrı hissedilir. Bazı durumlarda idrar yollarında yanma ve kanlı idrar da görülür. Ağrıları dindirmek için, karına sıcak su torbası konur. |
İmplantasyon
Uterusta endometrium içinde döllenmiş yumurtanın yataklanmasıdır. |
İnvitro
Hücelerin, dokuların, organların ait oldukları organizmaların dışında yapay ortamlar içinde yetiştirilmeleri veya bulunmaları. |
İmplantoloji
Dİş hekimliğinin bir dalı; eksik dişlerin yerini yapay dişlerle doldurmaya yönelik protez ve cerrahi yöntemleri içerir. |
İnvivo
Ait olduğu hücre veya organizma içerisinde yapılan deney. |
İn vitro fertilizasyon ? embriyo transferi
Yumurta ve spermin insan vücudu dışarısında laboratuar ortamında bir araya getirilmesi ve döllenme sağlanması, daha sonrada fertilize olup gelişen embriyoların rahime yerleştirilmesi işlemidir. |
İpliksolucanlan
Yuvarlaksolucanlar ulumundan omurgasızlar sınıfı. |
İdrar Yolları İltihabı
İdrar torbası iltihabı; idrar yolları taşı, belsoğukluğu veya eklem hastalıklarının neden olduğu bir hastalıktır. Çok içki içenlerde görülür.
İdrar yollarında acıma hissedilir. Tedaviye yardımcı olmak için bol miktarda su içilir, sıcak banyolar yapılır. |
İdrar Yolları İltihabı
İdrar torbası iltihabı; idrar yolları taşı, belsoğukluğu veya eklem hastalıklarının neden olduğu bir hastalıktır. Çok içki içenlerde görülür.
İdrar yollarında acıma hissedilir. Tedaviye yardımcı olmak için bol miktarda su içilir, sıcak banyolar yapılır. |
İridektomi
İrisin bir bölümünün cerrahi girişimle çıkarılması. |
İdrar Yolları Yanması
İdrar yollarında veya idrar yaparken yanma çeşitli nedenlerden kaynaklanır. Belsoğukluğu, ülser, mesane iltihabı, prostat iltihabı, mesane uru, yumurtalık iltihabı, apandisit düşünülebilir.
Bu nedenle tedaviye geçmeden önce, hastalığı doğuran nedeni tespit etmek gerekir. Tedavi, hastalığı doğuran nedene göre yapılır. |
İridosiklit
İris ve kirpiksi cismin birlikte iltihabı, iltihap çok ender olarak mikroplara bağlıdır. |
İdrar yollarında yanma
İdrar yollarında veya idrar yaparken yanma çeşitli nedenlerden kaynaklanır. Belsoğukluğu, ülser, mesane iltihabı, prostat iltihabı, mesane uru, yumurtalık iltihabı, apandisit düşünülebilir. Bu nedenle tedaviye geçmeden önce, hastalığı doğuran nedeni tespit etmek gerekir. Tedavi, hastalığı doğuran nedene göre yapılır. |
İrigasyon (yıkama)
Organizmanın dışarıyla bağlantılı herhangi bir boşluğuna özel aygıtlarla su ya da ilaçlı sıvı vermeye dayanan tedavi yöntemi. |
İdrar zorluğu
Hastanın günlerce idrara çıkmaması şeklinde kendini gösteren bu hastalığa; tıp dilinde Anüri adı verilir. Mesane (idrar torbası) boştur. Hastada uyuklama, baş ağrısı, adalelerinde oynama ve kusma görülebilir. Nedeni böbrek hastalıkları, mesane, veya rahim hastalıkları, yaralanma ve idrar yollarında taş bulunmasıdır. Tedavi için doktora başvurmak gerekir. |
İdrar Zorluğu
Hastanın günlerce idrara çıkmaması şeklinde kendini gösteren bu hastalığa; tıp dilinde Anüri adı verilir. Mesane (idrar torbası) boştur. Hastada uyuklama, baş ağrısı, adalelerinde oynama ve kusma görülebilir.
Nedeni böbrek hastalıkları, mesane, veya rahim hastalıkları, yaralanma ve idrar yollarında taş bulunmasıdır. Tedavi için doktora başvurmak gerekir. |
İndirekt coonıbs testi
Yalnızca Coombs testi pozitif olduğunda, pozitif sonuç verir (bak. Coombs testi). |
İdrarda kan görülmesi
İdrarda kan görülmesine tıp dilinde hematuri denir. İdrar renginin kanlı olması; yenilen şeylerdeki boyalardan olabileceği gibi, herhangi bir hastalığın işareti de olabilir. Bu nedenle bir doktora gitmekte fayda vardır |
İndoksil
Proteinlerin yapısındaki bir aminoasit olan triptofamn metabolizması sonucu oluşan bileşik |
İdrarda kan görülmesi
İdrarda kan görülmesine tıp dilinde hematuri denir. İdrar renginin kanlı olması; yenilen şeylerdeki boyalardan olabileceği gibi, herhangi bir hastalığın işareti de olabilir. Bu nedenle bir doktora gitmekte fayda vardır. |
İndol asetik asit
Bitkilerde büyümeyi teşvik eden bir çeşit hormon. |
İritabl kolon
Kamın sol bölgesinde daha fazla olmak üzere kramp tarzı ağrılarla beliren sendrom. |
İnervasyon
Sinir liflerinin belli bir organ, sistem ya da anatomik bölgedeki dağılımı. |
İrradyasyon
Vücuda ışınım uygulanması. |
İdraryolları iltihabı
İdrar torbası iltihabı; idrar yolları taşı, belsoğukluğu veya eklem hastalıklarının neden olduğu bir hastalıktır. Çok içki içenlerde görülür. İdrar yollarında acıma hissedilir.Tedaviye yardımcı olmak için bol miktarda su içilir, sıcak banyolar yapılır. |
İdyopatik
Açıklanamayan bir hastalık ya da durumla ilgili. |
İnfeksiyon
Vücutta hastalık yapıcı mikroorganizmaların çoğalması ve vücudu işgali. |
İğdiş edilme korkusu
Erkek çocukta fallik dönemde ortaya çıkan ve asılmazsa çok çeşitli psikolojik bozukluklara yol açan erkeklik organını yitirme korkusu. |
İnfeksiyon (infeksiyon hastalıkları)
Çeşitli mikroplarla (bakteri, virüs, mantar, parazit) oluşan ateşli hastalıklar. |
İhtiyozis
Cildin pul pul ve kuru oluşu ile kendini gösteren bir hastalık. |
İnfiltrasyon
Patoloji biliminde bir dokuda ya da organda normal koşullarda bulunmaması gereken hücrelere rastlanması. |
İnflamasyon
Çeşitli mikrobik ajanlar veya toksinlerine karşı vücudun göstermiş olduğu; hararet artması, kızarıklık ile karakterize iltihabi reaksiyon. |
İnflamasyon (iltihap)
Canlı dokunun hasara verdiği yanıt; inflamasyonlu bir alanda kan akımı artar, bunun sonucunda ısı artışı ve kızarıklık oluşur; doku içine sıvı ve hücre sızması şişmeye neden olur. İnflamatuvar reaksiyonların çoğu hasara karşı verilen kısa süreli yanıtlardır, fakat bazı hastalıklarda inflamasyon kalıcıdır (kronik) ve anormaldir. |
İnflamatuvar artropati
Bu hastalıklar grubunda, tamamen lokal (yerel) inflamatuvar hastalıkların (örneğin, septik artrit) yanısıra, eklemleri hedef alan sistemik hastalıklar da (diğer bir deyişle, vücudun belli bir bölgesiyle sınırlı kalmayan hastalıklar; örneğin romatoid artrit) bulunmaktadır. Bir çoğu çocukluk ya da gençlik çağında başlayan bazı çok şiddetli, ağrılı ve sakat bırakan hastalıklar da bu gruba dahildir. İnflamatuvar artropatide eklemi döşeyen doku inflamedir, bu durum eklem yüzeyine ve altındaki kemiğe hasar verebilir. |
İktidarsızlık (empotans)
Bİr kişinin ya da bir vücut bölümünün belirli bir hareketi ya da İşlevi yerine getirememesi. |
İnfüzyon
Etkin madde İçeren bileşimlerin üzerine kaynayan bir sıvı (genellikle su) dökerek bu maddenin sıvıya geçmesini sağlama yöntemi. |
İnguinal bölge (kasık)
Uyluk ile karın arasındaki anatomik bölge. |
İnhalasyon
Gaz, buhar ya da uçucu özellikte maddelerin, sıvı yapılı maddelerin ya da çok ince bir toz haline getirilerek çözündürülmüş katı yapılı maddelerin tedavi için solunum yollan aracılığıyla vücuda verilmesi. , |
İnhibisy on (ketleme)
Fizyolojide, belirli uyanlara etkin yanıt verebilme özelliği bulunan bir yapının bu Özelliğinin kısıtlanması ya da baskılanması. |
İnklüzyon cisimciği
Bazı virüs enfeksiyonlarında belirli hücrelerin çekirdek ya da sitoplazmalannda mikroskop incelemesiyle görülebilen oluşumlar. |
İnkontinans
İdrarı tutamama, kaçırma durumu |
İleoileostomi
încebağırsağın son bölümü olan ileumun bir engel nedeniyle tıkandığı ya da bir bölümünün çıkarıldığı durumlarda incebağırsak kanalına bütünlüğünü kazandırmak amacıyla uygulanan cerrahi girişim |
İnkorporasyon
Kişinin bir nesneyi kendi vücudunun içine alması. |
İleokolostomi
İleum (incebağırsağın son bölümü) ile kalınbağırsak arasında yeni bir bağlantı yolu oluşturmak amacıyla uygulanan cerrahi girişim. |
İşlevsel normallik
Eğilimleri, fiziksel ve toplumsal koşullan ve özellikleri göz önüne alınarak bir kişi için en "uygun" görülen davranış ve tutumlar. |
İleostomi
İleumun (incebağırsağın son bölümü) vücudun dış yüzüne açılmasını amaçlayan cerrahi girişim |
İnokülasyon
Bir organizmaya tedavi, tanı ya da deneysel amaçlarla ilaçların ya da başka maddelerin verilmesi. |
İnorganik fosfor
En fazla iskelet dokusunda bulunur. |
İnorganik madde
Canlılardan elde edilmeyen ve canlıların yaşadığı çevrede bulunan maddeler(karbondioksit, su, tuz vs.) |
İnotropizm
Kalp kası lifinin kasılma kapasitesi. |
İnsan koryonik gonadotropini (hcg)
Gebeliğin İlk evrelerinde eteneden salgılanan hormon. |
İliyopsoas kası
Kann boşluğunda, bel-böğür bölgesinde yer alan kas. İki bölümden oluşur. |
İnseminasyon
Spermlerin kadın rahmi içine verilerek gebe kalınmasını sağlamak için uygulanan bir yöntemdir. |
İnsersiyon
Anatomide bir kasın ya da kirişin bir kemiğe ya da kıkırdağa tutunması. |
İlluzyon
Dışarıdan gelen görsel uyarıların olduklarından faklı algılanması. |
İnsiilinom (insülom)
Langerhans adacıklarından kaynaklanan bir pankreas tümörü. |
İyatrojen
İlaçların kullanımından kaynaklanan ya da bir tıbbi girişimin yol açtığı hastalığı tanımlayan terim. |
İllüzyon
Dışarıdan gelen görsel uyarıların olduklarından faklı algılanması. |
İnsizyon
Bistüri ile yapılan kesi. |
İyodoproteinemî
Kanda serum proteinlerine (alfa 2-globülin ve prealbü-min fraksiyonu) bağlı olarak bulunan tiroit hormonu miktarı. |
İnsomnia
Uyuyamama durumu. |
İyon pompası
Hücre zarında bulunan ve iyon akışını düzenleyen kompleks protein molekülü |
İnspeksiyon
Gözle inceleme |
İyonoforez
Vücuda galvanik (doğru) akım aracılığıyla elektrolitik özellikleri bulunan ilaç maddelerinin verilmesini sağlayan elektrik tedavisi biçimi. |
İnstilasyon
ilaçlı bir çözeltinin bir mukoza yüzeyiyle temasa getirilmesi İçin uygulanan girişim. |
İyot
Hem tedavi edici, hem de zehirli etkileri bulunan kimyasal element. |
İnsüflasyon
Gaz, buhar ya da dumanın vücuttaki doğal bir boşluğun içine verilmesi. |
İyot zehirlenmesi
İyot ya da iyot bileşenlerinin tedavi amacıyla verilmesi sonucunda ortaya çıkan kronik zehirlenme. |
İmminent abortus
Düşük tehdidi altındaki gebelik. |
İnteıferon
Başta virüs enfeksiyonları olmak üzere çeşitli etkenlere yanıt olarak hücre tarafından üretilen düşük molekül ağırlıklı bir glikoprotein. |
İzoaglütinasyon
Antikorlar nedeniyle ya da başka mekanizmalar sonucunda alyuvarların çökmesi (bak. hemoaglütinasyon). |
İmminent abortus
Düşük tehdidi altındaki gebelik. abortus imminens / abortus iminens |
İnterferon
Bağışıklık sistemini düzenleyen ve güçlendiren , bu etkisiyle bazı kanserlerin tedavisinde etkili olan ilaç (örneğin; Roferon-A, İntron A).. |
İzodinamizm
Çeşitli sınıflardaki besinlerin kalori-enerji eşdeğerlilik-leri. |
İnterkostal
Kaburgalar arası (interkostal) bölgedeki oluşumları belirten anatomi terimi. |
İzodizomi*
Bir DNA segmenti, allel, gen veya bir kromozom çiftinin her iki kopyasının da aynı ebeveynden kalıtılmış olması. |
İnterlökin
Bir protein ailesinin tümü. Bazıları eklem inflamasyonunu tetiklemede önemli rol oynar. Ayrıca bkz. Sitokin, lenfokin. |
İzoimmünizasyon
Bireyin, ait olduğu türün öteki üyelerinde bulunabilen bir antijene karşı bağışıklık yanıtı geliştirmesi. |
İnterlökin 6
Normal ya da kanserleşmiş plazma hücrelerinin çoğalmalarını uyaran hormon benzeri madde. |
İzolasyon
Ayrılma, yalıtım. Biyolojide herhangi bir sebeple populasyondaki fertlerin birbirleriyle olan ilişkilerinin kesilmesi. |
İzomeraz
Molekül içerisinde atomların yerlerini değiştiren enzim |
İmmünelektroforez
Miyelomda artmış bulunan immünglobülinlerin (Ig) aranmasında kullanılan bir laboratuvar yöntemi. |
İzotonik
Hücrenin iç ve dış ortamının aynı osmotik basınca sahip olma durumu. |
İmmünfiksasyon
Ayni amaçla kullanılan, ancak immünelektroforezden daha duyarlı bir laboratuvar yöntemi. Artmış olan immünglobülinin miktarını da ölçer |
Jargon
Kelimeleri yerinde kullanamama ile karekterize anlamsız ve anlaşılmaz konuşma. |
Jet-lezyon
Jet pilotlarının ve astronotların vücutlarında yerçeki-mindekî büyük değişiklikler sonucu (hızlanma-yavaştama) oluşan lezyonları belirtmek İçin kullanılan terim. |
Jejunojejunoslomî
Jejunuma ait iki bağırsak bölümünün ağızlaştırılması için yapılan cerrahi girişim. |
Jejunokolostomi
Jejunumun bir bölümünün kalınbağırsağın bir bölümüne bağlanması biçiminde yapılan cerrahi girişim |
Jojoba yağı
Uçucu olmayan tüm bitki yağlarına benzer bir yumuşatıcıdır. |
Jejunostomi
İncebağırsağm jejunum bölümünün karın duvarına ağızlaştırılmasını sağlayan cerrahi girişim. |
Jejunum
Oniki parmak barsağından sonra gelen ince barsak bölümü. |
Jinekofobi (jinefobi)
Bazı erkeklerin kadınların yanında duydukları olağandışı korku ya da kaçma isteği. |
Jukstaglomerüler organ
Böbreklerdeki kılcal damar yumaklarının (glomerüi) bitişiğinde yer alan mikroskopik yapılara verilen ad. |
Jinekoloji
Kadın hastalıkları ile ilgili tıp dalı. |
Jel elektroforez tekniği
Aynı elektrik yüklü moleküllerin jel matriks içerisinde büyüklüklerine göre ayrılması tekniği. |
Jinekomasti
Erkeklerde memenin anormal ölçüde büyümesi. |
Juvenil kronik artrit
Her 1,000 çocuktan birinde görülen nadir bir iltihaplı romatizmal hastalık. Juvenil romatoid artrit olarak da adlandırılır. Eklemlerde kişinin alışık olduğundan (zorlayıcı egzersizler, stes, viral rahatsızlıklar ve hatta soğuğun neden olduğu) daha fazla bir ağrı ve acı vardır. Eklemlerden herhangi biri aylarca inflame kaldığı ve başka bir neden bulunamadığı zaman, kronik artritten şüphe edilebilir. |
Jinjivektomi
Dişeti mukozasının çeşitli nedenlerle (örneğin kronik hipertrofik dişeti iltihaplanması, polipler, tümörler) kalıcı olarak yıkıma uğraması durumunda dişeti mukozasının az ya da çok miktarda kesilip alındığı cerrahi girişim. |
Keloit
Deride tam olarak iyileşmemiş yaralar, yanıklar ve sıyrıklardan sonra lifsi bağdokunun aşın miktarda çoğalması. |
Kompleman
Kanda bulunan bir enzim sistemidir. Enzim, biyolojik bir reaksiyonu hızlandıran maddedir (katalizör olarak etki eder). Kompleman bir ardışık çalışan enzimler sistemi""dir, yani içinde birbiri ardına oluşan ya da tetiklenen enzimler vardır ve böylece bir çok reaksiyon oluşur. En az 19 ayrı proteinden oluşan kompleman sistemi, vücudun bağışıklık sisteminin önemli bir parçasını oluşturur, yabancı tanecikleri ya da mikroorganizmaları zararsız hale getirir, ama aynı zamanda inflamasyon oluşmasına da yol açar. Kanda komplemanın belli başlı elemanlarından her birinden ne kadar bulunduğunu test etmek mümkündür. Hastalıklar (örn. Lupus) sırasında değişen bazı kompleman düzeyleri (C3,C4) hastalık şiddetini değerlendirmede kullanılır. |
K vitamini testi (koller testi)
Pıhtılaşma faktörlerinin eksikliğine yol açan nedenin belirlenmesi amacıyla uygulanan test |
Kompleman (c3 ve c4 komponentlerî)
Kompleman sistemi, vücutta yabancı cisim etkisi gösteren virüs ve bakterilerin yok edilmesi için gerekli olağan bağışıklık yanıtının temel bölümlerinden biridir. |
Kemik dansitometrisi
Romatizmal hastalık, özellikle de osteoporoz riskini tahmin etmek amacıyla kemik kitlesini ölçmek için kullanılan bir tarama (film çekme) türü. |
Komplikasyon
Bir hastalığın gidişi sırasında, hastalığa eklenen ve hastalığı ağırlaştıran tablo. |
Kemik dokusu
Mekanik yüklenmelere son derece dirençli ve hücreleri, çok miktarda inorganik kalsiyum tuzları içeren yoğun aradokuyla çevrili bağdoku tipi. |
Kompresyon
Anatomik yapının ya da vücudun bir bölümünün baskıya uğrama ya da sıkışma biçimindeki patolojik durumu belirten terim. |
Komprime
Genellikle düz yüzeyli ya da bombeli küçük bir disk görünümünde, sert ilaç türü. |
Kemik iliği aspirasyonu
Göğüsteki iman tahtası ya da kalça kemiğine ince bir iğne batırılarak enjektörle ilik örneği alınması. Örnek kan gibi cama yayıldıktan ve boyandıktan sonra ilikteki hücreler mikroskop altında hematolog tarafından incelenir |
Kompüterize tomografi
Bilgisayarlı tomografi (BT). X ışınlarını kullanarak vücudunu bölümlerinin ya da kesitlerinin"" görünümlerini kaydeden bir tarama (film çekme) türü. |
Kemik iliği biyopsisi
Kalça kemiğinin arka kısmındaki küçük kemik çıkıntısına, o bölge uyuşturulduktan sonra özel bir iğne ile girilerek ilik dokusunun alınması. Bu yöntemle mikroskopta yalnız hücreler değil, iliğin yapısal durumu da incelenmiş olur. Genelde kalça kemiğinden aspirasyon ve biyopsi birlikte yapılır |
Konak
Tıpta, bir asalağın üzerinde yaşadığı ve enfekte ettiği bireyi tanımlayan terim. |
Kaburga
Omurganın iki tarafından başlayarak önce yanlara, sonra da öne doğru İlerleyen ve göğüs kemiğine doğru dönerek bir yay çizen yassı kemiklerin her biri. |
Kemik iliği nakli (transplantasyonu)
(bkz. kök hücre nakli) |
Kondil
Bir eklem sisteminin yuvarlak ya da elips biçimindeki kemik çıkıntısı. |
Kondilom
Mukozalar ya da deri üzerinde oluşan, etli nasınmsı görünüşte patolojik çıkıntı. |
Kondrin
Kıkırdak yapı hücrelerinin salgıladıkları ara madde. |
Kondrit
Kıkırdaksı bir yapıda ortaya çıkan İltihabi süreç. |
Kondroblastom
Özellikle uzun kemiklerin uç bölümlerinde gelişen (epi-fiz kondroblastomu) görece ender bir kemik tümörü. |
Kondrodistrofi
İskelet sisteminde ortaya çıkan hastalıkların ortak adı. |
Kondroitin sülfat
Organizmada çok yaygın olan, mukopolisakkarit yapısında kimyasal madde. |
Kafatası trepanasyonu
Bir matkap aracılığıyla, kafatasım oluşturan kemik yapı üzerinde bir delik açma işlemini sağlayan cerrahi işlem |
Kondrokalsinoz
Yumuşak dokularda kalsiyum kristallerinin birikmesi; kıkırdağın kalsifikasyonu. |
Kondrom
Tipik görünümlü ve iyice farklılaşmış kıkırdak dokusundan oluşan iyi huylu iskelet tümörü. |
Kemikleşme (ossifikasyon)
Kemik dokusunun oluşum süreci. |
Kondrosarkom
iskelette, çok ender olarak da iskelet dışındaki yumuşak dokularda gelişebilen kötü huylu tümör. |
Kakosmi
Nesnel ya da öznel olabilen kötü koku duygusu. |
Kemoprofîlaksi
Sağlıklı bireylere belirli farmakolojik özellikleri olan maddeler vererek belirli hastalık etkenlerinin etki göstermesini, hastalığın ilerlemesini ya da istenmeyen sonuçlar doğmasını önlemek. |
Kondrosit
Kıkırdak doku hücreleri. |
Kemoreseptör
Belirli bir kimyasal maddenin ya da kimyasal ortam değişikliğinin uyardığı hücrelere ya da sinir uçlarına verilen ad; |
Konfabulasyon
Bellek kaybının görüldüğü bazı psikiyatrik sendromlara (Örneğin presbiyofreni, Korsakov psikozu) eşlik eden tipik ruhsal bozukluk. |
Kemotaksi
Kimyasal uyarıların etkisiyle kandaki akyuvarların özel bir hareketi. |
Konizasyon
Genel olarak, koni biçiminde olmayan bir anatomik yapıya bu şeklin verilmesine yönelik cerrahi yöntemler. |
Kemoterapı
Kanserin ilaçlarla tedavisi. Genellikle birden fazla sayıda ilaç birlikte kullanılır. İlaçlar ağızdan veya serumla damardan verilir. Genelde bu ilaçlardan kötü hücrelerin yanında vücudün normal hücreleri de etkilendiğinden tedavinin aralıklı olarak (örneğin 4-6 haftada bir) uygulanması kuraldır. Yüksek doz kemoterapi dendiğinde daha çok kanser hücresi öldürebilmek amacıyla ilaçların normal (sağlıklı) kemik iliği kök hücrelerini de yok edebilecek derecede yüksek dozlarda kullanılması anlaşılır. Hastaları kemik iliği yetersizliğinden kurtarabilmek için böylesine yoğun bir kemoterapinin ardından mutlaka kök hücre nakli yapılmalıdır. |
Konjenital
Doğduğunda bebekte varolan bir durumu, özellikle bir anormalliği, tarif etmek için kullanılan terim, doğuştan |
Kemoterapi
Kanserin ilaçlarla tedavisi. Genellikle birden fazla sayıda ilaç birlikte kullanılır. İlaçlar ağızdan veya serumla damardan verilir. Genelde bu ilaçlardan kötü hücrelerin yanında vücudün normal hücreleri de etkilendiğinden tedavinin aralıklı olarak (örneğin 4-6 haftada bir) uygulanması kuraldır. Yüksek doz kemoterapi dendiğinde daha çok kanser hücresi öldürebilmek amacıyla ilaçların normal (sağlıklı) kemik iliği kök hücrelerini de yok edebilecek derecede yüksek dozlarda kullanılması anlaşılır. Hastaları kemik iliği yetersizliğinden kurtarabilmek için böylesine yoğun bir kemoterapinin ardından mutlaka kök hücre nakli yapılmalıdır. |
Konjestiyon
Bir doku ya da bir organın içindeki kanın miktarındaki artış. |
Kemoterapî (ilaç tedavisi)
Belirli kimyasal maddelerin kullanıldığı tedavi yöntemi. |
Konjesyon
Göz kapakları ile göz küresinin ön yüzünü (kornea dışında) örten şeffaf zar. |
Kemozis
Konjunktivanın (gözün dış zan) altında sıvı birikmesi. |
Konjımktiva
Gözküresinin ön yüzünü ve gözkapaklanmn arka yüzünü örten ince, düz, parlak, saydam zar. |
Kalça ağrısı (koksalji)
Uyluk kemiği ile leğen kemiği arasında bulunan eklemden doğan ağrı. |
Konjugasyon
İki hücrenin geçici olarak gen alış-verişi yapmak için birleşmeleri. |
Kalça eklemi kireçlenmesi (koksartroz)
Kalça eklemini tümüyle işlevsiz kılan yıkıcı (dejenera-tif) süreçler sonucunda gelişen hastalık. |
Konjunktivit
Konjunktiva iltihabı. |
Kaldiyopulmoner resüsitasyon
Bilincini kaybetmişm, kalbi ve solunumu durmuş bir kişiye uygulanan canlandırma tekniği. |
Keratinizasyon
Boynuzlaşma. |
Konjügasyon
İki hücrenin geçici olarak gen alış-verişi yapmak için birleşmeleri. |
Keratinizasyon (kornifikasyon)
Üstderi epitelinde keratin(*) oluşumunu sağlayan süreç. |
Konjügat (konjügat çap)
Kadında leğen kemiğinin belirli çaplannı tanımlayan terim. |
Konka
Anatomide, kulak kepçesinin orta bölümünün çukurluğu. |
Keratoakantom
Sık görülen, özellikle de erişkin erkeklerde ortaya çıkan iyi huylu tümör. |
Konnektif doku
Bağ dokusu. Daha özelleşmiş dokuları ve organları destekleyen, bağlayan ya da ayıran veya vücudun ambalaj dokusu gibi hareket eden doku. |
Keratodermi
Üstderinin boynuzsu katmanının yaygın ya da sınırlı kalınlaşması. |
Konnektif doku hastalıkları
Vücudun bir çok bölgesini etkileyebilen daha nadir hastalıklardır. Sistemik lupus eritematosus (SLE), skleroderma, polimiyozit ve mikst konnektif doku hastalığı (MCTD) gibi tipleri vardır. Bazı yazarlar Sjogren sendromunu, hatta romatoid artriti de bu gruba katarlar. |
Kalıtsal özellikler
Genetik yasalarına göre kuşaktan kuşağa kalıtsal olarak geçebilen, türe ve kişiye özgü biçimsel ve fizyolojik özellikler. |
Keratokonj unktivit
Aynı anda hem kornea, hem de konjunktiva İltihabının görüldüğü göz hastalığı. |
Konsantrasyon
birim hacimde bulunan madde miktarı. |
Konsepsiyon
Erkek sperminin dişi yumurtasını döllemesi sonucu yeni bir hayat oluşumudur. |
Keratomalasi
Kornea ve konjunktiva bozuklukları. |
Keratomalazi
korneada yumuşama |
Kontakt dermatit
Bazı maddelerle temas sonucu oluşan alerjik deri iltihabı. Dokunulan şey sabun, deterjan, kozmetikler, giysiler, ilaçlar, meslekte kullanılan maddeler metaller vb. olabilir. |
Kalori
1 gram suyun sıcaklığını 1 C artırmak için gerekli olan ısı miktar |
Keratometre
Kornea kavislerini ölçmekte kullanılan alet. |
Kontakt lens
Kornea (saydamtabaka) üzerine yerleştirilen, genellikle akrilik maddeden yapılan özel mercek. |
Kalori eşdeğeri
Besinlerin içindeki maddelerin yanması sonucunda ortaya çıkan enerji miktarı, l gr karbonhidratın kalori eşdeğeri 4,1 kalori, l gr yağın kalori eşdeğeri 9,3 kalori, l gr proteinin kalori eşdeğeri 4,1 kaloridir. |
Keratoplasti
Matlaşmış korneanın yerine başkasından alınan korneanın konulması ameliyatı. |
Kontraktür
Bir ya da daha fazla kas grubunun kalıcı ve sürekli kasılmasıyla nitelenen patolojik durum; kas sertliği. |
Kalori gereksinimi
Diyetle alınması gereken kalori miktan. |
Keratoplasti (kornea nakli)
Herhangi bir hastalık sonucunda bozulmuş olan gözün kornea (saydamtabaka) bölümünün çıkarılmasını ve yerine bîr vericiden alınmış sağlıklı korneanın konmasını sağlayan cerrahi girişim. |
Kontrast madde
X ışınlarını geçirmeyen sıvı bir madde(boya). Normal röntgende görülmeyen vücut yapılarını görüntülemek için sindirim sistemi, damar içi ya da omuriliğin çevresini saran sıvı dolu boşluğu verilir. |
Keratoskop
Korneayı muayene aleti. |
Kontrast maddeler
Doğrudan yapılan radyolojik çekimlerle elde edilen gözlem sonuçlannı bütünleştirebilmek ya da genişletebilmek için X ışınlarına karşı geçirgenlik ve matlık farklılıklarım yapay olarak yaratabilen maddeler. |
Keratoz
Üstderİdeki keratinizasyon bozukluğu nedeniyle derinin boynuzsu katmanının düzensiz olarak kalınlaşması. |
Kontroendikasyon
Belirli bir hastalığın tedavisinde, belirli tıbbi ya da cerrahi yöntemlerin uygulanmasını engelleyen durum. |
Kontrol grubu
Genellikle, insanda, bir ilacın tedavi edici etkisinin değerlendirilmesine yönelik bir deney süresince, deneklerle aynı koşullarda bulunmakla birlikte, deneyin konusu olan tedaviyi görmeyen kişilerden oluşan grup. |
Kontüzyon
Bir darbe ya da düşme sonucu beyin fonsiyonlarında geçici bozulma; bayin sarsıntısı. |
Keroig belirtisi
Hastanın sırtüstü yatar durumdan oturur duruma geçtiğinde bacaklarım gergin olarak tutamaması ya da sırtüstü yatar durumdayken kol ve bacaklarım leğen bölgesine doğru bükmek istemesi. |
Kontüzyon (kunt travma)
Derinin bütünlüğünü bozmayan darbelerle oluşan yaralanma. |
Konversiyon
Ruhsal bir çatışmanın felç, duyu azalması ya da artması gibi fiziksel belirtilere dönüşmesi. |
Kestik
Organik dokulara değdiğinde bozukluklara ve bunun sonucunda nedbe dokusu oluşumuna yol açan bazı maddelerin ortak adı. |
Konvülsiyon
Genellikle bilinc kaybı ve istemli kasların tümü ya da bazılarında şiddetli ritmik kasılmalarla karakterize ani bir atak. Daha çok sara hastalığının bir belirtisidir. |
Koprofaji
Dışkı yemeyle ortaya çıkan ruhsal rahatsızlık belirtisi. |
Keşi fıtığı (insizyonel hemi)
Ameliyat kesişinden ya da yaralanmaya bağlı bir keşiden kaynaklanan fıîık(*). |
Koprofili (skatofili)
Kişinin kendisinin, başkalarının ya da hayvanların dışkılarını bir kap içinde ya da açıkta biriktirmesiyle ortaya çıkan psikopatolojik olgu. |
Ketoasidoz
İnsüline bağımlı şeker hastalığının bazen öldürücü olabilen komplikasyonu; İnsülin çok az olmasından kanaklanır ve bilinç kaybına neden olabilir. |
Koprokültür
Dışkıdan alman bir örnekle bazı bağırsak hastalıklarından sorumlu mikropların (örneğin salmonella, şigella, vibriyonlar) araştırılması işlemi. |
Kalp romatizması
Romatizma, iyi tedavi edilmeyecek olursa; kalbin içindeki kapakçıklara yerleşir. Bu kapakçıklardan; en fazla mitral kapakçık etkilenir ve daralıp, sertleşir, büzülür.Daha çok kadınlarda görülen kalp romatizması sonucu ortaya çıkan hastalığa mitral darlığı veya mitral stenoz denir. Hastada nefes darlığı, kuru öksürük, sık sık soğuk alma, morarma, el ve ayaklarda üşüme ve yorgunluk görülür.Tedavinin ilk şartı üzülmemek, her gün bir öncekki günden daha iyi olduğuna inanmak ve doktorun tavsiyelerine uymaktır. |
Keton cisimleri
Yağ asitlerinin parçalanmasıyla ortaya çıkan ürünler. |
Koprolali
Çevrenin onaylamadığı ve ortamın uygun olmadığı koşullarda müstehcen sözcüklerin kullanılması için duyulan karşı koyulmaz dürtü. |
Kalp Romatizması
Romatizma, iyi tedavi edilmeyecek olursa; kalbin içindeki kapakçıklara yerleşir. Bu kapakçıklardan; en fazla mitral kapakçık etkilenir ve daralıp, sertleşir, büzülür.
Daha çok kadınlarda görülen kalp romatizması sonucu ortaya çıkan hastalığa mitral darlığı veya mitral stenoz denir. Hastada nefes darlığı, kuru öksürük, sık sık soğuk alma, morarma, el ve ayaklarda üşüme ve yorgunluk görülür.
Tedavinin ilk şartı üzülmemek, her gün bir öncekki günden daha iyi olduğuna inanmak ve doktorun tavsiyelerine uymaktır |
Ketonemi
Kanda keton cisimciklerinin bulunması. |
Koprolani
Kişinin kendisinin ya da başkasının dışkısıyla oynayarak ya da dışkılayarak patolojik bir erotik uyan araması. |
Ketonüri
Idrarla keton çıkarılması. |
Koprolit
Büyüklüğü pirinç tanesinden tavuk yumurtasına kadar değişen ve aşın su kaybı ve kalsiyum tuzları birikimiyle katı radyoopak taşlara dönüşen dışkı kütlesi. |
Ketosteroitler
21 karbon atomlu steroit hormonlar. |
Koproporfirin
Dışkı ve idrarda bulunan özel pigmentler. |
Kopukluk
Özellikle düşüncelerde bağlantısızlık biçiminde ortaya çıkan ve ruhsal durumu derinden etkileyen bozukluk. |
Kordom
Çorda dorsalis(*) artıklarından gelişen ve ender görülen tümör. |
Kalp-akciğer makinesi
Önemli kalp-damar cerrahi girişimleri sırasında geçici olarak dolaşım ve solunum işlevlerinin yerini tutmak üzere kullanılan araçlar. |
Kordotomi
1910'da W. G. Spiller'in bulduğu nöroşirurji girişimi. |
Kıkırdak doku
Kondrosit adlı hücreler içeren bağdoku tipi. |
Korioit pleksus
Beyindeki karıncıklarda yerleşmiş damar ve sinir dokusundan oluşan yapılar. |
Kalsifikasyon
Yumuşak dokularda kalsiyum kristallerinin birikmesi. |
Koristi
Bir organ ya da dokuda biçim bozukluğu olarak ortaya çıkan anomali. |
Kalsinoz
Kalsiyum tuzlarının deride, derialtı dokularda, daha seyrek olarak kas kirişlerinde, eklem çevresi dokularında ve kaslarda depolanmasıyla belirlenen hastalık. |
Korku
Gerçek ya da hayali bir tehlike ya da ağn sonucunda şiddetli bir heyecan ve dehşete kapılma haliyle ortaya çıkan duyusal durum. |
Kalsitonin
Tiroid bezi tarafından salgılanan, kemiklerde kalsiyum depolanmasını hızlandıran bir hormon. |
Kornea
Gözün ön tarafında sert tabakanın saydam kısmı. |
Kornea (saydamtabaka)
Gözün ön bölümünde yer alan saydam katman. |
Koroid
Gözün sklera (göz akı) ve retina tabakası arasında bulunan zar; damar tabaka. İris ve kirpiksi cisimle birlikte uveayı oluşturur. |
Kamamsı (kuneiform) kemikler
Ayağın arka bölümünün Önünde kama biçiminde ve yan yana sıralanmış üç kemik. |
Koroidit
Uveanın arka bölümü olan koroitin iltihabı. |
Kırım Kongo K.A.
KIRIM-KONGO KANAMALI ATEŞİ |
Koroit (damartabaka)
Gözyuvanmn orta katmanı olan uveanın arka bölümü. |
Korona (taç)
Belirli bir yapının çevresinde halka halinde sıralanan oluşumları belirtmek için kullanılan terim. |
Koroner
Kalp kasını besleyen atardamarlar için kullanılan terim |
Kan bankası (hemotek)
Kanın alınarak incelendiği ve işlendiği yer ya da uygun kaplar içinde saklandığı özel soğuk hava dolabı. |
Koroner atardamarlar
Miyokarta gerekli kanı götüren damarlar. |
Koroner bağ
Karınzannın iki kıvrımından oluşan karaciğer bağı. |
Koroner damarlar
Kalbi besleyen ince atardamarlar. |
Koroner dolaşım
Miyokarta gerekli kam taşıyan atardamar ve toplardamar ağı. Bak. koroner atardamarlar; koroner toplardamarlar. |
Koroner sinüs
Büyük koroner toplardamarın son bölümü. |
Kan dolaşımı
Kanın dolaşım sistemindeki hareketi. |
Koroner sulkus
Koroner atardamarlar ve koroner toplardamarların yer aldığı çöküntü. |
Koroner sütiir
Alın kemiği ile İki yankafa kemiği arasında yer alan yanmay biçimli sütür. |
Koroner toplardamar
Miyokarttan çıkan toplardamar kanını taşıyan damarlar. |
Koroner yoğun bakım ünitesi
Miyokart enfarktüsünde ortaya çıkabilecek ve acil yardım gerektiren kalp ve dolaşım sorunlarının (örneğin ritm bozuklukfan, kalp durması) anında tedavisi için uygun araç ve gereçlerle donatılmış tedavi bölümü. |
Kızılötesi ışınlar
Dalga uzunluğu 8.000 Â'nın üzerinde olan, insan gözünün göremediği elektromagnetik ışınlar. |
Koronerografi
Koroner damarların yapı ve işlevlerinin radyolojik tekniklerle incelenmesi. |
Kifoz
Omurganın açıklığı öne bakan kanburluğuna verilen ad. |
Koroneropati
Koroner damarları etkileyen hastalıkların ortak adı. |
Kîfoz
Omurgada görülen bir biçim bozukluğu; normalde sırt ve kuyruksokumu bölümlerinde öne doğru olan içbü-keyliğin büklümünde ortaya çıkan artıştır. |
Kilobase
1000 nükleotidlik DNA parçalarını esas alan ölçü birimi. |
Korpüskfil (cisimcik)
Çıplak gözle görülebildiği gibi, bazıları yalnızca mikroskop yardımıyla seçilebilen küçük oluşumların anatomideki ortak adı. |
Korse
Vücudu korumak amacıyla kullanılan tıbbi gereç. |
Kimodenin
Onikiparmakbağırsağı mukozasının iç salgı hücrelerinden salgılanan hormon. |
Korteks (kabuk)
Bir organın yüzeysel bölümlerini belirtmek İçin kullanılan anatomi terimi. |
Kanal (iletim yolu)
Dar anlamda, kendine ait bîr duvarla çevrili, az çok düzenli, silindirimsi ve oyuk biçimli yapı. |
Kimografi
Fizyolojik olayları kimograf adlı alet yardımıyla çizerek göstermeye yarayan teknik. |
Kortikal bölgeler
Beyin korteksinin (kabuk) farklı yapı ve işlevdeki hücrelerden oluşan bölgeleri. |
Kimotripsin
Proteinleri kısmen parçalayabilen (hidrolize eden) bir enzim (proteolitik enzim). |
Kortikoliberin
Orta hipotalamustaki nüronlarda üretilen ve kısaca CRF (Corticotropin Releasing Factor [Kortikotropİn Serbestleştirici Faktör)] olarak bilinen hormon |
Kortikosteroid ilaçlar
Adrenal bezlerinin yaptığı doğal kortikosteroid hormonlara benzer sentetik, iltihap karşıtı (anti-erıflamatuar) ilaçlar. Prednisone, dexamethasone, betamethasone, triamcinolone vb. |
Kanda kolestrol yüksekliği
Kolestrol, kanda, sinirlerde, beyinde, karaciğerde, dalakta, böbrek üstü bezlerinde ve safrada bulunan, yağ yapısında, kristal gibi beyaz görünümde bir maddedir.
Görevi dokulardaki su dengesini sağlamak, alyuvarları zehirlere karşı korumak, sinir dokularının dayanıklığını sağlamak ve deri altında, dışarıdan gelecek mikroplara karşı koruyuculuk yapmaktır.
100 gram kanda; 180-230 miligram kolestrol bulunur. Bu miktar normaldir. 230 miligram kolestrol miktarı, kanda kolestrolün yükselmiş olduğuna işarettir. Tedavi edilmezse; damarsertliği, beyin ve kalpteki ince damarların tıkanmasına neden olur.
Meydana Gelişi Böbrek üstü bezleri, husyeler, yumurtalıklar bünyenin ihtiyacı olan kolestrolü imal ederler. Ayrıca hayvansal yağlar, süt, yumurta ve bitkisel hormonlarla da kolestrol alınır.
Kanda, kolestrolün yükseldiğini anlamak için bir seri test yapmak gerekir. Ayrıca, hastanın cildinde oluşan sarı lekeler, göz altlarında beliren siyah halkalar, göz akında görülen sarı lekecikler, genel yorgunluk, iştahsızlık, hazımsızlık, baş dönmesi, baş ağrısı, görme zayıflığı, ağız acılığı, nefes ve ter kokusu kolestrolün yükselmiş olduğuna işaret olabilir |
Kinetoz (taşıt tutması)
Taşıtla yolculuk sırasında düzensiz hareketlerin vücut dengesiyle ilgili organlarda geçici işlev bozukluğuna yol açması. |
Kortikosteroidler
Çoğunlukla steroidler"" olarak kısaltılan kortikosteroidler, örneğin kortizon, normalde vücutta bulunan bir grup hormondur ve vücudun metabolizması üzerinde bir çok etkileri vardır. Vücuda tablet ya da iğneyle dışarıdan verilmeleri vücuttaki dengeyi etkiler. Steroidler inflamasyonu kontrol etmede çok etkilidirler ve bazı hastalıkları hafifletebilirler. Yüksek dozda kullanılırlarsa yan etki oluştururlar |
Kanda kolestrol yüksekliği
Kolestrol, kanda, sinirlerde, beyinde, karaciğerde, dalakta, böbrek üstü bezlerinde ve safrada bulunan, yağ yapısında, kristal gibi beyaz görünümde bir maddedir.Görevi dokulardaki su dengesini sağlamak, alyuvarları zehirlere karşı korumak, sinir dokularının dayanıklığını sağlamak ve deri altında, dışarıdan gelecek mikroplara karşı koruyuculuk yapmaktır.100 gram kanda; 180-230 miligram kolestrol bulunur. Bu miktar normaldir. 230 miligram kolestrol miktarı, kanda kolestrolün yükselmiş olduğuna işarettir. Tedavi edilmezse; damarsertliği, beyin ve kalpteki ince damarların tıkanmasına neden olur. |
Kortikosürrenal hormonlar
Böbreküstü bezinin korteksinden salgılanan, 19 ve 21 karbon atomlu, steroit yapısındaki hormonlar. |
Kirişsî uzantılar (chordae tendineae)
Kalp karıncıklannın içindeki papiller kasların kirişleri ve birincil etsi sütunlann uzantısı olan lifsi oluşumlar. |
Kortikoterapi
Böbreküstü bezinden elde edilen özütlerle uygulanan tedavi. |
Kiropraksi
Bazı hastalıklarda uygulanan deneysel tedavi yöntemi; osteopatik lezyonlarda (omurlann yerinden kayması) A. T. SİH'in elle tedavisinden esinlenen ABD'li D. D. Palmer tarafından 1895'te önerilmiştir. |
Kortizol (hidrokortizon)
Böbreküstü bezlerinden salgılanan ve birçok met&bolik işlevi olan hormon |
Kiroterapi
Kiropraksiden türeyen tedavi uygulaması; ağırlıklı olarak omurga ve leğen bölgesinin manipülasyonuna dayanır. |
Kortizon (17-hidroksi-ll-dehidrokortikosteron)
Günümüzde artık bireşim yoluyla da üretilen, böbreküstü bezi kabuk bölümünün salgıladığı hormon |
Kanın tampon sistemleri
Az miktarda asit ya da baz eklendiğinde, kandaki hidrojen iyonlarının pH değeriyle belirlenen yoğunluğunu sabit düzeyde tutan çözeltiler. |
Kortizon türü ilaçlar
Prednizon türevleri (örneğin Prednol), deksametazon (örneğin Dekort). |
Koryoamniyotik zar
Dolütü Örten, amniyonf*) ve koryon(*) zarlarının birleşmesinden oluşan zar. |
Koryokarsinotn (koryonepitelyom)
Etenenin dölütle ilgili bölümünü oluşturan yapılar olan koryon villüslerinin epitel hücrelerinden kaynaklanan kötü huylu tümör. |
Koryon
Gelişmenin İİk evrelerinde embriyonu bir kese gibi çevreleyen zar. |
Kanser oluşumu
Bir ya da daha fazla dokuda tümöre doğru dönüşüme yol açan biyolojik süreçlerin tümü. |
Kistadenom
Salgıbezi epitelinden türeyen ve değişik boyutlarda kis-tik boşluklar oluşturarak çoğalan tümör. |
Koryoretinit
Koroİt (damartabaka) ile retinayı (ağtabaka) aynı anda etkileyen iltihabi süreç. |
Koryum
Derinin üstderi (epidermis) altında bulunan bağdoku, esnek lifler, düz kas lifleri ve yağ dokusundan oluşan derin katmanı. |
Kanserojen
Kansere neden olan madde |
Kistom
Boşluklu (kistli) tümör kütlelerini tanımlayan genel te-rîm. |
Kostîkasyon
Kostik olarak bilinen örseleyici sıvı ya da katı maddelerin etkisiyle dokularda oluşan lezyonlar. |
Koşullanma
Ortam koşullarının neden olduğu herhangi bir davranışın öğrenilmesi. |
Kladikasyon
Egzersiz sırasında yetersiz kan gelemesi sonucu daldırda ortaya çıkan spazm. |
Koşullu refleks
Bir öğrenme süreci sonucunda verili bir uyarının oluşturduğu düzenli yanıt biçimindeki sinirsel refleks. |
Koterizasyon
Koter adlı aygıtın yardımıyla tedavi amacıyla dokuların parçalanması. |
Kozalji
Derinin sınırlı bir bölgesinde ani ve yakıcı bir ağn duygusuyla birlikte kızarma, parlaklık, saydamlaşma ve terleme gibi belirtilerin ortaya çıkması. |
Kaolin
Kozmetikte emici özellikleri nedeniyle kullanılan kile benzer doğal bir mineral (alüminyum silikat). |
Kozmik
Yıldızlar arası, uzaylarla ilgili olan |
Kapalı dolaşım
Kanın kalp ve damarlardan oluşan kapalı bir sistem içerisinde dolaşmasıdır. |
Kleptomani
İhtiyacı olmaksızın patalojik çalma dürtüsüne verilen addır. |
Kozmik madde
Evreni meydana getiren madde. |
Klimakteryum (yaşdönümü)
Eşey bezlerinin (erbezi ve yumurtalıklar) işlevsel etkinliklerinin durduğu yaşam dilimi. |
Kök (radiks)
Yapıların kaynağını belirten terim {Örneğin diş kökü, omurilik sinirlerinin kökü). |
Kapı toplardamarı (portal toplardamar)
Karın organlanndan gelen kanı toplayan önemli bir toplardamar. |
Klimatoterapi
Hastanın başka bir yere giderek yeni çevre koşullarından yararlanmasını amaçlayan ve genellikle öbür tedavileri (tıbbi, cerrahi vb) tamamlamak için uygulanan tedavi yöntemi. |
Kölemi
Kanda safra pigmentinin anormal olarak yüksek bulunmasıyla ilgili patolojik durum. |
Köpek kası
Üst dudakta yer alan küçük, dörtgen biçimli kas. |
Köpekdişleri
Kesici dişlerin yanında, ikisi altçenede, ikisi üstçenede yer alan dört dişin ortak adı. |
Klinik termometre
Vücut sıcaklığını ölçmek için uygulanan bir termometre tipi. |
Köprü
Diş hekimliğinde dişteki eksik yapıların yerini tutan bir tür protez. |
Klinoskop
Radyografik incelemenin ayakta, yatar durumda ve tüm ara durumlarda, hatta başın ayaklardan daha aşağıda bulunduğu konumlarda da uygulanmasını sağlayan radyolojik gereç. |
Köprücük kemiği (klavikula)
Sağ ve sol omuzda yer alan uzun kemiklerin ortak adı. |
Kör Çıban
Özellikle sırt, ense veya yüzde meydana gelip, kıl diplerinin iltihaplanmasıyla beliren bir çeşit çıbandır. Küçük, kırmızı ve sert bir şişliktir. Büyüdükçe, ağrı artar, fakat çoğu zaman baş verme görülmez. Kör çıbanları kesinlikle sıkmamak ve kurcalamamak gerekir. |
Klitoris
Kadının cinsel organındaki en duyarlı nokta. Klitoris üzerine baskı uygulamak ya da klitorisi elle, penisle, dille veya herhangi bir objeyle uyarmak kadının cinsel ilişki sırasında çok büyük haz almasını sağlar |
Kör çıban
Özellikle sırt, ense veya yüzde meydana gelip, kıl diplerinin iltihaplanmasıyla beliren bir çeşit çıbandır. Küçük, kırmızı ve sert bir şişliktir. Büyüdükçe, ağrı artar, fakat çoğu zaman baş verme görülmez.Kör çıbanları kesinlikle sıkmamak ve kurcalamamak gerekir. |
Kloaka
Embriyonda, arka bağırsağın genişlemiş olan son bölümüne verilen ad. |
Körbağırsak
Kalınbağırsağın ilk bölümü; incebağırsak ve çıkan kalınbağırsak ile temas halindedir. |
Kloazma
Yüzde ortaya çıkan sarı-kahverengi leke. |
Körbağırsak apandisi
Körbağırsağın uzun, silindir biçimli ve kıvrımlı bir bölümüdür. |
Kloforil
Bitki hücrelerinde Kloroplast "" adı verilen bir pigmentin içerisinde bulunan ve ışık enerjisini absorbe ederek kimyasal enerji halinde depolayan bir tür molekül. |
Körlük
Görme duyusunun eksilmesi |
Klomıs
Çizgili kaslann bir kasılma biçimi. Bu terim fizyolojide, tanı ve hastalıklarla ilgili olarak değişik amaçlarla kullanılır. |
Kötü huyluluk (habaset)
Kısa sürede ölüme yol açabilen ve çok ağır bir tabloyla seyreden hastalıkları tanımlayan özellik. |
Karaciğerin görevi
- Günde yaklaşık olarak 4 su bardağı (1 litre) safra salgılar.- Yağ, protein ve şeker metabolizmasını düzenler.- Vücudun ısısını ayarlar.- Vücudun ihtiyacı olan su ve vitaminleri yapar.- Yağ, protein, şeker ve kan yapımı için gerekli olan maddeleri depolar. Kan miktarını ayarlar.- Hormonların görevleri üzerinde etkili olur.Karaciğer yukarıda belirtilen görevlerinden herhangi birini yapamaz hale gelecek olursa, çeşitli hastalıklar ortaya çıkar. Bunların en önemlileri, karaciğer yetersizliği, karaciğer iltihaplanması, karaciğer sirozu, safra kesesi iltihabı ve safra kesesi taşıdır.Karaciğer Hastalıklarının Ortak Belirtileri :Hasta, sağ böğründe ağrı hisseder. Bağırsaklarında fazla miktarda gaz vardır. Karnı şişer, anüsten çıkan gaz pis kokar. Cilt rengi ve bazen de göz akı sararır. Yüzünde ve ellerinde çil gibi lekeler görülür. Hazımsızlıktan şikayet eder. Sabahları dilinde pas ve ağzında acılık hisseder. Nefesi de kokar. Sabah saatlerinde ensede ağrı hisseder. Çarpıntı, iştahsızlık vardır. İdrarın rengi sabahları sarı ve koyu, daha sonraki saatlerde ise, duru ve açıktır. Sık sık idrara gider. Baldır kasları ağrır. El ve ayaklarında şişlik görülür. Geceleri uyumak istemez. Görme ve işitme duyguları da zayıflar. |
Klon
Genetik olarak birbirinin aynı olan canlılar. |
Karaciğerin Görevi
Günde yaklaşık olarak 4 su bardağı (1 litre) safra salgılar.
- Yağ, protein ve şeker metabolizmasını düzenler.
- Vücudun ısısını ayarlar.
- Vücudun ihtiyacı olan su ve vitaminleri yapar.
- Yağ, protein, şeker ve kan yapımı için gerekli olan maddeleri depolar. Kan miktarını ayarlar.
- Hormonların görevleri üzerinde etkili olur.
Karaciğer yukarıda belirtilen görevlerinden herhangi birini yapamaz hale gelecek olursa, çeşitli hastalıklar ortaya çıkar.
Bunların en önemlileri, karaciğer yetersizliği, karaciğer iltihaplanması, karaciğer sirozu, safra kesesi iltihabı ve safra kesesi taşıdır.
Karaciğer Hastalıklarının Ortak Belirtileri
Hasta, sağ böğründe ağrı hisseder.
Bağırsaklarında fazla miktarda gaz vardır. Karnı şişer, anüsten çıkan gaz pis kokar. Cilt rengi ve bazen de göz akı sararır. Yüzünde ve ellerinde çil gibi lekeler görülür. Hazımsızlıktan şikayet eder.
Sabahları dilinde pas ve ağzında acılık hisseder. Nefesi de kokar. Sabah saatlerinde ensede ağrı hisseder. Çarpıntı, iştahsızlık vardır. İdrarın rengi sabahları sarı ve koyu, daha sonraki saatlerde ise, duru ve açıktır.
Sık sık idrara gider. Baldır kasları ağrır. El ve ayaklarında şişlik görülür. Geceleri uyumak istemez. Görme ve işitme duyguları da zayıflar.
|
Klon bankası (genom arşivi)
Bir canlının tüm genomunu temsil eden DNA parçacıklarının klonları. |
Klonlama
Tek bir öncül hücreden kaynaklanan hücrelerin çoğalma süreci. |
Kranyektomi
Kafatasında kınlan bir kemik parçasının çıkarılmasına yönelik cerrahi girişim. |
Karakteroloji
Belirlenmiş karakter tipleriyle ilişkili olarak insanların sınıflandırılmasını, karakter kuramını ve bazı özel ölçütlere göre sıralanmış farklı karakter tiplerinin betimsel analizini konu alan psikoloji dalı. |
Klor
Biyolojik olarak büyük önem taşıyan kimyasal element. |
Klorakne
Klorlu hidrokarbonların yol açtığı ve deride akneye benzer döküntülerle beliren hastalık. |
Kranyometrik noktalar
Kafatası üzerinde nesnel olarak saptanabilen noktalar. |
Karbamazepin dozajı
Karbamazepin sarada kullanılan bir ilaçtır. |
Klordan arındırma
Suyun klor ve klorlu bileşiklerden arındırılması işlemi. |
Kranyoplasti
Yaralanmalar, kemik enfeksiyonlan, cerrahi girişimler, tümörler gibi durumlar sonucunda kafatasında ortaya çıkan kemik yitimlerinin onarımında uygulanan cerrahi girişim. |
Karboksihemoglobin (hbco)
Karbon monoksit ile hemoglobinin birleşmesi sonucunda oluşan toksik (zehirli) ürün. |
Klorlama
Klorun dezenfektan etkisinden yararlanarak suyu içilebilir hale getirilme İşlemi. |
Kranyostenoz
Kafatası kemikleri arasındaki sütürlerin erken kaynamasından ileri gelen kafatasının oluşum bozukluğu. |
Karbon
Oksijen, hidrojen ve azotla birlikte vücut için temel önem taşıyan dört biyoelementten biri. |
Klorofil
Fotosentaz olayında güneş enerjisini kimyasal enerjiye çevirenyeşil pigment maddesi. |
Kranyoşizis
Kafatasının doğumsal çatlağı. |
Karbon ucu
Polipeptid zincirinin (protein)serbest COO (-) grubunu kapsayan ucu. |
Kloroplast
Yeşil rekli klorofil pigmentini taşıyan plastid. |
Kranyotomi
Kafatası kemiklerinin kesilerek beyni açığa çıkarma işlemi. |
Karbonhidrat
Karbonhidrat vücudun glikoza dönüştürebildiği her türlü maddedir. Glikoz hücrelerin enerji olarak kullandığı en önemli maddelerden biridir. Karbonhidratlar glikoza yıkılma özeliklerine göre basit ya da karmaşık olabilirler. Saf buğday ekmeği, şeker ve alkol kalori fazlalığı olduğunda kolaylıkla yağa dönüşebilen basit karbonhidratlara örnek olarak verilebilir. Yapraklı sebzeler, patates ve hububat ürünleri karmaşık karbonhidratlara örnektir. Bu grup yiyecekler sağlıklı olmanız için gereken bütün besinlere sahiptir ve beslenme programınızın temelini oluşturmalıdır. |
kloroz
Bir çeşit kansızlıktır. Kanda hemoglobin miktarının azalması, bu duruma neden olur. Çarpıntı, halsizlik, nefes darlığı, yüzde solgunluk ve ayak bileklerinde şişme görülür. |
Kraurosis (gevreme)
45-55 yaşlan arasında, genellikle menopoz sonrasında ortaya çıkan, vulvanın (kadın cinsellik organının dış kısmı) özgül hastalığı. |
Karbonhidratlar
Karbon, hidrojen ve oksijen içeren organik bileşikleri tanımlayan terim. |
kloroz
Bir çeşit kansızlıktır. Kanda hemoglobin miktarının azalması, bu duruma neden olur. Çarpıntı, halsizlik, nefes darlığı, yüzde solgunluk ve ayak bileklerinde şişme görülür. |
Karbonik anhidraz
Alyuvar, böbrek borusu hücresi ve mide mukozasındaki hidroklorik asit salgılayan hücrelerde bulunan enzim. |
Kloroz
Bir çeşit kansızlıktır. Kanda hemoglobin miktarının azalması, bu duruma neden olur. Çarpıntı, halsizlik, nefes darlığı, yüzde solgunluk ve ayak bileklerinde şişme görülür. |
Klostrofobi
Kapalı yerlerden sebebsiz yere korkma reaksiyonudur. |
Koaksiyon
Düşünceleri ya da hareketleri yineleme dürtüsü. |
Koana
Oval biçiminde iki taraflı, yaklaşık 2 cm eninde ve 34 cm yüksekliğindeki açıklıklar. |
Kobalamin
B12 vitamininin adı. Bak. vitaminler. |
Kobalt
Radyoaktif izotopu (kobalt 60) tıpta tedavi amacıyla kullanılan kimyasal element. |
Krenoterapi
Madensularının vücutta yaptığı etkilerden yararlanan tedavi yöntemi. |
Kardiyak ponksiyon
Bir iğnenin yardımıyla dışarıdan kalbin boşluklarına girilmesine dayanan cerrahi teknik. |
Kobalt bombası
Kobalt radyoterapisinde kullanılan ve kobalt 60 ışınımları yayan aygıt. |
akrep sokması
Akrep; sıcak ve nemli yerlerde yaşayan, kıvrık ve kalkık kuyruğuyla zehirli bir iğnesi olan böcektir. Akrep soktuğunda yapılacak ilk iş; soktuğu yerin altını ve üstünü sıkıca bağlamaktır. Sonra; iğnenin bulunduğu yer, iki parmak arasına alınıp, kan akıncaya kadar sıkılır ve üzerine amonyak sürülür. |
Kardiyoanjiyografi
İyot bazında suda eriyebilen bir kontrast maddenin doğrudan kalp boşluklarına verilmesinin ardından, kalbin ve büyük damarların radyolojik olarak incelenmesi. |
Kobalt tedavisi
Kobaltın radyoaktif bir izotopu olan kobalt 60'tan yayılan ışınlardan yararlanılarak kötü huylu tümörlerin tedavisinde kullanılan bir radyoterapi yöntemi. |
Kriptomenore
Adet kanının dışarıya akma olanağı bulamadığı durumlarda gelişen tablo. |
Kardiyografi
Göğüs duvarına uygulanan bir iletici aracılığıyla kalp hareketlerinin kaydedilmesine ve bunlann bazı yöntemlerle kâğıda aktarılmasına dayanan inceleme yöntemi. |
Kobanamit
B12 vitamininden türeyen koenzim, |
Kriptorşidizm
Erbezlerinin bir ya da İkisinin erbezi torbasında değil, karın boşluğunda yer aldığı doğumsal oluşum bozukluğu |
Kardiyoloji
Kalbi inceleyen tıp dalı. |
Koch basili
Tüberküloz basiline, bulanın adına izafeten verilen ad. |
Kardiyomegali
Kalp hacminin artması. |
Kodon
Özel bir amino asiti şifreleyen üç nukleotitten olşan mRNA üzerindeki birim. |
Kristal artropatisi
Psödogut (yalancı gut) ya da pirofosfat birikimi hastalığı olarak da bilinir. Bkz. Psödogut. |
Kardiyomiyotomi
Mide ağzı (kardiya) hastalıklarının (bak. kardiyo-spazm) tedavisinde uygulanan cerrahi girişim. |
Koenzim
Bir enzimi aktif hale getiren, enzimin protein olmayan bileşeni. |
Kardiyopati
Genel olarak kalp hastalıklarını belirten terim. |
Koenzim q10
Cilt bakım ürünlerinde bir antioksidan olabilir. |
Kriyoaglütinin
Bazı kişilerin serumunda bulunan ve alyuvarların düşük sıcaklıkta kümeleşme ya da yapışmalarına yol açan antikorlar. |
Kardiyoptoz
Büyük damarların gerginliğinin azalmasına bağlı olarak desteksiz kalan kalbin aşağıya doğru yer değiştirmesi. |
Kofoz
Sağırlığın en ağır ve tam biçimi. |
Kriyoglobulin
Antikor olarak hareket eden ve bazı hastalıklarda kanda bulunabilen bir protein tipi. Kriyoglobulinler soğukta katılaşabilir ve küçük damarları tıkayabilir, bunun sonucunda ciltte döküntüler oluşur. |
Kardiyopulmoner
Kalp ve akciğerle ilgili. |
Kohezyon
Aynı cins moleküller arasındaki çekim kuvveti. |
Kriyoglobulinler
Düşük sıcaklıkta (22°C'nin altında) çökelti oluşturan serum proteinleri. |
Kardiyorafi
Kalbin kas katmanının dikilmesi. |
Kohlea
İç kulakta salyongozda bulunan yapı. |
Kriyopresipitin
Beyazımsı renkte, jel yapısında çökelti. |
Kardiyosfigmograf
ön göğüs duvan ile en yakın kalp bölümlerinde oluşan hacim değişikliklerinin grafik olarak kaydedilmesine olanak veren aygıt. |
Kohler hastalığı
4-6 yaş arasındaki çocuklarda görülebilen ağrılı bir durum, nedeni ayakta avasküler nekrozdur (kemiğin damar yetersizliği sonucu ölümü). |
Kriyoterapi
Tedaviye yönelik bütün soğuk uygulamalarını ifade eden terim. |
Kardiyospazm
Yemek borusunun son bölümündeki işlevsel bir bozukluk |
Kardiyoşirürji
Başka bir yöntemle tedavisi olanaksız kalp ve büyük damar hastalıklannın cenahi olarak tedavi edilmesiyle uğraşan tıp dalı. |
Koitus interruptus
Cinsel birleşmenin döllenmeyi engellemek amacıyla kesilmesi. |
Krom zehirlenmesi
Krom bileşiklerinin, özellikle kromik asit, kromatlar ve bikromatların yol açtığı zehirlenmeler |
Kardîyotîreoz
Hipertiroidizm(*) sırasında ortaya çıkan kalp-dolaşım sistemi hastalıkları. |
Kokainomani
Burun yoluyla ve genellikle hidroklorür biçiminde alınan kokainin sürekli kullanılmasının neden olduğu toksikomani. |
Kromatin
Hücre çekirdeğinin tipik yapıtaşı. |
Kardiyotonikler
Kalp kasının kasılma gücünü ve verimini artıran ilaçlar. |
Koklea
İç kulakta duyma repeptörlerinin bulunduğu salyangoz şeklindeki tüp, kulak salyangozu. |
Kromoprotein
Prostetik gruplardan metalik bir elementin varlığıyla oluşan renkli protein. |
Kardiyovasküler
Kalp ve kan damarlarıyla ilgili. |
Koklea (kulak salyangozu)
Corti organı denen işitme organının bulunduğu içkulak bölümü. |
Kromosistoskopi
İdrar kesesindeki idrar borusu ağızlanma belirlenmesi ve aynı anda böbrek işlevlerinin ölçülmesi yöntemi. |
Kardiyoversiyon
Kalp ritmindekî çeşitli bozuklukların tedavisinde kullanılan bir yöntem. |
Koksa
Kalça eklemini tanımlamak için kullanılan terim |
Kromotin iplik
Dinlenme halindeki ökaryot hücrenin çekirdeğinde bulunan kromozomların karmaşık hali. |
Karfoloji
Ellerin ve parmakların sürekli ve kendiliğinden hareketi. |
Koksiks (kuyruksokumu kemiği)
Tam gelişmemiş, küçük boyutlu 4-5 omurun birbirine kaynaşarak oluşturduğu kemik. |
Kromozom
Prokaryot ve ökaryot hücrelerde üzerlerinde genleri taşıyan DNA ve nükleoproteinden oluşmuş yapı. Hücrenin kendi kendini eksiksiz olarak kopylalamasına yarayan tüm bilgileri içeren ve hücre çekirdeğinde yer alan DNAlar. |
Karın (abdomen)
Göğüs kafesi ve leğen bölgesi arasında kalan vücut bölümü; ön, yan ve arka duvarları kaslardan oluşan geniş bir boşluktur. |
Koksit
Kalça kemiğinin iltihabı. |
Kromozom bozuklukları
Kromozomlardaki nitel ya da nicel değişikliklere bağlı bozukluklar. |
Koku duyusu
Kokuların algılanmasını ve ayırt edilmesini sağlayan duyu. |
Kronaksi
Elektrik akımıyla sürekli uyarılan bir dokunun uyanla-bilirlik ölçüsü (saniyenin binde biri cinsinden ifade edilir). |
Koku glomerittleri
Koku soğanında (buîbus olfactorius) görülen özel yapılar. |
Kronik
Belirti ve bulguları uzun süren, yavaş ortaya çıkan, süregen. |
Karın zan boşluğunda sıvı toplanması
assit |
Kol
Anatomide genellikle vücudun omuz ile dirsek arasındaki bölümünü anlatan terim; |
Kronik Böbrek İltihabı
Akut böbrek iltihabının gereği gibi tedavi edilmemiş olması, kronik böbrek iltihabının başlıca nedenidir. Hastada iştahsızlık, ateş, halsizlik, baş ağrısı, ağrılı idrar etme ve bel ağrıları görülür. Yapılacak ilk iş, bol bol meyva suları içmek ve aşağıdaki reçetelerden birini uygulamaktır. Ayrıca tuz ve hayvani gıdalar azaltılmalıdır. |
Kolajen
Doku hücrelerinin aralarındaki boşlukları dolduran, son derece esnek yapıdaki lifsi protein. Fibroblast denilen özel hücreler tarafından üretilen kolajen, yaşın ilerlemesiyle birlikte esnekliğini kaybetmeye başlıyor. |
Kronik Bronşit
Bu çeşit bronşitte; havayollarını yağlayan bezler büyümüş, iç yüzlerinde bulunan tüyler görevini yapamaz olmuştur. Mutlaka tedavi edilmesi gerekir.Her iki bronşitte de yapılacak ilk iş sigarayı bırakıp istirahat etmektir. |
Kolanjiyografî
Safra yollarının biçim ve işlevinin İncelendiği radyolojik yöntem. |
Kronik bronşit
Bakteri ya da virüslere bağlı olarak gelişebilen, ama başlıca nedeni tahriş edici buhar, gaz ve tozların uzun süre solunması sonucunda bronş ağacının kronik tahrişi olan hastalık. |
Kolanjiyom
Karaciğerde safra yollarını döşeyen hücrelerden kaynaklanan tümör. |
Kronotropizm
Kalp kası lif hücrelerinin düzgün frekansta ve kendiliğinden, belirli aralıklarla kasılma yeteneği. |
Karnifîkasyon
Akciğerin bazı bölümlerinde havanın azalması sonucu buranın bir et parçası gibi görünmesi ve yoğunluğunun artması |
Kol-baş atardamarı
Aorttan çıkan bir atardamar kolu. |
Krossing over
Mayoz bölünmede, tetratların kromotidleri arasında karşılıklı gen alış-verişi, parça değişimi. |
Karotidografi
Şahdaman içine kontrast madde vererek bu atardamar ile dallarının görüntülenmesi. |
Kol-baş toplardamarı
Göğsün en Üst ve ön bölümünde bulunan, sağda ve solda yerleşmiş, büyük toplardamar gövdeleri. |
Kryo (prezervasyon)
Embriyoyu dondurarak depolamak için kullanılan bir yöntemtir. |
Koledok (ana safra kanalı)
Uzunluğu yaklaşık 4 cm, çapı da 5-6 mm olan ve karaciğerden gelerek safrakesesinde toplanan safranın taşınmasını sağlayan kanal. |
Karpal tünel sendromu
Karpal"" bilek anlamına gelmektedir, ""karpal tünel"", bilekte bulunur ve içinden parmakları hareket ettirmekle görevli önkol kaslarının tendonları geçer. Bu tendonların arasında mediyan sinir adı verilen önemli bir sinir vardır. Karpal tünel sendromunda mediyan sinir sıkışır, bunun nedeni sıklıkla tendonların şişmesi ve tünelde yer kalmamasıdır. Elde ağrı, karıncalanma, uyuşma gibi çeşitli bulgular oluşur. |
Koledokografî
Ana safra kanalını (koledok) incelemek için uygulanan radyolojik teknik. |
Ksantogranülom
Granülomatoz nitelikte kronik bir iltihabi infiltrasyon İle ortaya çıkan hastalık. |
Karsinoit
Mikroskopik görünümü karsinoma, yani epitel dokusundan gelişen kansere benzeyen tümör. |
Koledoktomi
Karaciğer dışı safra yollarına yapılan bir girişini sırasında ana safra kanalının açılmasına yönelik cerrahi işlem. |
Ksantom
Lipitle dolmuş histiyositlerden(*) oluşan değişik boyutlardaki kütle. |
Karsinojen
Kansere neden olan madde |
Kolekalsiferol
D vitaminleri |
Ksantomatoz
Çeşitli yerlerde (Özellikle deri ve kirişlerde) ksantom(*) adı verilen oluşumların ortaya çıkmasını niteleyen genel terim |
Karsinom
Salgı epiteli ya da deri dışı bir örtü epitelinden gelişen kötü huylu tümör. |
Koleksiyonomani
Çeşitli nesneleri arayıp bulma ve titizlikle toplayıp saklamaya dayanan çok yaygın bir mani biçimi. |
Ksantopsi
Cisimlerin sarı bir camdan bakıldığında olduğu gibi, sarı renkte görülmesiyle kendini belli eden görme bozukluğu. |
Karsinoz
Kötü huylu bir tümörün vücuda yayılması. |
Koleksiyonum
Çeşitli nesneleri biriktirme eğilimi. |
Ksenodiyagnoz
Hastalık etkeni olan bir mikroorganizmanın uygun bir eklembacaklı aracılığıyla etkene duyarlı bir laboratuvar hayvanına aktarılması yöntemi. |
Kolektomi
Kalınbağırsağın bütününün ya da bir bölümünün çıkarılmasına yönelik cerrahi girişim. |
Kseroradyografi
Işınlara geçirgen olan dokuların görüntüsünü elde etmede kullanılan, kuru fotokopiye benzer radyografi yöntemi. |
Koleperiton (bilyer peritonit, safra peritoniti)
Safranın kann zarı boşluğuna yayılmasıyla ortaya çıkan iltihaplanma. |
Kserostomi
Ağız boşluğu mukozasının anormal kuruluğu. |
Karyogram (kromozom haritası)
Bir hücrenin ve dolayısıyla da bir bireyin kromozom düzenin grafik gösterimi. |
Kolera
Kolera vibriyonu denilen mikropların meydana getirdiği en tehlikeli bulaşıcı hastalıklardan biridir. Daha ziyade, su, kanalizasyon ve tuvalet durumu elverişli olmayan çevrelerde görülür.Kolera mikrobu içme sularına karışan sularla yayılıp, salgın haline gelir. Ayrıca hastaların dışkısı, kusmuğu ile bulaşır. Kolera mikrobu bulaşmış yiyecek maddeleri de hastalığın yayılmasına neden olur. Korunmak için, meyve ve sebze bahçeleri hiç bir zaman lağım suları ile sulanmamalıdır. Lağım sularının, içme sularına karışması engellenmelidir. Yiyecek ve içecekler sinek, böcek ve fare giremeyecek yerlerde saklanmalıdır. Yemeklerden önce ve tuvaletten çıktıktan sonra eller mutlaka sabunlu suyla yıkanmalıdır. |
Kseroz
Konjunktivayı örten epitelde aşın kuruluk. |
Karyotip
Canlı türlerinden her birinin taşıdığı kendine özgü sayı ve yapıdaki kromozom kümesi. |
Kolera
Bağırsaklarda görülen akut bir enfeksiyon hastalığıdır. Vibrio cholerae adlı bir bakterinin yol açtığı bu hastalık
Belirtiler
Bu hastalık ağrısız sulu bir ishal, bulantı ve kusmayla başlar. Beslenme bozukluğu olan kişilerde belirtiler çok daha ağır seyreder. Hızla dehidrasyon ve tedavi edilmezse yüzde 50 oranında ölüm görülür.
Tanı
Tanı öykü ve klinik bulgularla ve kan tetkiklerle konur.
Tedavi
Ölüm riski bu kadar yüksek olan ve bugün hâlâ binlerce insanın ölümüne yol açan koleranın tedavisi aslında fazlasıyla basittir. "Oral rehidrasyon tedavisi" (ağızdan sıvı tedavisi) olarak da adlandırılan tedavi ile kolera hastaları kısa sürede sağlıklarına kavuşabililer. Bu tedavide, kaybedilen su ve elektrolit (sodyum, potasyum, klor, bikarbonat) kaybını yerine koyabilmek ve normal beslenemeyen hastaya enerji sağlayabilmek amacıyla, hastaya vücudun normal sıvı-elektrolit dengesine eşdeğer (izotonik) bir tür tuz ve glikoz karışımı içirilir. Herhangi bir şey içemeyecek durumda olan daha ağır hastalara (toplam hastaların yaklaşık %10-20'si) ise karışım damardan verilir. Durumu çok ağır ve acil olan hastalara ise tetrasiklin vb. antibiyotiklerle antibakteriyel tedavi uygulanır.
Öneriler
Her şeyden önce su kaynaklarının ve içme suyunun temiz olması çok önemlidir. Eğer kullanılacak suyun temizliğinden şüphe varsa, suyun önce kaynatılıp sonra kullanılması daha sağlıklı olacaktır. Dışkıların hijyenik bir biçimde yaşama ortamından uzaklaştırılması, düzgün bir kanalizasyon sistemi çok önemli bir faktördür. Pişmemiş yiyeceklerin yenmemesi, çiğ gıdalardan uzak durmak ve özellikle çiğ balık ve kabuklu deniz ürünlerinin tüketilmemesi koleraya karşı korunmak için önemlidir.
Her ne kadar bazı ülkelerde kolera aşıları mevcut olsa ve uygulansa da (Dukoral, Mutacol vs.), bu aşıların hastalığa karşı güçlü bir bağışıklık geliştirdikleri söylenemez. Geçmişteki kolera aşılarından daha iyi bir bağışıklığa neden olsalar ve daha az yan etki barındırsalar da, bu aşılar hâlâ ideal seviyeye ulaşamamıştır ve bu yüzden de birçok ülkede kullanılmamaktadır. İdeal bir kolera aşısı için yapılan araştırmalar hâlâ devam etmektedir. |
Ksiloz yükleme testi (ağızdan)
Bağırsak emilim yetersizliklerinin ayırıcı tanısında yararlanılan bir test. |
Karyotip*
Canlı türlerinden her birinin taşıdığı kendine özgü sayı ve yapıdaki kromozom kümesi. |
Kolerez
Karaciğer hücrelerinde safra üretiminin artması. |
Kolesistektomi
Cerrahi girişimle safrakesesinin alınması. |
Kas dokusu
En belirgin Özelliği kasılabilme olan bazı hücre topluluklarının yarattığı doku tipi. |
Kolesistit
Akut ya da kronik safrakesesi iltihabı. |
Kolesistografi
Safrakesesinin biçimini ve işlevsel durumunu saptamak amacıyla yapılan radyolojik inceleme. |
Kas tonusu
İskelet kaslarının, dinlenme durumundaki kasılı hali. |
Kolesistokinin
İnce bağırsaktan salgılanan ve karaciğeri uyaran hormon. |
Kas tonüsü
İskelet kaslarının, dinlenme durumundaki kasılı hali. |
Kolesistokinin-pankreozimin
CCK-PZ kısaltılmasıyla gösterilen hormon. |
Kas yorgunluğu
Belirgin ölçüde zor bir işi yapmak üzere, yineleyici ve zorunlu biçimde kasılan bir kas grubunda, özellikle oksijen yetersizliğinden dolayı ortaya çıkan durum. |
Kolesistokolanjiyografi
Safra yollannı İnceleme yöntemi. |
Kolesistostomi
Sağ üst karın kadranı düzeyinde safrakesesinin vücut yüzeyine açıldığı cerrahi işlem |
Kolestaz (safra göllenmesı)
Onikiparmakbağırsağına yetersiz miktarda safra ulaşmasıyla ilişkili belirti (eşanlamlı olmamakla birlikte tıkanma sanlığını da içerir). |
Kolesteatom
Ortakulak boşluğunda, daha ender olarak şakak kemiği boşluğunda ya da öteki kafa kemikleri boşluğunda ortaya çıkan hastalık |
Kolesterol
Hayvansal ve bitkisel yağların içerisinde bulunan, karaciğer tarafından sentez edilen bir maddedir. Kanda normalden fazla bulunması halinde, damar sertliğine neden olur, ve bazanda safra pigmentleri ile birleşerek safra taşlarının oluşumunda rol oynar. |
Kulak bölgesi
Başın her iki yanında yer alan ve kulak kepçesi İle çevresindeki yapıları içeren anatomik bölge. |
Kolesterol ester
Kolesterolün yaklaşık yüzde 60-70'i karaciğerden salgılanan LCAT (lesitinkolesterol-asütransferaz) adlı bir enzimin etkisiyle esterleşmiş bir biçimde bulunur. |
Kolesteroloz
Bir bozukluk sonucunda dokularda kolesterol birikmesi. |
Koli basili
Escherichia coli |
Kulak iltihabı
Ortakulakta veya kulak arkası kemikte görülür. Vakit geçirilmeden doktora başvurmak gerekir. |
Kolik
Ortasında boşluk veya kanıl bulunan bir organ aniden oluşan kasılmanın neden olduğu şiddetli ağrı |
Katabolizma
Maddelerin yüksek terkiplerinin, dokularda yakılarak daha basit terkipte maddeler meydana gelmesi. |
Kolimetri
Suda bulunan koli basili sayısının belirlenmesi. |
Kolinerjik lifler
Asetilkolin(*) adlı maddeyi salgılayarak uyarıyı sinir uçlarına ileten sinir lifleri. |
Katalizör
Kimyasal tepkimeye katılmadan tepkimenin hızını artıran madde |
Kolinesteraz
Serumda (yalancı kolinesteraz), alyuvarlarda ve sinir dokusunda bulunan bir enzim. |
Kulak yorgunluğu
Uzun süre yüksek sesle uyarılan kulakta işitme duyusunun geçici olarak birkaç saniye boyunca azalması. |
Kolit
Kalınbağırsağın iltihaplanmasıyla ortaya çıkan hastalık. |
Kollajen
Kemiğin, kıkırdağın ve bağ dokusunun içinde oluşan fibröz bir protein. Vücudun çok önemli bir yapı taşıdır. İçinde kollajen olmayan organ ya da doku yoktur. Dokular için önemli bir destek yapısıdır, çevresinde hücreler yaşar ve fonksiyon görürler. Kollajen hastalığı, eskiden bağ dokusu hastalığı için kullanılan bir terimdir. |
Kollajenozlar (kollajen doku hastalıktan)
Birbirinden çok farklı belirtilerle ortaya çıkmasına karşın tümünde lifsi bağdoku lezyonları görülen hastalıkların ortak adı. |
Kuluçka dönemi
Mikrobik hastalıklarda, hastalık yapıcı mikrobun vücuda girdiği an ile hastalığın ilk belirtilerinin ortaya çıktığı an arasında geçen dönem. |
Kollar ve bacaklar
Gövde iskeletine bağlanan vücut uzantıları. |
Katatoni
Devinim inisiyatifinin yitirilmesi ve hareketsizlikle belirlenen ağır psikiyatrik sendrom. |
Kollodyon
Piroksilinin (çözünebilir pamuk barutu) alkol ve eterde çozünmesiyle elde edilen ve yara tedavisinde kullanılan sıvı madde. |
Katekolamin
Sinir uyarılarının iletilmesinde görev alan, adrenerjik alıcıları uyardıklarında sempatik sistemin uyarılmasına bağlı etkilere benzer etkilerin oluşmasını sağlayan ve biyolojik etkinliği olan maddeler. |
Kolloid
Parçacık büyüklüğü 1-100 mm olan madde |
Katekolamin dozajı
Kan ya da idrarda adrenalin ve noradrenalin düzeyinin Ölçülmesi. |
Kolobom
Gözküresinin altındaki yapılarda bir yarık bulunması biçiminde ortaya çıkan doğumsal oluşum bozukluğu. |
Kateterîzosyon
Kateter adlı aletlerle uygulanan karmaşık cerrahi girişim. |
Kolon Kanseri
Kolo - Rektal kanserler A.B.D. de her iki cinsde en sık görülen 2. kanser türüdür. Yılda ortalama 140.000 kişi hastalığa yakalanmakta ve yılda ortalama 60.000 kişide bu hastalıktan kaybedilmektedir.
Belirtiler
Genelde olguların büyük çoğunluğu 45–50 yaş üzerindeki kişilerde görülmektedir. Bu Nedenle; 45–50 yaş üzerindeki kişiler Anne, baba, kardeş gibi yakın aile bireylerinde kolorektal kanseri veya polipleri olanlar, Uterus ( rahim ), over ( yumurtalık ) veya meme kanseri olan kadınlar, Ülseratif Kolit veya Crohn gibi hastalıkları olanlar. Rektumdan kan gelmesi ( rektal kanama ), gaitanın kanla bulaşık olması, Tuvalete çıkma alışkanlığında değişiklik Gaitanın eskiye oranla incelmesi, Kabızlık İshal durumlarının ortaya çıkması, Sık sık tuvalete çıkma isteği, buna rağmen tam boşalamama hissi, Karında gaz ağrıları, Kansızlık (anemi), İzah edilemeyen zayıflama Bu belirtilerin herhangi birinin 1 - 2 hafta devam etmesi veya aralıklarla tekrarlaması durumunda mutlaka hekime başvurulmalıdır.
Tanı
Tarama amaçlı kolonoskopi uygulamalarına risk nedeni olan ilk kanser olgusunun başladığı yaştan beş yıl önce veya 50 yaşında başlamalıdır. Kişiler uygulanacak tarama programına hekimleriyle birlikte karar verebilir, kendilerine uygun bir tarama programını benimseyebilirler. Her yıl gaitada gizli kan testi yapılabilir. Bunun için 3 adet gaita örneğinde gizli kan aranır. Bir tanesinde gizli kan bulunması kişinin tüm kalın barsağının değerlendirilmesini gerektirir. Her 5 yılda bir 60 santimetrelik kolonoskopi ve her yıl gaitada gizli kan testi Kolo -Rektal kanserlerde kesin teşhis barsak içerisindeki tümörden endoskopik yöntemlerden ( Rektoskopi, Fleksibl Sigmoidoskopi, KOLONOSKOPİ ) biriyle yapılacak tetkik ve alınacak parçanın patolog tarafından mikroskobik tanısı ile konur.
Tedavi
Kolo-Rektal kanserlerin esas tedavisi tümörlü kısmın ameliyatla çıkarılması ve barsak pasajının sağlanması için çıkarılan kısmın alt ve üst uclarının tekrar karşılıklı ağızlaştırılmalarıdır.Kolonlar uzun olduğu için bu işlem kolaylıkla uygulanabilir. Ancak REKTUM kanserlerinin tedavisinde bu durum biraz farklıdır. Rektum kısa bir organ (15 cm) olması nedeni ile özellikle anüse yakın yerleşim gösteren tümörlerde ( anüs girişinden 5-6 cm yukarıda) , hastalıklı kısımın çıkarılmasını temin için anüsün tamamen çıkarılıp, iptal edilerek kolon, karın duvarına ağızlaştırılır ( KOLOSTOMİ ). Daha önceleri çok daha sıklıkla uygulanan bu yöntem, günümüzde gerek teknolojik gelişmeler ( Stappler aleti vs.) ve gerekse bu konuda eğitilmiş ve deneyim kazanmış özellikle Kolo - Rektal cerrahi ile uğraşan cerrahlar tarafından yapılan ameliyatlarda çok az sayıda hastaya uygulanmaktadır.Bazen kolostomi rektumda yapılan ameliyatın iyileşmesini sağlamak için geçici olarak ( birkaç ay ) yapılabilir. Daha sonra bu kolostomi kapatılır. Ameliyata ek olarak, rektum tümörlerinde bazen ameliyattan önce, bazen ameliyattan sonra gerek olursa RADYOTERAPİ de yapılabilir . Kolon tümörlerinde radyoterapinin yeri yoktur. Her iki organın tümörlerinde ameliyattan sonra duruma göre KEMOTERAPİ yapılabilir. Anüs kanserlerinde genellikle radyoterapi tercih edilmektedir. Bazı durumlarda Cerrahi tedavide yapılabilir.
Öneriler
Son laboratuar, epidemiyolojik ve klinik çalışmalar doğrultusunda kanser gelişiminin önlenmesinde etkili bulunan bazı diyet önerileri ileri sürülmüştür Meyve sebze tüketimi günde 5 veya üzeri porsiyona çıkarılmalıdır. Diyette posa alımı günde 30 gr. üzerinde olmalıdır. Yağ tüketimi alınan total kalorinin % 30?undan daha aşagıda olmalıdır. Gıda hazırlama ve yüksek derecede pişirme metotları değiştirilmelidir. Pişirme dereceleri düşürülmeli ve suda pişirme tekniği ile yemekler yapılmalıdır. Vitamin takviyesinden ziyade çeşitli gıdalar almaya çalışılmalıdır. Alkol tüketimini yılda 8 litre altına indirilmelidir. Tahıl ürünleri günde 6 porsiyon veya daha fazla alınmalıdır. İdeal vucut ağırlığı korunmalıdır. Baharatlı, salamura, turşu, tuzlanmış veya tütsülenmiş gıdaların alımı en aza indirilmelidir. Besin katkı maddeleri iyi kontrol edilmeli ve gıdaların kontaminasyonu önlenmelidir. |
Koloni
Aralarında işbölümü yapan tek hücreli organizmaların bir araya gelerek topluluk oluşturmaları. |
Kolonoptoz
Kalınbağırsağın aşağıya doğru yer değiştirmesine yol açan hastalık. |
Kolonoskopi
Anüs (makat) kanalından optik lifli esneyebilir bir aletle girilerek tüm kalınbağırsağın görülmesini sağlayan inceleme yöntemi. |
Kurşun ölçümü
Mesleki kurşun zehirlenmesini (boya, akümülatör, kurşun eşya yapımında çalışan işçilerde) belirlemek için yapılan Ölçüm; 24 saatlik idrarda ya da kanda yapılır. |
Kolorektal
Kolon ve rektumla ilgili. |
Kavernöz (gözenekli)
Geniş damarsal alanlardan ve bunların İlişkide olduğu öbür damarlardan oluşan, sünger görünümlü, düzensiz biçimli, normal ya da patolojik dokuların genel adı. |
Kolostomî
Bağırsakta bulunan maddelerin dışarıya boşaltılması amacıyla, kalınbağırsağın, karın duvarında bir ağızla geçici ya da kalıcı olarak dışarı açılması. |
Kavernöz cisim (süngersi cisim)
Peniste bulunan ve kan damarları bakımından zengin bir dokudan oluşan anatomik oluşum. |
Kolostrum
Gebeliğin dördüncü ayından itibaren memelerden salgılanan ve doğumdan sonra 2-3 gün daha devam ederek yerini gerçek süte bırakan sarımtırak beyaz sıvı. İçinde bulanan antikorlar bebek için oldukça yararlıdır. |
Kuru öksürük
Nezle, boğaz iltihabı, bademcik iltihabı, fazla sigara içmek, sindirim bozuklukları, gastrit, ishal, kabızlık, bağırsak solucanları, kalp hastalıkları ve ses tellerinin hastalanmasından kaynaklanan öksürükler balgamsızdır, yani kuru öksürüktür. |
Kolpoperineoplasti
Dölyolu duvarlan ve apış arası kaslanna eski sağlamlığını kazandırmak amacıyla yapılan jinekolojik cerrahi girişim. |
Kavografi
Anatoplardamarlardaki kan dolaşımım İzlemek amacıyla damarlann içine X ışınlarını geçirmeyen bir kontrast maddenin verilmesiyle yapılan radyolojik inceleme tekniği, |
Kolposel
Dölyolu duvanmn, dölyolu boşluğuna doğru çıkıntı yapması. |
Kolpositoloji
Dölyolu salgısı içindeki hücrelerin mikroskop altında incelenmesi ilkesine dayanan tanısal araştırma yöntemi. |
Kolpositolojik formül
Dölyolu salgısmdaki çeşitli mukoza hücrelerinin yüzdelerini belirten formül. |
Kolposkopi
Kolposkop adı verilen bir aygıtla dölyolu kanalı ve döl-yatağının buraya bitişik bölümünün İncelenmesi yöntemi. |
Kusturucular (emetikler)
Organizmaya zarar vermeden kusmayı uyaran ilaçlara verilen ad. |
Koltukaltı
Kol ile gövde arasında yer alan anatomik boşluk. |
Koltukaltı bölgesi
Göğüsle üstkol arasında yer alan, koltukaltının(*) tabanını oluşturan anatomik bölge. |
Kolumella
İçkulakta bulunan koni biçiminde kemiksi yapı. |
Kuvöz
Bir yatak ile üzerini örten saydam kapaktan oluşan, iç ortamının ısı ve nemini sabit tutan, hava ve oksijen akımını düzenleyen bir sistemi bulunan aygıt. |
Kolun kas-deri siniri (nervus musculocutaneous)
Kol sinir ağının (brakiyal pleksüs) son dalından kaynaklanan ve kol kasları İle kol derisinin uyarılarım sağlayan sinir. |
Kolüri
İdrarda safra bulunması. |
Koma
Bir hastalık ya da kaza sonucu ortaya çıkan derin bilinçsizlik durumu. |
Komedon
Bir deri keseciğinin ucunun tıkanması sonucunda kesecik içindeki epitel hücrelerinin pul pul dökülmesiyle ve yağ birikimiyle oluşan kütle. |
Komissür
Özellikle merkez sinir sistemi anatomisinde, bu sistemin simetrik bölümlerini birleştiren yapıların ortak adı |
Komissürotomi
Doğal koşullar ya da iltihaplı hastalıklar sonucunda kalp kapakçıklarının kenarları birbirine yapıştığında ve normal kan akışı engellendiğinde uygulanan cerrahi girişim. |
Kellik (alopesi)
Doğumsal ya da edinilmiş nedenlerle saçların ya da kılların olmaması (dökülmesi) hali. |
Kompleks
Kişinin davranışlarını etkileyen, bir Ölçüde ya da tümüyle bilinçdışı, kendi aralarında birbirine bağlı, duygusal yönü güçlü düşünce ve tutumlar bütünü. |
Keloid
Eski bir kesi veya ameliyat yerinde aşırı nedbe dokusu oluşmasıdır. |
Kompleks bölgesel ağrı sendromu
Başlıca özelliği yanıcı nitelikte ısrarlı ağrıdır; hafif şekilleri oldukça sıktır - daha şiddetli formları sakatlayıcı olabilir ve tedavisi daha zordur |
Liposarkom
Az ya da çok farklılaşmış ve atipik yağ dokusu hücrelerinden oluşan kötü huylu tümör. |
Liposuction
Liposuction (yağ alma ameliyatı) hakkında en fazla yanlış bilginin dolaştığı ameliyat. Bir yandan yağ alma (liposuction) ameliyatının insanları öldürdüğüne, sağ kalanlarda da yağ almaya bağlı olarak eğri büğrü yerler kaldığına dair sağlam bir kanı var.
YAĞ ALMA AMELİYATI, LIPOPLASTY, LIPOSCULPTURE, LIPOSHAPING, LIPOSUCTION
Diğer yandan da liposculpture, liposhaping gibi isimler altında bambaşka bir ameliyat yapılıp harikalar yaratıldığı anlatılıyor. Hâlbuki sonuçta yapılan hep aynı işlem, yani Liposuction (yağ alma ameliyatı).
Nereden başlayalım ben de şaşırıyorum. Ama önce “lipo” ile başlayan her şey hakkındaki bildiklerinizi bir kenara koyun. En baştan özetlemeye çalışacağım:
LİPOSUCTİON (YAĞ ALMA AMELİYATI) NEDİR?
Liposuction en büyüğü kurşun kalem kalınlığında içi boş borucuklar (kanüller) ile deri altındaki yağ dokusunun emilmesidir. Kanüller deriye birkaç milimetrelik kesiklerden sokulduğu için iz neredeyse hiç kalmıyor. Emme işlemini yapan da bu kanülün arkasındaki hortuma bağlı aspiratör denilen, iri bir elektrikli süpürge boyunda bir vakum alet. Daha az kullanılan bir teknikte makine olmadan büyük enjektörler ile ve el gücü ile kanüldeki yağın emilmesi. İki teknik arasında çok önemli bir fark yok, tamamen cerrahın kişisel tercihi diyebilirim.
Bu ameliyatta asıl amaç yağları almaktan çok yağların içinde depolandığı yağ hücrelerini almaktır. Bir insan ergenliğe ulaştıktan sonra vücudundaki yağ hücresi sayısı değişmez. Kilo alınırken de yağların nerede depolanacağı o bölgedeki yağ hücresi sayısına bağlıdır. Örneğin bir hanımın basenlerinde bir milyon yağ hücre varsa ve siz ameliyat ile bu sayıyı beş yüz bine indirebilirseniz ileride ne kadar kilo alırsa alsın bu hanımın yeniden basenleri olmayacaktır. Ameliyatın bu tarafını anlamak çok önemlidir.
Bir kaç teknik terimden de bahsedeceğim:
ULTRASONİC LİPOSUCTİON: Yağları almadan önce özel bir alete bağlı, liposuctionda kullandıklarımıza benzeyen bir borucuk ameliyat bölgesinde dolaştırılıyor ve bu borucuğun yaydığı ultrasonik titreşimler ile yağlar yumuşatılıyor. Daha sonra liposuction işlemi her zamanki gibi yapılıyor. Daha yumuşamış yağların alınması kolaylaşıyor. İlk zamanlarda bir mucize olarak görülmüştü ama şimdi gerekliliği tartışılıyor. Türkiye’de bu tekniği kullanabilen çok az kişi var (zaten alet sayısı da çok az) ve ben de bunlardan biriyim ama gitgide daha az kullanır oldum. Özetle illa ultrasonic liposuction talep etmenize gerek yok.
ISLAK TEKNİK YA DA TUMESCENT (TÜMESAN) TEKNİĞİ: Ameliyata başlamadan önce yağlar içlerine su ile verilerek şişiriliyor. Bu artık olmazsa olmaz olarak kabul edilen bir teknik. Benim bildiğim kadarı ile tumesan teknik kullanmayan plastik cerrah kalmadı. Bu sıvı içerisinde kanamayı durduran (adrenalin), ağrıyı kesen lokal anestetikler (lidocain) gibi ilaçlar var.
NE FARKLARI VAR??? LIPOPLASTY – LIPOSCULPTURE – LIPOSHAPING – LIPOSUCTION...
Sizi şaşırtmak istemem ama aslında hiç bir farkları yok. Alınan yağların bir kısmının yağ enjeksiyonu metodu ile başka yerlere geri verilmesinin de işin içine girdiği varsayılarak bu isimler üretildi. Bu isimler bilimsel olmaktan çok ticari. Yapılan işlem hepsinde aynı: yağları almak.
LIPOSUCTION KİMLER İÇİN UYGUN?
Bu ameliyatta amaç belli yerlerde toplanan ve ne kadar rejim, spor yapılırsa yapılsın verilemeyen yağları almak. En tipik örnek hanımların kalçalarının alt – yanlarında biriken basenler. Yapısal bir yağlanma şekli olan bu basen yağları ne kadar kilo verilirse verilsin inatla erimez. Liposuction bu tür fazlalıkları almak için ideal bir çözüm.
Aşırı kilolu insanların bu ameliyat ile zayıflamalarını beklemek ise çok gerçekçi değil. Liposuction ile bir miktar yağ alınabilir ama gerçekten şişman insanın zayıflatılmasını beklemek gerçekçi olmaz.
Bir konuya daha değinmek gerekiyor. Liposuction sadece yağları alan bir teknik. Dolayısı ile yüzeydeki deriye çok az etki ediyor. Yağların oluşturduğu gerginlik azalınca derinin kendi kendine gerginleşerek yeniden şekillenmesi gerekiyor. Eğer deri elastik yapısını kaybetmişse yağlar alındıktan sonra sarkması çok kötü bir görüntüye sebep olabilir. Örneğin üç doğumdan sonra karnınızın altında sarkıklık ve derin çatlaklar oluştuysa liposcution sonrası bu bölgenin içi boşalmış bir halde sarkması neredeyse kesin.
Özetle bu ameliyat cildinde çatlak, sarkma gibi problemler olmayanlar için uygun.
En iyi sonuç alınan hastalar genellikle en fazla bir doğum yapmış, en fazla orta yaşlarda, aşırı kiloları olmayan hanımlar ya da belindeki “simitten” kurtulmak isteyen normale yakın kilolu erkekler.
LIPOSUCTION HANGİ BÖLGELER İÇİN UYGUN?
Her yerden yağ alınabilir. Ama belli yerler bu ameliyat için çok uygun iken bazı yerlerde aksine hiç uygun değiller.
EN UYGUN YERLER:
• Erkeklerde en uygun bölge bel çevresi ve karın, yani “simit”, “love handle” gibi isimler takılan yerler. Boyun altı (gıdı).
• Kadınlarda yine karın ve bel, kalçalar, basenler, diz içleri ve bacakların iç ve üst kısımları, ayak bilekleri, yine boyun altı (gıdı), kol altları, sırt.
UYGUN OLMAYAN YERLER:
Bacakların ön yüzü ve kalçaların alt kısımları. Buradan biraz fazla yağ alınırsa çökmeler olması çok olası. Mümkünse almamakta fayda var.
ERKEKLER İÇİN LIPOSUCTION
Türkiye’de erkekler artan bir şekilde estetik cerrahi yaptırıyorlar. Bütün erkek kuaförlerinde pedikür yapıldığını düşünürseniz buna da şaşmamak gerek (kadın erkek eşitliğini hep tek taraflı düşünmemek lazım). Türk erkeklerinin en sık yaptırdıkları estetik ameliyat burun ameliyatı. İkinci sırada da liposuction geliyor.
Erkeklere yapılan liposuction kadınlarınkinden biraz farklı. Bir kere erkeklerin yağlanma bölgeleri sadece göbek deliği etrafı, karın ve her iki yanda bel bölgesiyle sınırlı. Bu yağların altında, en zayıf erkekte bile hatırı sayılır bir karın kası kütlesi var. Dolayısı ile bu ameliyatta amaç göbek bölgesindeki yağların mümkün olan en çoğunu almak. Kadınlarda bütün yağları almak çok erkeksi ve kaslı bir görüntü yaratabileceği için genellikle daha az yağ alınıyor.
Bu ameliyat için ideal erkek tipi spor yapan ama düzensiz ve yüksek kalorili beslenen, kilosu normalin biraz üzerinde erkekler. Erkek derisinin kendini toparlama yeteneği de çok iyi olduğu için bu hastaların bel “simitlerini” tamamen almak mümkün.
Amaç kasları ortaya çıkarmaktır. Deri altı yağ dokusu inceldikçe orta hatta duran ve “baklava baklava” gözüken kasları ortaya çıkarmak mümkün.
AMELİYAT İÇİN EN DOĞRU ZAMAN
Rejim ile kilo veriyorsanız bu ameliyatı kilo vermeyi bitirdiğiniz zaman erteleyin. Bunun tek istinası rejimi sırasında daha fazla kilo veremediğinizi hissederseniz olabilir. Rejim yapan insanların ne büyük sorunu motivasyonlarını kaybetmek oluyor. Bu durunda ameliyat biraz öne çekilebilir. Veremediğiniz yağların azaldığını ve vücut şeklinizin değiştiğini görünce yeniden motive olabilirsiniz. Ama önce ameliyat olayım ve motive olayım diye düşünmeyin.
Benim tecrübem, ameliyat öncesinde hiç kilo vermeyen hastalar ameliyattan sonrada kilo vermiyorlar ve sadece ameliyatla kurtuldukları yağlara razı oluyorlar. Ama kendisi kilo veren hastalarım ameliyat sonrasında bu çabalarına devam ediyor.
Anneler için ideal zaman birinci yılın sonu. Bu sürede hem anne verebileceği kiloları vermiş oluyor hem de sarkıklığın ve çatlakların derecesi tam olarak ortaya çıkıyor.
Bu ameliyat daha sonraki hamilelikler için bir problem de teşkil etmiyor ama çok yakın bir tarihte yeni bir gebelik planlanıyorsa bu ameliyatı ertelemekte fayda var. Yeni bir hamilelikte yeni deformasyonlar ve kilolar oluşacağını göz önüne almak ve tedaviyi ikinci hamilelikten sonraya bırakmak daha doğru.
AMELİYATTAN ÖNCE VE SONRA EK BİR TEDAVİ GEREKİYOR MU?
Gerekli demek doğru olmaz ama ameliyat öncesi ve sonrası lenf drenajını hızlandıran “endomoloji” tedavileri, örneğin lenf drenaj masajı ya da LPG çok faydalı oluyor. Hastaların ameliyat sonrası kendi kendilerine bir masaj yapmaları bile alınan sonuçları ve iyileşme hızını etkiliyor.
KOMPLİKASYONLAR VE ÇIKABİLECEK SORUNLAR
Her ameliyatta olduğu gibi bu ameliyat için de korkulan komplikasyonların başında, kanama ve enfeksiyon var.
Bu tür ameliyatlarda ciddi bir kanama olması olasılığı yok ama morarma şeklinde basit hematomlar görülebilir.
Ameliyattan sonra beşinci gün civarında oluşan kızarıklık, ateş ve şişlik enfeksiyon habercisi olabilir. Çözüm enfeksiyonun temizlenmesi ve tabii antibiyotik tedavisi olacaktır.
Cilt kaybı, yine nadir olmasına rağmen görülebilecek komplikasyonlar arasındadır. Daha çok aynı bölgeye ikinci kez ve çok kapsamlı bir liposuction yapıldığında görülebilir. Tek bir sigara bile bu olasılığı arttıracaktır. Sakın bir şey olmaz diye sigaraya başlamayın. Her ameliyattan sonraki ilk iki haftanın kritik olduğunu unutmayın.
Ameliyatta kullanılan ilaçlarının dozlarının da iyi hesaplanması gerekiyor. Tumesan sıvısı yüksek miktarda lokal anestetikler içerdiği için belli doz miktarlarına çok dikkat edilmesi gerekli. Doz aşımında bazı nörolojik bulgular ortaya çıkabilir.
Amboli de, her ne kadar düşük bir olasılık olduğunu yukarıda uzun uzun anlattıysam da ihtimal dahilindedir.
Asimetri ve yüzeyde oluşabilecek düzensizlikler ve eğrilikler bu ameliyattan sonra karşılaşılabileceğiniz sorunlar arasında. Ciddi asimetrilerde bir rötuş ameliyatı gerekebilir. Eğer yüzeyde bir düzensizlik yoksa simetriyi sağlamak çok kolay olur. Ama düzensizlikler varsa ve özellikle belli yerlerde ciddi çökmeler varsa bunları düzeltmek her zaman mümkün değil. Çökük yerlere yeniden yağ vermek, yüksek kalan yerleri doldurmak ve bütün ameliyat bölgesini eşitlemek gerekiyor ki bu da çok emek isteyen bir iş.
Yağ alınan bölgelerde hissizlik olması beklenen bir gelişmedir ve bunu bir komplikasyon olarak kabul etmemek gerekir. Bu his kayıpları ilk aylarda büyük oranda geçer. Ama bazı yerlerde 9 aya kadar devam edebilir. Kalıcı his kaybı çok nadirdir.
İPUÇLARI:
• Ameliyatı lokal anestezi ile olun ve doktorunuza ameliyat sırasında eğer gerekiyorsa ayağa kalkabileceğinizi söyleyin. Ameliyat sonunda ayakta kontrol ve son rötuşları yapmak elde edilecek sonucu çok etkileyebilir. Bu cesareti gösterin.
• Liposuction yeni teknikler ile artık riskli bir ameliyat kabul edilmiyor. 30 sene önceki ilk tekniklerden kaynaklanan felaket hikayelerine pek rağbet etmeyin. Bu en risksiz ameliyatlardan biridir.
• Bu ameliyatta amaç yağları değil yağ hücrelerini almak. Böylece o bölgede ileride de yağlanma oluşması önlenebiliyor.
• Ameliyattan sonra lenf drenaj masajı şişliklerinizin azalmasında çok etkili olur ve sizi çok rahatlatır.
SIK SORULAN SORULAR ve LIPOSUCTION HAKKINDA DOĞRU BİLİNEN YANLIŞLAR:
Liposuction hakkında en fazla hurafe ve efsane uydurulan ameliyat. Bu ameliyat ne ölüm riskleri içeren bir çılgınlık, nede sizi bütün yağlarınızdan arındırabilecek bir mucize.
İşte ortalıkta sıkça duyabileceğiniz yanlışlar:
Ben en sık duyduklarımdan bazılarını sıralayacağım:
• “yağ alına yerler girintili çıkıntılı, eğri büğrü oluyormuş”:
Normal şartlarda böyle bir şey olmaması gerek. Oluşan çöküklükler tamamen teknik hata. Ameliyattan sonra o bölgenin hiç ameliyat olmamış kadar düz olması gerekiyor.
• “daha sonra alınan kilolar vücudun başka yerlerine mi birikiyor?”
Hayır. Metabolizmayı bir bakkal defteri gibi düşünmeyin. Alınan kaloriler ya yakılacak ya da depolanacak değiller. Vücut ne kadar deposu, yani yağ hücresi varsa o kadar yağlanma eğilimindedir. Tersi olsaydı aynı miktar yiyen herkes aynı kiloda olurdu. İnsanları metabolizmaları ve yağ dağılımları çok değişkendir ve liposuctionda iyi yönde metabolizmayı etkiler. Kısaca liposuction sonrasında daha az şişmanlarsınız ve yağ dağılımınız bozulmaz.
• “televizyonda bir liposuction gördüm o sopa gibi şeyi sokup çıkarıyorlardı, hasta sallanıyordu, aman dedim”
Televizyonda hangi ameliyatı seyretseniz aman dersiniz. Bu olabilecekler içerisinde en küçük ameliyatlardan biri.
• “ölenler oluyormuş, gazetelerde çıkıyor, doğru mu?”
Her ameliyatın riski vardır. Ama liposuction bunlar içerisinde en risksiz olanlardan biri. İlk liposuction yapılmaya başlandığı yıllarda, 30 – 40 sene önce, tumesan tekniği bilinmiyordu. Yağlar alınırken ciddi kanamalar olabiliyordu ve yağ ambolisi denilen, parçalanmış yağların damarlar içerisinde birikmesi olarak tarif edebileceğim ciddi komplikasyonlar görülüyordu. Üstelik bu hastaların ameliyat bölgeleri morarıyor ve bu morluklar aylarca geçmiyordu. O yıllardan kalan bu kötü “repütasyon” hala devam ediyor. Tumesan tekniği ile bu tür sorunlar artık neredeyse hiç yaşanmıyor. Gazetelerde çıkan haberler her seferinde eğitimi olmayan insanların yaptığı ameliyatlar. Eğer doktorunuzun bu konuda bir eğitimi ve tecrübesi varsa ciddi bir komplikasyon ortaya çıkması gerçekten çok küçük bir olasılık.
• Bu ameliyatı mutlaka bir plastik cerrah mı yapmalı?
Böyle bir zorunluluk olduğunu düşünmüyorum. Yasal olarak her operatör bu ameliyatı yapabilir. Ama pratisyen hekimlerin kesinlikle yapmaması gerekiyor.
• Daha önce liposuction oldum ve cildimde çöküklükler oluştu. Bunlar giderilebilir mi?
Evet giderilebilir. Ama düzeltme ameliyatlarında amaç sizi güzelleştirmekten çok bu deformiteyi düzeltmek olabilir. Her şeyin bir anda düzeltilmesini beklemeyin. Bu deformiteleri tamamen düzeltmek bazen çok zor olur, ama daha iyi bir hale getirilebilir.
AMELİYATTA VE SONRASINDA SİZİ NELER BEKLER:
Ameliyat günü: Ameliyattan önce aynı gün ya da bir gün önce doktorunuzun bir çizim yapması gerekir. Genellikle bu çizim öncesinde ve sonrasında resim de çekilir. Resimlerin ameliyatın öncesini ve sonrasını karşılaştırmanın tek yolu olduğunu unutmayın.
Ameliyat genel anestezi ile yapılabildiği gibi lokal anestezi ile de yapılabilir. Lokal anestezi sırasında anestezi doktoru size “sedasyon” denilen ve sizin yarı uykuda olmanızı sağlayan ek bir anestezi verecektir. Sedasyon sayesinde hem kendinizi çok iyi hissedersiniz, hem ağrı duymazsınız hem de ameliyattan sonra birçok şeyi hatırlamazsınız.
Lokal anestezi ile ameliyat olmanın size ve doktorunuza birçok faydası olacaktır. Bir kere ameliyattan sonra bulantı gibi anesteziye bağlı bir sorun yaşamazsınız. Ameliyattan çıkar çıkmaz yemek yiyebilir su içebilirsiniz. Ameliyat sırasında da doktorunuz sizi hem ameliyat masasında istediği pozisyonda tutabilir hem de zaman zaman ayağa kaldırarak yer çekiminin etkisini tam olarak görebilir.
Kulağa çok zor gelse de bu ameliyatı lokal anestezi ile olmak zor değildir ve ameliyat sonucunu da çok iyi etkiler.
Ameliyat sonrası: Bu büyüklük ve zorluk olarak küçük bir ameliyattır. Ağrılı bir ameliyat demek doğru olmaz. Hastalar genellikle ilk 3–4 gün bir sızı hissederler ve oturup kalkarken bir ağrı duyarlar.
Ameliyattan sonra en az 2 gün istirahat şart. Bu dönemde çok fazla ayakta durmanız istenmiyor. Bunun nedeni de vücudun bir şekilde yağ alınan bölgeleri yeniden vücut sıvıları ile doldurma eğiliminde olması. Çok ayakta kalırsanız deri altında sıvı birikebilir ve bu iyileşmenizi geciktirir.
Ameliyat sonrası aynı gün taburcu olabilirsiniz. İşinize 4 gün sonra dönebilirsiniz. Ağrı için ağızdan alınacak basit bir ağrı kesici ameliyat sonrası yeterli olacaktır. Bu ameliyat sonrasında ciddi bir morarma ya da ve şişlik beklenmez.
Çalışıyorsanız bu ameliyat için bir hafta sonu ve en az iki gün izin almanızı öneririm.
Ameliyat sonrası doktorunuz korsenizi ameliyathanede giydirecek. Korse genellikle ikinci günde çıkarılır ve ilk pansumandan sonra yıkanmaya başlayabilirsiniz. Her seferinde korsenizi çıkaracak, duşunuz alacak ve en geç 5 dakika sonra yeniden giyeceksiniz. Daha uzun korsesiz gezmeniz ilk hafta yasak. Korsenizi gece gündüz ilk üç hafta takmanız gerekiyor. Her doktor korseyi değişik sürelerde kullandırıyor ama üç hafta zannediyorum herkesin minimumu.
İlk defa korsenizi çıkardığınızda cildinizi morarmış ve sarkmış göreceksiniz. Sakın endişe etmeyin. Morluklar, eğer varsa, bir haftada geçer ve cildiniz bir kaç haftada esnekliğin kazanarak yeni şekle adapte olur.
Ameliyattan sonra sonucu görmek için acele etmeyin. İlk şişlikler ile bir kaç hafta hem daha ağır hem daha geniş bedenli olabilirsiniz. İlk ayın sonunda inceldiğinizi ve hafiflediğinizi göreceksiniz.
Yağ alınan bölgelerde his kaybınız mutlaka olacaktır. Bunlar büyük oranda ilk aylarda, bazıları 9. ay civarında geçecek. His kayıplarının kalıcı olması çok nadir olur.
AMELİYATIN KARNESİ:
Anestezi şekli: Lokal (+ Sedasyon) ya da genel anestezi.
Ameliyat öncesi hazırlık: İdeal olan 10 seans kadar lenf drenaj masajı, ya da endomoloji
Ameliyat nerede yapılmalı: Bir hastane ameliyathanesinde.
Ameliyat süresi: Tamamen alınacak miktara bağlı, yarım saat ile 6 saat arasında.
Hastanede yatış süresi: Genellikle gerekli değil.
Ameliyat sonrası ağrı – sıkıntı: Dört gün kadar hafif sızlama. Ağızdan alınan basit ağrı kesiciler yeterli olur.
Şişme, morarma: 3-6 gün arasında, hafif - orta derecede.
Pansuman: İkinci gün tamamen çıkarılıyor ve yıkanabiliyorsunuz.
Korse: 3 hafta.
Dikişler: Kanüllerin girdiği, genellikle 5-6 yerde birer dikiş bir hafta sonra alınıyor.
Ne zaman işe dönülebilir: Genellikle 4. gün.
Spor: 2 hafta sonra uzun yürüyüşler, 3 hafta sonra koşuya ve diğer sporlara başlanabilir. Basket, box gibi kompetitif ve vücut vücuda yapılan sporlar için 6 hafta beklemek gerekiyor.
Son şekil: Ameliyat sonrasında oluşan sertlikler ve şişliklerin büyük kısmı 2. ayda azalır. Ama tam sonucun alınması 6 -9 ay civarında olur.
|
Lenf dokusu
Ağsı ve kollajenimsi liflerden örülmüş ve lenfositleri içeren doku. |
Lipotimi
Beyin dolaşımında geçici ve kısa süreli, hafif bir yetersizlik sonrasında ortaya çıkan belirtilerin tümü. |
Lipozom
Bir madde değil, bir taşıyıcı sistemdir; bazı maddeleri tutup, cilt tarafından emildikten sonra cilde geçirebilme özelliği vardır. |
Listeria monocytogenes
Evcil ve vahşi hayvanlarda, doğal olarak oldukça yaygın biçimde bulunan Gram-pozitif mikroorganizma; listeri-yoz olarak bilinen enfeksiyon hastalığının etkenidir, în-sanın nasıl enfekte olduğu tam olarak aydınlatılmış değildir. |
Laboratuvar analizleri
Biyokimya, hücrebilim, histoloji, bakteriyoloji alanında serumla ilgili olarak yapılan incelemeler. |
Litotomi
Boş bir anatomik oluşumdaki bir taşı çıkarmak için başvurulan cerrahi girişim. |
Lagoftalmi
Göz kapaklarındaki bozukluk nedeniyle gözlerin tam kapanmaması hali. |
Litotripsi
Taşlann kansız olarak parçalanması yoluyla gerçekleştirilen cerrahi girişim |
Lagoftalmus
göz kapaklarının defektif kapanması |
Lenfanjiyom
Bağdoku stromasıyla çevrili ve endotelle düzgün biçimde örtülü, çeşitli çaplardaki lenf damarlanndan çıkan iyi huylu tümör. |
Lenfanjiyoplasti
Çeşitli hastalıklardan Ötürü sürekliliğini yitirmiş lenf damarlanna sürekliliği yeniden kazandırmak amacıyla uygulanan cerrahi girişim. |
Lityum dozajı
Ruhsal çöküntü (depresyon) tedavisinde yaygın olarak kullanılan bir ilaç olan lityum karbonatla tedavi edilen bireylerde uygulanan bir İnceleme. |
Livedo
Toplardamar dolaşımı bozukluklarına bağlı olarak gelişen deri hastalığı. |
Laktasyon
Annenin süt verme devresi. |
Laktatdehidrojenaz (ldh)
Kalp, karaciğer, böbrek ve kaslar gibi birçok organda laktattan pirüvik asİte geçişi katalize eden enzim. |
Lenfoblast
Lenfositlerin öncülü olan, henüz olgunlaşmamış kök hücre. |
Lizozim
Serumda, tükürükte, gözyaşında ve burun mukozasında bulunan enzim. |
Laktatdehidrojenaz izoenzünler
LDH enziminin elektroforezi ile elde edilen enzimler. |
Lenfoepitelyom
Burun-yutakta, bademciklerde, dil tabanında, yutağın alt kısmında ortaya çıkan bir grup kötü huylu tümörü tanımlayan terim. |
Lmmünnoglobulin e (ıge)
Normalde insanlarda çok az miktarlarda bulunan bir antikor. Klasik alerjik tepkilerden sorumlu tek antikor. |
Lenfografi
Damar boşluğuna kontrast madde verilerek lenf düğümleri ve lenf damarlarının görüntülenmesi ilkesine dayalı araştırma yöntemi. |
Lob
Bir organın, birbirinden yarık, oluk ya da bölmelerle ayrılmış yuvarlağımsı parçalarını tanımlamakta kullanılan anatomi terimi. |
Lenfogranülom
Lenf düğümleri içinde granülomatoz doku varlığıyla ortaya çıkan hastalık sureci. |
Lobektomi
Bir akciğer lobunun alınmasını kapsayan cerrahi girişim. |
Laktodiyagnoz
Mikropların memedeki salgı bezlerine yerleştiği bazı enfeksiyonlarda (örneğin Malta humması) tanının kesinleşmesi için kullanılan yöntem. |
Lenfokin
Özel bir akyuvar tipi olan lenfositlerin ürettiği bir madde, immün sistemdeki diğer hücreler üzerinde etkisi vardır. Ayrıca bkz. Sitokin, interlökin |
Lober Pnömoni
Pnömokok adı verilen mikropların neden olduğu had akciğer iltihabıdır. Mikroplu tozlar, fazla yorgunluk, soğuk algınlığı veya uzun süre güneşte kalmak hastalığın zeminini hazırlar. Hastalık ani baş ağrısı, titreme, kusma ve sırt ağrıları ile başlar. Ateş, 40 dereceye kadar yükselir. Fakat 10. günden sonra düşmeye başlar. Öksürük, kısa sürelidir. Balgam, kanlı ve yapışkandır. Hastanın yüzü kızarmış, dudaklarının etrafı kabarmış, cildi kuru ve dili de paslıdır. Geceleri kriz gelebilir. |
Laktojenez
Meme bezlerinde süt yapımı. |
Lenfom
Lenf dokusu hücrelerinden kaynaklanan tümörleri tanımlayan genel terim. |
Lobit
Organın bir lobuna ya da büyük bir bölümüne yayılmış, akciğer iltihabı. |
Laktopoez
Emzirme dönemi boyunca meme bezinde süt salgısının sürmesi. |
Lenfoma
Lenf sisteminden köken alan habis bir hastalıktır. Lenfomalar öncelikle 2 gruba ayrılır. Hastaların az bir kısmı Hodgkin Hastalığı denilen lenfoma türüne sahiptir. Çoğunluk, Hodgkin dışı (Nonhodgkin) denilen lenfoma grubunda yer alır ve hastaya sadece lenfoma deniliyorsa genellikle bu grup kastedilmektedir.
Belirtiler
En sık görülen belirti boyun, koltuk altı ve kasık bölgelerindeki lenf bezelerinin ağrısız şişerek ele gelmesidir. Hastalarda diğer bulunabilen belirtiler ise söyledir; sebebi tam açıklanamayan ateş, kilo kaybı, gece terlemesi, halsizlik, ciltte kaşıntı.... Bu şikayetler, grip gibi başka hastalıkların seyrinde de görülebilir. Bu nedenle bu tür bulguları olan hastalarda lenfoma teşhisini ancak doktor koyabilir.
Tanı
Lenfoma olasılığı düşünülen hastada kesin tanı konulabilmesi için büyüyen lenf bezinin tümünün çıkartılması ya da her hangi bir organda yerleşmiş ise parça alınması ilk işlemdir. Yapılan bu işleme biyopsi denir. Elde edilen dokuların patolog tarafından çeşitli işlemlere tabi tutularak mikroskop altında incelenmesiyle tanı konur. Hodgkin dışı lenfoma için çok farklı sınıflamalar vardır. Patolog tarafından hangi tipi olduğu tanı raporunda verilir. Bu tiplerin önemi; hangi tedavi seçeneğinin hasta için uygun olacağını göstermesidir. Doktor hangi tedavi seçeneğini uygulayacağına patoloji raporunda belirtilen tiplemeye göre karar verir.
Tedavi
Her lenfoma hastası için tedavi kendine özgündür. Çünkü hastalığın evresine, hücre tipine, hastanın yaşına, hastanın tedaviyi kaldırıp kaldıramayacağına ve lenfoma tipinin hızlı yada yavaş seyirli oluşuna göre doktor tedavinin şeklini ve verilecek ilaçları belirler. Hodgkin dışı lenfomanın tedavisi ilaçlarla (kemoterapi), ışın tedavisiyle (radyoterapi) veya ikisi birlikte olarak yapılmaktadır. Ayrıca hastadan kök hücre toplanarak yüksek doz kemoterapi sonrası bu kök hücreleri tekrar hastaya verme işlemi (yüksek doz kemoterapi ve otolog periferik kök hücre transplantasyonu), biyolojik ilaçlarlai ve cerrahi olarak da tedavi edilebilmektedir. Bazen yavaş seyirli lenfomalarda hastaya tedavi verilmez ve hasta belli aralarla doktor tarafından kontrol edilerek izlenir. Hastanın tedavisine karar veren uzmanlar tıbbi onkolog ve radyasyon onkoloğu olmaktadır.
Öneriler
Lenfoma ,diğer grup onkolojik hastalıklar içinde yaşamın uzatılması ve daha kaliteli yaşam sağlanması ve hastaların kurtarılmaları açısından daha fazla başarı elde edilmiş bir hastalıktır.Erken tanı hayat kurtarır. |
Lobotomi
Tam adıyla prefrontal lobotomi olarak bilinen cerrahi girişim; beynin alın (frontal) lobunun akmaddesindeki sinir lifleri kesilerek uygulanır. |
Laktoz
Sütte bulunan ve sütün buharlaşmasıyla kristal halde toplanan bir disakkarit.Süt şekeri. |
Lenfopeni
Çevrel kan dolaşımında lenfositlerin azalması. Pek sık görülmeyen bir bozukluktur. |
Lobül
Bir organın birincil anatomik ve fizyolojik birimi kabul edilen en küçük işlevsel yapısını belirten anatomik terim. |
Laktozun
İdrarda anormal miktarda laktoz bulunması. |
Lenforaji
Lenf sıvısının, lenf kanalı sisteminden dışan çıkması. |
Logopedi
Konuşma kusurlarının düzeltilmesi İle ilgili bilim dalı. |
Lenfosarkom
Az farklılaşmış ve atİpik hücrelerden oluşmuş tümörleri tanımlayan, ama günümüzde pek kullanılmayan terim (bak. lenfom). |
Logore
Konuşmanın hızlanması; genellikle düşünce akımının hızlanması ile birlikte görülür. |
Lenfosit
Bir akyuvar tipi, B hücreleri ve T hücreleri bu sınıfta bulunur. |
Loğusa humması
Bazı loğusalarda görülen ciddi bir hastalıktır. Halk arasında albastı denir. Nedeni, üreme organı yollarında iltihaplanma, doğum esnasında temizliğe yeteri kadar önem verilmemesi veya idrar yollarının iltihaplanması olabilir.Doğumdan 3 veya 7 gün sonra ateş yükselir. Karnın alt bölümünde yumuşaklık hissedilir. Akıntı fazlalaşır ve loğusa genel bitkinlikten şikayet eder. Doktora başvurmak gerekir. |
Lenfositler
Bağışıklık sisteminin en önemli akyuvarları. |
Loğusa Humması
Bazı loğusalarda görülen ciddi bir hastalıktır. Halk arasında albastı denir. Nedeni, üreme organı yollarında iltihaplanma, doğum esnasında temizliğe yeteri kadar önem verilmemesi veya idrar yollarının iltihaplanması olabilir.
Doğumdan 3 veya 7 gün sonra ateş yükselir. Karnın alt bölümünde yumuşaklık hissedilir. Akıntı fazlalaşır ve loğusa genel bitkinlikten şikayet eder. Doktora başvurmak gerekir. |
Lenfositlere karşı serum
antilenfositer serum |
Loğusalık
Doğumdan sonraki 30-40 günlük zaman dilimini belirten terim; âdet kanamalarının başlamasıyla sona erer |
Lenfositom
Olgun lenfositlere benzeyen, çok iyi farklılaşmış hücrelerden oluşan lenf dokusu tümörlerini tanımlayan, ama günümüzde pek kullanılmayan terim (bak. lenfom). |
Loj (bölme)
Kas, zar, kemik ya da seröz duvarlar ile sınırlı ve dış ortamla bağlantılı olmayan bir vücut boşluğunu belirten anatomik terim, içinde çeşitli oluşumlar (parotis loju, prostat loju) yer alabilir. |
Lenfositopoez (lenfopoez)
Lenf dokusunun gelişimini ve lenfositlerin oluşumunu |
Laminektomi
Omurlann arka laminalarının cerrahi girişimle çıkarılması. |
Lenfositoz
Çevrel kan dolaşımında lenfositlerin artmasıyla nitelenen durum. |
Lokalize
Belirli bir alanla sınırlı. |
Lenfödem
Vücudun bir bölümündeki dokularda lenf sıvısı birikimi ile nitelenen hastalık. |
Lokomotor sistem
Vücudumuzun hareket etmemizi sağlayan kısımları. Kemikler, eklemler, kaslar ve diğer bağ dokusu yapılarını içerir. |
Lokus
Kromozomların üzerlerinde genlerin bulunduğu özel yerler. |
Lanolin
Koyunların yağ bezlerinden elde edilen bir maddedir. Bazı bünyelerde alerji yaratabilir ancak kuru cilt için çok iyi bir yumuşatıcı olarak kabul edilir. |
Lentigo
Derinin pigmentli lezyonu. |
Lanolin alkol
Alerjiye saf lanolinden daha az neden olduğu sanılan ve lanolinden elde edilen bir yumuşatıcı. |
Lentikon
Göz merceğinin yüzeylerinden birinde (genellikle arka yüzeyde) biçim bozulduğuyla beliren doğumsal oluşum kusuru. |
Lomber ponksiyon
Bel suyunun incelenmesi veya ilaç verilmesi amacıyla yapılan, belden özel iğnelerle girilerek uygulanan tanı / tedavi yöntemi. |
Leprom
Cüzamın iki klinik biçiminden birinde hastanın derisinde (özellikle yüz ve kulak kepçesinde) oluşan tek ya da birden çok yumru. |
Longitip
Yapısal morfolojik tiplerden bîri. |
Leptomeninks
Merkez sinir sistemini saran zarlardan İkisini, incezar (pia mater) ile örümceksizan (araknoit) belirten terim. Bak. meninksler. |
Lop
Beyin, karaciğer gibi organların parçaları bölümleri. |
Laparatomi
Teşhis amaçlı veya ameliyat için karın boşluğunun açılması. |
Leptospira
Treponemataceae familyasından mikroorganizma cinsi. 5-15 p, uzunluğunda, ince ve çok sayıda sarmallı, hareketli bakterilerdir. |
Lordoz
Omurganın alt kısmının öne doğru bombeleşmesi. |
Laparoplasti
Karın duvarının çeşitli hastalıkları sonucunda (fıtık, karnın boydan boya kesilmesi, yaralanmalar, iltihaplanma, tümör vb) yıkıma uğraması durumunda kann duvarının anatomik bütünlüğünün yeniden sağlanması amacıyla uygulanan cerrahi girişim. |
Leptoten
Mayoz bölünme profazında görülen ve kromatin maddesinin ince iplikler halinde ortaya çıktığı erken evre. |
Losyon
Deri yoluyla kullanım için üretilen sıvı ilaç-kozmetik türü. |
Laparoskopi
Ucunda kamera olan, laparoskop denilen aletle karın boşluğunun endoskopik incelenmesi. |
Leratoloji
Oluşum bozukluklarının nedenlerini ve ortaya çıkma mekanizmaları araştıran tıp dalı. |
Loşi
Doğumu izleyen loğusalık döneminde ortaya çıkan süreç. |
Laparotomi
Kann içinde yer alan organlara ulaşmak amacıyla karnın cerrahi olarak açılması. |
Leratom
Kaynaklandığı dokudan farklı yapıdaki çeşitli doku tiplerinin (örtücü ya da salgıbezi epiteli, kas, kemik, kıkırdak dokusu) karışımından oluşmuş, sınırlan düzensiz tümör. |
Lökemoit
Kanda olgunlaşmamış hücrelerin görüldüğü, lösemi dışındaki durumlara verilen ad |
Lökodistrofi
Akmaddede dejeneratif değişikliklerle beliren bazı merkez sinir sistemi hastalıklarını belirten terim. |
Larengoskop
Bogazın muayenesine yarayan aynalı ışıklı alet. |
Lökom
korneada koyu opasite |
Larengoskopi
Gırtlağın içinin larengoskop ile muayenesi. |
Lökopeni
Dolaşan kanda akyuvar sayısının 5.000/mm3'ün altına düşmesiyle beliren patolojik durum. |
Larenjektomi
Gırtlağın bütünüyle çıkanldığı cerrahi girişim. |
Lökoplast
Bitki hücrelerinde yada bazı kamçılı tek hücrelilerde bulunan renksiz plastitler. |
Leydîgom
Erbezinde ender görülen bir tümör. |
Lökoplazi
Bir mukoza örtüsünde hastalığa bağlı değişiklik; pür-tüklü yüzeyli, iyice sınırlanmış ve düzensiz biçimli, beyaz renkli, bir ya da daha çok kabarık plağın mukozada ortaya çıkması ile ayırt edilir. |
Leyomiyom
iyi huylu düz kas tümörü. |
Lökore
Dölyolundan beyaz-san bir salgının geldiği patolojik olgu. |
Laringeal stridor (gırtlak hırıltısı)
özellikle soluk alma sırasında gürültülü (hırıltılı) solunumla nitelenen, Özel gırtlak hastalığı. |
Leyomiyosarkom
Kötü huylu düz kas tümörü. |
Lökori
(a.k.a beyaz pupil) pupilladan beyaz ışık reflesi alınması |
Laringofissür
Gırtlak boşluğuna girişi sağlayan cerrahi girişim. |
Lökosit
Beyaz kan hücreleri. |
Laringomalazi
Gırtlağın yumuşamasına yol açan kıkırdak dokusu bozukluğu. |
Lökosit formülü
Akyuvarları oluşturan nötrofil (organizmayı yabancı maddelere ve özellikle bakteri enfeksiyonlarına karşı koruyan kan hücreleri), |
Laringopleji (gırtlak felci)
Gırtlak kaslarının felci. |
Lezyon
Genel anlamda henüz tam olarak niteliği tespit edilmemiş bozukluk. |
Lökositopoez (lökopoez)
Akyuvarların (lökosit) oluşumunu sağlayan hücresel çoğalma ve ayrışma süreçlerinin bütünü. |
Laringosel
Gırtlak mukozasının iç ya da boynun yan dokulanna doğru kıvnlarak içi hava dolu bir cep oluşturması. |
Lökositoz
Dolaşan kanda akyuvar sayısının artması. |
Laringoskopi
Gırtlak boşluğunun gözlenmesini sağlayan tanıya yönelik araştırma yöntemi. |
Libido
Psikanalizde genellikle cinsel dürtüyle ilişkili içgüdüsel enerjiyi belirtmek için kullanılan kavram. |
Lökotrienler
Vücuttaki inflamatuvar ya da allerjik reaksiyonlarda rol alırlar. |
Laringospazm
Gırtlak kaslannda çoğalan kasılmanın görüldüğü gırtlak hareketleri bozukluğu. |
Lif kopması
Kas liflerinde bîr zorlamadan sonra ortaya çıkarak ani ve şiddetli ağnya yol açan kopma. |
Lösemi
Halk arasında kan kanseri denilir. Kandaki alyuvarların aşırı derecede çoğalması sonucu meydana gelir |
Laringostenoz
Ses ve solunum bozukluğuyla birlikte, gırtlağın daralması. |
Lifsi doku (fibröz doku)
Çok miktarda kollajen lif içeren bağdoku türü |
Lösemi
Halk arasında kan kanseri denilir. Kandaki alyuvarların aşırı derecede çoğalması sonucu meydana gelir. . |
Lösemit
Kan kanseri sırasında kanserli hücrelerin deride birikmesinden bağımsız olarak beliren deri lezyonlan. |
Lösin
İnsan, sıçan ve öteki memelilerde hiçbir koşulda bire-şimlenemeyen aminoasit. |
Las (lenfadenopati sendromu)
AİDS bağlantılı kompleks öncesinde görülen yaygın lenf bezi büyümesi. |
Ligneus konjonktiviti
(a.k.a odunsu konjonktivit) mukopolisakkarit bozukluğu ile kendini gözterir. |
Lth (luteotropin, luteotrop hormon, prolaktin)
Ön hipofizden salınan hormon; süt bezlerinin süt salgısını düzenler. |
Likenifikasyon
Üstderinin yerel olarak kalmlaşmasıyla beliren patolojik süreç. |
Lugol
Lenf bezlerinin verem hastalığının yerel tedavisi için, Fransız hekim J. G. Lugol tarafından ilk kez hazırlanan iyotlu çözelti. |
Laserasyon
Yırtılma, doku yırtılması. |
Lumbago
Sırtın aşağı kısmında hissedilen çok şiddetli ağrıya lumbago denir. Belirtileri çeşitlidir. Mesela, hasta otururken, bir yerden kalkarken, eğilerek bir iş yaparken sırt bölgesinde şiddetli ağrılar hisseder. Ağrı belirtili bir noktadan başlayıp, kasıklara ve kalçaya doğru yayılır.Hastalığın belirli bir nedeni olmamakla beraber, bağların ve kasların fazla gerilmesi, disk kayması veya bel kemiği ile kalça kemiği arasındaki eklemlerin fazla zorlanması nedenler arasında sayılabilir.Tedavinin ilk şartı istirahat etmektir. Ayrıca sırta sıcak su torbası koymak ve masaj yapmak da çok faydalıdır. |
L-askorbik asit
İyi bir antioksidan. |
Linoleik asit
Değişik yağ tiplerinde bulunan yağ asiti. |
Lumbago
Sırtın aşağı kısmında hissedilen çok şiddetli ağrıya lumbago denir. Belirtileri çeşitlidir. Mesela, hasta otururken, bir yerden kalkarken, eğilerek bir iş yaparken sırt bölgesinde şiddetli ağrılar hisseder.
Ağrı belirtili bir noktadan başlayıp, kasıklara ve kalçaya doğru yayılır. Hastalığın belirli bir nedeni olmamakla beraber, bağların ve kasların fazla gerilmesi, disk kayması veya bel kemiği ile kalça kemiği arasındaki eklemlerin fazla zorlanması nedenler arasında sayılabilir.
Tedavinin ilk şartı istirahat etmektir. Ayrıca sırta sıcak su torbası koymak ve masaj yapmak da çok faydalıdır. |
Lumbago (bel ağrısı)
Ortaya çıkmasına yol açan nedenden bağımsız olarak bel bölgesine yerleşen ağrıları belirten genel terim. |
Lavman opak
Bir tüp aracılığıyla kalınbağırsağa sulu baryum sülfat süspansiyonu vererek yapılan radyolojik görüntüleme yöntemi. |
Lumbalizasyon
Son göğüs omuru ya da ilk sağrı omurunda doğumsal oluşum bozukluğu. |
Lazer Epilasyon
Lazer epilasyon uygulamasının güvenilirliği ve tesiri, Amerikan gıda ve ilaç dairesi FDA (Food and Drug Association) tarafından 1997 yılında onaylanmıştır.
Lazer, kabaca tek dalga boyunda yoğunlaştırılmış ışık demektir. Belirli dalga boylarındaki lazer ışınları koyu renkli maddeler tarafından tutulmak suretiyle enerjilerini bu maddelere aktararak ısı enerjisine dönüşürler.Bu özellikten yararlanarak lazer ışığı tıpta 40 yıldır çeşitli alanlarda kullanılmaktadır. Lazer epilasyonda prensip, kıl folikülünde yerleşmiş bulunan melanin adı verilen renk maddesinin lazer ışığı tarafından tutularak ısıya dönüşmesini sağlamak daha sonra da ortaya çıkan bu ısı enerjisi ile kıl folikülünü tahrip etmektir. (Bu sırada ortaya çıkan ısı kıl kökü hücresini tahrip eder. Tüylerdeki melanin cilttekine göre daha konsantredir. Bu da cildin zarar görmesini önler. )
nbsp;
Lazer Epilasyonun Avantajları
nbsp; |
Lumbartroz
Omurganın bel-sağrı bölgesinde görülen artroza(*) verilen ad. |
Lipidoz
Lipit metabolizmasındaki doğumsal bozukluklar sonucunda doku ve organik sıvılarda lipit yapısındaki maddelerin aşın ölçüde biriktiği hastalıktan tanımlayan genel terim. |
Lipoaspirasyon
Vücudun belirli bölgelerinde derialtına sokulan bir ka-nül aracılığıyla fazla yağ dokusunun emilerek çıkarıldığı plastik cerrahi girişim. |
Lipofuskin
Sarı-kahverengİ ve granü! yapısındaki pigmentler. |
Lutein yapıcı hormon (lh)
Hipofizden salınan ve cinsiyete göre farklı etki gösteren hormon. |
Lipoliz
Vücutta depo edilmiş yağlann açlık ya da başka uyarıların etkisiyle parçalanması (bak. hidrolazlar). |
Luteinizan hormon
Hipofiz bezin ön lobundan sentezlenir. LH artması adet dönemi ortasında yumurtanın serbest kalmasını sağlamaktadır. |
Lipom
İyi huylu yağ dokusu tümörü. |
Luteinizasyon
Olgun yumurta serbest kaldıktan sonra yumurtalıktaki folikülde ortaya çıkan değişiklikler. |
Lipoprotein
Bİr ya da daha çok lipit molekülü ile birleşmiş bir aminoasit zincirinden oluşan birleşik (bağlanmış) protein. |
Luteom
Yumurtalıktan kaynaklanan ve ender görülen bir tümör. |
Lipoproteinemi
Kanda lipoproteinlerin bulunması. |
Lipoproteinlerin elektroforezi
Lipoproteinler, elektroforez(*) incelemesindeki göç etme hızlarına göre çeşitli alt gruplara ayrılır. |
Mekonyum
Yenidoğan bebeğin, yaşamın ilk günlerinde çıkardığı bağırsak içeriği. |
Mikrosapor
Bazı deniz bitkilerinde erkek üreme bölgeleri tarafından üretilen küçük eşey hücreleri.Mikrospor. |
Mikrosefali
Kafatasının boyutlarının normalden küçük olduğu olusum bozukluğu. |
Mikrositemi
Kan dolaşımında normalden küçük boyutlu alyuvarların çoğunlukta olması durumu. |
Mikrositom
Akciğerin son derece hızlı ilerleyen kötü huylu bir tümörü. |
Melankoli
Ağır depresyon durumu. |
Mikroti
Kulak kepçesinin normalden küçük olduğu doğumsal oluşum bozukluğu. |
Magnezyum askorbil palmitat
C Vitamininden elde edilir ve kuvvetli bir antioksidandır. |
Melanodertni
Deride melanin artışına bağh yaygın renk koyulaşması. |
Mikrovillus
Silindirik yada kübik epitel (örtü) hücrelerinin üst yüzeylerinde emme yüzeyini genişletmek için hücrenin sitoplazmasından dışarı doğru yaptığı uzantılardır. |
Melanofaj
Sitoplazmasmda melanin bulunan histiyosit kökenli bağdoku hücresi. |
Mikrozomi
Embriyonal gelişimin yetersiz olması. |
Melanom
Melanositlerin atipik çoğalmalanyla gelişen kötü huylu tümör. |
Melanosit
melanin içeren hücre |
Miksom
İyi huylu bağdoku tümörü. |
Makrodaktili
Parmakların aşın büyük olduğu doğumsal oluşum bozukluğu. |
Melanotropin
melanosit uyarıcı hormon |
Mikst bağ dokusu hastalığı
Mixed connective tissue disease (MCTD): Otoimmün hastalıkların birden fazlasının özelliklerini taşıyan ve çakışma sendromları"" olarak da bilinen tipleri. |
Makrodonti
Dişlerin aşın ölçüde büyük olması. |
Melanoz
Bİr dokuda genellikle sınırlı bir bölgede aşın.miktarda melanin birikmesine bağlı anormal renk artışı. |
Makrofaj
Kan dokusundaki monositlerden farklılaşarak oluşan, bağ dokusunda makrofaj, akciğerlerde alveolar makrofaj, merkezi sinir sisteminde mikroglia ve kemik dokusundaki osteoklastlarla aynı olduğu düşünülen, mikroorganizmaları fagosite edip yok eden bağ dokusu hücresi. |
Melatonin
Beyinde bulunan epifiz adlı küçük bir bezden salgılanan hormon. |
Makrogenitozomi
Vücudun ve ikincil eşey özelliklerinin erken gelişmesiyle birlikte cinsel organlann anormal gelişmesi. |
Makroglobülinemi
Başta IgM (bak. immünoglobülinler) olmak üzere serumda yüksek molekül ağırlıklı protein miktannın anormal ölçüde artması. |
Makroglosi
Dilin patolojik sayılabilecek biçimde büyümesi; genellikle dudaklar da birlikte büyür. |
Membran
Organ yada dokuları örten veya ayıran ince yumuşak tabaka. |
Mineralokortikoit hormon
Böbreküstü bezinin kabuk kısmından salgılanan ve öncelikle elektrolit metabolizmasını etkileyerek sodyumun vücutta tutulmasını, potasyumun da dışan atılmasını sağlayan steroit hormon |
Makropsi
Nesnelerin olduklanndan daha büyük boyutta algılandığı görme kusuru. |
Minimal letal doz
Belirli ağırlıktaki bir hayvana derialtı yoluyla uygulandığında belirli bir süre içinde ölüme yol açan en az zehir dozu. |
Makrosefali
Başın (beynin) normalden büyük olması. |
Mirengotomi (timpanotomi)
Ortakulak boşluğunda irinlenmeye yol açan ortakulak iltihapları sırasında biriken sıvının dışan akmasını sağlamak amacıyla kulak zanna ufak bir keşi yapılarak (timpan zan parasentezi) uygulanan küçük cerrahi girişim. |
Makrosit
Çapı 10-11 mikronu bulabilen alyuvarlar. |
Mirenjit
Ortakulağın öteki bölümlerine yayılmadan yalnızca timpan zarında görülen iltihabi süreç. |
Makroşeli
Bir ya da her iki dudağın bir bölümünün ya da tümtt-nün anormal biçimde büyümesi. |
Makrotia
Kulak kepçesinin önemli ölçüde büyük olduğu doğumsal biçim bozukluğu |
Meme termografisi
Memenin termograf denen son derece duyarlı bir aygıtla incelenmesi. |
Mitomani
Bazı kişilerde gerçeği değiştirmek, uydurmak, aldatmak biçiminde ortaya çıkan kalıcı hastalık. |
Makrozomi
Vücudun anormal gelişimi. |
Menadion
K vitamini bireşiminin bir türevi. Bak. vitaminler. |
Mitoz (karyokinez)
Hücrenin iki yavru hücreye dönüştüğü bölünme süreci. |
Mitoz inhibitörleri
Normalde dokularda bulunan ve mitoz(*) çoğalmayı engelleyen maddeleri tanımlayan terim. |
Maksillektomi
üst çene kemiğinin cerahi yolla çıkartılması |
Meningokok
Neisseria meningitidis adlı mikroorganizmanın daha yaygın bir biçimde kullanılan adı. |
Malabsorbsiyon
Emilimin bozuk oluşu. |
Meninjiyom
Beyin zarlanndan kaynaklanan tümör. |
Malabsorpsiyon
Sağlıksız beslenme ya da besinlerin sindirim ve dağılmında bozukluk sonucu ortaya çıkan yetersiz beslenme. |
Meninjizm
Oldukça tipik klinik bulgu ve belirtilerin varlığıyla belirlenen, menenjitlere Özgü akut sinirsel sendromlar. |
Miyelensefalon
Dölyatağındaki yaşamın beşinci haftasında ortaya çıkan beyin bölümü. |
Meninks
Organ yada dokuları örten veya ayıran ince yumuşak tabaka. |
Malakoplaki
Mukoza yüzeylerini, özellikle de idrar kesesi ve idrar yolları mukozasını ilgilendiren ender bir iltihap çeşidi. |
Miyelit
Omurilik İltihabı. |
Menisektomi
Menisküsün çıkarılmasına yönelik cerrahi girişim. |
Miyeloblast
Dolaşan kanda bulunan tanecikli akyuvarların (granü-lositler) geliştiği öncül hücreler. |
Miyelografi
Radyolojik olarak görünüm veren sıvı ya da gazın örümceksizar altı (subaraknoit) aralığa verilmesiyle uygulanan omurilik görüntüleme yöntemi. |
Miyelogram
Kemik iliğinde bulunan çeşitli kan yapıcı hücrelerin birbirlerine olan oranlarının yüzde olarak belirtildiği formül. |
Menometroraji
Kadın üreme organlarındaki kanama. |
Miyelokültür
Bir iğne aracılığıyla elde edilen, kemik İliğinin (genellikle göğüs kemiği) çeşitli kültür ortamlarına ekilmesiyle yapılan inceleme. |
Malfonksiyon
Her hangi bir organın yetersiz veya dengesiz görev yapması. |
Menopoz
Menopoz, kelime anlamı olarak son adet kanamasına verilen isimdir. Ortalama 45-55 yaşları arasında , düzensiz adet kanamaları ile başlayan ve adetin tamamen kesilmesiyle sona eren kadın hayatındaki doğal bir dönemdir.
Günümüzde gelişen tıp dünyasının insan hayatı üzerine olumlu etkileri ile kadın ömrü 80’li yaşlara yaklaşmaktadır. Dolayısıyla artan sayıdaki kadın günümüzde, yaşamının yaklaşık üçte birini postmenopoz (menopoz sonrası;adetsiz dönem)’da geçirmektedir.
Menopozal Belirtilerin Görülme Sıklığı
Menopoz dönemi, adet bozuklukları ve sonunda adetin tamamen kesilmesi dışında,başka bir belirti ve rahatsızlık hissetmeden geçirilebilir. Ancak bu kadınların oranı tüm menopozdaki kadınların sayısı ile karşılaştırıldığında, yalnızca %24 olarak bulunmuştur. Adet düzensizlikleri, yumurtalıklardaki hormon üretiminin azalmasına bağlıdır. Azalan hormon üretiminin ısı merkezlerini etkilemesiyle, adet düzensizliklerini takiben genellikle sıcak basması, gece terlemesi gibi rahatsızlıklar ortaya çıkmaktadır.
Kadından kadına değişmekle beraber bu menopozal geçiş 10-15 yılda tamamlanır ve genellikle 65 yaşında klimakterik belirtiler artık kaybolur. Aşağıdaki tabloda menopoz ile ilişkili başlıca belirtiler verilmektedir.
Menopoz Belirtileri
KLASİK BELİRTİLER
LOKAL BELİRTİLER
UZUN DÖNEM SONUÇLARI
Düzensiz Kanamalar
Cinsel Organ Hastalıkları
Kemik Kayıpları Osteoporoz
Sıcak Basmaları, Gece Terlemeleri, Çarpıntı
Ağrılı Cinsel İlişki
Osteoporotik Kırıklar
Baş, Eklem, Kas Ağrıları
İdrar Yolları Hastalıkları
Kalp Hastalıkları
Depresyon, Cinsel İsteksizlik
Cilt Kuruluğu
Alzheimer Hastalığı
Yukarıda sayılan ve yaşam kalitesini olumsuz etkileyebilecek belirtiler, kadınlık hormonları olarak adlandırılan Östrojen ve Progesteron’un yumurtalıklardan salgılanmalarındaki azalmalar ve takiben kesilmesiyle ortaya çıkmaktadır.
Uygun bir tedaviyle, eksik olan hormonlar yerine konduğunda yukarıda görülen belirti ve hastalıkların birçoğunun vereceği rahatsızlık en aza indirilebilir.
“Hormon Replasman Tedavisi (HRT)” olarak adlandırılan yerine koyma tedavisinde amaç; hormonal eksikliği gidererek, buna bağlı rahatsızlıkların ortaya çıkmasını önlemek, varolanların gerilemesini sağlamaktır.
Hormon Replasman Tedavisi
Kadın yaşamındaki, hormonal etkilerle oluşan dönemler yukarıdaki grafikteki gibidir. Hormon Replasman Tedavisi (Kısaca HRT olarak anılacaktır) Klimakterik dönemdeki (son adet öncesi ve sonrasını içine alan dönem) kadının düşük östrojen ve progesteron seviyelerini, belirtileri giderecek seviyelere getirmeyi amaçlayan bir yerine koyma tedavisidir.
HRT ‘nin ilk olarak tasarlanması 1930’lardadır. Ancak klinikte yoğun olarak kullanılması 1950’lerden itibarendir. Bugün kullanılan ürünlerin geliştirilmesi 70’li yılların sonlarında olmuştur.
HRT, östrojen ve progesteronların değişik kombinasyonlarda ve belirli yöntemlerle verilmesiyle uygulanmaktadır. HRT, oral (ağızdan alınan tabletler ile), transdermal (cilde yapıştırılan bantlar, sürülen jeller ile) veya lokal yol ile (vajinal krem, tablet ile) yapılabilmektedir.
HRT rejimleri aşağıda açıklanmıştır.
Yalnız Östrojen içeren HRT
Bu tedavi sabit dozda ve yalnızca östrojen içeren tabletlerin ağızdan alınması veya transdermal kullanılan ürünler ile uygulanmaktadır.
Ancak bu tedavi rahimi cerrahi yöntemler ile alınmış hastalar için geçerlidir. Yapılan çalışmaların sonuçları rahimi yerinde olan kadınların belirli bir süre yalnızca östrojen almasının rahim kanserine meyili artıran birtakım değişiklerle sonlandığını göstermiştir. Bu nedenle bu tedavi yöntemi rahimi alınan kadınlar için uygundur.
Kombine Östrojen ve Progesteron içeren HRT
Kombine tedavi klimakterik dönemdeki kadının yaşadığı belirtilere ve adet kanaması isteyip istememesine göre seçilebilir:
Siklik kombine (ardışık) tedavi: Tüm periyot boyu (28 gün) alınan sürekli östrojenin yanında belirli günlerde tedaviye progesteron eklenir. Progesteron içeren farklı renkteki tabletlerin bitmesini takiben aylık adet kanamaları oluşur. Doğal adet düzenine uygun aylık kanamaların görüldüğü bu tedavi şekli özellikle adetleri tamamen kesilmemiş, ancak düzensizlik yaşayan ve menopozal belirtileri olan Perimenopozal kadınlar için daha uygundur. Bu tedavi, adetleri tamamen sona ermiş kadınların yeniden adet görmelerini de sağlamaktadır.
Kesintisiz kombine tedavi: Sürekli ve kombine olarak verilen östrojen+ progesteron rahimde aylık kanamayı oluşturan yapıyı gerileterek kanamaların tamamen kesilmesini sağlar. 28 gün boyunca alınan ve içeriğinde dengeli miktarda östrojen ve progesteron içeren tabletler ile hem menopozal şikayetlerin engellenmesi hem de aylık kanamaların önlenmesi sağlanmaktadır.
Kesintisiz kombine rejimler kanamasız tedavi imkanı sunmasına rağmen, tedavinin başlangıcındaki ilk aylarda lekelenme veya lekelenmeyi aşan küçük kanamalar görülebilir. Kanamaların daha az miktarda olması için tedavinin, mutlaka son adet kanamasından en az 1 yıl sonra başlatılması gereklidir.
Son yıllarda üzerinde çok konuşulan ve yaygın olarak tercih edilen Düşük Doz HRT preparatlarının kullanımında da, tedavi uyumunu bozan bu istenmeyen etki büyük oranda azalmaktadır.
Lokal hormon tedavisi: Östrojen eksikliğinin vajende ve idrar yollarında oluşturduğu istenmeyen etkilerin (vajen duvarının incelmesi,vajende kuruluk,vajende veya idrar yollarında enfeksiyon) giderilmesi yada meydana gelmemesi için kullanılan krem, ovül, jel veya vajinal tablet formundaki preparatlardır .
HRT ile, menopoz sırasında ortaya çıkan kısa ve orta vadeli belirtilerin giderilmesinin yanında menopoz sonrası kadınlarda ortaya çıkma riski hızla artan Osteoporoz’un azaldığı, yapılan çalışmalarda ortaya konmuştur.
Menopoz ve Osteoporoz
Osteoporoz, iskelet sisteminin bir hastalığıdır. Kemik yoğunluğunun ve mineral içeriğinin azalmasıyla karakterizedir. İskelet sisteminin gücünün azalmasına bağlı olarak kırık riski hızla artmaktadır (Şekil 1-2). ABD’de yapılan bir araştırmada osteoporozun 25 milyon insanı etkilediği ve yılda 1.3 milyon kırık vakasının sebebi olduğu saptanmıştır. Yapılan diğer bir araştırmada ise osteoporozun İngiltere’de yılda 200 bin kırığa sebep olduğu bulunmuştur. Tüm dünyada ise 200 milyon insanın osteoporozdan etkilendiği tahmin edilmektedir. Özellikle yaşlı popülasyonun büyük risk altında olduğu osteoporozun, menopoz sonrası kadınlarda görülme sıklığı yüksektir.
Osteoporoza bağlı kırık tipleri
Osteoporoza bağlı kırıklar genellikle omurga, kalça veya önkolda meydana gelmektedir. Özellikle kalçada meydana gelen kırıklarda hastaların %50’si hastanede yatmak zorunda kalır. Genel olarak kalça kırığı sonucu ölüm oranı %5-20 arasındadır.
Postmenopozal osteoporoza bağlı omurga kırıkları ise daha sessiz seyretmekte ve genellikle hissedilen sırt ağrılarının sebebi olarak ortaya çıkmaktadır.
Osteoporoz Teşhis Yöntemleri
Yapılan çalışmalar kemik yoğunluğu ölçümlerinin kırık riskini belirlemek için iyi bir yöntem olduğunu göstermektedir.
Bazı biyokimyasal yöntemler kemik yapımı ve yıkımı ile ilgili bilgiler vermektedir.
Osteoporoz Risk Faktörleri
Osteoporoz doğal olarak her bireyde aynı şekilde ortaya çıkmamaktadır. Belirli bazı faktörler Osteoporoz oluşumunda rol oynamaktadır. Bu risk faktörleri aşağıda listelenmiştir.
Yumurtalıkların Alınması
Erken Menopoz
Düşük Vücut Ağırlığı
Ailede Osteoporoz Hikayesi
Kalsiyum Emilim Bozukluğu
Sigara İçimi
Hareketsizlik
Yaşam tarzı
Fazla Alkol Kullanımı
Östrojen Eksikliği
Uzun Süreli Kortikosteroid Kullanımı
HRT’nin Osteoporoz Tedavisindeki Yeri
Yapılan çalışmalarda, düzenli HRT alan menopozdaki kadınlarda kalça ve önkol kırıklarında %40-60, omur kemiği kırıklarında ise %90’lık azalma gözlenmiştir.
Kemik yoğunluğu üzerine yapılan çalışmalarda, HRT alan kadınların almayanlara oranla daha yüksek kemik yoğunluğuna sahip olduğu gözlenmiştir.
Menopoz, Kalp-Damar Hastalıkları ve HRT
Kardiyovasküler (kalp ve damarı ilgilendiren) hastalıklar ve özellikle Miyokard İnfarktüs’ü (MI) riski yaşamın ilk 50 yılında kadın ve erkekte eşit iken, 50 yaş üzerinde MI sıklığı kadınlarda artmaktadır. Yumurtalıkları alınan genç kadınlarda da yaştan bağımsız olarak artan risk göz önüne alındığında, kadınlık hormonlarının kadını menopoz öncesi dönemde kardiyovasküler hastalıklara karşı koruduğu kanıtlanmıştır.
Yakın dönemde yapılan çalışmalar HRT’nin yaşlı kadınlarda kalp-damar hastalıklarına karşı koruyuculuğunu daha çok sorgulanır hale getirmiştir. Yapılan çalışmaların sonuçları, postmenopozal ileri yaştaki kadınlarda (65 yaş ve üstü) sadece kalbi korumak amacıyla HRT kullanımını desteklememektedir.
Kardiyovasküler Risk Faktörleri
* Biyolojik Risk Faktörleri
Artmış serum kolesterol ve lipidleri
Artmışkan basıncı
Zayıflamış kan akışı
Pıhtılaşma faktörlerinde bozukluk
Artmış insülin direnci
* Yaşam Şekline Bağlı Risk Faktörleri
Şişmanlık
Sigara
Stres
Fiziksel aktivite azlığı
|
Miyelom
Kemik iliğinden kaynaklanan tümör. |
Malformasyon
Kusurlu oluş, sakatlık. |
Menoraji
Âdet kanamasının anormal ölçüde artması. |
Miyelopati
Kan yapıcı kemik iliğinin normal İşlevlerinin bozulduğunu belirtmek için kullanılan genel terim. |
Malformasyon (oluşum bozukluğu)
Vücudun bir bölümünün dölyatağı içinde gelişen oluşum bozukluğu. |
Miyelosit
Kemik iliğinde bulunan ve dolaşan kandaki alyuvarların Öncülü olan hücre. |
Malign
Öldürücü, kötü huylu, habis; bu terim, büyümesi ve yayılması(metastaz) kontrol eddilmeyen kanserli tümörleri tanımlamak için kullanılmaktıdır. |
Miyoatoni
Kasın gerginliğini yitirerek bütünüyle gevşek hale gelmesi. |
Menstruasyon
Adet görme, ay başı. (bayanlarda periodik kanama) |
Miyoblast
Düz ve çizgili kas hücrelerinin kaynaklandığı mezoderm kökenli dölütsel hücre. |
Malleol
Ayak ekleminin her iki tarafındaki kemik çıkıntılarına verilen isim. |
Mental reterdatıon
Zeka gelişiminde gerilik. |
Miyoblastom
Çizgili kaslar, derialtı yağ dokusu, solunum ya da sindirim sistemi mukozası gibi çeşitli bölgelere yerleşebilen, ender görülen, iyi huylu tümör. |
Malleus
Orta kulaktaki çekiç kemik. |
Miyoglobin
Kas dokusunda bulunan düşük molekül ağırlıklı (17.000) bîr protein. |
Malnutrisyon
Sağlık için şart olan, vitamin, mineral, protein ve benzeri maddelerin yetersiz alınmasından doğan hastalıkları tanımlayan bir terimdir. |
Mentruasyon
Adet görme, ay başı. (bayanlarda periodik kanama) |
Miyoglobinüri
idrarda miyoglobin varlığıyla ortaya çıkan hastalık. |
Malnütrisyon
Sağlık için şart olan, vitamin, mineral, protein ve benzeri maddelerin yetersiz alınmasından doğan hastalıkları tanımlayan bir terimdir. |
Maloklüzyon
Çene kapatıldığında üst ve alt çene dişleri arasındaki normal ilişkinin kaybolmasıyla beliren bozukluk |
Merisizm (ruminasyon)
Yutulan besin parçalarının bilinçli olarak mideden ağza geri getirilmesi ve yeniden çiğnenerek yutulması. |
Miyokardit
Kalp kası iltihabı. |
Malpighi cisimcikleri (böbrek glomerüleri)
Böbrek kabuğundaki özel bir yapı. |
Merozoit
Sıtma etkeni olan Plasmodium gibi bazı tek hücreli asalakların üremesi sırasında ortaya çıkan ve bu nedenle tıpta önem taşıyan tek çekirdekli hücreler. |
Miyokardiyopati
Genel olarak kalp kası hastalığını tanımlayan terim. |
Miyokardiyoz
Kas hücresi liflerinde azalmanın öne çıktığı miyokart hastalıklarını belirtmek için kullanılan terim. |
Miyokart
Kalbin kas katmanı. |
Maltoz
İki adet basit şekerden oluşan disakkarit. |
Miyokloni
Kaslarda aniden ortaya çıkan, düzensiz ritimli, şiddeti değişken ve asimetrik bir dağılım gösteren kasılma. |
Metabolik denge
İnsan vücudu dış ortamla sürekli alışveriş içindedir; bu ortamdaki maddeleri alarak kimyasal enerjiden Öteki enerji biçimlerine dönüştürür ve artıkları dışarı atar. |
Miyoloji (kas bilimi)
Çizgili kaslardan ve bunların eklerinden oluşan kas sistemini inceleyen anatomi dah. |
Metabolit
Canlılarda çeşitli tepkimeler sırasında ortaya çıkan ve normal olarak vücutta birikmeyerek başka bileşiklere dönüşen kimyasal bileşikler. |
Miyom
Uterus adalesinin iyi huylu tümörüdür. |
Metabolizma
Canlı organizmanın hücreleri içinde meydana gelen ve enzimlerle kontrol edilen olayların hepsi. Metabolizma ile enerji üretimi ve madde yapımı gerçekleştirilir. ATP üretimi ve protein sentezi iki önemli metabolik reaksiyondur. |
Miyometrit
Miyometriyumla (dölyatağının kas bölümü) ilgili İltİha-bi süreç. |
Mamotermi
Derideki sıcaklık değişikliklerine son derece duyarlı olan ve bu değişiklikleri fotoğraflayabilen bir alet aracılığıyla uygulanan meme inceleme yöntemi. |
Miyometriyum
Dölyatağının kas bölümü. |
Miyopati
Kas sistemi hastalıklarının tümü için kullanılan genel terim |
Miyopluk
5 metreden daha uzağı yeteri kadar görememeye miyopluk denir. Nedeni, göz kaslarının yorulmuş ve kuvvetlerini kaybetmiş olmasıdır. İrsi olanları da vardır |
Miyopluk
5 metreden daha uzağı yeteri kadar görememeye miyopluk denir. Nedeni, göz kaslarının yorulmuş ve kuvvetlerini kaybetmiş olmasıdır. İrsi olanları da vardır. |
Miyosis
Gözbebeğinin aşırı küçülmesi. Genellikle bir hastalıın belirtisidir. |
Miyotomi
Bir kasın cerrahi girişimle kesilmesi işlemi. |
Metamortopsi
cisimlerin normalden büyük ya da küçük görülmesi |
Miyotoni
İstemli kasların kasıldıktan sonra gevşemede gecikerek uzun süre gergin kaldığı sistemik kas hastalığı. |
Metaplazi
Olgunlaşmış ve tümüyle farklılaşmış bir dokunun, anormal uyan ve koşullara yanıt olarak başka bir farklılaşmış dokuya dönüşmesi. |
Miyozin
Kas hücrelerinde kasılmayı sağlayan protein yapıdaki kalın iplikler. |
Mannitol
Polisakkarit yapısında bir madde; vücutta emilmez ve metabolize edilmez. |
Miyozis
Gözbebeği çapının 4 mm'nin altına inmesi. |
Miyozit
Kasın inflamasyonu. Bkz. Polimiyozit. |
Mantoıuc testi
Daha önceden verem enfeksiyonuna yakalanmış ya da enfeksiyon kuşkusu olan kişileri ortaya çıkarmak amacıyla tüberkülin alerjisi incelemesine dayanan tanı tekniği. |
Mizantropi
Bireyin, kin ve saldırganlık duyguları beslediği toplumsal ortamdan uzak durması. |
Manyetik rezonansla görüntüleme
Magnetic resonance imaging (MRI): Vücudun içinin resmini çizmek için yüksek frekanslı radyo dalgalarını kullanan bir görüntüleme türü. Vücut dokuları içindeki su moleküllerini saptayarak çalışır |
Mizofobi (rupofobi)
Temizlik kurallarına gösterilen ölçüsüz bir dikkat sonucunda, belirli nesnelere dokununca mikrop bulaşmasından ya da pislenmekten duyulan hastalık derecesinde korku. |
Mao (monoamin oksidaz)
Adrenalin, triptamin, serotonin, gamma-aminobütirik asit gibi biyolojik aminlerin, yani doku kaynaklı olan ve kan basıncı, sinir |
Metensefalon
Beynin doğumdan önceki yaşamın 5. haftasında ortaya çıkan bölümü. |
Mizojini
Kadınlardan nefret etme. |
Meteorizm
Bağırsakta aşırı miktarda gaz bulunması. |
Modifikasyon
Çevre etkileriyle canlıların fenotiplerinde meydana gelen değişiklikler. |
Marfan sendromu
Sebebi bilinmeyen herediter genetik bir hastalık. |
Meteoropati
Genel olarak, meteorolojik koşullardaki değişikliklere bağlı gelişen her tür hastalığa verilen ad. |
Moısturızer
Nemlendirici. |
Marfan sendromu
Sebebi bilinmeyen herediter genetik bir hastalık. |
Methemoglobin
Kahverengi, yükseîtgenmiş (+3 değerli) demir İçeren ve oksijen taşımaya uygun olmayan hemoglobin. |
Mono
Tek anlamanı gelen ön ek. |
Markoniterapi (mikrodalga tedavisi)
insan vücudunun bir bölümüne yüksek frekanslı ve çok kısa dalgalı elektromagnetik akım uygulanan tedavi yöntemi. |
Metroraji
Dölyatağından âdet kanaması dışında kan gelmesi. |
Monoartrit
Tek bir eklemi etkileyen artrit. |
Markus gunn fenomeni
çiğneme kaslarıyla m. orbicularis oculi arasındaki anormal bağlantı sebebiyle çiğneme olayı sırasında gözde ptozis oluşması |
Monohibrit
Tek karakter bakımından melez. |
Meyoz
Gametogenez(*) sırasında eşey hücrelerinde ortaya çıkan hücre bölünmesi tipi. |
Monoklonal antikorlar
Doku kültüründe yapay olarak oluşturulan antikorlar, hastalıkla savaşmak için çok özgün olabilirler. |
Monomani
Tek bir düşüncenin, tüm zihinsel yetenekleri etkiliyor gibi gözüktüğü akıl hastalığı. |
Massoterapi
Masaj uygulamalarına dayalı fizik tedavi yöntemi. |
Mezenkinıopati
Mezenkimden türeyen dokulara, genellikle de bağ dokularına İlişkin hastalıkları belirtmek için kullanılan genel terim. |
Monomer
Büyük moleküllerin hidrolizi sonucu oluşan en küçük yapı birimi. |
Mezensefalon
Beyin kökünün kafatası içindeki bölümü. |
Mononükleer
Kanda bulunan bazı hücreleri. |
Monopleji
Yalnızca bir organın, bir grup kasın ya da tek bir kasın felci. |
Monoploid
(Haploid) tek (n) sayıda kromozoma sahip hücre. |
Mastektomi
Ameliyatla memenin alınması. |
Monorşidizm
Erkek cinsel organlarıyla İlgili ender bir doğumsal oluşum bozukluğu; bir tane erbezi vardır. |
Monosakkarit
Karbonhidrat(*) sınıfından basit şeker. |
Mezenterîyol (bağırsak askıcığı)
KÖrbağırsak apandisini bütünüyle örten kann zan kıvrımı. |
Monosit
Kanda dolaşan bir hücre türü. |
Mastodini
Genç kadınlarda âdet kanamasından Önceki hafta ortaya çıkabilen meme ağnsı. |
Mezo
Seröz bir zardan oluşan ve bir iç organı içinde bulunduğu boşluğun duvanna bağlayan kıvrımları belirtmek İçin anatomide kullanılan bir terim. |
Monositoz
Dolaşan kanda normalde alyuvarların yüzde 2-6'sını oluşturan monositlerin sayıca artması. |
Mastoid
Kulak kepçesinin arkasında ve altında elle fark edilebilen kemik çıkıntısı. |
Mezoderm
Embriyo gelişimi sırasında meydana gelen orta tabaka. |
Mono-test
Bir başlangıç tarama testi. |
Mastoidektomi
Mastoid hücrelerin iltihaplanması nedeniyle mastoid kemiğin çıkartılması ameliyatıdır. |
Mezogastriyum
Karnın bölümlerinden biri. |
Monozigot (monokoryal)
Döllenen tek bir yumurtanın (zigot) bölünmesiyle oluşan iki organizma. |
Mastoidit
Kulak arkasında bulunan mastoid kemikteki,mastoid hücrelerinin iltihabıdır. Genellikle orta kulak iltihaplarını takip eder. |
Mezokardiyak
Kalbin bulunduğu bölgenin orta bölümü. |
Monstrüozite
Bütün vücudu ya da vücudun Önemli bölümlerini etkileyen ve genellikle ölüme yol açan ağır oluşum bozukluğu. |
Mastopeksi
Aşırı derecede sarkmış memeyi, göğüs duvarına tutunmasını sağlayan dokuları düzelterek normal yerine getirmek için yapılan cerrahi girişim. |
Mezokolon
Kalınbağırsağın karnın arka duvanna tutunmasını sağlayan karın zarı (periton) parçası. |
Morarma (siyanoz)
Kılcal damarlarda oksijensiz hemoglobin (indirgenmiş hemoglobin) ya da hemoglobin türevleri (methemoglo-bin ya da sulfhemoglobin) yoğunluğunun artmasına bağlı olarak derinin, mukozaların ve bazen iç organların mavimsi ya da morumsu bir renk alması. |
Mastopeni
Embriyon gelişimindeki bir bozukluğa bağlı olarak meme bezlerinin gelişmemesiyle ortaya çıkan ve ender görülen bir oluşum bozukluğu |
Mezosefalî
Brakisefali ile dolikosefali arasında yer alan kafatası yapısı. |
Morbidite
Belirli bir nüfustaki hasta sayısının, toplam nüfusa oranı. |
Mastoplasti (mamoplasti)
Genel olarak memede yapılan plastik cerrahi girişimlere verilen ad. |
Mezotel
Mezodermden kaynaklanan ve seröz^arların (akciğer zarı, kalp zarı ve kann zan yüzeyini döşeyen yassı epitel katman. |
Morbozite
Bir hastalığın belirli bir toplulukta görülme düzeyini belirtmek için kullanılan tıbbi istatistik terimi. |
Mastosit (mast hücresi)
Bağdokuda, özellikle deride kan damarlarının çevresinde ve genel olarak gevşek bağdokuda bulunan bir hücre türü. |
Mezotelyom
Mezotel hücrelerinden ya da seröz boşlukların yüzeyini örten hücrelerden türeyen tümör. |
Morfinizm (morfinomani)
Kronik morfin zehirlenmesi durumu. |
Mastositom
Mast hücrelerinin (bak. mastosit) yerel olarak çoğalmasıyla oluşan tümör. |
Mezozom
Bakterinin üremesi sırasında bakteri zarından kıvrımlar yaparak meydana gelen mitokondri benzeri yapı. |
Morfoloji
biçiminin, boyutlarının belirlenmesidir. |
Mastositoz
Mastositlerin vücudun çeşitli bölgelerinde anormal ölçüde çoğalması sonucunda ortaya çıkan hastalıkları belirtmek İçin kullanılan terim. |
Moro yakı tepkimesi
Verem tanısında tüberküline tepkiyi ve tüberküloza karşı alerjik durumu ortaya koyan test. |
Mastozis
Memenin iltihap ya da tümör dışındaki hastalıklarını belirtmek için kullanılan terim. |
Morötesi ışınlar (nltraviyole ışınlan)
Dalga uzunluğu 0,40-0,18 mikron arasında değişen ve gözle görülebilir mor ışık sınırından başlayan elektro-magnetik ışınlar. |
Mastürbasyon
Kişinin kendi kendini elle uyararak cinsel yönden tatmin etmesi. |
Mide erozyonu
Mide mukozasının yüzeysel epitel hasarı. |
Mortalite (ölüm oranı)
Belirli bir bölgede, belirli bir nüfus ve zaman süresiyle ilişkili olarak Ölüm yüzdesini gösteren İstatistik terimi |
Motilin
Incebağırsağm üst bölümünde bulunan mukoza dokusundaki iç salgıbezi hücrelerinden salgılanan hormon. |
Matronizm
Orta boylu, geniş omuzlu, özellikle yüz, boyun, göğüs, kalça ve kann bölgesinde belirgin yağ dokusu olan toplu, dolgun kadın yapısı. |
Motilite
Hareket etme yeteneği |
Motivasyon (güdülenme)
Kişinin davranışını yönlendiren etkinlik. |
Mazohist
İşkenceden zevk alan, işkence tarzı hareketlerden cinsel haz duyan. |
Mozaik*
Bir bireyin genetik olarak iki veya daha fazla hücre dizisine sahip olması. |
Mazoşizm
Cinsel ilişki sırasında acı çekerek zevk almak. |
Mcburney noktası
Ön üst böğür dikenini göbeğe birleştiren çizginin 1/3 sağ dışında bulunan nokta. |
Mr (magnetik rezonans)
Hücrelerin elektromagnetik potansiyelini değerlendirerek anatomik yapılan görüntüleme yöntemi. |
Mukolitik
Mukus'u eriten anlamındadır. Yani, akciğerlerde oluşan ve katılığı nedeniyle çıkarılmakta güçlükle karşılaşılan mukus'un (balgam) kıvamını azaltarak, atılmasını sağlayan ilaçlar. |
Medikasyon
Yaranın iyileşmesini kolaylaştırmak amacım taşıyan, tedavisine ve korunmasına yönelik girişim ve işlemlerin tümü. |
Mukopolisakkaridoz
Kalıtsal nitelikli ve ender görülen bir hastalık grubu. |
Mediyal epikondilit
Mediyal kelimesi, dirseğin iç kısmını işaret etmektedir. Bu durum, ağrı ve hassasiyetle karakterizedir. |
Mukopolisakkarit
Özel bir polisakkarit türü. |
Mukoprotein
Bir amînoasit zincirinin bir ya da birden çok mukopoli-sakkarit |
Mukoza
Bazı organların iç yüzlerini kaplayan ve salgı üreten doku tabakası. |
Mediyatör
Bağışıklık sisteminin çeşitli bölümlerini etkinleştiren veya yönlendiren maddeler. |
Mikoplazma (pplo)
Serbest yaşayabilen en küçük canlı. |
Mikoz
Vücutta mikroskopik mantarların oluşturduğu hastalıklar. |
Medülloblastom
Merkez sinir sisteminden kaynaklanan kötü huylu bir tümör; daha çok gençlerde ve çocuklarda görülür. |
Mikroalbüminürinin saptanması
idrarda, reaktif çubuk testi gibi klasik yöntemlerle belirlenemeyecek kadar az miktarda bulunan albüminin varlığının saptanması işlemi. |
Mutaston
Canlılarda çevre şartlarıyla meydana gelen ve kalıtsal olan DNA dizisinde ortaya çıkan ve kalıtımla aktarılabilen değişiklik. |
Mikrobiyoloji
Yalnızca ışık mikroskopu ya da elektron mikroskopunda görülen organizmaları ^mikroorganizmalar) ve bunların insan ya da hayvanlardaki hastalık yapıcı etkilerini inceleyen bilim dalı. |
Mutasyon
Bir genin DNA yapısı veya dizilişinde değişiklik meydana gelmesi. |
Megakaryosit
Kemik iliğinde, ender olarak da kanın yapıldığı öbür organlarda bulunan dev hücre. |
Mikrodaktili
El ve ayak parmaklarının normalden küçük olduğu doğumsal oluşum bozukluğu. |
Mutasyon (değşinim)
DNA yapısında görülen ve taşınabilen bozukluk. |
Megakaryositoz
Kanda megakaryositlerin bulunması. |
Mikrodonti
Bir ya da birden çok dişin normalden küçük olduğu oluşum bozukluğu. |
Mutizm
Organik (konuşmayla İlgili beyinsel merkezlerin ya da sesi oluşturan organlann lezyonları) ya da ruhsal nedenlere bağlı konuşamama durumu. |
Megakolon
Kalınbağırsağın tümünün ya da bir bölümünün anormal olarak genişlemesiyle ortaya çıkan patolojik durum. |
Mikroftalmi
Gözün aşın küçük olduğu doğumsal oluşum bozukluğu. |
Megaloblast
Kandaki alyuvar serisinin öncül hücresi. |
Mikrogirus
Beyin kıvnmlannın (girus) anormal Ölçüde küçük olduğu doğumsal oluşum bozukluğu. |
Müköz membran
Vücudun ağız, burnun içi, mide, barsak, vajina, akciğerler gibi alanlarını döşeyen membran (zar) tipi. Bazı vaskülit tiplerinde etkilenebilir. |
Megalokornea
kornae çapının > 13 mm |
Mikrogliya
Merkez sinir sisteminde bulunan ve genellikle kan da-marlannın çevresine yerleşmiş olan hücre topluluğu. |
Megalomani
Kişinin kendi gücü, yetenekleri ve toplumsal konumuna ilişkin olarak taşıdığı abartılı ya da yanlış inanış. |
Mikroglossi
Dilin yetersiz gelişerek küçük kaldığı doğumsal oluşum bozukluğu. |
Megalosit
Oval biçimli, büyük, bol miktarda hemoglobin içeren ve megaloblastlardan gelişen alyuvarlar. |
Mikrognatizm
Altçenenin az gelişerek küçük kaldığı doğumsal oluşum bozukluğu. |
Megaözofagus
Yemek borusunun anormal olarak genişlemesiyle ortaya çıkan patolojik durum. |
Mikrokornea
kornea çapının < 10 mm |
Megaspor
Bazı deniz bitkilerinin üreme bölgelerinde meydana gelen, büyük sporlara verilen genel ad.Sporangiyum. |
Mikrolavman
Rektum (düzbağırsak) içine su ya da ilaçlı bir sıvı verilerek yapılan girişim. |
Mycobacterium
Micobacteriaceae familyasında yer alan bir mikroorganizma. |
Mikron
Milimetrenin binde biri (1m =1/1000 mm) |
Meibomius bezi
Gözkapaklarmın içinde, kirpiklerin arkasında yer alan, gözkapaklanmn kenarlarına açılan yağ bezleri. |
Mikroorganizma
Mikroskopik boyutlardaki canlıları belirtmek için kullanılan genel terim. |
Myokard enfarktüsü
Kalp kirizi |
Mikrop
Pek çoğu hastalığa yolaçan bakletiler gibi tek hücreli organizmalar. |
Myom
Uterus adalesinin iyi huylu tümörüdür. Miyom. |
Meissner cisimciği
Özellikle parmak derisinde, altderİ katmanında bulunan dokunma duyusu cisimciği. |
Mikropoliadeni
Lenf bezlerinde hafif ve ağnsız bir büyüme biçiminde ortaya çıkan lenf sistemi tepkisi. |
Mekanoseptörler
Mekanik kökenli uyanlara duyarlı olan sinirsel alıcılan belirtmek için kullanılan terim. |
Mikropsi
Bakılan cismin normalden daha küçük görülmesi biçiminde ortaya çıkan algılama bozukluğu. |
Nefroraji
Böbrekten gelen kanama. |
Nozofobi
Bir hastalık kapma, özellikle kanser ya da mikrobik hastalıklar gibi belirli türde hastalıklara yakalanma korkusu İle ortaya çıkan ruhsal hastalık durumu. |
Naboth kisti
Kronik İltihaplar sonrasında dölyatağı boynu mukozasında oluşabilen sarı-beyaz renkli, yuvarlak küçük oluşumlar. |
Nefroskleroz
Böbrek dokusunun sertleştiği ve sınırlı ya da yaygın olarak bağdokuyla kaplandığı tabloları tanımlayan genel terim. |
Nozoloji (nozografi)
Hastalıkların sistematik sınıflandırılması. |
Nefrotomi
Böbreğin cerrahi girişimle açılması |
Nöbet
Bir belirtinin (örneğin ağrı nöbeti, ateş nöbeti) ya da belirtiler topluluğunun (havale nöbeti, histeri nöbeti, eklampsİ nöbeti) daha sık olarak bir hastalık sırasında aniden ortaya çıkması. |
Narkoanaliz
Psikanalize yardımcı olmak amacıyla, bir narkotik ilacın kullanılmasıdır. |
Nefroüreterektomi
Böbrekle birlikte idrar borusunun da cerrahi girişimle çıkarılması. |
Nöbet şeklinde gelen öksürük
Bu çeşit öksürük, boğmaca veya ciğer şişmesi; gırtlak veya hava borusunun tahriş olması, veya astımdan kaynaklanır. Bu çeşit öksürükte pek az balgam görülür. |
Narkolepsi
Önüne geçilemiyecek kadar şiddetli uyuma eğilimi. |
Nefroz
Böbrek borucuklanmn epitel Örtüsünde doku yıkımıyla giden bozuklukları tanımlayan genel terim |
Nöral krista
Dölyatağı içi yaşamın dördüncü haftasında, embriyonun sırt bölümünde ve nöral tüpün(*) her iki yanında şerit biçiminde dizilmiş hücrelerden oluşan yapı. |
Narkomani
Hipnotik etkili ilaçların, gerçek bir gereksinme dışında uzun süreli alımına bağlı hafif toksikomani(*) tablosu. |
Nöral tüp (sinir borusu)
Dölütsel yaşamın dördüncü haftasında, nöral oluk (sinir oluğu) adı verilen ektoderm yarığının kapanarak oluşturduğu, kafatası-kuyruksokumu doğrultusunda uzanan boru biçimli yapı. |
Narkotik
Uyutucu, uyuşturucu. |
Neisseria gonorrhea
gonokok |
Nörektomi
Çevrel duyu sinirinin bir bölümünün çıkarıldığı sinir sistemi cerrahisi (nöroşirurji) girişimi. |
Narkoz
Ameliyat yapmak için duyu, hareket ve bilincin damar yolu veya solunum yolu ile narkotik madde verilerek uyuşturulmasıdır. |
Nörilemma
Çevrel sinirlerin liflerini örten ince kılıf. |
Nekrobiyoz
Patolojide, bir hücre ya da dokunun, doku ölümüne ulaşmadan ya da ölmeden önce geçirdiği değişikliklerin bütününü tanımlayan terim. |
Nörilemmom
Sinir kılıflarının Schwann hücrelerinin üremesiyle gelişen iyi huylu tümör. |
Nekrofaji
Öİü etini yeme dürtüsü ile ortaya çıkan cinsel sapıklık |
Nöroartritizm
Sinir ve eklem sistemlerine ilişkin belirtilerin bir arada görüldüğü hastalıkları tanımlayan terim. |
Nekrofili
Cesetlerle cinsel ilişkiye girme eylemi (Ölüsevicilik). |
Nöroblast
Sinir sistemi gelişiminin ilk evrelerinde farklılaşan ektoderm kökenli embriyon hücresi. |
Nekrofîli
Bir cesedi görmek, onunla temas etmek, birlikte olmaktan kaynaklanan uyarılma ve cinsel orgazma ulaşmayla nitelenen olay. |
Nöroblastom
Sinir hücrelerinden çıkan tümör. |
Nasır (tilom)
Epidermisin boynuzsu katmanının büyümesine bağlı olarak derinin sertleşmesi ve kalınlaşması. |
Nekrofiliya
Ölüm ve cesetlere saplantı halinde ilgisi olan. Cesetlerle cinsel ilişkide bulunmak. |
Nöroendokrin sistem
Hormon salgılama özelliği bulunan nöroektoderm (bak. ektoderm) kaynaklı hücreler ile çevrel ve merkez sinir sistemi nöronlarının bir araya gelmesiyle oluşan sistem. |
Nasogastrik tüp (nasogastrıc tube-ng tube
Burundan sokulan, yemek borusundan aşağıya mideye kadar inen, dar, esnek bir tüp. Yenidoğanı beslemek veya hava ya da sıvıyı mideden çıkarmak için kullanılır. Bebekler bazen fazla hava yutarlar veya sindirim sistemlerinde taşıyabileceklerinden daha çok sıvı birikebilir. Bu durumda hava ya da sıvı biriktikçe mide veya barsaklarda genişleyerek ağrıya (gaz sancısı) neden olur. Hava ya da sıvıyı mideden çıkartmak bebekleri rahatlatır. |
Nekrofobi
Ceset görüldüğünde ya da ölüm düşüncesiyle ortaya çıkan saplantılı ve aşırı korku. |
Nörofîbrom
Özellikle Schwann hücrelerinden (bak. Schwann hücreleri) kaynaklanan, görece sınırlı, ama kapsülsüz, iyi huylu ve yavaş büyüyen sinir tümörü. |
Nekroz
Patolojide, bir hücre ya da dokunun yaşamsal biyolojik etkinliklerini yitirmesi ve bunun sonucunda ortaya çıkan değişiklikler bütününü anlatmak için kullanılan terim. |
Nörofizyoloji
Fizyolojinin, sinir sisteminin işleyişiyle ilgilenen dalı. |
Nelson testi
Frengi hastalığının etkeni olan treponema grubu mikroplan "hareketsizleştirecek" güçteki immünglobulinle-rin serum içinde varlığını kanıtlayan test. |
Nöroglia
Sinir dokuda nöronlara desteklik yapan yardımcı hücreler, ara nöronlar. |
Nörohipofiz
Hipofizin, arka lobu İle İnfundibulumu(*) kapsayan bölümü. Nörohipofiz, embrİyonel gelişimin ilk evreleri sırasında ensefalonunf*) kesitlere ayrıldığı, beş kesecikten biri olan diensefalon (arabeyin) tabanının dışa doğru bükülmesinden kaynaklanır. |
Nörohormon
Merkez ya da çevrel sinir sistemi sinir hücrelerinde (nöron) ya da sinir sisteminin geliştiği ektodermden |
Nörojen
Sinir sistemi kökenli olguları tanımlayan terim. |
Neopallium
Beyin kabuğunun, evrimi en son gerçekleşen bölümü. |
Nörokranyum
Kafatasının beyni içeren bölümü. |
Neopentanate
Kozmetikte kalınlaştırıcı ajan ve yumuşatıcı olarak kullanılır. |
Nöroleptoanaljezi
Birinin ağrı kesici, ötekisinin sakinleştirici etkisi olan iki İlacın bir arada verilmesi yoluyla yaratılan, ağnya karşı duyarsızlık hali. |
Nazofarinks
Burnun arka kısmı ile yutağın komşuluk yaptığı bölge. |
Neoplazi
Patalojik anlamda yeni doku oluşumu. |
Nöroliz
Bir sinir gövdesinin, İşlevini yapmasını engelleyen patolojik bağlantılardan kurtarılmasını sağlayan nöroşirurji (beyin cerrahisi) girişimi. |
Nöroloji
Asabiye, sinir hastalıkları. |
Nebulizasyon
Çeşitli aletlerin kullanılmasıyla madensuyundan su buharı oluşturarak uygulanan tedavi yöntemi. |
Neoserebellum
Memelilerde, beyinciğin en yakın zamanda evrim geçiren bölümü. |
Nöromüsküler iğ
Kasların kasılma durumunu algılayan alıcı. |
Neostom
İçi boş bir organla dışarısı arasında ya da içi boş iki iç organ arasında, cerrahi girişimle oluşturulan, herhangi bir yapay ağızlaşmayı tanımlayan genel terim. |
Nebülizatör
Astımda ilacı çok küçük su damlacıkları (aerosol veya sis) şeklinde akciğerlere püskürten cihaz. İnhaler, atomizör ve pülverizatör vb. adlarıyla da anılır. |
Nervosizm (sinirlilik)
Bir iç gerilim ve huzursuzlukla beliren ruhsal rahatsızlık. |
Nöronofaji
Zedelenmiş ya da hastalıklı sinir hücrelerinin fagosito-za(*) uğraması süreci |
Nöroradyoloji
Radyolojinin, beyin ve omuriliğin radyolojik gözlemiyle ilgilenen dalı. |
Nefelyon
(a.k.a nebula) korneada hafif opasite |
Nörorafi
Kesilmiş bir sinir gövdesinin iki ucunun dikilerek birleştirildiği cerrahi girişim. |
Nörosekresyon
Sinir sisteminin hormon salgılama yeteneği bulunan yapılarından bağımsız olarak, bazı sinir hücrelerinin ve nöroektodermden (bak. ektoderm) çıkan hücrelerin de etkinliğini tanımlayan terim. |
Nöroşirurji
Beyin cerrahisi. |
Nefes kokusu
Tıp dilinde halitosis denilen nefes kokusunun nedenleri çeşitlidir. Genellikle aşağıdaki nedenlerden kaynaklanır:- Hazımsızlık, geğirme, kokulu yiyecekler, alkol ve bazı ilaçlar- Burun veya sinüz hastalıkarı- Çürük dişler, ağız yaraları veya bademcik iltihabı- Kusma veya uzun süreli perhizlerDiğer taraftan şeker hastalığı, kansızlık ve ateşli hastalıklar sırasında da nefes kokusu hissedilir.Herşeyden önce, ağız temizliğine çok dikkat etmek gerekir. Çürük dişler tedavi ettirilmeli, yenilen ve içilen şeylerin kokusuz olmasına dikkat edilmelidir. Hergün temiz havada yürümek de faydalıdır. Kısa sürede geçmeyen nefes kokularında bir doktora başvurmak gerekir. |
Nöroşirürji
Beyin cerrahisi. |
Nefes Kokusu
Tıp dilinde halitosis denilen nefes kokusunun nedenleri çeşitlidir. Genellikle aşağıdaki nedenlerden kaynaklanır.
- Hazımsızlık, geğirme, kokulu yiyecekler, alkol ve bazı ilaçlar
- Burun veya sinüz hastalıkarı
- Çürük dişler, ağız yaraları veya bademcik iltihabı
- Kusma veya uzun süreli perhizler
Diğer taraftan şeker hastalığı, kansızlık ve ateşli hastalıklar sırasında da nefes kokusu hissedilir.
Herşeyden önce, ağız temizliğine çok dikkat etmek gerekir. Çürük dişler tedavi ettirilmeli, yenilen ve içilen şeylerin kokusuz olmasına dikkat edilmelidir. Hergün temiz havada yürümek de faydalıdır. Kısa sürede geçmeyen nefes kokularında bir doktora başvurmak gerekir. |
Nörotomi
Bir sinir gövdesini oluşturan sinir liflerinin biri ya da tümünün kesildiği nöroşirürjik girişim. |
Nörotransmitter
Sinir hücrelerinde bulunan, beyin ve sinir sisteminde mesajların iletilmesini sağlayan kimyasal madde. |
Nefrektomi
Bir böbreğin cerrahi girişimle çıkarılması. |
Nodal osteoartrit
Ailelerde görülen bir osteoartrit tipi, parmaklarda yumrular oluşur (Heberden nodülleri) ve çeşitli bölgelerde (özellikle dizler ve ayak başparmakları) osteoartrit gelişmesine eğilim vardır. |
Nötr atom
Elektron ve proton sayısı birbirine eşit olan atom |
Nodul (düğümcük)
Yuvarlak biçimli ve küçük boyutlu bazı anatomik oluşumları belirtmekte kullanılan terim. |
Nötrofil
Beyaz kan hücrelerinin, bakteri, mantar, viruslara karşı vücut medafaasında önemli bir rol oynayan tipi. (Nötropeni: Nötrofillerin normalden az olması). |
Nefridyum
Omurgasız hayvanlarda bulunan boşaltım organı. |
Nodus (düğüm)
Yuvarlağımsı biçimli anatomik oluşumları belirten terim. |
Nötrofîli
Çevrel kanda nötrofil akyuvar sayısının anormal Ölçüde artması. |
Nodül
Yuvarlak, çapı 1 cm'den küçük patolojik yapı |
Nötropeni
Çevrel kandaki nötrofil granülositlerin sayısında azalma. |
Nodül
Yuvarlak, çapı 1 cm'den küçük patolojik yapı |
Nsaıds (non-steroidal anti-inflammatory drugs)
Nonsteroid (steroid olmayan) antiinflamatuvar ilaçlar. Aspirin ailesindeki ilaçları da kapsayan çok geniş bir ilaç grubu. Çeşitli artrit türlerinde inflamasyonu azaltmak ve ağrı, şişlik ve katılığı kontrol altına almak için reçete edilirler. |
Nokta mutasyonu*
Bir genin DNA dizilişinde tek bir baz çiftinin değişmesi. |
Nonartiküler romatizma
Eklemleri doğrudan etkilemeyen bir romatizmal hastalık tipi (artiküler = eklemle ilgili). |
Nefroblastom
Çocukluk çağına özgü, genellikle iki yaşından önce görülen kötü huylu böbrek tümörü. |
Nonsteroid antienflamatuar ilaçlar
İltihabı azaltmak için kullanılan, kortizon kökenli olmayan ilaçlar. |
Nefrokalsinoz
Özellikle borucuk epiteli olmak üzere, böbrek dokusunun yaygın kireçlenmesi (kalsifikasyon). |
Noradrenalin
Böbreküstü bezinde, çevrel ve merkez sinir sistemlerinin sinir uçlarında bulunan ve sempatikomimetik etki gösteren (bak. sempatik sistem) madde; doğal bir kate-kolamindir. |
Nükleer magnetik rezonans
MR |
Nefrolitotomi
Böbreğin içinde bulunan bir ya da daha çok taşı yerinden oynatmak amacıyla yapılan cerrahi girişim. |
Normal Doğum
Sağlıklı bir hamilelik geçirmek ve sağlıklı bir çocuk sahibi olmak için doktor kontrolü altında planlı ve iyi takip edilen bir gebelik gereklidir.
Sağlıklı bir gebelik geçirmeyi planlayan anne adayları gebelikleri boyunca bir kadın doğum uzmanının takibi altında olmalıdırlar.
Bütün gebelikleri boyunca en az 6 - 10 kez uzman bir doktorun kontrolü gerekir. Her takipte annenin kilo artışı, tansiyonu, genel sağlık durumu incelendiği gibi bebeğin sağlığı, gelişmesi ve bir anomali olup olmadığının tespiti de ultrasonografi ile takip edilir.
Gebelik takipleri sırasında belirli bir düzen ile annenin bazı tahlilleri yaptırması istenir. İlk yapılması gereken kan uyuşmazlığının olup olmadığını anlamak için anne ve baba adayının kan grupları tayinidir. Annenin kan sayımı da yapılarak bu arada varsa kansızlığının da tedavisi düzenlenir. Ayrıca anne kanında “Hepatit, Toksoplazma, Rubella (Kızamıkçık) hastalığına neden olan mikroorganizmalar aranarak bunların varlığında gerekli tedbirler alınır. Gebe yaklaşık 15-16 haftalık olunca ciddi bir zeka problemine neden olan “Down Sendromu” tespiti için “Üçlü test” olarak isimlendirilen bir kan tahlili yapılır. Gebelikte şeker hastalığı da ortaya çıkabileceğinden tüm gebelere 28 haftalık olduklarında glikoz tarama testi yaptırmaları önerilir. Bütün bu tahlillerin sonuçlarına göre tedavisi düzenlenir. Kansızlık gebeliklerin çoğunda olduğu için gebelerin hepsine tüm hamilelikleri boyunca ve lohusalık sırasında her gün almaları için özel hazırlanmış kan ve vitamin ilaçları verilir.
Doğum tarihi yaklaştıkça anne adayına gebeliği için en uygun olan doğum şekli hakkında bilgi verilir ve en sağlıklı şekilde çocuğuna kavuşması sağlanır.
Doğum yaklaşık 28 haftalık bir gebelik sürecinden sonra bebeğin rahim dışına çıkması olarak tanımlanır. Daha erken doğmuşsa, rahim dışında yaşama yeteneğini kazanmamış olduğu için bu durum düşük olarak adlandırılır. Ancak günümüzde gelişen tıp ve teknoloji sayesinde erken haftalarda doğan bebeklerin de yaşama olasılığı artmıştır.
Normal doğum 38-42 gebelik haftaları arasında, kendiliğinden başlayan rahim kasılmalarıyla, başla gelen tek bir bebeğin anne ve bebeğe zarar vermeden vajinal yolla canlı olarak doğmasıdır.
Normal doğumda, bebek doğduktan en geç otuz dakika sonra plasenta ve zarları da kendiliğinden rahimden dışarı atılır. Normal bir doğumda yaklaşık 300 ml kadar kan kaybı olur. Doğum için geçen süre 24 saatten daha azdır. Sağlıklı bir doğum eylemi güç olmayan fizyolojik bir olaydır.
Normal bir gebelik süresi son adet başlangıç gününden itibaren 280 gün ya da 40 haftadır. Beklenen doğum tarihi, "son adet tarihi + 7 gün - 3 ay" formülüyle hesaplanabilir.
Gebelerin beklenen doğum tarihini içine alan hafta doğum yapma olasılığı % 80'dir. Bebek 28-37. hafta doğarsa bu doğuma 'erken doğum' denir. 20-28. haftalarda sonuçlanan gebeliklere 'immatür doğum' yani olmamış doğum ismi verilir. 20. haftanın altında sonuçlanan gebelikler 'düşük' olarak ele alınır. Normal miadında doğum 38 - 42. haftalar arasında herhangi bir zamanda gerçekleşebilir.
|
Nefroloji
Tıbbın, böbrek işlevlerini ve hastalıklarını inceleyen dalı. |
Normobiast
Alyuvarın, henüz çekirdeğini yitirmemiş öncül biçimlerinden en ufak olanı. |
Nükleoprotein
proteinlerin nukleik asitlerle kurduğu moleküler birlik. |
Nefron
Omurgalı böbreğinin, idrar oluşturan yapısı ve işlev birimi. |
Normosif
Normal boyutlardaki alyuvar. |
Nükleotid
Nukleik asitlerin ( DNA, RNA) yapı birimleri. Nukleus (Çekirdek) : Hücredeki genetik malzemeyi barındıran kısım. |
Nefropati
Böbrek hastalığını tanımlayan genel terim. |
Normozomi
Vücut ağırlığı 3.000-4.000 gr arasında, boyu 48-53 cm arasında değişen normal yenidoğan durumu. |
Nükleotit
Nükleik asitlerin yapıtaşı. |
Nefropeksi
Böbrek sarkması (nefroptoz[*]) durumunda böbreğin cerrahi girişimle olağan konumuna getirilmesi. |
Nosiseptör
Ağrı uyarılarına duyarlı sinir alıcıları. |
Nefroptoz
Böbreğin olağandışı hareketliliğiyle nitelenen hastalık durumu |
Novokainizasyon
Yerel anestezik bir ilaç eriyiğinin dokulara verilmesi işlemiyle ağn duyarlılığının bastırılması yöntemi. |
Nylon-12
Emici ve kalınlaştırıcı ajan olarak kullanılan toz halinde bir madde. |
Omentopeksi
Karaciğer kapı toplardamarı sistemi ile alt anatoplarda-mar sistemi (kann duvarı toplardamarları bu sisteme katılır) arasında tamamlayıcı |
Osilografi
Kol ve bacak atardamarlanndaki hastalıkların tanısında kullanılan aletli inceleme yöntemi. |
Omentum
Karın içerisinde, barsakları örten oluşum. |
Osilometri
Kol ve bacak atardamarlanndaki hastalıkların tanısında kullanılan ve osilometre adındaki bir alet aracılığıyla kan başmandaki dalgalanmaları ölçmeye dayanan inceleme yöntemi. |
Omentum (gömlek, epiplon)
Kann zan (periton) İç katmanının bir iç organı bir başkasına bağlayan kıvrımı; karın zarının bir iç organı içinde bulunduğu boşluğun duvanna bağlayan kıvrımına ise mezo (askı) adı verilir. |
Osis
Hastalıkli bir durumu ifade eden Latince son ek |
Omfalektomi
Göbeğin çıkarılması amacıyla yapılan cerrahi İşlem. |
Oskültasyon (dinleme)
Solunum, kalp, kann bölgesi hastalıklarının tanısında kullanılan muayene yöntemi. |
Obje
Görülebilen veya dokunulanilen herhangi bir şey. |
Omfalit
Yetişkinlerde de ortaya çıkabilen, ama Özellikle yenido-ğanda sık görülen göbeğin iltihaplanması. |
Osleomiyelit
Kemiğin ve kemik iliğinin birlikte iltihabı. |
Objektif
Duyulup, görülebilen, idrak edilebilen. |
Omfalosel (eksonfal)
Göbek bölgesinin karın duvarında gelişimin durması nedeniyle ortaya çıkan, ender görülen doğumsal oluşum bozukluğu. |
Osmoz
Suyun yoğunluğunun çok olduğu yerden az olduğu yere doğru, yarı geçirgen zardan geçmesi. |
Obliterasyon
Vücuttaki boşlukların tıkanması. |
Omur (vertebra)
Omurgayı oluşturan 33 kemikten her birine verilen ad. |
Omurga (vertebral kolon)
İskeletin gövdeyi taşıyan ekseni. |
Obsesyon
Daimi endişe,fikri sabit, nöroz. |
Omurilik
Omurga içerisinden geçen sinirsel doku |
Osteoartrit
Osteoartrit (OA) en sık rastlanan eklem hastalığı formudur, eklem yüzeyinde hasar ve alttaki kemikte anormal bir reaksiyon vardır. Osteo"" kemik ve ""artrit"" eklem hasarı ve inflamasyonu anlamına gelmektedir. |
Omurilik sinirleri
Omurilikten çıkan ön ve arka köklerin birleşmesiyle oluşan ve sonra omurlar arası delikler yolu ile omurga kanah dışına çıkan 31 çift sinir içlerinde hareket, duyu ve sempatik (bak. sempatik sistem) lifler yer alır. |
Osteoartroz
Osteoartritin diğer bir adı. |
Obstetrik
Tıbbın gebelik, doğum ve loğusalığı inceleyen dalı. |
Omurlar arası disk
Alt alta yer alan iki omur gövdesi arasındaki kıkırdaksı bağdoku yapısı. |
Osteoblast
Mezenkimden(*) kaynaklanan, vücutta kemik dokusu yapımını üstlenen hücre. |
Obstetrik paraliz (doğumsal felç)
|
Omuz
Kolların gövdeye tutunduktan bölge. |
Osteoblastom
Ender görülen, İyi huylu bir kemik tümörü. |
Obstrüksiyon
Tıkanma, engel. |
Omuz ağrısı
Bu durumun bir çok nedeni olabilir. Eğer bir kişide artrit varsa, omuz ağrısı genel tablonun bir parçası olabilir. Omuzda sınırlı olan ağrının en yaygın nedeni eklem çevresindeki yumuşak doku""ların inflamasyonudur. Eklemin aşırı kullanılması ya da hasar inflamasyonu tetikleyebilir, gerçi aynı zamanda daha önce fazla kullanma ya da hasar öyküsü olmayan kişilerde de birden ağrı başlaması yaygın bir durumdur." |
Osteodîsplazi
iskeletin bir ya da birden çok bölgesinde kemik gelişim bozukluklarıyla seyreden süreçleri tanımlayan genel terim. |
Obstrüktif sarılık
Nedeni, safra kanallarının tıkanmış olmasıdır.Ortak belirtileri ise şunlardır. Hastalığın neden olduğu sarı renk, önce göz aklarında görülür. Sonra yüz, boyun, gövde, kol ve bacaklara kadar yayılır. İdrarın rengi sarı ile koyu kahverengi arasında değişir. Ciltte de kaşıntı vardır. Büyük abdest, kil renginde ve fena kokuludur.Tedavinin ilk şartı, yatak istirahatidir. Sıkı bir perhiz uygulanır. |
On damar spazmı
anjiyospazm |
Osteodistrofi
Kemik dokusu oluşum bozukluğunu tanımlamak için kullanılan genel terim. |
Obtürasyon
Uygun biçimde hazırlanmış diş oyuğunun, daha sonra diş yüzeyinin biçimini alacak biçimde doldurulması ve kapatılması işlemi. |
Onanizm
Genital organlar ile oynayarak kendi kendine tatmin. |
Osteofit
Kemiklerde patalojik olarak oluşan çıkıntı şeklindeki oluşumlar. |
Oct (ornitin-karbaınil-transferaz)
Karaciğer hücrelerinin içinde yer alan ve enzim etkinliği olan protein yapısındaki madde. |
Onikiparmak bağırsağı ülseri
İncebağırsağın 25 santimetre kadar olan ilk bölümüne onikiparmak bağırsağı denir. C harfi görünümündedir. Onikiparmak bağırsağında meydana gelen ülsere tıp dilinde duodenum ülseri denir.
Tedavi eidlmeyen gastrit, fazla asit, sinir bozukluğu, düzensiz hayat, gürültü, fazla miktarda sigara, çay, kahve ve alkol kullanmak, safra kesesi veya karaciğer yetersizliği, kalp hastalıkları, hormon dengesizliği, dengeli bir şekilde beslenememe, çok sıcak veya çok soğuk yiyecekler, haddinden fazla et, hamur işleri veya baharatlı yiyecekler ve bazı ilaçlar; onikiparmak bağırsağında ülserin meydana gelmesine yardımcı olur.
Hasta, mide ekşimesi ve ağzına ekşi su gelmesinden şikayet eder. Ayrıca dili paslı, rengi solgundur, baş dönmesi ve fazla terleme de görülür. Midesinin üstüne basılınca, ağrı hisseder. Yemeklerden sonra da göğse doğru yayılan bir ağrı belirir.
Bu belirtiler, ilk bahar ve sonbahar aylarında daha da artar. Tedavi için yapılacak ilk iş, hastalığı doğuran nedenleri ortadan kaldırmak, yemekleri az, fakat sık sık yemek, istirahat etmek ve üzüntüden uzak yaşamaya gayret etmektir. |
Osteogenesis
Kemik oluşumu, kemiklerin gelişimi. |
Odak
Patolojide, hastalık sürecinin asıl merkezini belirten terim; hastalık bu merkezden yayılmaya başlar. |
Onikiparmak bağırsağı ülseri
İncebağırsağın 25 santimetre kadar olan ilk bölümüne onikiparmak bağırsağı denir. C harfi görünümündedir. Onikiparmak bağırsağında meydana gelen ülsere tıp dilinde duodenum ülseri denir.Tedavi eidlmeyen gastrit, fazla asit, sinir bozukluğu, düzensiz hayat, gürültü, fazla miktarda sigara, çay, kahve ve alkol kullanmak, safra kesesi veya karaciğer yetersizliği, kalp hastalıkları, hormon dengesizliği, dengeli bir şekilde beslenememe, çok sıcak veya çok soğuk yiyecekler, haddinden fazla et, hamur işleri veya baharatlı yiyecekler ve bazı ilaçlar; onikiparmak bağırsağında ülserin meydana gelmesine yardımcı olur.Hasta, mide ekşimesi ve ağzına ekşi su gelmesinden şikayet eder. Ayrıca dili paslı, rengi solgundur, baş dönmesi ve fazla terleme de görülür. Midesinin üstüne basılınca, ağrı hisseder. Yemeklerden sonra da göğse doğru yayılan bir ağrı belirir. Bu belirtiler, ilk bahar ve sonbahar aylarında daha da artar.Tedavi için yapılacak ilk iş, hastalığı doğuran nedenleri ortadan kaldırmak, yemekleri az, fakat sık sık yemek, istirahat etmek ve üzüntüden uzak yaşamaya gayret etmektir. |
Osteogenesis imperfekta
Kemiklerin kolayca kırılacak şekilde gevrek oluşu ile karekterize kalıtsal nitelik gösteren hastalık. |
Odditis
Ana safra kanalının son bölümü ve karaciğer-pankreas kanalı büzgen kasmdaki (Oddi büzgen kası) patolojik değişikliklerden kaynaklanan hastalık. |
Onikiparmakbağırsağı (duodenum)
Sindirim borusunun mideyi izleyen bölümü. |
Osteoid
Kemik gibi, kemiğimsi. |
Onikofaji
Tırnak yeme alışkanlığı. |
Odiogram
Kulağın işitme gücünün kaydıdır, odiometri cihazı ile ölçülür. |
Onikogrifoz
Dış katmanlarının aşın artması ve uzaması sonucunda tırnağın anormal biçimde kalınlaşması. |
Osteokalsin
Vücudun kemik yapım hücreleri olan osteoblastlann bi-reşimlediği protein. |
Odontalji
Dişlerdeki her türlü ağrının ortak adı. |
Onikoliz
Tırnağın kısmen ya da genel olarak yatağından oynaması. |
Osteoklast
Kemik dokusunun yıkımını sağlayan hücre. |
Odontoblast
Diş çukurunu örten ve dişetiyle temas eden diş hücreleri. |
Onikomikoz
Tırnakta yerleşen mantar hastalığıdır. Sıklığı, kronikleşmesi ve tedavinin zorluğu nedeniyle özel bir öneme haizdir. Onikomikoz tüm tırnak hastalıklarının %20.sini oluşturur. Genel olarak erişkinlerde görülür. 40–60 yaş arasında toplumda sıklığı %15–20.dir.
Belirtiler
Tırnaklarınızda mantar enfeksiyonu varsa bunu görebilir, kokusunu duyabilir veya ağrı/hassasiyet duyabilirsiniz. Şu belirtileri görüyorsanız mantara yakalanmışsınız demektir: Tırnaklarda sarı–yeşil veya kahverengi renklenme Tırnaklarda pul pul kalkma Tırnak altında kir birikmesi Ayaklarda kötü koku Ayak tırnaklarında acı/hassasiyet
Tanı
Klinik görünüm ve bölgeden alınan nativ preparatla konur.
Tedavi
Tedaviye en dirençli yüzeysel mantar hastalığıdır. Sistemik anti fungaller ilaçlar 3-12 ay kullanılır. Hastalıklı tırnakların törpülenmesi tedavi etkinliğini arttırır.
Öneriler
Tedaviniz sırasında ve tedaviden sonra tırnaklarınızı korumak için:
· Ayaklarınızı olabildiğince temiz ve kuru tutun,
· Halka açıkyüzme havuzu ve duş alanlarında terlik kullanın,
· Ayak tırnaklarınızı, parmağın ucunu geçmeyecek şekilde düz olarak kesin,
· Manikür ve pedikür için sterilize aletler veya en iyisi kendi aletlerinizi kullandırın,
· Ayağınıza uyan, sivri burunlu olmayan rahat ayakkabılar giyin,
· Ev içinde kullanılan havluların kişiye özel olmasına dikkat edin,
· Ayaklarınız çok fazla terliyor/nemli kalıyor ise gün içinde çoraplarınızı değiştirin.
|
Osteoklastom
Osteoklastlara benzer dev hücrelerden oluşan bir kemik tümörü. |
Onikoreksi
Genellikle uzunlamasına çatlaklann oluştuğu aşın tırnak zayıflığı. |
Osteoklazi
Osteoklast hücrelerinin etkinliğine bağlı olarak kemik dokusu yıkımının arttığı hastalık. |
Odontom
Diş dokulanndan kaynaklanan İyi huylu tümör. |
Onirizm
Canlı sahne ve görüntülerin oluştuğu otomatik zihinsel etkinlik. |
Osteokondrit
Kemiğin bir kısmının inflamasyonu ya da kusurlu büyümesi. Daha önceleri osteokondroz olarak bilinen bu duruma çeşitli örnekler verilebilir, fakat nedenleri farklıdır ve vücudun farklı bölgelerinde görülürler. Bkz. Freiberg infarktüsü ya da hastalığı (ayakta), Kohler hastalığı (ayakta), Osgood Schlatter hastalığı (dizde), Perthes hastalığı (kalçada), Scheuermann hastalığı (bir ya da daha fazla omurda), vb. Osteomalazi: Erişkinlerde D vitamini eksikliği nedeniyle kemiklerin yumuşaması (çocuklarda görülen raşitizm gibi, fakat raşitizm aynı zamanda büyümeyi de engeller); diyetle yetersiz alım ya da güneş ışığının eksikliği, veya her iki nedenin bir arada bulunmasıyla oluşabilir. |
Odontopati
Dişlerde ortaya çıkan hastalıkların ortak adı. |
Onkogen
Bazı türleri kanserle de ilşkili olan bir gen. Onkogenlerin çoğu doğrudan ya da dolaylı olarak hücrelerin büyüme hızını etkiler. |
Odontoraji
Diş kökenli kanama. |
Onkojen
Normal hücrelerinde bulunan ve kanser oluşturan virüslerle karşılaştığında tümör gelişmesine yolaçabilen gen. |
Osteokondroz
Büyümesini sürdüren kemiklerin kemikleşme çekirdeklerindeki bozukluklarla ilgili bir grup hastalığın ortak adı. |
Odunsu konjonktivit
(a.k.a Ligneus konjonktiviti) mukopolisakkarit bozukluğu ile kendini gözterir. |
Onkolog
Onkoloji ile uğraşan bilim adamı. |
Osteoliz
Kemiğin çürümesi, nekrozu, erimesi. |
Odyoloji
İşitme işlevini tüm fiziksel, fizyolojik ve nörolojik öğe-leriyle inceleyen tıp dalı. |
Onkoloji
Tümöral oluşumlarla ilgili bilim dalı. |
Osteom
Katmanlı ve sert yapıda, iyi farklılaşmış ve iyi huylu bir kemik tümörü. |
Odyometri
İşitmenin işlevsel özelliklerini ölçen yöntem. |
Onkosit
Yakınındaki normal dokulardan farklılaşmış özel epitel hücreleri. |
Osteomalasi
Kemiklerin yumuşaması ile karekterize bir hastalık. |
Oedipus kompleksi
Erkek çocuğun annesine karşı duyduğu bilinçsiz yakınlık nedeniyle babasını kıskanması ve bununla ilgili ruhsal bozukluklar kompleksine verilen isimdir. |
Onkositom
Onkosit niteliklerine sahip hücrelerden oluşan tümör. |
Osteomalazi
Erişkinlerde D vitamini eksikliği nedeniyle kemiklerin yumuşaması (çocuklarda görülen raşitizm gibi, fakat raşitizm aynı zamanda büyümeyi de engeller); diyetle yetersiz alım ya da güneş ışığının eksikliği, veya her iki nedenin bir arada bulunmasıyla oluşabilir. |
Oftalmi
Gözde iltihaplanma. |
Ontojenez
Organizmanın, yumurtanın döllendiği andan başlayarak erişkin bir birey haline gelmesi sürecini tanımlayan terim. |
Osteomedullografi
Uzun kemiklerin metafiz bölgesine deriden bir iğneyle doğrudan girip kontrast madde vererek yapılan radyolojik inceleme. |
Oogami
Genellikle büyük hareketsiz dişi gamet ile küçük ve hareketli erkek gametin birleşmesi. |
Osteomiyelit
Kemik iltihabı. |
Oftalmit
Gözküresinin iltihabı. |
Oogenez
yumurtanın meydana gelmesi olayı. |
Osteon
Sert kemik dokusunda yer alan temel yapısal birim. |
Oftalmodinamometri
Oftalmodİnamometre adı verilen Özel bir aletle yapılan retina (ağtabaka) damarlarındaki atardamar basıncını Ölçme işlemi. |
Oosfer
Yumurta hücresi, dişi gamet. |
Osteonekroz
Osteonekroz, kemik ölümü anlamına gelmektedir. Özellikle gençlerde, kalça için ortopedik cerrahi girişim yapılmasına neden olabilir. Kan akımı olmayan ya da zayıf olan bazı doku tiplerinin ölümünü ifade etmektedir, örneğin kıkırdak ve kemik gibi. |
Oftalmoloji
Göz ve göz hastalıkları ile uğraşan bilim dalı. |
Osteopati
Herhangi bir kemik hastalığı. |
Oftalmolojist
Göz hastalıkları uzmanı, göz mütehassısı. |
Oosit toplanması
Ovaryum folliküllerinden yumurtaların toplanmasıdır. İğne ile follikülün içine girilir, buradaki sıvı ve yumurtalar iğne ile emilir ve yumurtalar içlerine kültür sıvısı konulmuş kaplara yerleştirilir. |
Osteopeni
Kemiğin ortalamadan daha ince olmasıdır, fakat kırık tehlikesi osteoporozdan daha azdır. |
Oftalmometri
Gözde ışığı kırma kusurlarım belirleme yöntemi. |
Oospor
Oomiset mantarlarda, alglerde ve protozoonlarda döllenmiş oosferde gelişen kalın duvarlı zigot. |
Osteoperiostit
Periost (kemiği saran dış zar) ve altındaki kemik dokusunun iltihabı. |
Oftalmopleji
Göze ait sinirlerin felci sonucu göz kapağının düşmesi ve gözün hareket edememesi ile birlikte oluşan tablo. |
Opak
Donuk, şeffaf olmayan. |
Osteoplasti
Kusurlu kemiği düzeltme veya sağlam kemikle değiştirme ameliyatı. |
Oftalmoskop
Göz içi muayenesinde kullanılan bir alet. |
Opak madde verilmesi
Sindirim sisteminin radyolojik olarak ayrıntılı görüntü-lenebilmesi amacıyla X ışınlarını geçirmeyen sulu bir süspansiyonun (örneğin baryum sülfat) verilmesi. |
Osteoporoz
Kelime anlamı gözenekli kemik""tir (por=gözenek). Kişi kemik materyalini azar azar kaybeder ve kemikler yavaş yavaş daha az yoğun ve daha kolay kırılabilir hale gelirler, bunun sonucunda kırık ve çatlak oluşma ihtimali artar. Kısaca kemik kütlesinin azalması olarak tanımlanabilir. |
Oftalmoskopi
Oftalmoskop ile gözün içinin muayene edilmesi. |
Operabl
Ameliyat edilebilir, ameliyat edilmekle halen bir şansı olan. ( aksi; inoperabl ) |
Osteosarkom
Genellikle 10-20 yaş arasında görülen kötü huylu birincil kemik tümörü. |
Oftalmotonometri
Göz içi basıncın ölçülmesi. |
Operasyon
Cerrahi müdahale, ameliyat. |
Osteosentez
Bİr kınk, kırık uçlarının kaynamayıp arada yalancı bir eklem (pseudoartroz) oluşması ya da osteotomi vb sonrasında hareketli kemik parçalarının sağlam bir biçimde tespit edilmesi amacıyla uygulanan cerrahi girişim. |
Ogino-knaus yöntemi
Cinsel ilişkiyi kadının fizyolojik olarak döllenebilir olmadığı dönemlerle sınırlı tutmaya dayanan doğum kontrol yöntemi. |
Operatör gen
Bakteri yada virüs genomunda repressör (baskılayıcı) proteini bağlayan ve yanındaki genin transkripsiyonunu kontrol eden gen. |
Osteosit
Kemik dokusunun temeli olan hücre. |
Oidipus kompleksi
Psikanaliz teorisinde, özellikle erkek çocuğun annesine duyduğu cinsel istek ve aynı zamanda babasına, annesine duyduğu duygulardan dolayı düşman kesilmesi. |
Opiat
Afyonlu ilaç, uyuşturucu. |
Osteoskleroz (kemik sertleşmesi)
Kemik dokusunun yoğunluğunda artışla ortaya çıkan patoloji. |
Opistotonus
Bazı hastalıklarda vücudun ekstansör (gerici ) kaslarının gerilmesi sonucu gövdenin yay biçimi alarak kasılmış hali. ( Örn. Tetanozda ) |
Osteotomi
Kemiğin düzgün bir biçimde kesilmesi amacıyla yapılan cerrahi girişim. |
Opne
Solunum işlevlerinin fizyolojik sınırlar içinde olması, Gerek solunum sıklığının, gerek gaz alışverişine katılan hava hacminin normal düzeyde olmasını ifade eder (bak. dispne). |
Ostium (ağız)
Vücuttaki doğal boşluklar arasındaki ya da İçi boşluktu organlar ile vücut dışı arasındaki geçişi belirten anatomik terim (örneğin kapakçık ostiumu kalpte kulakçık ve kanncık arasındaki ağzı belirtir). |
Oklüzyon (kapanma)
Çiğneme kaslarının kasılmasıyla altçene yükseldiğinde üst ve alt dişlerin çiğneme yüzeylerinin karşılıklı gelme (kavuşma) durumu. |
Opoterapi
Dar anlamda, organlardan elde edilen sıvıların verilmesiyle uygulanan tedavi yöntemi |
Ostoartrit
Vücuttaki tüm kemikler birbirlerine eklemlerle bağlıdır. Sayısı 327'yi bulan eklemlerde meydana gelen birtakım hastalıklar vardır.Osteoartrit süregen bir eklem hastalığı olup, eklem kıkırdağı ve komşu kemik dokularda bozulma ile karakterize eklem ağrısına ve tutukluğuna neden olan bir hastalıktır.
Belirtiler
Romatoid artrit (RA) geleneksel biçimde, bağışıklık sisteminin eklemlere saldırmasına yol açan kronik, enflamatuvar bir otoimmün bozukluk olarak tanımlanmıştır. Engelleyici ve ağrılı bir enflamatuvar durumdur, ağrı ve eklem aşınması sebebiyle önemli oranda hareket kaybına yol açabilir. Hastalık sıklıkla vücuttaki deri, kan damarları, kalp, akciğer ve kaslar gibi birçok eklem dışı dokuyu da etkilediği için sistemiktir. Multifaktöryel bir mekanizmayla ortaya çıktığı düşünülse de kesin nedeni ortaya konamamıştır.
Hastalık ilerledikçe; Kemik ağrıları belirginleşir. Eklem hareketleri kısıtlanır. Krepitasyon denilen eklem hareketi sırasında tıkırtı sesi gelir ve giderek eklem açılmaz olur. Parmaklarda en uç eklemlerde çıkıntılar oluşabilir. Bazı eklemlerde ise eklem bağları gevşeyerek eklem stabilitesi bozulur. Sırt ağrısı Bazen boyun ya da alt omurgada tutulum Osteofitlerin (kemik çıkıntıları) sinirlere baskısı sonucu uyuşma Kol ve bacaklarda güçsüzlük ve benzeri nörolojik sorunlara da yol açabilir.
Romatoid artrit hastalığının belirtileri eklemlerde iltihaplanma, şişme, harekette zorluk ve ağrıdır. Hastalık sürecinde gözlenen diğer belirtiler ise:
İştah kaybı
Ateş
Güç kaybı, yorgunluk
Kansızlık
Elleri kullanmada zorluk
Bazen deri altında doku yumruları
Hastaların 70inde hastalığın ilerleyişi yavaş olurken 10-15inde daha hızlı bir gidiş söz konusudur. En fazla etkilenen eklemlerse eller, ayaklar, dizler, omuzlar ve dirseklerdir.
Tanı
Doktorlar hastalığın teşhisini, belirtilere, hastaların tıbbi geçmişine, muayene sonuçlarına ve yapılan tahlillerin neticelerine göre koyar. Romatoid artrit teşhisi koymada dikkat edilen yedi nokta vardır:
1. Sabah sertliğinin olması; hastalar uyandıktan sonraki en az bir saat boyunca ellerini rahatça kullanamazlar. Hastalara sabahları avuçlarını yumruk yapıp yapamadıkları sorulur.
2. Üç ya da daha fazla eklem bölgesinde aynı zamanlı artrit eklem iltihabı
3. El eklemlerinde artrit
4. Artritin görüldüğü eklemlerin vücudun her iki tarafında da simetrik olması
Bu dört kriterin en az 6 hafta boyunca devam etmesi gerekmektedir.
Ayrıca
5. Doku yumruları
6. Kan tahlillerinde RF romatid faktör bulunması
7. Röntgende eklemlerde değişikliklerin gözlenmesi
Bu yedi kriterden en az dört tanesinin var olması durumunda romatoid artrit teşhisi konabilir.
Tedavi
Hastalığın oluşma biçimi yeterince aydınlanamadığından nedene yönelik bir tedavisi yoktur. Ancak gidiş romatoid artrit kadar alevli değildir. Hastalara egzersiz, parafin banyoları, fizyoterapi, destek araçlar, ilaç tedavileri ve gerekirse cerrahi girişim gibi tedaviler uygulanır.
Öneriler
Aşırı kilolarınızdan kurtulunuz
Fazla ayakta kalmayınız
Bağdaş kurmayınız
Çömelmeyiniz
Risk taşıyorsanız ortopedik ayakkabı tercih ediniz |
Oksalik asit
Çay, kakao ve bazı sebzeler ile çeşitli besinlerde bulunan asit yapısındaki madde. |
Oppenheim refleksi
Ayak başparmağının, kaval kemiğinin (tibia) ön kenarına uygulanan basınç ya da sürtme hareketi İle arkaya doğru gerilmesi. |
Ostron
Östrojen sınıfından hormon (bak. Östrojen hormonlar). |
Oksalüri
İdrarda oksalik asit bulunması. |
Opsonin
Kan serumunda yer alan ve fagositozu(*) kolaylaştıran maddeler, ilk kez 1904'te Wright Douglas'm deneylerinde saptanmıştır. |
Oksidasyon
(Yükseltgenme) Elektronların bir atom ya da molekülden ayrılmasını sağlayan kimyasal tepkime |
Optik kiyazma (görme siniri çaprazı)
Kafa boşluğunda yer alan ve her iki görme sinirinin çaprazlaşmasından oluşan anatomik yapı. |
Oksihemoglobin
Hemoglobinin oksijenle birleşmesiyle ortaya çıkan ürün. |
Optik sinir
Işık uyarılarını retinadan, bu uyarıların yorumlandığı beyne taşıyan sinir, görme sinir. |
Otizm
Özellikle çocuklarda gözlenen ve çocuğun gerçeklikten uzaklaşarak içine kapandığı davranış ve düşünce biçimi. |
Oksijen
Atom ağırlığı 16 olan, gaz halinde, yaklaşık -185°C'de sıvı hale gelen element. |
Optometri
Gözün görme özelliklerini tahliller ve aygıtlar yardımıyla belirlemeye çalışan fizik ve tıp disiplinlerini kapsayan bilim dalı. |
Otoantikorlar
Mikroplar ya da virüsler yerine vücudun kendi hücrelerine karşı gelişen antikorlar. |
Oksijen tedavisi
Solunum ya da derialtı yoluyla oksijen verilerek yapılan tıbbi tedavi. |
Opustotonus
Bazı hastalıklarda vücudun ekstansör (gerici ) kaslarının gerilmesi sonucu gövdenin yay biçimi alarak kasılmış hali. ( Örn. Tetanozda ) |
Otoentoksikasyon
Normal koşullarda karaciğer, böbrek, deri ve akciğer gibi organlar tarafından vücuttan atılan zehirli maddelerin çeşitli nedenlerle atıfamayarak vücutta birikmesi ve zehirlenmeye yol açması. |
Oksimetre (oxımeter)
Kandaki hemoglobine yapışan oksijenin miktarını gözlemleyen cihazın adıdır. Kolluk tarzı bir bant bebeğin ayak parmağına, ayağına, eline ya da el parmağına iliştirilir. Işık parmaktan geçtikçe ışık dalgaları değişir. Ne kadar ışık dalgası geçtiği hemoglobine yapışmış oksijen miktarına bağlı olarak değişir. Bu makine ile yoğun bakım personeli bebeğin kanındaki oksijen miktarını, bebekten kan alıp laboratuvara göndermeye gerek kalmadan gözlemlemiş olur. |
Oral
İlacın ağız yolu ile verilmesi. |
Otoerotizm
Bir erkeğin kendiyle sevişmeyi tercih etmesi. |
Oksinler
Bitki organizmalarında bulunan ve büyümeyi sağlayan hormonlara verilen genel ad. |
Oral dönem (ağızcıl dönem)
Freud'un psikanaliz kuramına göre libido gelişiminin birinci evresi. |
Otohematom
Kulak kepçesinin kıkırdak dokusuyla bu dokuyu çevreleyen lifsi bağdoku (perikondriyum) arasında kan toplanması. |
Oksipit
Başın arka kısmı, occipit |
Oral gastrik tüp (oral gastrıc tube-og tube)
Burun ya da ağızdan sokulan, yemek borusundan mideye kadar indirilen küçük, esnek tüp. Midedeki sıvıyı almak ya da bebeği beslemek için kullanılır. (Aynı nazogastrik tüp gibi. Ama bunda burun yerine ağızdan geçilir). |
Otoimmün cevap
Vücudun istemsiz işlevlerini düzenleyen sinir sistemi bölümü. |
Oksipital bölge (artkafa bölgesi)
Kafatasının arka kısmında, artkafa kemiğinin üzerindeki anatomik bölge. |
Oral seks
Ağız yoluyla gerçekleştirilen cinsel ilişki. İlişki sırasında partnerlerden biri diğerinin cinsel organına ağzıyla öpme, emme, yalama gibi temaslarda bulunur. |
Otoimmün hastalık
Vücudun savunma mekanizmasının (immün sistem) bir hastalığı, antikorlar ve immün sistemin diğer bileşenleri vücudun kendi hücrelerine saldırırlar, örneğin, lupus. |
Oksipital kemik (artkafa kemiği)
Kafatası boşluğunu arkadan kapatan, orta çizgide yer alan yassı kemik. |
Orbiküler kas (yuvarlak kas)
Gözleri ve ağzı çevreleyen kas demetlerinin ortak adı. |
Otomatizm
Kişinin, bilincinde olmaksızın yaptığı hareketlerin tümü; istemsiz davranışlar. |
Oksitosin
Beyin karıncığı çevresindeki çekirdek hücrelerinden hi-potalamusa salgılanan hormon. |
Orbitografi
Göz çukurunun radyolojik olarak incelenmesi. |
Otonom sinir sistemi
Vücudun istemsiz işlevlerini düzenleyen sinir sistemi bölümü |
Oksiyür (kılkurdu)
Pek çok hayvanın körbağırsak ve kalınbağırsağında bulunan ipliksolucanlar grubundan kurtçuklar, insanda bulunan tek bir türü vardır. |
Organ
Dokuların bîr araya gelerek anatomik ve İşlevsel bir bütün (örneğin, kalp, karaciğer, akciğer) oluşturduğu birim. |
Otonomi
Başka kaynaklara başvurmaksızın kendi gücünü kullanarak olayların ve zorlukların üstesinden gelme yeteneği; özerklik. |
Oksotrof
Ana ve babanın genlerinde bulunmasına karşın kendi büyümesi için gerekli molekülü sentezleyemeyen mutant mikroorganizma |
Organ bankası
Organların ya da dokuların, gereksinimi olan bir kişiye nakledilmek üzere korunmasına yönelik yapıların tümü. |
Otoplasti
Vücudun bir bölgesinden alınan belirli bir doku parçasının aynı vücut üzerinde başka bir bölgenin onanlması amacıyla aktarılması. |
Oksürük
Çoğunlukla, göğüs, boğaz veya karın boşluğunda meydana gelen bir rahatsızlığın belirtisi olarak ortaya çıkan öksürüktür 3 grupta toplanır.
- Kuru öksürük
Nezle, boğaz iltihabı, bademcik iltihabı, fazla sigara içmek, sindirim bozuklukları, gastrit, ishal, kabızlık, bağırsak solucanları, kalp hastalıkları ve ses tellerinin hastalanmasından kaynaklanan öksürükler balgamsızdır, yani kuru öksürüktür.
- Nöbet şeklinde gelen öksürükBu çeşit öksürük, boğmaca veya ciğer şişmesi; gırtlak veya hava borusunun tahriş olması, veya astımdan kaynaklanır. Bu çeşit öksürükte pek az balgam görülür.
- Balgamlı öksürük
Bu çeşit öksürük, sık sık tekrarlar. Hastada hırıltı vardır. Balgam çıkarır ve nefesini dışarı vermekte zorluk çeker. Balgamlı öksürük; Bronşit, astım, sinüs iltihabı, müzmin sinüzit, kalp hastalıkları veya tüberkülozun bir işareti olabilir.
Öksürük, nasıl olursa olsun, ihmal edilmemesi ve mutlaka tedavi edilmesi gereken bir hastalıktır. |
Organel
Hücre içinde belirli bir görevi yapmak üzere özelleşmiş ve zarla çevrili yapılar. Çekirdek, mitokondri, kloroplastlar gibi. |
Otopsi
Ölümden sonra vücudun doku ve organların incelenmesi |
Okulofasiyal anjiomatozis
(a.k.a Sturge-Weber sendromu) - üst kapakta hemanjiom - konjenital glokom |
Organik madde
Doğal olarak bulunmayıp canlı organizmalar tarafından senezlenen maddeler |
Otopsi (nekroskopi)
Ölüm nedenini saptamak amacıyla, kadavra üzerinde uygulanan ve iç organların tek tek incelenmesi için kesitlere ayırma işleminden oluşan girişimler bütünü. |
Okulomotor
Gözü hareket ettiren sinirlerden birisidir.(3.kafa çifti Nervus Oculomotorius) |
Organogenez
Embriyo tabakalarından organların meydana gelmesi. |
Otoradyografi
Özel maddelerle boyanmış moleküllerin ya da molekül parçalarının röntgen ışınlarıyla incelenmesi. |
Okulomotoryus
Gözü hareket ettiren sinirlerden birisidir.(3.kafa çifti Nervus Oculomotorius) |
Organojenez
Embriyonun gelişim evrelerinden biri. |
Otoskopi
Kişinin kendi ayna görüntüsünü görmesi biçimindeki varsam. |
Okulomotoryus
Gözü hareket ettiren sinirlerden birisidir.(3.kafa çifti Nervus Oculomotorius) |
Orgazm
Cinsel ilişki anında en yüksek doyuma ve hazza ulaşılması. |
Ototransfüzyon
Hastaya kendi kanının nakledilmesi. |
Orifîs
Anatomide, bir kanal ya da boşluğa açılan ağzı tanımlayan terim; örneğin anüs -ve dölyatağı ağzını belirtmek için orifis terimi kullanılır. |
Ototransplantasyon
Kişinin bir organ ya da doku parçasının, kendi vücudunun başka bir bölümüne nakledilmesi. |
Okülomotor kaslar
Gözçukurunda yer alan ve gözküresini hareket ettiren kas kümesi. |
Orikül
Kalbin iki yanında bulunan cep (divertikül) biçiminde yan uzantılar. |
Ototrof
Kendi besinini kendi yapabilen canlılar. |
Okülomotor sinir
III. kafa çifti. |
Oripilâsyon
Kıl köklerindeki kasların kasılmasına bağlı olarak kılların dikilmesi; |
Otovaksin (özaşı)
Hastadan alınan mikroorganizma kültüründen hazırlanmış aşının aynı hastaya verilmesi. |
Olekranon
Dirsekteki çıkıntı. |
Orşektomi
Erbezlerinin cerrahi girişimle çıkarılması. |
Oturga kemiği (iskiyon)
Böğür kemiği(*) ve pubis(*) ile birlikte leğeni oluşturan kemik. |
Oleoma
Çok zor emilebilen yağlı maddelerin dokulann içine girmesi sonucunda gelişen kronik iltihap. |
Orşidopeksi
Normalin dışında yerleşmiş ya da aşırı derecede hareketli erbezinin normal yerine alınarak burada hareket-sizleştirilmesini amaçlayan cerrahi girişim. |
Oturma banyosu
Hastanın, baldırları ve apış arası bölgesi, akan ya da durağan su içinde kalacak biçimde oturarak yaptığı banyo. |
Olfaklometri
Kişinin koku alma gücünün niceliksel olarak ölçülmesi yöntemi. |
Orşiepididimit
Epididim ve erbezinin birlikte iltihaplanması. |
Oval pencere
Ortakulağın iç duvarında bulunan oval biçimli açıklık; ortakulakla İçkulağın dalızı arasında bir geçit oluşturur. |
Olfaktor
Koku siniri.(Nervus Olfactorius) |
Orşit
Orşit bir ya da iki testisin (yumurtalık) iltihabıdır. Genellikle kabakulak, verem veya sifilis enfeksiyonlaından sonra görülür.
Belirtiler
Testislerin daha çok viral daha az da bakteriyel enfeksiyonudur. Mikroorganizmalar testislere kan yoluyla ulaşır.
Testislerin biri ya da her ikisi büyük ve ağrılıdır. Skrotum adı verilen testisleri kaplayan kese şiş ve kırmızı görünümlü olabilir. Testislerden sperm taşıyan kordonlarda şiş ve hassas olabilirler. Hastanın genellikle ateşi yüksektir. Kabakulağa bağlı enfeksiyonlarda şikayetler kabakulak belirtilerinden 3-4 gün sonra görülürler. Bazen hastalanan testisin boyutu küçülür ve öyle kalır.
Tanı
Hekiminiz muayene sonrasında kan ve idrar tetkikleri ile ultrasonografi tetkiklerini isteyebilir.
Tedavi
Hekimler bakterilere bağlı enfeksiyonlarda genellikle antibiyotikler önerirler. Şikâyetler için ağrı kesicilerde önerilebilir. Şikayetler geçene kadar bir hafta kadar yatak istirahati önerilir. Kabakulak orşitinde testislerdeki ağrı ve şişlik parotit başlangıcından 4-6 gün sonra başlar, vakaların %70’i tek taraflıdır. Klinik tablo bazen sadece ağrı ve şişlikle sınırlı iken bazı vakalarda da ateş bulantı, kusma tabloya eşlik edebilir. Hafif vakalar bir ağır vakalar 3-4 haftada iyileşir.
Öneriler
Skrotumu biraz yukarıda tutmak önerilir. Buz torbaları ağrı ve şişlik şikâyetlerinde faydalı olabilirler. |
Ovarit (ooforit)
Yumurtalık iltihabı. |
Olfaktoryus
Koku siniri.(Nervus Olfactorius) |
Orşiyalji
Erbezindeh kaynaklanan, bel ve kasık bölgesine yayılan ağn. |
Ovariyektomi
Tek ya da her iki yumurtalığın çıkarıldığı cerrahi girişim. |
Olfaktör sinir (koku siniri)
I. kafa çifti. |
Orşiyoblastom
Erbezinin ender görülen ve genellikle yaşamın ilk üç yılında ortaya çıkan kötü huylu tümörü. |
Ovariyojenez
Embriyonun gelişimi sırasında yumurtalığın oluşumuyla sonuçlanan tüm hücre çoğalması ve farklılaşması süreçleri. |
Ortakulak İltihabı
Bademcik veya gırtlakta meydana gelen iltihaplar grip, kızamık, kuşpalazı, kızıl gibi hastalıklar ortakulağın iltihaplanmasına neden olabilir. Hastada, yüksek ateş ve kulak ağrısı görülür. Kulağa sıcak pansumanlar yapmak, ağrıları dindirir. |
Ovariyotomi
Yumurtalıkların tek ya da çift yanlı olarak kısmen çıkarıldığı cerrahi girişim. |
Oligodendroglioma
Sinir sistemi destek dokusuna ait, özellikle beyincikte görülen kötü huylu tümör. |
Ortama uyum
Organizmanın alışmamış olduğu sıcakhk ve yükseklik değişikliklerine ve iklim koşullarına gösterdiği uyumu tanımlayan terim. |
Ovaryum
yumurtalık, yumurtaların meydana geldiği yer. |
Oligodendrogliyom
Nöroglianın, oligodendrositler adı verilen özel hücrelerinden kaynaklanan beyin tümörü. |
Ortodonti
Özel bir aygıt uygulanmasına dayanan tedavi aracılığıyla dişlerin değişik tipteki bozukluklarının düzeltilmesini amaçlayan diş hekimliği dalı. |
Ovaryum (yumurtalık)
Kadın üreme organlarındandır. İki tanedir. Östrojen ve progesteron hormonu oluşumunu ve yumurtanın gelişimini sağlamaktadır. |
Oligoemi
Kan damarlarında dolaşan kan kütlesinin azalması. |
Ortofoni
İşlevsel nedenlere bağlı ses ve konuşma bozukluklarının tedavisiyle ilgilenen foniatri(*) dalı. |
Over
Kadında yumurta üreten ve östrojen ve progesteron salgılayan üreme organı, yumurtalık. |
Oligohipomenore
Âdet kanamalarında azalma biçiminde ortaya çıkan patolojik durum. |
Ortognatizm
Üstçenenin kafatası iskeletine yaklaşık dik konumda olduğunu belirten terim. |
Over yetmezliği
Ovaryumun gonadotropik hormonla uyarılmasına cevap vermemesidir. Genetik veya postmenapozal duruma bağlı follikül doku yokluğudur. |
Oligokromemi
Alyuvarlarda bulunan toplam hemoglobin miktarının azalması. |
Ortopedi
Vücudun hareket sisteminin morfolojisini ve işlevini değiştiren doğumsal, sonradan edinilmiş ya da travma sonucu oluşan îezyonlan incelemeye, önlemeye ve tedavi etmeye yönelik tıp uzmanlık dalı. |
Ovoblast
Yumurtanın geliştiği hücre, yumurta hücresi. |
Oligomenore
Adet kanamasının azalmasıyla nitelenen hastalık durumu. |
Ortopedi
Vücudun hareket sisteminin morfolojisini ve işlevini değiştiren doğumsal, sonradan edinilmiş ya da travma sonucu oluşan îezyonlan incelemeye, önlemeye ve tedavi etmeye yönelik tıp uzmanlık dalı. |
Ovogon
Yumurta hücresinin dölüt yumurtalığındakİ olgunlaşma sürecinin ilk evresi. |
Oligositemi
Kandaki biçimli hücrelerin, özellikle alyuvarların sayısındaki toplam hemoglobin miktanndan bağımsız azalma. |
Ortopedik alçı
Kırıkların ve ortopedik ameliyatların ardından tedaviye 'yardımcı olarak yaygın biçimde kullanılan ortopedik malzeme. |
Ovojenez
Olgunlaşma öncesi yumurta hücresinin (ovogon) döllenmeye hazır duruma gelene değin geçirdiği süreç. |
Oligospermi
Menide spermatozoidlerin normalden az oluşu. |
Ortopedik korse
Omurganın kamburluk (kifoz), yana eğrilik (skolyoz) gibi biçim bozukluklanm önlemek ya da tedavi etmek |
Ovosit
Olgunlaşma devresinden önceki dişi cinsiyet hücresi. |
Oligospermi (hipospermi)
Boşalma sırasında atılan sperm miktannda 2-3 ml'lik fizyolojik hacmin altına düşen azalma. |
Ortopne
Hastada yatar durumda beliren, oturduğunda kaybolan nefes darlığı. |
Ovulasyon
Kadınlarda yumurtalıklarda ovüm'ün (Yumurtanın) atılmasıdır. Ovülasyon genellikle adet dönemlerinin ortasına rastlayan 11-14. günler arasında olur. |
Oligozoospermi
Ersuyundakİ spermatozoit sayısının mililitrede 20 milyon değerinin altına düşmesi. |
Ortopti
Şaşılık ya da ambliyopi(*) gibi görme bozukluklarının egzersiz yoluyla düzeltilmesini amaçlayan tıp dalı. |
Ovum
Aşırı sıvı topanmasına bağlı doku şişmesi |
Oliguri
İdrarın normalden az çıkartılması |
Ortoradyografi
Günümüzde artık kullanılmayan radyoloji yöntemi. |
Ovülasyon
Kadınlarda yumurtalıklarda ovüm'ün (Yumurtanın) atılmasıdır. Ovülasyon genellikle adet dönemlerinin ortasına rastlayan 11-14. günler arasında olur. |
Oligüri
İdrarın normalden az çıkartılması |
Ortostatik
Ayakta durmaya bağlı olarak gelişen olayları tanımlayan terim. |
Owren trombosit testi
Başta II., VII., XI. ve X. etkenler olmak üzere pıhtılaşma etkenlerinin etkinliğim değerlendirmek üzere uygulanan kan testi. |
Oliva
Merkez sinir sistemindeki oval (zeytin) biçimli bazı oluşumları (örneğin bulbar oliva, serebellar oliva) belirtmek için kullanılan anatomik terim. |
Os hamatum (çengel kemik, unsinat kemik)
El bileğinin İkinci sıra kemikleri içinde yer alan piramit biçimli küçük kemik. |
Ozmoregülasyon
Vücutta ozmotik basınç değerlerini sabit tutan düzenleme mekanizmalarının bütünü. |
Oluk
Yanm daire biçiminde kesitli ve kemiğin üzerinde düzgün bir kanal görünümü olan anatomik yapıların ortak adı. |
Osein
Kemik dokunun ara maddesi. |
Ozmoreseptörler
Vücutta kan ve dokular arası sıvı başmandaki basınç değişikliklerine duyarlı alıcılar. |
Oma
Tümörü ifada eden son ek. |
Osgood schlatter hastalığı
Teknik olarak tibial (dizin altındaki büyük kemiğin baş kısmı) tüberkülün osteokondriti olarak bilinir, atletik yapılı genç insanlarda (özellikle erkek adolesanlarda) tibia tüberkülü üzerinde ağrı ve hassasiyete neden olan bir diz problemidir. 6 ay kadar koşmak ya da tekme atmaktan kaçınılırsa çoğunlukla geçer |
Ozon
Üç oksijen atomundan oluşan gaz molekülü. |
Omentektomi
Omentumun (gömlek) tümünün ya da bir bölümünün çıkanldığı cerrahi girişim. |
Ödem
Vücudun anormal derecede su toplamasına halk arasında istiska; tıp dilinde ise ödem denir. Veya hidrofizi denir. Yüzde, ellerde, ayaklarda veya karında ağrısız şişlikler görülür. Bu şişkinliklerin kaynağı kalp, karaciğer veya böbrek hastalıklarıdır. |
Önkol
Kolun dirsek eklemiyle bilek arasında kalan bölümü. İ |
Özbenlik
Psikolog C. G. Jung'un analitik psikolojisinin ana kav-ramlanndan bîri. |
Ödem
Vücudun anormal derecede su toplamasına halk arasında istiska; tıp dilinde ise ödem denir. Veya hidrofizi denir. Yüzde, ellerde, ayaklarda veya karında ağrısız şişlikler görülür. Bu şişkinliklerin kaynağı kalp, karaciğer veya böbrek hastalıklarıdır. |
Önükizm
Erbezleri çıkarılmış (İğdiş edilmiş) kişinin durumu. |
Özdeşleşme
Bir kimsenin bir başka bireyi ya da birey grubunu kendisine örnek alması ve taklit etmesi biçiminde harekete geçen savunma mekanizması. |
Ödipus kompleksi
Bkz. ODİPUS KOMPLEKSİ. |
Önükoidizm
Erkek eşey organlarında (erbezleri) eşey hormonlarının, özellikle testosteronun yetersiz salgılanmasına bağlı olarak gelişen klinik tablo. |
Özefagus
Yemek borusuna verilen isimdir, yutak ile mideyi birleştirir. |
Öfori
Ruhsal bir uyarılma hali. |
Öznel gerçeklik
Kişinin başkalarının onayına açık olmayan kendi iç dünyasına ilişkin ve buradan türeyen deneyimlere bağlı algıladığı duyum, veri ve izlenimlerin tümü. |
Öğrenme
İnsanların bilgileri, davranış biçimlerini ve becerileri anımsamalarını sağlayan karmaşık süreç. |
Östaki borusu
Orta kulakla nazofarenksi birleştiren, atmosfer basıncı ile orta kulak içi basıncı dengeliyen yola verilen isimdir. |
Özofago-gastrostomi
Son bölümü çıkarılan yemek borusunun mide .ile birleştirilmesine yönelik cerrahi girişim. |
Ökaryot hücre
Zarla çevrili organelleri ve gerçek çekirdeği olan hücre. |
Östradiol
Ovaryumda follikül gelişimi sırasında salınır. Ovulasyon indüksiyonunda follikülün gelişimini izlerken östradiol miktarı sürekli kontrol edilir. |
Özofagografî
Radyoopak bir madde (suda erimiş saf haldeki baryum sülfat) verilmesinden sonra yemek borusunun radyo-grafik olarak incelenmesi. |
Öksürük
Çoğunlukla, göğüs, boğaz veya karın boşluğunda meydana gelen bir rahatsızlığın belirtisi olarak ortaya çıkan öksürüktür 3 grupta toplanır. |
Östradîyol
Kadın eşey özelliklerini sağlayan ve yumurtalıktan salgılanan hormon; erkekte de erbezlerinden bir miktar salgılanır. |
Özofagoskopi
Yemek borusunun tümünün görülmesini sağlayan en-doskopik inceleme yöntemi. |
Öksürük
Çoğunlukla, göğüs, boğaz veya karın boşluğunda meydana gelen bir rahatsızlığın belirtisi olarak ortaya çıkan öksürüktür 3 grupta toplanır.
- Kuru öksürük
Nezle, boğaz iltihabı, bademcik iltihabı, fazla sigara içmek, sindirim bozuklukları, gastrit, ishal, kabızlık, bağırsak solucanları, kalp hastalıkları ve ses tellerinin hastalanmasından kaynaklanan öksürükler balgamsızdır, yani kuru öksürüktür.
- Nöbet şeklinde gelen öksürükBu çeşit öksürük, boğmaca veya ciğer şişmesi; gırtlak veya hava borusunun tahriş olması, veya astımdan kaynaklanır. Bu çeşit öksürükte pek az balgam görülür.
- Balgamlı öksürük
Bu çeşit öksürük, sık sık tekrarlar. Hastada hırıltı vardır. Balgam çıkarır ve nefesini dışarı vermekte zorluk çeker. Balgamlı öksürük; Bronşit, astım, sinüs iltihabı, müzmin sinüzit, kalp hastalıkları veya tüberkülozun bir işareti olabilir.
Öksürük, nasıl olursa olsun, ihmal edilmemesi ve mutlaka tedavi edilmesi gereken bir hastalıktır. |
Östriyol
Östradiyolden türeyen ve bir biyolojik etkinliği olan daha düşük östrojen hormonu. |
Özofagus (yemek borusu)
Sindirim sisteminin yutak ile mide arasında kalan bölümü. |
Öksürük kesiciler
Öksürüğü kesmek için kullanılan ilaçlar. |
Östrojen
Yumurtalıklardan salgılanan ve insanlarda sekonder cinsel karakterlerin gelişmesini sağlıyan hormondur. |
Özofajizm
Yemek borusu duvanndaki halka biçimli kas liflerinin spazmı; yemek borusunda darlığa yol açar. |
Ölü doğum oranı
Ölü doğumlann, ister canlı, ister ölü, tüm doğumlara olan oranı. |
Östrojen hormonlar
Yumurtalıklardan, eteneden, böbreküstü bezlerinden ve erkeklerde erbezlerinden salgılanan steroit yapılı cinsiyet hormonları. |
Öztelkin
Kişinin kendi iç dünyasından kaynaklanan uyanlardan (kendi İnanç ve düşüncelerinden) etkilenerek belirli bir uyarıya belirli bir biçimde yanıt vermeye yönelmesi. |
Ölü yakma (kremasyon)
İnsan cesedinin ateşte yakılarak küle dönüştürülmesi. |
Ötanazi
Kesin ölümle sonuçlanacak ve dayanılmaz acılara neden olan hastalıklarda ağn vermeyecek herhangi bir yöntemle ölümü çabuklaştırmak. |
Özümleme
Canlı organizmanın, dışarıdan aldığı besin maddelerini parçalayıp yeniden kendine özgü maddelere dönüştürmesi. |
Ölüm
Vücudun yaşamsal işlevlerinin sona ermesi. |
Ötenazi
Kısaca ölüm hakkı da denilebilir.Tedavisi mümkün olmayan kronik hastalıklarda, hayattan umudunu kesmiş hastanın ağrısız bir metotla ölümüne izin verilmesidir.Yasal değildir. |
Özürlü
Aileye, toplumsal çevreye ve çalışma yaşamına uyum sağlamayı engelleyen fiziksel, ruhsal ya da duyusal anomalisi olan kişi. |
Ölüm sertliği (rigor mortis)
Ölümden 2-3 saat sonra kas proteinlerindeki yapısal değişikliklere bağlı olarak cesette oluşan kas kasılması. |
Övül
Yumurta hücresine verilen ad; farmakolojide dölyolun-dan uygulanan bir ilaç hazırlama biçimi. |
Özürlü kemik oluşumu (osteogenez imperfekta)
Kemiklerin yanı sıra gözakı (sklera), içkulak, deri ve bağlan da etkileyen kalftsal bağdoku hastalığı. |
Önemli Yanıklar
Yanık alanı büyük ve derinliği de fazla ise, önemli bir yanık var demektir. Bu gibi durumlarda mutlaka hastaneye başvurmak gerekir. |
Özbağışıklık (otoimmünite)
Vücudun bağışıklık sisteminin kendi dokularına yönelik yıkıcı bağışıklık yanıtı geliştirmesiyle beliren durum. |
Özüt
Bir doku örneğinin parçalanmış hali. |
Poliartralji
Bir çok eklemde ağrı olması (Poli = bir çok). |
Poliartrit
Çok kısa aralıklarla ya da aynı anda birden çok eklemde ortaya çıkan iltihabi süreç (bak. artrit). |
Pektoral kaslar
Göğüs kafesinin ön duvarında yer alan göğüs kasları. |
Polidaktili
El ya da ayakta normalden çok sayıda parmak bulunması ile ortaya çıkan doğumsal oluşum bozukluğu. |
Polidipsi
Susuzluk duygusunun olağandışı güçlü olması ve bu nedenle kişinin normalden daha çok su içmek zorunda kalması durumu. |
Poliglobiilj (hiperglobüli)
Hipoksiye yol açan tüm koşullarda vücutta oksijen yetersizliğinin etkisini azaltmaya yönelik bir mekanizmayla kanda alyuvarların artması |
Polikistik
Bazı organlarda çok sayıda içi sıvı ile dolu oluşumlara verilen addır. Polikistik böbrek, polikistik meme gibi. |
Pakionikya
Tırnak laminasmın(*) kalınlaşması. |
Polimasti
Normalden fazla sayıda memenin bulunması |
Pakiplörit
Akciğeri ve göğüs duvarının iç yüzeyini Örten seröz zarın (plevra) kronik iltihabı. |
Polimenore
Âdet kanamalarının 24 günden daha kısa aralıklarla ortaya çıktığı durum. |
Polimiyalji romatika (pmr)
Aslında kaslarda inflamasyon olmadığı halde, kas ağrısına (miyalji) yol açan romatizmal bir hastalık. PMR'nin özelliği, özellikle omuz ve uyluklarda şiddetli ve ağrılı sabah sertliğidir. Ek olarak, kafatası damarlarında (arterlerinde) temporal arterit adı verilen bir inflamasyon (damar iltihabı) da bulunabilir. |
Paleontoloji
Fosilleri inceleyen, yaşları ve anatomik yapıları hakkında fikir yürüten bilim dalı. |
Pemfigus
Ortası soluk renkte, çevresi kızartılı, oval ya da yuvarlak, sert, kabarık deri lezyonu. |
Polimiyozit
Kaslarda inflamasyona neden olan otoimmün bir hastalık, çoğunlukla omuz, kalça, uyluk bölgelerini ve daha az olmak üzere boyun kaslarını tutar. Eğer cildi de tutarsa, dermatomiyozit adını alır. |
Paleoserebellum
Gelişme sırası açısından beyinciğin eski bölümü. |
Polimorfizm
Bir gen veya kromozomun bir toplumda, iki veya daha fazla, sık rastlanan allelinin varlığı. Allel sayısı arttıkça toplumda o gen için polimorfizm artar. |
Penetrasyon
Erkeğin cinsel organın partnerinin cinsel organına ya da anüsüne girmesi. |
Polinevrit
Hareket, duyu ve kas gücü bozuklukları görülen bir hastalık. |
Palindromik romatizma
Aralıklı olarak tekrarlayan artrit atakları. |
Poliozis
kirpiklerin erken beyazlaşması |
Palpasyon
Elle dokunularak yapılan muayene. |
Polip
Organların ve vücut boşluklarının iç yüzünü kapsayan mukoza adı verilen tabakadan menşeini almış, saplı iyi huylu küçük ur. |
Palpitasyon
Kalp çarpıntısı. |
Polipektomi
Polipin çıkarılmasına yönelik cerrahi girişim. |
Polipeptid
Protein molekülünün yapısında bulunan amino asit zincirlerinin bir parçası. |
Pentozüri
Pentozun idrarla dışarı atılmasıyla ortaya çıkan ve doğuştan gelen şeker metabolizması hastalığı. |
Poliploidizm
Bitki ve hayvanlarda türün özelliklerini taşıyan somatik kromozomların (bak. kromozom) sayıca çokluğuyla beliren durum. |
Polipne (takipne)
Erişkinlerde normalde dakikada 16-24 olan solunum sıklığının artması. |
Polipoz
Bir mukozada aynı anda çok sayıda polipin bulunması. |
Polîradikülit
Omurilikten çıkan sinirlerin çeşitli köklerinde gelişen ve iltihabı kökenli lezyonlarla belirlenen bir hastalık. |
Polisakkarit
Çok sayıda monosakkarit ya da şeker molekülünün birleşmesiyle oluşan yüksek molekül ağırlıklı bir madde. |
Poliserozite
Çeşitli seröz zarları (plevra, perikart, periton) birlikte etkileyen iltihabı süreç. |
Pepton
Proteinlerin mide öz suyunda sindirime uğramış son hali. |
Polisitemi
Dolaşan kanda kemik iliğinden kaynaklanan tüm hücresel yapıların (alyuvarlar, akyuvarlar, trombositler) artması. |
Polispermi
Yumurtanın birden fazla sperm tarafından döllenmesi. |
Perforasyon
Delinme ve bunun sonucunda meydana gelen delik |
Poliüri
Vücuttan 24 saatte atılan idrar miktarının 2 It'nin üzerinde olması. |
Pollaküri
24 saat içinde idrara çıkma sayısının geçici ya da kalıcı olarak artması. |
Panhipopituitarizm
Ön hipofizin, hormon yapıcı etkinliklerinin yetersiz olmasıyla ortaya çıkan hastalık. |
Pollüzyon
Uyku sırasında genellikle ereksiyon ve orgazm duygusu nedeniyle ortaya çıkan istem dışı ersuyu boşalması. |
Panik
Özellikle G. Tarde ve G. LeBon'un incelediği kolektif korku. |
Polyoensefalit
Ağırlıklı olarak ya da yalnızca sinir dokusunun bozmad-desini etkileyen ve özellikle sinir hücresi gövdesinde yıkımla seyreden bozuklukların temelindeki ensefalit(*) biçimlerini belirtmek için kullanılan bir terim. |
Peridural anestezi
Omurganın sertzar dışı boşluğuna yerel anestezik bir maddenin şırınga edilmesiyle uygulanan anestezi. |
Pomat
ilacın etkin maddesini vazelin, vazelin yağı, lanolin ya da reçineli maddelere emdirerek hazırlanan yarı katı İlaç biçimi. |
Panikülit
Özellikle derialtında yer alan yağlı ara doku katmanında ortaya çıkan iltihap. |
Poplitea (dizardı) bölgesi
Uyluk ile bacak arasında yer alan, dizin arka bölümündeki baklava dilimi biçimindeki anatomik bölge. |
Panirradyasyon
insan vücudunun tümünün ışınım alması. |
Populasyon
Belirli bir bölgede yaşayan aynı türe ait bireylerin oluşturduğu topluluk. |
Perikardiyosentez
Perikart kesesinin cerrahi girişimle delinmesi. |
Perikardiyoskleroz
Perikartın fibrinli kalmlaşmasıyla ortaya çıkan hastalık. |
Porfirin
Yaşamsal önem taşıyan hemoglobin, miyoglobin ve öbür proteinlerin bireşimlenme süreci sırasındaki ara aşamalarda ortaya çıkan biyolojik-kim yasal bileşikler. |
Porfirinüri
idrarla porfirin(*) atılması. |
Pankreatektomi
Pankreasın kısmen ya da bütünüyle çıkarılmasına yönelik cerrahi girişim, iyi ya da kötü huylu pankreas tümörlerinde, kronik pankreas iltihaplarında ya da başka patolojik durumlarda uygulanabilir. |
Perikolesistit
Safrakesesini çevreleyen dokuların iltihabı. |
Poriyon
Şakak kemiğinin elmacık kemiği çıkıntısının kök bölümünde yer alan kranyometrik nokta. |
Pankreatikografi
Pankreasın radyolojik olarak incelenmesi. |
Perikondrit
Eklem dışı kıkırdakların örtücü dokusu olan perikond-riyumda ortaya çıkan iltihap süreci. |
Porno
Cinsel ilişkiyi genelde güç ve şiddetle bağdaştıran yazılı, görsel malzemeler. |
Perikondriyum
Kıkırdaksı yapılan Örten, bol miktarda sinir ucu ve kan daman içeren bağdoku katmanı. |
Portakal kabuğu belirtisi
Memedeki tek kütleli kötü huylu tümörlerin oldukça tipik bir belirtisi. |
Portal hipertansiyon
Kapı toplardamarı ve bunun dallan İçindeki kan basıncının artması. |
Pankreopati
Herhangi bir pankreas hastalığını belirten genel terim. |
Portografi
Portal kan dolaşımının radyoloik olarak incelenmesi. |
Pankreozimin
Pankreasın enzim üretimini uyaran ve onikiparmakba-ğırsağından salgılanan hormon. |
Poryomani
Amaçsız ve hiç durmadan yürüme ve dolaşma İsteğiyle beliren ruhsal bozukluk |
Panniculus adiposus
Derinin altında bulunan yağ dokusu. |
Postpartum
Doğumdan sonraki dönemli ilgili. |
Pannikülopati
Derialtı yağ dokusunda patolojik süreçlerin varlığını gösteren genel terim. |
Perineal bölge
Leğen alt duvarının karşısında yer alan, iki kalça arasındaki anatomik bölge. |
Posvirus
Çiçek hastalığı etkeni virüsün de içinde yer aldığı bir virüs grubu. |
Panoftalmi
Gözün bütün tabakalarının iltihabı. |
Potasemi
Kan plazmasındaki potasyum iyonu yoğunluğu. |
Panoftalmit
göz dışına taşan infeksiyon |
Potasyum
Hücre içindeki en önemil katyon. |
Periodontit
Diş çevresi zarının akut ya da kronik iltihabı. |
Potomani
Önüne geçilemeyen içme gereksinimi. |
Pansitopeni
Kanda alyuvar, akyuvar ve trombosit sayısında görülen azalma. |
Periodontum
Dişi çevreleyen destek yapılarının tümünü tanımlayan terim. |
Pozoloji
Bir İlacın en uygun tedavi edici dozunun, ayrıca uygulanma biçiminin, kullanılacak dozlar arasındaki zaman aralığının ve tedavi süresinin belirtildiği yazı. |
Perioniksi
Tırnağın çevresindeki bütün dokulan, özellikle tırnak kökünü etkileyen iltihabi süreç. |
Pantenol
B kompleks vitamininden türetilmiş bir maddedir. Kalın, şurupsu bir yapısı ve nemlendirici özelliği vardır. Yumuşatıcı olarak da kullanılır. |
Periost
Kemik zarı. Kemiklerin dışında bulunan, kemik dokunun beslenmesini onarılmasını sağlayan zar. |
Pranoterapi
Alternatif bir tıbbi uygulama. |
Pantotenik asit
B5 vitamininin adı |
Periostit
Periost(*) iltihabı. |
Predîspozisyon (yatkınlık)
Vücudun belirli hastalık yapıcı etkenlere daha kolay yakalanması. |
Papanikolau testi
PAP-test |
Pregnandiyol
Âdet çevriminde yumurtlamadan sonraki ikinci evrede salgılanan progesteron hormonunun idrarla atılan me-taboliti. |
Papaverin
Opiumdan elde edilen, düz kasların spazmını çözücüetkiye sahip bir alkaloid. |
Pregnantrîyol
Böbreküstü bezlerinden salgılanan 17-hidroksi-progesteronun metaboliti. |
Paper radio immuno sorbent test
PRIST |
Peristaltizm
Özellikle sindirim sistemindeki kasların dalgalı hareketleri. |
Prekanseröz
Bİr organ ya da dokuda ortaya çıkabilen, iyi huylu bir özellik taşıyan, ama olguların önemli bir yüzdesinde kısa ya da uzun bir süre sonra kötü huylu özellik kazanan lezyonları belirtmek için kullanılan terim. |
Prekoma
Herhangi bir nedene bağlı komadan önce gelen evre. |
Periton
Karın içi organları çepeçevre saran, karın boşluğunun iç yüzünü örten zardır. |
Prekordiyal bölge (prekordiyum)
Göğüs duvarının ön sol bölümünde kalbin bulunduğu bölge. |
Periton (kann zan)
Kann boşluğunun içindeki organların yüzeyini ve karın boşluğu duvarım içeriden örten seröz zar. |
Prekordiyalji
Göğüs duvarının ön bölümünde, kalbin bulunduğu yerde duyulan ağrıyı belirtmek için kullanılan genel terim. |
Papillokarsinom
Kötü huylu papillom. |
Peritonit
Peritonun iltihabıdır. |
Papillom
Meme başı gibi çıkıntılar yapan iyi huylu tümörler. |
Premenstruel Sendrom
Premenstruel Sendrom (PMS) kadınlarda adet öncesi dönemde adetten yaklaşık 1 hafta önce başlayan ruhsal ya da fiziksel bir takım sıkıntılara ve gerginliklere verilen isimdir. Bu belirtiler genellikle adetin başlamasına 1 hafta kala ortaya çıkar ve adet görülmesiyle birlikte sıkıntılar azalır ve birkaç günde kaybolur.
Adet öncesi sıkıntılar özellikle yetişkin üreme çağındaki kadınların karşılaştıkları bir sorundur ve bazen normal hayatını engelleyen biri durumdur. Her yıl yaklaşık 12 kez adet gören bir kadın için her 7-10 gün gibi sıkıntılı bir dönem yılda toplam 3-4 ay sıkıntılı bir dönemi ifade eder ki bu büyük bir rakamdır yaşamda ve kişinin hayat kalitesini düşürmektedir.
Aslında her kadında adet öncesi dönemde bazı belirtiler ortaya çıkar. Bu belirtilerin amacı kadının adet olacağından haberdar edilmesi ve böylece hazırlıksız yakalanmasının engellenmesidir. Bu belirtiler kadınların yarısından daha azında rahatsız edici, ancak dayanabilecek şiddette olurken, %5 kadında oldukça şiddetli belirtiler ortaya çıkmaktadır. Burada premenstruel (adet öncesi) belirtiler ile premenstruel sendrom arasındaki ayrımı yapmak önemlidir.
PMS Üreme çağındaki kadınlarda gözükse de; çok ender olarak ergenlik döneminden önce ve menapozda da görülebilir. Sıklıkla 30-45 yaş arsı kadınlarda gözükür. Ailevi bir eğilim söz konusu olmasına karşın sosyal ,sınıf ve ırksal farklılıklar göstermez. Doğum kontrol hapı kullananlarda belirtiler şiddetlenebilir.
Belirtiler
PMS bazen tüm vücut sistemlerini ağır şekilde etkileyebilir ve bu durumda her organa ait belirtiler meydana gelebilir. PMS belirtileri hafif adet öncesi belirtileri şeklinde olabilir, doktora başvuracak kadar, ancak dayanılabilir şiddette olabilir ve iş kaybına, sosyal ilişkilerde sorunlara, kişide depresyona yol açacak kadar şiddetli olabilir.
PMS'nin ruhsal belirtileri depresyona, yorgunluk hissi, aşırı uyuma çevreye ilginin azalması, duygu durumunu dalgalanmalar, sinirlilik gerginlik, asabileşme, üzüntü hali, öfke, dikkat azlığı şeklinde olabilir.
Memelerin olgunlaşması, büyümesi ve ileri derecede hassaslaşması şeklinde meme belirtileri olabilir.
Vücutta ödemlere (su tutulumuna) ve değişik bölgelerde şişliklere yol açar. Bu dönemde vücut ağırlığında 2-3 kiloya kadar ağırlık artışı olabilir.
Baş ağrısı, bulantı-kusma, kabızlık, ishal, iştah artışı, aşırı susama alkole tahammülsüzlük, cinsel istek artışı, akne (sivilce) ortaya çıkması diğer sık gözlenen belirtilerdir.
Tanı
PMS tanısı koymak kolay değildir. Adet öncesi dönemde bazı şikayetlerle başvuran her kadına PMS tanısı koymak, kadının gereksiz yere bazı tedavilere ve bunların yan etkilerine maruz kalması anlamına geleceğinden ancak bazı kriterleri taşıyanların PMS tanısı konur. PMS'li kadınların genellikle kendi kendilerine tanı koyarak doktora başvururlar. Ancak bu kadınların çoğunda ya abartılmış premenstruel belirtiler söz konusudur ya da başka bir hastalık vardır. Tanının düzgün koyulup tedavinin doğru bir şekilde verilmesi için komple bir jinekolojik sorgulama ve muayene yapılmalı, bazı destekleyici laboratuar tetkikleriyle tanıya gidilmelidir
Tedavi
Premenstural sendrom kadının kadınlığı gereği kanıtlamak zorunda olduğu bir durum değil, yardımcı olunabilecek ve de olunması gerekli bir düzensizliktir.
Burada yapılması gereken şey bir kadın hastalıkları uzmanına başvurmaktır. Hekiminiz sizi ciddi bir sorgulamadan ve muayeneden ve de gerekirse laboratuar tetkikinden geçirip, değerlendirecek, Psikiyatrist bir doktorla beraber ilaçlı veya ilaçsız tedavinizi düzenleyecektir. Kendi başınıza yapmaya kalktığınız her şey size belki daha fazla zarar verecektir.
Kafein (kahve, çay, çikolata, kola ve bazı ağrı kesicilerde bulunur) PMS bağlı baş ağrılarının ve meme ağrılarının kötüleşmesine neden olabilir. PMS'li kadınlar siklusun ikinci yarısında (yumurtlama sonrasında) alkole karşı aşırı duyarlılık geliştiğinden bu günlerde alkol alınması PMS belirtilerin artmasına neden olabilir. Şişmeleri (ödem) olanlar için sigara azaltılmalı veya bırakılmalıdır. Çünkü nikotin vücutta su tutar hormonal salgısını uyarır. Sol tarafına yatılarak uyuması genel vücut ödemi olanlar da faydalıdır. Gerekirse tuz kısıtlanmalıdır. Yine diyette kırmızı et azaltılmalı balık , sebze ve meyve tercih edilmelidir.
Düzenli egzersiz PMS'nin belirtilerini azaltır. Stressiz sağlıklı ve düzenli yaşam, gevşeme teknikleri meditasyon veya yoga gibi yöntemler faydalıdır.
Hobilerle ilgilenmek önemlidir.
Yukarıda yöntemler yetersiz olduğunda veya baştan beri şiddetli seyreden PMS durumlarında ilaçla tedavi yapılır; Doğum kontrol hapları, Ağrı kesici - iltihap giderici ilaçlar, hormonal ilaçlar kullanılır. |
Papillomatoz
Vücudun bir bölgesinde çok sayıda papillomun kümelenmesi. |
Perküsyon
Hastanın klinik muayenesinde uygulanan bir yöntem. |
Papillont
Deri ve mukozada oldukça sık görülen, çeşitli büyüklüklerde, yüzeyi düzensiz, iyi huylu epitel dokusu tümörü. |
Presbiyopi
Yakındaki nesnelerin görüntülerinin retina (ağtabaka) üzerine odaklaşamamasıyla belirlenen görme bozukluğu. |
Papillosfinkterotomi
Vater ampullası ve onikiparmakbağırsağınm son bölümünü çevreleyen kas liflerinin (öddi büzgen kası) kesilmesiyle uygulanan cerrahi girişim. |
Pernisyöz
Yıkıcı, bazen öldürücü. Pernizpyöz anemi, bağırsaklardan B12 vitaminin emilememesinin neden olduğu bir anemi türüdür. |
Presipitasyon tepkimesi
Bir antijen ile ona özgü antikorun birleşmesi sonucunda gözle görülür bir çökeltinin oluşması. |
Papillotomi
Vater ampullası, yani ana safra ve pankreas kanallarının onikiparmakbağırsağına açıldığı bölgeye yönelik cerrahi girişim. |
Perspirasyo insensibilis
Deriden ya da solunum yollarından sürekli gerçekleşen, ama farkedilmeyen buharlaşma. |
Presistolik
Kalple ilgili patolojik bir olgunun kalp döngüsüne göre diyastolun sonunda, yani sîstolün başlangıcından önce geldiğini belirtmek için kullanılan terim. |
Pressoseptör (basınç alıcıları)
Atar ya da toplar damar içindeki kan basıncında meydana gelen değişikliklere duyarlı olan sinirsel alıcılar. |
Perversiyon (sapma)
Dürtü, eğilim ve İlgilerin toplumsal ve kültürel açıdan normal kabul edilen ölçülere göre çarpık nesnelere ya da amaçlara yönelmesi. |
Para tiroitler
Tiroiti örten bağdoku kılıfı içinde ikisi üstte, ikisi altta yer alan dört safgıbezi. |
Prob*
Gen veya gen ürününü belirlemek veya ayırmak için kullanılan işaretli tek zincirli DNA veya RNA nükleotid dizisi veya monoklonal antikor gibi bir madde. |
Paraganglîyom
Paraganglİyonlardan, başka bir deyişle kanun sempatik sinir gangliyonlanyla ilişkili küçük boyutlu oluşumlardan çıkan tümör. |
Proensefalon
Embrİyonal beynin kese biçimindeki Ön bölümü. |
Paragangliyon
Üst mezenterf*) gangliyonu, böbrek ve böbreküstü gangliyonu gibi karnın sempatik sinir gangliyonlanyla ve sinir ağıyla ilişkili küçük hücre gruplan. |
Petrozit
Şakak kemiğinin (temporal kemik) kayamsı parçasının (pars petroza ya da piramit) iltihabı. |
Proenzim (proferment, zimojen)
Bir enzimin öncül ve henüz etkinleşmemiş biçimi. |
Profaz
Mitoz bölünmenin ilk evresi. |
Phenotype
Kişinin kalıtsal yapısının dışa akseden görünümü, aynı tür fertlerini belirleyen, gözle görülebilen özelliklerin tümü. |
Profilaksi
Belirli kuralları izleyerek ya da özel önlemler alarak hastalığın oluşmasını veya yayılmasını önleme. |
Pıhtılaşma testleri
Özellikle kanamalı hastalarda kanın pıhtılaşmasını ve kılcal damarları incelemek için kullanılan testler. |
Progesteron
Ovulasyondan sonra corpus luteum tarafından salınan gebeliği koruyan bir hormondur. Gebelik süresince plasentadan üretilir. |
Parakeratoz
Epidermis (üstderi) hücrelerinin olgunlaşma ve farklılaşma sürecinde ortaya çıkan bozukluk. |
Progesteron (luteîn)
Corpus luteum(*) (sarı cisim) tarafından salgılanan bir hormon. |
Parakolpos
Dölyolunun iki kenarında, küçük leğende yer alan anatomik yapılar bütünü. |
Proglotit (bölüt)
Tenya gibi Cesioda cinsi yassısolucanlann anatomik bölümleri. |
Pigmalionizm
Bir erkeğin, heykelle sevişmeyi tercih etmesi. |
Prognatizm
Yüzün alt bölümünün, Özellikle de altçene kemiğinin, alt dişlerin ya da üstçene kemiğinin öne doğru çıkması sonucu gelişen yüz biçimi. |
Prognoz
Hastalığın sonucu / geleceği hakkında tahmini yaklaşım. |
Projeksiyon
Çeşitli tıp disiplinlerinde farklı anlamlarda kullanılan bir terim. |
Prokaryot hücre
Zarla çevrilmiş özel organelleri ve gerçek çekirdeği olmayan hücreler. Bakteriler ve mavi-yeşil algleri içine alan monera alemindeki canlılar. |
Piknoz
Patolojide, hücre çekirdeğindeki değişiklikleri göstermek için kullanılan terim. |
Proksimal (yakın)
Anatomide vücudun bir bölümünün konumunu vücut merkezine, yani kalp bölgesine göre belirtmek için kullanılan ve "distal"in karşıtı olan terim. |
Paramedian
Orta hattın yanında, orta hatta yakın. |
Pikornavirüs
Çok küçük boyutlu bir grup RNA (ribonükleik asit) virüsüne verilen ad. |
Proktit
Bağırsağın rektum (düzbağırsak) bölümüyle ilgili akut ya da kronik iltihap. |
Proktoloji
Rektum ve makat hastalıkları İle bunların tedavilerini konu alan cerrahi tıp dalı. |
Pilor
Midenin duedonuma açılan alt bölgesi. |
Proktore (rektoraji)
Rektumdan dışkılamayla ya da dışkılama olmaksızın kan gelmesi. |
Pilor (mide kapısı)
Mide İle onikiparmakbağırsağı arasında yer alan geçiş bölümü. |
Prolaktin
Memede süt üretimini uyaran hipofiz hormonu |
Pilor spazmı
Mideyi onikiparmakbağırsağına birleştiren pilor (mide kapısı) çıkışındaki kasların anormal kasılması (spazmı). |
Prolapsus
Bir iç organın kendisini tutan bağlardaki zayıflama nedeniyle bulunduğu yerden çıkarak, vücudun doğal deliklerine doğru itilmesi. |
Paramorfizm
Vücudun tümünün ya da bazı bölümlerinin duruşunda anatomik bir bozukluğa değil, yalnızca işlevsel bir bozukluğa bağlı herhangi bir anormallik. |
Piloroplasti
Pilorun düz kasının spazmını önlemek için yapılan cerrahi girişim. |
Propriyosepsiyon
Vücudun boşluktaki konumunu algılama ilkesine dayanan duyum tipi. |
Pilorotomi
Mide kapısı (pilor) kaslarının kalmlaşarak darlığa yol açtığı pilor stenozunda, darlığı gidermek amacıyla pilor kasının mukozaya kadar kesildiği girişim. |
Propriyoseptör
Propriyosepsiyonu(*) sağlayan sinir ucu alıcıları. |
Pinealom
Beyinde bulunan epifiz(*) bezi hücrelerinden çıkan tümör. |
Proptozis
(a.k.a eksoftalmus) göz küresinin ileri doğru fırlaması |
Paraneoplastiksendrom
Kanserli hastalarda tümör dokusundaki metabolizma sürecine ve bu dokudan salgılanan etken maddelere bağlı belirtiler. |
Prostaglandin
Çeşitli dokularda bulunan ve yağ asitlerinin türevi olan yağ kökenli maddeler. |
Pinositoz
Hücre zarından doğrudan geçemeyecek kadar büyük moleküllü sıvı maddelerin hücreye alınması. |
Prostaglandinler
Esansiyel yağ asitlerinden türeyen kimyasal maddeler, bazıları inflamasyonu kontrol eder. |
Paranoit
Psikiyatride genellikle paranoya ile paranoit şizofreni arasında kalan durumları belirtmek için kullanılan terim. |
Prostat
Prostat
Erkeklerde mesanenin altında ve idar yolunun başlangıcında bulunan genital sisteme ait bir bez.
Prostat büyümesi
prostat bezi, idrar torbasının boynu ile idrar yolu başlangıcını çevreleyen ceviz büyüklüğünde bir guddedir. Yalnız erkeklerde bulunur. prostat bezi, 50 yaşını geçen erkeklerde büyümeye başlayıp, rahatsızlık verebilir. Hastalığın belirtileri gecenin son kısmında idrara kalkmak, gündüzleri sık sık idrar yapmak, idrar yapmakta zorluk, idrarın yavaş yavaş akması, idrarın başında veya sonunda bir damla kan şeklinde görülür. Kesin tedavi ameliyatla gerçekleşir.
Prostat iltihabı
Vücudun herhangi bir yerindeki iltihabın, kan dolaşımı aracılığı ile prostat bezine gelip yerleşmesi sonucu ortaya çıkar. Hastada titreme, halsizlik, ateş, sırt ve bacak ağrıları görülür. Hasta, İdrarını ve büyük abdestini yapmakta güçlük çeker. Tedavi sırasında en az 10 gün yatak istirahati şarttır.
Prostat kanseri
prostat bezinin genişleyip, büyümesi sonucu ortaya çıkan bir hastalıktır. Hastanın karın bölgesinin alt kısımlarında ve bacak aralarında ağrı vardır. Bazen sırtta ve kollarda da ağrı hissedilir. Doktor tedavisi gerekir.
Prostatit
Prostat iltihabı.
İdrar tutukluğu
Mesane (idrar torbası) dolu olduğu halde idrar yapılamaz. Karnın alt bölgesi gerginleşmiştir. Bastırılınca ağrı hissedilir. Tıp dilinde akut retansiyon adı verilen bu durumun nedenleri çeşitlidir. Örneğin, böbreklerde taş, prostat büyümesi, idrar yollarının doğuştan kusurlu olması, fazla miktarda alkol içmek, mesane felci, belsoğukluğu, sinir hastalıkları veya üşütmek idrar tutukluğuna neden olabilir. İlk tedbir olarak hastanın karnına içinde sıcak su olan bir şişe konur. Sıcak su ile banyo yapılırken, idrar çıkarmaya çalışılır.
İdrar yollarında yanma
İdrar yollarında veya idrar yaparken yanma çeşitli nedenlerden kaynaklanır. Belsoğukluğu, ülser, mesane iltihabı, prostat iltihabı, mesane uru, yumurtalık iltihabı, apandisit düşünülebilir. Bu nedenle tedaviye geçmeden önce, hastalığı doğuran nedeni tespit etmek gerekir. Tedavi, hastalığı doğuran nedene göre yapılır.
Kan işemek
Tıp dilinde hematüri adı verilen bu durum, önemli bir hastalığın işareti olabilir. Bu nedenle vakit kaybetmeden bir doktora başvurmak gerekir. İdrarda kan görülmesi; idraryolu iltihabı, prostat iltihabı, mesane taşı, böbrek kanaması, böbrekte taş veya kum, kan hastalıkları veya bir başka hastalığın belirtisi olabilir. Ayrıca bazı ilaçlar ve gıdalar da idrarda kan görülmesine neden olabilir. Örneğin çilek, domates, ıspanak veya ağrı kesici ilaçlar kan işemeye neden olabilir.
Kanser
Kanser; anormal vücut hücrelerinin başıboş kontrolsüz bir şekide üremeleri ile meydana gelen bir çeşit hastalıktır. Başka bir deyişle vücutta meydana gelen kötü tümörlere kanser denir. Kanser hücreleri, ya etraftaki dokuları istila ederek ya da ak veya kırmızı kan damarları ile vücudun diğer taraflarına yayılır. Buna metastaz (yavrulama) denir. Kanserin esas nedenini bilinmemekle beraber, hava kirliliği, ve sigaranın kansere zemin hazırlayıcı oldukları ileri sürülmektedir. Kanserden korkmayınız, geç kalmaktan korkunuz! Bu nedenle aşağıdaki belirtilerin biri görüldüğü zaman doktora başvurunuz. - Makat veya rahimden gelen anormal kanama veya akıntılar - Göğüslerde veya vücudun herhangi bir yerinde görülen ve ele gelen şişlik veya sertlikler - İyileşmeyen yaralar - Ses kısıklığı veya belirli bir sebebi olmayan öksürük - Yutma güçlüğü ve hazım bozuklukları - Ben ve siğillerde görülen değişmeler. Bu işaretlerin herhangi biri iki haftadan fazla devam ederse mutlaka doktora başvurmak gerekir. Kanserin görüldüğü yerler aşağıda gösterildiği şekilde tespit edilmiştir. - Beyin ve omurilikte %1 - Ciltte %10 - Tenasül yollarında, erkeklerde %10, kadınlarda % 6 - Memelerde %14 - Sindirim sisteminde %25 - Solunum yollarında, erkeklerde %2, kadınlarda %3 - Karaciğer ve safra kesesinde %3 - Diğer organlarda %8 Bu bilgilerin ışığı altında, akciğer, deri, dil, dudak, gırtlak, mide, incebağırsak, kalınbağırsak, mesane, meme, ve prostat daha fazla görüldüğü söylenebilir. Kanser tedavisinde uygulanan makro biyotik gıda rejiminin çok etkili olduğu, bu rejimi uygulayan hastaların iyileştikleri ve sağlıklı kimselerin de kanser olmadıkları ileri sürülmektedir. Makro-biyotik Gıda Rejimi: Bir günlük gıdanın, %60'ı buğday, arpa, mısır, darı, esmer pirinç veya çavdar unundan yapılmış gıdalardan seçilir. %23-25'i hayvan gübresiyle gübrelenmiş bahçelerden toplanmış taze ve olgun meyvelerden, patates, patlıcan, ıspanak, veya domatesten seçilir. %5-10'u tahıl veya sebze çorbalarından seçilir. %10-15'I deniz ürünleri arasından veya soya fasulyesi, taze fasulye, kırmızı pancar veya şalgamdan seçilir. Haftada bir kere beyaz etli balık yenebilir. Ancak her hafta pişirme şeklini değiştirmek gerekir. Haftada iki kere de fazla şekeri olmayan meyveler yenebilir. Çay içilebilir. Aşağıdaki yiyecek ve içecekler de yasaktır. Beyaz unla yapılmış ekmek, pasta gibi şeyler, beyaz pirinç, tavuk, peynir, yumurta, konserveler, dondurulmuş yiyecekler, şeker, üzüm, şekerli meyve suları, olgunlaşmış meyve ve sebzeler, kuru fasulye, ve kuru bezelye, mercimek, mantar, pekmez, bulama, çikolata, kakao, gazoz dahil bütün meşrubatlar, ve alkollü içecekler, turşu, sirke, hardal, sofra tuzu, bayat yiyecekler, sığır eti. Yukarıda anlatılan gıda rejimi hiç aksatılmadan uygulanmalıdır.
Sık sık idrara gitme
Günde 4 veya 6 kez idrara gitmek normal sayılır. Bu sayı, içilen su miktarına göre değişir. Toplam idrar miktarı, 8 su bardağı kadardır. Bu miktarda ve idrara gitme sayısında fazlalık olduğu zaman gençlerde şeker hastalığı, ihtiyarlarda böbrek hastalığı veya prostat büyümesi düşünülebilir.
Üremi
Karaciğerde meydana gelip, kan vasıtasıyla böbreklere taşınan ve idrarla dışarı atılan zararlı maddelere üre denir. Ürenin, idrarla dışarıya atılmayıp, vücutta kalmasından meydana gelen hastalığa da üremi denir. Nedeni, böbrek hastalıkları ve prostat büyümesidir. Hastada devamlı baş ağrısı, görme bulanıklığı, hıçkırık, gündüzleri uyuma ihtiyacı ve geceleri de uykusuzluk görülür. Vakit kaybetmeden tedavi edilmesi gereken bir hastalıktır. Ayrıca tedaviye yardımcı omak amacıyla hastanın üşütmemesi, yorulmaması, düzenli beslenmesi, sigara veya alkolü bırakması gerekir.
|
Paranoya
Yetersiz kuruntu ve kuşkularla karakterize ruhsal bozukluk |
Piramit (kayamsı parça, pars petroza)
Şakak kemiğinin önden arkaya ve içten dışa doğru uzanan dörtgen piramit biçimli parçası. |
Prostat büyümesi
Prostat büyüdüğünde, idrar borusunu sıkmaya başlayabilir. Büyüme bazen borununkapanmasına neden olabilir. Kişi idrar yapabilmek için zorlanabilir. Zorlama idrar torbasının duvarlarının kalınlaşmasına ve genişlemesine neden olur. Buda sıkışma hareketlerinin kısıtlanmasına neden olur. Yaşanılan bu tıkanıklar kişinin idrarını yapamamasına neden olur. İdrara çıkma özellikle geceleri artar. Çünkü idrar torbası tamamen boşaltılmamıştır. Bu rahatsızlığı belirli bir boyuta indirgemek için Kegel egzersizi önerilebilinir.
Kegel Egzersizi
İdrarınızı yaparken 3 saniye kaslarınızı sıkın, 3 saniye gevşeyin ve bunu 10-15 defa yapın.Günde en 5 kez bu egzersizi yapın.
Prostat büyümesi tedavisi
Teşhis mutlaka doktor tarafından konulmalıdır. Prostat büyümesi rektal parmak muayenesi ile kontrol edilir ve idrar enfeksiyon testi PSA testi yapılarak teşhis konulur. Prostat büyümesi semptomlarından rahatsız olmayan hastalar doktor kontrolünde bekleme süresi denen ve acil olmayan tedaviye alınabilirler. Ancak rahatsızlık duyan hastaların tedavi için birden çok seçimleri vardır. Bu konuda doktorunuzla birlikte tedavi şeklinize karar vermelisiniz.
Alfa bloke ediciler
Bu ilaçlar prostat ve idrara torbalarındaki düz kasları gevşetirler. Daha rahat idrara çıkarlar. Diğer bir şekil prostatın büzülmesini veya küçülmesini sağlayan hormon değişikliklerini bloke ederek küçülmesini sağlar.
Dikkat edin!
Yatağa yatmadan önce torbanızı boşaltın. Günde en az 8-10 bardak su için. Ancak yatmadan önce 2-3 saat önce su içmeyin. Antihistaminikleri ve burun, göğüs açan, nezle grip ilaçlarına dikkat edin, idrar yapmayı zorlaştırırlar. Stres azaltma teknikleri uygulayın.
Kahve, alkol baharatlı ,tuzlu ve asitli yiyeceklerden uzak durun. |
Paraozefageal
Özefagusun ( yemek borusu ) yanında yer alan. |
Prostat büyümesi
Prostat bezi, idrar torbasının boynu ile idrar yolu başlangıcını çevreleyen ceviz büyüklüğünde bir guddedir. Yalnız erkeklerde bulunur.Prostat bezi, 50 yaşını geçen erkeklerde büyümeye başlayıp, rahatsızlık verebilir. Hastalığın belirtileri gecenin son kısmında idrara kalkmak, gündüzleri sık sık idrar yapmak, idrar yapmakta zorluk, idrarın yavaş yavaş akması, idrarın başında veya sonunda bir damla kan şeklinde görülür. Kesin tedavi ameliyatla gerçekleşir. |
Prostat iltihabı
Vücudun herhangi bir yerindeki iltihabın, kan dolaşımı aracılığı ile prostat bezine gelip yerleşmesi sonucu ortaya çıkar. Hastada titreme, halsizlik, ateş, sırt ve bacak ağrıları görülür. Hasta, İdrarını ve büyük abdestini yapmakta güçlük çeker.Tedavi sırasında en az 10 gün yatak istirahati şarttır. |
Piroen
Derialtı, damar içi ya da kas içi yolla vücuda girerek, vücut sıcaklığını artıran madde. |
Prostatektomi
Prostatı çıkarmaya yönelik cerrahi girişim. |
Paraproteinemi
Kan dolaşımında antikor proteinlerine (immünglobü-linler) benzeyen, ama onlar gibi etki göstermeyen özel-proteinlerin yüksek düzeyde bulunması. |
Pirofobi
Bazı kişierde ateş görünce ya da yalnızca tehlikesini sezince ortaya çıkan felç edici korku. |
Prostatit
Prostat iltihabı. |
Parasempatik
Organların çalışmasına yavaşlatıcı etki yapan otonom sinir sisteminin bölümü. |
Pirofosfat artropatisi
Vücutta çok fazla miktarda ürik asit birikmesinden ileri gelen kalıtsal bir hastalık. Tüm romatizma ya da artrit türlerinin en ağrılı olanlarından biri olmakla birlikte, aynı zamanda en kolay tedavi edilebilen şeklidir. Bu hastalık kadınlarda çok nadir görülür. Bir başka hastalık olan psödogut, başka bir kristal hastalığı tipidir. |
Prostatizm
Prostatın aşın büyümesi sonucunda ortaya çıkan hastalık, idrarla ilgili bozukluklara yol açar. |
Pirofosfat depo hastalığı
Vücutta çok fazla miktarda ürik asit birikmesinden ileri gelen kalıtsal bir hastalık. Tüm romatizma ya da artrit türlerinin en ağrılı olanlarından biri olmakla birlikte, aynı zamanda en kolay tedavi edilebilen şeklidir. Bu hastalık kadınlarda çok nadir görülür. Bir başka hastalık olan psödogut, başka bir kristal hastalığı tipidir. |
Prostoglandin
Birçok organı etkileyen ve vücutta yaygın olarak bulunan çok aktip bir grup madde. Bazı prostoğlandinler doğum esnasından rahimin kasılmasını sağlar. |
Parasempatik sistem
Otonom sinir sisteminin birbirine karşıt etki yaratan iki bölümünden biri. |
Piromani
Hastada Önlenemeyen bir yangın çıkarma isteğinin görüldüğü ağır davranış bozukluğu. |
Proteik iyot
insan vücudunda tiroit hormonlarına, bunların öncül hormonlanna ya da bazı özel proteinlere bağlı iyot. |
Pirozis
Mideden boğaza doğru yükselen ve genellikle yemeklerden birkaç saat sonra ortaya çıkan hafif yanma duygusu- Midenin asit içeriğinin, yemek borusu içine akma' sıyla gelişir. |
Protein
Proteinler hücrelerin temel yapı taşıdır. Hücrelerin büyümelerini ve onarılmalarını sağlar. Protein vücut için çok gerekli bir bileşendir. Kasların ve bağlantı dokularının beslenmesi, yaşaması ve tamiri, vücudun su dengesinin düzenlenmesi, ana hormon ve enzimlerin üretilmesi ve bağışıklık sisteminin düzgün çalışmasını sağlar. Sağlıklı ergen erkek ve kadınlar için, günlük gerekli miktar, Kg başına 0,8 gram olarak hesaplanmıştır. Yani vücut ağırlığına göre, ortalam bir insanın, günlük 40-65 gr arası Protein alması gereklidir. Proteinler deri, tırnak, kaş, saç, kan ve yumurtadan bazı enzim ve hormonlara kadar birçok doku ve organların bünyesinde yer alırlar.Hayat için gereklidirler ve karbon, hidrojen, oksijen, azot gibi elementlerden meydana gelirler. Ayrıca bileşimlerinde kükürt ve fosforda bulundururlar. Molekül içerisindeki azotun varlığı , proteinlerin en önemli özelliğini teşkil eder. |
Parasistol
Sinüs-kulakçık düğümünden başka bir yerde uyanların ortaya çıkmasına bağlı kalp ritmi bozukluğu. |
Protein hidrolizatlan
Proteinlerin hidrolize (parçalanmaya) uğraması sonucunda oluşan aminoasitlere verilen ad. |
Parathonnon (pıtı)
Paratiroitlerden salgılanan, kalsitonin ve D vitaminiyle birlikte kalsiyum metabolizmasını düzenleyen hormon. |
Protein immünelektroforezi
Immünglobülin olarak da bilinen gammaglobülinleri oluşturan alt protein gruplannın elektroforez yöntemiyle yapılan miktar belirlemesi. |
Paratifo
Tifoya benzeyen, mikrobik ve bulaşıcı bir hastalıktır. Paratifo mikropları paratifolu hastanın idrar, büyük abdest veya kanında bulunur. Lağım sularının karıştığı içme suları ve bu sularla yetiştirilen yiyeceklerle bulaşır. Hastalığın yaygınlaşmasında kara sinekler de önemli rol oynar. |
Protein sentezi (protein bireşimi)
Canlı hücrelerde bir dizi kimyasal tepkime sonucunda protein yapımı. |
Paratifo
Tifoya benzeyen, mikrobik ve bulaşıcı bir hastalıktır. Paratifo mikropları paratifolu hastanın idrar, büyük abdest veya kanında bulunur.
Lağım sularının karıştığı içme suları ve bu sularla yetiştirilen yiyeceklerle bulaşır. Hastalığın yaygınlaşmasında kara sinekler de önemli rol oynar. |
Proteinemi (protidemi)
Kan plazmasındaki proteinlerin yoğunluğu. |
Paratiroid
Tiroid bezi arkasında bulunan dört adet küçük beze verilen isim. |
Pityalizm (siyalore)
Vagus sinirinin (bak. vagus siniri) aşın uyarılmasına bağlı olarak, tükürük salgılanmasında anormal çoğalma. |
Proteinim
idrarda protein bulunması. |
Paratiroidektomi
Paratiroidlerin ameliyatla çıkartılması. |
Piyartroz
Eklem boşluğunda irin toplanmasıyla beliren eklem iltihabı. |
Proteinoterapi
Heterojen proteinlerin (tam yağlı süt, kan, albümin, at serumu, çeşitli hayvansal ya da bitkisel proteinler) kas içine zerk edilmesine dayanan ve günümüzde artık kullanılmayan bir tedavi tekniği. |
Proteoliz
Proteinlerin amino asitlerine kadar parçalanması işlemi. |
Paratroit hormon
Paratroit bezinden salgılanan, kalsiyumun bağırsaktan emilimini, böbreklerden atılmasını, kemiklerden serbest hale geçirilmesini ve hücreler arasındaki kalsiyum iyon konsantrasyonunu kontrol eden hormon. |
Piyelografi
Böbreğin toplayıcı sistemleri, idrar borusu ve idrar kesesinin kontrastlı röntgen filmi ile görüntülenmesi. |
Proteus
Özellikle vücut atıklarında, kokuşmakta olan organik maddelerde ve toprakta bulunan Gram-negatif bakteri türü. |
Paravertebral
Omurganın ( Vertebral Kolon ) yanında yer alan. |
Piyelonefrit
İdrar borusu ve böbrek çanağının, böbrek dokusuna kadar yayılan bakteri enfeksiyonu. |
Protez
Yapay bir vücut parçası. Örneğin, yapay kalça eklemi gibi. |
Piyelotomi
Olası patolojik içerikleri çıkarmak İçin, böbreğin iç boşluklarını inceleme amacıyla yapılan cerrahi girişim. |
Protoplazma
Hücrenin çekirdeği ile sitoplazmasına verilen ad. |
Protoporfirin ıx
Hemoglobülinin özel bir yıkım ürünü. |
Parazitoloji
Başta protozoonlar ve yuvarlaksolucanlar olmak üzere asalaklarla ilgilenen bilim dalı. |
Piyodermit
Pİyojen mikropların (bak. piyojenler) yol açtığı deri enfeksiyonu. |
Protozoa
Tekhücreli canlı topluluğu. |
Parazitoz (asalak hastalığı)
Asalağın bulaşması sonucu ortaya çıkan hastalık. |
Piyojenler
Dokulara girerek irinli iltihaplara yol açan mikroplar. |
Protozoon
Tek hücreli canlılara genel olarak verilen ad (örneğin algler, mantarlar, bakteriler vs.) Pseudopod : Bazı tek hücrelilerin hareket etmek veya besin almak amacıyla sitoplazmasının dışarıya doğru oluşturduğu uzantılardır. |
Parenkim
Organın kendine özel doku yapısı. |
Piyometra
Dölyatağı boşluğunda, irinli iltihabi eksüda birikimi. |
Protrombin
Pıhtılaşma sürecinin bir basamağı olan trombinin oluşumu için kalsiyum tuzlarıyla etkileşim içine giden, kan dolaşımında bunan kimyasal bir madde. |
Parenkima
Organlann kendilerine özgü işlevleri yerine getirecek biçimde özelleşmiş hücrelerini içeren doku- Organdan organa değişen bu özgül dokuya organlara destek sağlayan ve stroma denen bağdoku eşlik eder. |
Piyonefroz
Hidronefroz olan bir böbrekte, ikincil komplikasyon olarak ortaya çıkan irinli İltihabi süreç. |
Protrombin (faktör ıı)
Karaciğerde üretilen, plazmada bulunan ve kanın pıhtılaşmasında önemli rol oynayan glikoprotein. |
Piyoperikardiyum
irinli perikardit sırasında perikart boşluğunda oluşan iltihap birikimi. |
Protrombin oranı
Kanın pıhtılaşma kapasitesini belirlemek amacıyla uygulanan laboratuvar testi. |
Pîyopnömotoraks
Akciğer zarı boşluğunda hava ile birlikte irinli sıvı toplanması. |
Protrombin zamanı
Quick zamanı |
Piyore
Dİş çevresindeki dokuların ve dişetlerinin irinli İltihabı. |
Piyosalpenks
Dölyatağım yumurtalıklara bağlayan Fallop borularının irinli iltihabı. |
Piyotoraks
İrinli akciğer zarı İltihabı (akciğer zarı boşluğu ampiye-mi). |
Parodontit
Diş çevresi dokulannda iltihaplanma. |
Psikodelik
Halüsinojen (varsanıya yol açan) maddeleri belirtmek için kullanılan terim. |
Parodontopati
Paradontumun yapı ve işlevini bozan, korumasız bıraktığı dişin düşmesine yol açan hastalık. |
Plasebo
Belirli ilaçların istatistiksel etkisini ölçmek için kullanılan ve İlaçtan, yalnızca etken madde içermemesiyle ayrılan madde; boş etken. |
Psikodram
Psikoterapide uygulanan bir tedavi yöntemi. |
Parodontoz
Diş çevresi dokularının iltihaba bağlı olmayan yozlaş-masıyla ayırt edilen hastalık. |
Psikofizyoloji
Kişiler arası ve çevresel ilişkileri düzenleyen psikolojik davranış biçimleri, ile fizyolojik süreçler arasındaki ilişkileri inceleyen psikoloji dalı. |
Parodontum
Diş kökünün çevresini saran diş çevresi bağı. |
Plasmodium
Sporozoitler grubundan küçük bir asalak cinsi. |
Psikogram
Bir kişiye uygulanan psikometrik araştırmanın sonucunu gösteren tablo ya da grafik (bak. psikometri). |
Paroksismal
Ani ve geçici krizler halinde gelen. |
Platisma (boyun deri kası)
Boynun önünde, derinin hemen altında yer alan kas. |
Psikojen
Uzak ya da yakın bir geçmişte kişinin başından geçen psikolojik olaylara bağlı herhangi bir ruhsal ya da işlevsel belirti ve rahatsızlığı nitelemek için kullanılan terim. |
Parosmi
Yanlış algılama biçiminde ortaya çıkan koku alma bozukluğu |
Psikojenik
İstemli fiziksel hareketlerle ilgili. |
Parotidektomi
Parotis bezinin alındığı cerrahi girişim. |
Psikoloji
insanın hem bilinç durumlarını, hem de yöneliş ve davranış biçimlerini inceleyen bilim dalı. |
Parotis (kulakaltı tükürük bezi)
Dışkulak yolunun altında, altçene köşesinin gerisindeki büyük tükürük bezi. |
Psikometri
Ruhsal süreçlerin ve etkinliklerin nicel olarak değerlendirilmesini sağlayan bir dizi inceleme yöntemi. |
Parotis bezi
Kulak altı tükrük bezi. |
Plazma hücresi (plazmosit)
Kronik iltihabı süreçlerin merkezi olan, çeşitli dokularda, aynı zamanda kemik iliğinde, sindirim yollan mukozasında da bulunan hücre türü. |
Psikonevroz (nevroz)
Duygusal-İçgüdüsel alanda ve kişilik yapısında ruhsal bozukluklann ortaya çıktığı, hatta çeşitli tipte bedensel belirtilerin görülebildiği bir hastalık durumu. |
Psikopati
Genel olarak herhangi bir zihinsel bozukluğu belirtmek, için kullanılan terim. |
Parsiyd tromboplastîn zamanı
Sodyum sitratlı kana, kalsiyum iyonu ve fosfolipit gibi etken maddenin eklenmesinden sonra pıhtı oluşumu için geçen zaman. |
Psikopatoloji
Ruhsal hastalıklan inceleyen, bunlann nedenlerini ve sonuçlarını araştırarak farklı kategorideki hastalıklar için geçerli genel yasalar ortaya koymaya yönelen psikoloji dalı. |
Plazmositoz
Bİr dokuda bulunan plazma hücrelerinin sayısının artmasıyla nitelenen hastalık durumu |
Psikoprofilaksi
Olağan dışı davranış biçimlerini önlemek ve kişinin çevreye uyum sağlamasını kolaylaştırmak amacıyla psikolojik yöntemler kullanılarak yapılan koruma yöntemi. |
Partenogenez
Yumurtanın döllenme olmaksızın gelişerek yeni canlı meydana getirmesi. |
Psikosomatik hastalıklar
Vücudun çeşitli organ ya da sistemlerinde ruhsal etkilere bağlı olarak ortaya çıkan hastalıklar. |
Psikoşirürji
Psikozlan ve bazı başka zihinsel bozukluklan beyin cerrahisi yöntemleriyle tedavi etmeyi amaçlayan tıp dalı. |
Psikoterapi
Geniş anlamıyla, ruhsal ya da fiziksel hastalıkların psikolojik yöntemlerle tedavisi. |
Paryetal bölge (yankafa bölgesi)
Kafatasının tavanında simetrik olarak çift yanlı ara bölümü oluşturan anatomik bölge. |
Pletismografi
Çevrel atardamarların hastalıklarının araştırılmasında kullanılan inceleme tekniği. |
Psikoz
Bireyin kişiliğinde derin bozukluklara yol açan bütün zihinsel hastalıkları belirten çok geniş kapsamlı terim. |
Pletora
Kan hacminin, özellikle de alyuvarların arttığı patolojik durum. |
Psoas (bel kası)
Karnın arka duvarında yer alan iki kasa verilen ad. |
Psorıasıs
Halk arasında sedef hastalığı olarak bilinir. Sık rastlanan, özellikle diz ve dirseklerde ve vücudun diğer bölgelerinde rastlanan simetrik, kırmızı, kabuklanma ve pullanma gösteren bir cilt hastalığıdır. Sebebi bilinmemektedir. |
Psoriasis
Halk arasında sedef hastalığı olarak bilinir. Sık rastlanan, özellikle diz ve dirseklerde ve vücudun diğer bölgelerinde rastlanan simetrik, kırmızı, kabuklanma ve pullanma gösteren bir cilt hastalığıdır. Sebebi bilinmemektedir. |
Psödogut
Eklemdeki kalsiyum kristallerinin neden olduğu ani ve ağrılı bir atak, eklem sıcak, çok şiş ve kırmızıdır, başlıca dizde görülür. Pirofosfat artropatisi ya da pirofosfat depo hastalığı olarak da bilinir. |
Psödokolinesteraz
Karaciğer tarafından salgılanan bir enzim. |
Psöriyatik artrit
Bazen psöriyazisli hastaları etkileyen (%10'dan az hastada görülür) özel bir artrit tipi. Sıklıkla küçük eklemleri tutar ve ağrılı olabilir. |
Pleyotropi
Tek bir genin, canlının pek çok özelliğinin ortaya çıkmasında etkili olabilmesi. |
Psöriyazis
Sık rastlanan bir cilt hastalığı, kollar, dizler, sırt ve kafa derisinde pullanan pembe lekeler vardır. |
Plezyoröntgenterapi
Odak ile deri arasındaki uzaklığın 0-7 cm arasında olduğu ışın tedavisi. |
Pteriyom
Büyük sfenoit (kamamsı) kemiğin kanata çıkıntısını alın, yankafa ve şakak kemilderiyle birleştiren sütûrle-rin karşısında ve kafatasının yan duvarında yer alan kranyometri(*) noktası. |
Patofobi
Hasta olmaya karşı duyulan saplantısal korku. |
Patogenez
Hastalığın esas ve gelişimi. |
Plörektomi
Plevranın (akciğer zarı) küçük ya da geniş bir bölümünün çıkarılmasına yönelik cerrahi girişim. |
Patognomonik
Bir hastalık için çok özel belirti, bu varsa mutlaka o hastalık akla gelmelidir gibi. |
Plörezi
Plevra iltihabı. Akciğerin üzerini örten plevra ile göğüs duvarını örten iki plevra yaprağı arasında sıvı birikmesi. |
Ptoz
Bir anatomik yapının doğal yerinin, destek dokularının zayıflaması nedeniyle değişmesi. |
Patojen
Hastalık yapan madde veya mikroorganizmalar. |
Plörit
Plevranın, sıvı birikmeksizin kuru iltihabı. |
Patojenez
Bir hastalık tablosunun ortaya çıkmasını ve yerleşmesini sağlayan mekanizmaların tümü. |
Plöroskopi
Plevra boşluğunun doğrudan görülerek incelenmesini sağlayan tanı yöntemi. |
Patolog
Hastalık nedeni ile dokularda meydana gelen değişimleri inceleyen bilimle uğraşan kişi. |
Plörotomi
Plevranın kesilmesi ve sınırlandırdığı boşluğun açılması- -m sağlayan cerrahi girişim. |
Pubik bölge
Karnın ön bölümünde, kalça kemiğinin alt kenan ile dış cinsel organların Üst kenan arasında kalan bölge. |
Patoloji
Hastalıkların dokuda yaptığı değişiklikleri inceleyen, yorumlayan ve tanı koyan bilim dalı |
Pnömokok
Streptococcus pneumoniae'nin(*) yaygın adı. |
Patolojik
Normal olmayan, hastalıklı. |
Pnömoloji
Tıbbın, akciğer fizyolojisi ve patolojisini ya da daha genel olarak solunum sistemini inceleyen dalı. |
Patonevroz
Organik hastalıklardan ya da organ lezyonlanndan kaynaklanan nevrozlan belirtmek İçin, S. Ferenczi tarafından psikanalizde kullanılan terim. |
Pnömomediyastin
Mediyastin boşluğunda gaz bulunması. |
Pulmoner
Akciğer veya akciğerlerle ilgili. |
Pnömonektomi
Bir akciğerin çıkarılmasını sağlayan cerrahi girişim. |
Pulmoner arter
Akciğerin büyük besleyici arteri. |
Pavor noktumus (gece korkusu)
Çocukluk çağında geceleri ortaya çıkan korku. |
Pulmoner hipertansiyon
Küçük dolaşımdaki atardamarlarda basınç artması. |
Pnömoperikardiyum
Kalp dış zan (perikart) boşluğunda gaz bulunması. |
Pnömoperitonyum
Kann zan (periton) boşuğunda gaz bulunması, içi boş bir iç organın yırtılması (örneğin peptik ülser nedeniyle mide delinmesi) sonucunda, karnın delici yaralanmaları sonucunda ya da cerrahi girişim sonrasında ortaya çıkabilir. |
Pnömoraji
Akciğer dokusu içine kanama olması. |
Pnömoretroperitonyum
Karın zarı (periton) arkası boşluklara oksijen gazı verilmesi. |
Pedofili
Küçük çocuklarla cinsel ilişkiye girme eylemi (Sübyancılık). |
Pnömotoraks
Akciğer zarı (plevra) boşluğunda gaz bulunması. |
Pedofiliya
Bir erkeğin, sevişmek için çocukları seçmesi durumuna verilen ad. |
Poli
Çok, normalden fazla anlamındaki en ek |
Poliarteritis nodoza (pan)
Nedeni bilinmeyen nadir bir vaskülit şekli, özellikle orta boy ve küçük arterlerin inflamasyonu söz konusudur ve bu arterlerin kan taşıdığı dokularda dolaşım bozulur. |
Quick zamanı (protrombin zamanı)
Serumdaki protrombin ve faktör V, VII ve X miktarı konusunda bilgi edinmeyi sağlayan bir inceleme. |
Reil şeridi
Omurilik ve soğanilikten talamusa çeşitli duyulan taşıyan ileti yoluna verilen ad. |
Rabdomiyom
Çizgili kaslarda ender görülen İyi huylu tümör. |
Retroperiton
Arka karın zarının iç yaprağı ile arka karın boşluğu arasındaki boşluk. |
Rabdomiyosarkom
Az ya da çok farklılaşmış ya da bütünüyle atipik çizgili kas hücrelerinden kaynaklanan ve ender rastlanan kötü huylu bir tümör. |
Reimplantasyon
Vücudun bütünüyle kopmuş bir bölümünün, örneğin elin cerrahi girişimle yerine bağlanması. |
Retroperitoneal
Periton zarının arkasında. |
Retropnömoperitonyum
Retroperiton içinde yer alan organların ve yapıların incelenmesi amacıyla uygulanan radyolojik tam yöntemi. |
Reiter sendromu
Bu terim sıklıkla serumda Romatoid Faktör (romatoid artrit için) testinin negatif olduğu romatizmal olmayan inflamatuvar eklem hastalıklarını tanımlar. Aslında belli ortak klinik özellikleri bulunan bir inflamatuvar hastalık grubundaki herhangi bir hastalığı ifade eder: Ankilozan spondilit, Reiter hastalığı, reaktif artrit, psöriyatik artrit ve spondilit, ülseratif kolit ve artrit, Crohn hastalığı ve artrit, uveit, HLA-B27 ile bağlantılı periferik artrit ve diğer muhtemel durumlar. |
Retroversi
Bir organın normal konumda değil arkaya doğru eğik durumda olması |
Rejeksiyon
Hastanın dışarıdan verilen dokuyu (Ör. Kemik iliği) reddi. |
Revaskülarizasyon
Yeniden damarlanma. |
Rejenerasyon
Harap olmuş bir dokunun kendini yenilemesi, tamiri. |
Radikalji
Omurilikten çıkan sinir köklerinin çeşitli lezyonlara bağlı tahrişi sonucunda ortaya çıkan ağrı. |
Rejenerasyon
Harap olmuş bir dokunun kendini yenilemesi, tamiri. |
Rezeksiyon
Bir organ veya vücut kısmının bir bölümünün veya tamamının çıkartılması. |
Radikotomi
Omuriliğin arka sinir köklerinin kesildiği cerrahi girişim. |
Radikülit
Omurilikten çıkan sinirlerin (spinal sinir) kök iltihabıdır. |
Rekalsifikasyon zamanı
Pıhtılaşma zamamyla eşdeğer bir İnceleme. |
Radikülopati
Spinal sinir köklerini tutan herhangi bir hastalık. |
Rekombinant dna
Farklı biyolojik kaynaklardan elde edilen DNA moleküllerinin birleşmesinden oluşan yapı. Hücre sıvısında ve çekirdeğinde bulunan kimyasal bir maddedir. Protein sentezlemesi başta olmak üzere hücre içi kimyasal faaliyetlerde çok önemli bir rolü vardır. Yapısı DNA'ya benzer. Ama herbiri farklı işlevlere sahip birkaç cinsi vardır. |
Radio allergic sorbent test
RAST |
Rekombinasyon
Mevcut genlerin yeni genotipleri oluşturacak şekilde bir araya gelmesi. |
Radioimmunoassay (rıa)
İşaretli radyoizotoplar kullanarak kanda antijen, antikor gibi maddelerin yoğunluğunu belirlemeye yarayan laboratuvar İncelemeleri. |
Rektokolit
Düzbağırsak ve kalınbağırsağı birlikte etkileyen akut ya da kronik iltihabi süreç. |
Radius
Ön kolun dış tarafında (baş parmak tarafında) bulunan kemiktir. |
Rektomanometri
Düzbağırsak ve anüs kanalındaki basıncın ölçülmesine dayanan klinik inceleme. |
Rh faktörü
Alyuvarlarda bulunan antijenik Özellik; nüfusun yüzde 85'inde görülür. |
Radyal keratotomi
Korneaya (saydamtabaka) merkezden çevreye uzanan yüzeysel çizikler yapılarak uygulanan cerrahi girişim. |
Rektosel
Düzbağırsağın ön duvarının dölyoluna fıtıklaşması. |
Rhabdovirus
Rhabdoviridae familyasından, RNA içeren virüs grubu. |
Radyasyon
Enerjinin bir boşlukta ya da belirli bir madde ortamında ses, elektromagnetik vb dalgalar biçiminde yayılması. |
Rektoskopi (proktoskopi)
Anüs yoluyla uygulanan rektoskop adlı alet aracılığıyla düzbağırsak ve sigmoit kolunun (kalınbağırsağın "S" biçiminde kıvrım yapan bölümü) incelenmesi. |
Rhinitis medicamentosa
Burun açıcı damla ve spreylerin veya başka burun ilaçlarının gereğinden uzun ve lüzumsuzca kullanılması sonucu oluşan, ilaca bağlı burun iç zarı iltihabı. |
Radyoaktif
Radyasyon yayan özelliğe sahip. |
Rhinovirus
Soğuk algınlığına neden olan büyük bir virüs alt grubu (100 den fazla) |
Radyoaktif iyot
İyotun, I131 olarak gösterilen radyoaktif izotopu. |
Rhinovirüs
Soğuk algınlığına neden olan büyük bir virüs alt grubu (100 den fazla) |
Radyoaktif sular
Litrede en az 50 ünite Mache düzeyinde uranyum, radyum, radon, toryum, aktinyum gibi eser radyoaktif maddeler içeren madensuları. |
Rektus kası (doğru kas)
Vücutta gözküresinin, boynun, uyluğun kası karnın doğru kasları gibi birçok iskelet kasını adlandırmak için kullanılan terim. |
Riboflavin
B2 vitaminine verilen ad, bak. vitaminler. |
Radyobiyoloji
Radyasonun canlılar üzerine nasıl etki ettiğini inceleyen bilim dalı. |
Radyodermatit
Işına maruz kalmış ciltte meydana gelen dermatit. |
Riboz
Beş karbon atomu içeren monosakkarit. |
Radyodermit
Derinin bir kaza sonucunda ya da bir hastalıkla ilgili radyoterapi (ışın tedavisi) sırasında iyonize ışınlara (X ve gamma ışınları) uğramasıyla gelişen lezyonlar. |
Polispermi
Yumurtanın birden fazla sperm tarafından döllenmesi. |
Perforasyon
Delinme ve bunun sonucunda meydana gelen delik |
Poliüri
Vücuttan 24 saatte atılan idrar miktarının 2 It'nin üzerinde olması. |
Pollaküri
24 saat içinde idrara çıkma sayısının geçici ya da kalıcı olarak artması. |
Panhipopituitarizm
Ön hipofizin, hormon yapıcı etkinliklerinin yetersiz olmasıyla ortaya çıkan hastalık. |
Pollüzyon
Uyku sırasında genellikle ereksiyon ve orgazm duygusu nedeniyle ortaya çıkan istem dışı ersuyu boşalması. |
Panik
Özellikle G. Tarde ve G. LeBon'un incelediği kolektif korku. |
Polyoensefalit
Ağırlıklı olarak ya da yalnızca sinir dokusunun bozmad-desini etkileyen ve özellikle sinir hücresi gövdesinde yıkımla seyreden bozuklukların temelindeki ensefalit(*) biçimlerini belirtmek için kullanılan bir terim. |
Peridural anestezi
Omurganın sertzar dışı boşluğuna yerel anestezik bir maddenin şırınga edilmesiyle uygulanan anestezi. |
Pomat
ilacın etkin maddesini vazelin, vazelin yağı, lanolin ya da reçineli maddelere emdirerek hazırlanan yarı katı İlaç biçimi. |
Panikülit
Özellikle derialtında yer alan yağlı ara doku katmanında ortaya çıkan iltihap. |
Poplitea (dizardı) bölgesi
Uyluk ile bacak arasında yer alan, dizin arka bölümündeki baklava dilimi biçimindeki anatomik bölge. |
Panirradyasyon
insan vücudunun tümünün ışınım alması. |
Populasyon
Belirli bir bölgede yaşayan aynı türe ait bireylerin oluşturduğu topluluk. |
Perikardiyosentez
Perikart kesesinin cerrahi girişimle delinmesi. |
Perikardiyoskleroz
Perikartın fibrinli kalmlaşmasıyla ortaya çıkan hastalık. |
Porfirin
Yaşamsal önem taşıyan hemoglobin, miyoglobin ve öbür proteinlerin bireşimlenme süreci sırasındaki ara aşamalarda ortaya çıkan biyolojik-kim yasal bileşikler. |
Porfirinüri
idrarla porfirin(*) atılması. |
Pankreatektomi
Pankreasın kısmen ya da bütünüyle çıkarılmasına yönelik cerrahi girişim, iyi ya da kötü huylu pankreas tümörlerinde, kronik pankreas iltihaplarında ya da başka patolojik durumlarda uygulanabilir. |
Perikolesistit
Safrakesesini çevreleyen dokuların iltihabı. |
Poriyon
Şakak kemiğinin elmacık kemiği çıkıntısının kök bölümünde yer alan kranyometrik nokta. |
Pankreatikografi
Pankreasın radyolojik olarak incelenmesi. |
Perikondrit
Eklem dışı kıkırdakların örtücü dokusu olan perikond-riyumda ortaya çıkan iltihap süreci. |
Porno
Cinsel ilişkiyi genelde güç ve şiddetle bağdaştıran yazılı, görsel malzemeler. |
Perikondriyum
Kıkırdaksı yapılan Örten, bol miktarda sinir ucu ve kan daman içeren bağdoku katmanı. |
Portakal kabuğu belirtisi
Memedeki tek kütleli kötü huylu tümörlerin oldukça tipik bir belirtisi. |
Portal hipertansiyon
Kapı toplardamarı ve bunun dallan İçindeki kan basıncının artması. |
Pankreopati
Herhangi bir pankreas hastalığını belirten genel terim. |
Portografi
Portal kan dolaşımının radyoloik olarak incelenmesi. |
Pankreozimin
Pankreasın enzim üretimini uyaran ve onikiparmakba-ğırsağından salgılanan hormon. |
Poryomani
Amaçsız ve hiç durmadan yürüme ve dolaşma İsteğiyle beliren ruhsal bozukluk |
Panniculus adiposus
Derinin altında bulunan yağ dokusu. |
Postpartum
Doğumdan sonraki dönemli ilgili. |
Pannikülopati
Derialtı yağ dokusunda patolojik süreçlerin varlığını gösteren genel terim. |
Perineal bölge
Leğen alt duvarının karşısında yer alan, iki kalça arasındaki anatomik bölge. |
Posvirus
Çiçek hastalığı etkeni virüsün de içinde yer aldığı bir virüs grubu. |
Panoftalmi
Gözün bütün tabakalarının iltihabı. |
Potasemi
Kan plazmasındaki potasyum iyonu yoğunluğu. |
Panoftalmit
göz dışına taşan infeksiyon |
Potasyum
Hücre içindeki en önemil katyon. |
Periodontit
Diş çevresi zarının akut ya da kronik iltihabı. |
Potomani
Önüne geçilemeyen içme gereksinimi. |
Pansitopeni
Kanda alyuvar, akyuvar ve trombosit sayısında görülen azalma. |
Periodontum
Dişi çevreleyen destek yapılarının tümünü tanımlayan terim. |
Pozoloji
Bir İlacın en uygun tedavi edici dozunun, ayrıca uygulanma biçiminin, kullanılacak dozlar arasındaki zaman aralığının ve tedavi süresinin belirtildiği yazı. |
Perioniksi
Tırnağın çevresindeki bütün dokulan, özellikle tırnak kökünü etkileyen iltihabi süreç. |
Pantenol
B kompleks vitamininden türetilmiş bir maddedir. Kalın, şurupsu bir yapısı ve nemlendirici özelliği vardır. Yumuşatıcı olarak da kullanılır. |
Periost
Kemik zarı. Kemiklerin dışında bulunan, kemik dokunun beslenmesini onarılmasını sağlayan zar. |
Pranoterapi
Alternatif bir tıbbi uygulama. |
Pantotenik asit
B5 vitamininin adı |
Periostit
Periost(*) iltihabı. |
Predîspozisyon (yatkınlık)
Vücudun belirli hastalık yapıcı etkenlere daha kolay yakalanması. |
Papanikolau testi
PAP-test |
Pregnandiyol
Âdet çevriminde yumurtlamadan sonraki ikinci evrede salgılanan progesteron hormonunun idrarla atılan me-taboliti. |
Papaverin
Opiumdan elde edilen, düz kasların spazmını çözücüetkiye sahip bir alkaloid. |
Pregnantrîyol
Böbreküstü bezlerinden salgılanan 17-hidroksi-progesteronun metaboliti. |
Paper radio ımmuno sorbent test
PRIST |
Peristaltizm
Özellikle sindirim sistemindeki kasların dalgalı hareketleri. |
Prekanseröz
Bİr organ ya da dokuda ortaya çıkabilen, iyi huylu bir özellik taşıyan, ama olguların önemli bir yüzdesinde kısa ya da uzun bir süre sonra kötü huylu özellik kazanan lezyonları belirtmek için kullanılan terim. |
Prekoma
Herhangi bir nedene bağlı komadan önce gelen evre. |
Periton
Karın içi organları çepeçevre saran, karın boşluğunun iç yüzünü örten zardır. |
Prekordiyal bölge (prekordiyum)
Göğüs duvarının ön sol bölümünde kalbin bulunduğu bölge. |
Periton (kann zan)
Kann boşluğunun içindeki organların yüzeyini ve karın boşluğu duvarım içeriden örten seröz zar. |
Prekordiyalji
Göğüs duvarının ön bölümünde, kalbin bulunduğu yerde duyulan ağrıyı belirtmek için kullanılan genel terim. |
Papillokarsinom
Kötü huylu papillom. |
Peritonit
Peritonun iltihabıdır. |
Papillom
Meme başı gibi çıkıntılar yapan iyi huylu tümörler. |
Premenstruel Sendrom
Premenstruel Sendrom (PMS) kadınlarda adet öncesi dönemde adetten yaklaşık 1 hafta önce başlayan ruhsal ya da fiziksel bir takım sıkıntılara ve gerginliklere verilen isimdir. Bu belirtiler genellikle adetin başlamasına 1 hafta kala ortaya çıkar ve adet görülmesiyle birlikte sıkıntılar azalır ve birkaç günde kaybolur.
Adet öncesi sıkıntılar özellikle yetişkin üreme çağındaki kadınların karşılaştıkları bir sorundur ve bazen normal hayatını engelleyen biri durumdur. Her yıl yaklaşık 12 kez adet gören bir kadın için her 7-10 gün gibi sıkıntılı bir dönem yılda toplam 3-4 ay sıkıntılı bir dönemi ifade eder ki bu büyük bir rakamdır yaşamda ve kişinin hayat kalitesini düşürmektedir.
Aslında her kadında adet öncesi dönemde bazı belirtiler ortaya çıkar. Bu belirtilerin amacı kadının adet olacağından haberdar edilmesi ve böylece hazırlıksız yakalanmasının engellenmesidir. Bu belirtiler kadınların yarısından daha azında rahatsız edici, ancak dayanabilecek şiddette olurken, %5 kadında oldukça şiddetli belirtiler ortaya çıkmaktadır. Burada premenstruel (adet öncesi) belirtiler ile premenstruel sendrom arasındaki ayrımı yapmak önemlidir.
PMS Üreme çağındaki kadınlarda gözükse de; çok ender olarak ergenlik döneminden önce ve menapozda da görülebilir. Sıklıkla 30-45 yaş arsı kadınlarda gözükür. Ailevi bir eğilim söz konusu olmasına karşın sosyal ,sınıf ve ırksal farklılıklar göstermez. Doğum kontrol hapı kullananlarda belirtiler şiddetlenebilir.
Belirtiler
PMS bazen tüm vücut sistemlerini ağır şekilde etkileyebilir ve bu durumda her organa ait belirtiler meydana gelebilir. PMS belirtileri hafif adet öncesi belirtileri şeklinde olabilir, doktora başvuracak kadar, ancak dayanılabilir şiddette olabilir ve iş kaybına, sosyal ilişkilerde sorunlara, kişide depresyona yol açacak kadar şiddetli olabilir.
PMS'nin ruhsal belirtileri depresyona, yorgunluk hissi, aşırı uyuma çevreye ilginin azalması, duygu durumunu dalgalanmalar, sinirlilik gerginlik, asabileşme, üzüntü hali, öfke, dikkat azlığı şeklinde olabilir.
Memelerin olgunlaşması, büyümesi ve ileri derecede hassaslaşması şeklinde meme belirtileri olabilir.
Vücutta ödemlere (su tutulumuna) ve değişik bölgelerde şişliklere yol açar. Bu dönemde vücut ağırlığında 2-3 kiloya kadar ağırlık artışı olabilir.
Baş ağrısı, bulantı-kusma, kabızlık, ishal, iştah artışı, aşırı susama alkole tahammülsüzlük, cinsel istek artışı, akne (sivilce) ortaya çıkması diğer sık gözlenen belirtilerdir.
Tanı
PMS tanısı koymak kolay değildir. Adet öncesi dönemde bazı şikayetlerle başvuran her kadına PMS tanısı koymak, kadının gereksiz yere bazı tedavilere ve bunların yan etkilerine maruz kalması anlamına geleceğinden ancak bazı kriterleri taşıyanların PMS tanısı konur. PMS'li kadınların genellikle kendi kendilerine tanı koyarak doktora başvururlar. Ancak bu kadınların çoğunda ya abartılmış premenstruel belirtiler söz konusudur ya da başka bir hastalık vardır. Tanının düzgün koyulup tedavinin doğru bir şekilde verilmesi için komple bir jinekolojik sorgulama ve muayene yapılmalı, bazı destekleyici laboratuar tetkikleriyle tanıya gidilmelidir
Tedavi
Premenstural sendrom kadının kadınlığı gereği kanıtlamak zorunda olduğu bir durum değil, yardımcı olunabilecek ve de olunması gerekli bir düzensizliktir.
Burada yapılması gereken şey bir kadın hastalıkları uzmanına başvurmaktır. Hekiminiz sizi ciddi bir sorgulamadan ve muayeneden ve de gerekirse laboratuar tetkikinden geçirip, değerlendirecek, Psikiyatrist bir doktorla beraber ilaçlı veya ilaçsız tedavinizi düzenleyecektir. Kendi başınıza yapmaya kalktığınız her şey size belki daha fazla zarar verecektir.
Kafein (kahve, çay, çikolata, kola ve bazı ağrı kesicilerde bulunur) PMS bağlı baş ağrılarının ve meme ağrılarının kötüleşmesine neden olabilir. PMS'li kadınlar siklusun ikinci yarısında (yumurtlama sonrasında) alkole karşı aşırı duyarlılık geliştiğinden bu günlerde alkol alınması PMS belirtilerin artmasına neden olabilir. Şişmeleri (ödem) olanlar için sigara azaltılmalı veya bırakılmalıdır. Çünkü nikotin vücutta su tutar hormonal salgısını uyarır. Sol tarafına yatılarak uyuması genel vücut ödemi olanlar da faydalıdır. Gerekirse tuz kısıtlanmalıdır. Yine diyette kırmızı et azaltılmalı balık , sebze ve meyve tercih edilmelidir.
Düzenli egzersiz PMS'nin belirtilerini azaltır. Stressiz sağlıklı ve düzenli yaşam, gevşeme teknikleri meditasyon veya yoga gibi yöntemler faydalıdır.
Hobilerle ilgilenmek önemlidir.
Yukarıda yöntemler yetersiz olduğunda veya baştan beri şiddetli seyreden PMS durumlarında ilaçla tedavi yapılır; Doğum kontrol hapları, Ağrı kesici - iltihap giderici ilaçlar, hormonal ilaçlar kullanılır. |
Papillomatoz
Vücudun bir bölgesinde çok sayıda papillomun kümelenmesi. |
Perküsyon
Hastanın klinik muayenesinde uygulanan bir yöntem. |
Papillont
Deri ve mukozada oldukça sık görülen, çeşitli büyüklüklerde, yüzeyi düzensiz, iyi huylu epitel dokusu tümörü. |
Presbiyopi
Yakındaki nesnelerin görüntülerinin retina (ağtabaka) üzerine odaklaşamamasıyla belirlenen görme bozukluğu. |
Papillosfinkterotomi
Vater ampullası ve onikiparmakbağırsağınm son bölümünü çevreleyen kas liflerinin (öddi büzgen kası) kesilmesiyle uygulanan cerrahi girişim. |
Pernisyöz
Yıkıcı, bazen öldürücü. Pernizpyöz anemi, bağırsaklardan B12 vitaminin emilememesinin neden olduğu bir anemi türüdür. |
Presipitasyon tepkimesi
Bir antijen ile ona özgü antikorun birleşmesi sonucunda gözle görülür bir çökeltinin oluşması. |
Papillotomi
Vater ampullası, yani ana safra ve pankreas kanallarının onikiparmakbağırsağına açıldığı bölgeye yönelik cerrahi girişim. |
Perspirasyo insensibilis
Deriden ya da solunum yollarından sürekli gerçekleşen, ama farkedilmeyen buharlaşma. |
Presistolik
Kalple ilgili patolojik bir olgunun kalp döngüsüne göre diyastolun sonunda, yani sîstolün başlangıcından önce geldiğini belirtmek için kullanılan terim. |
Pressoseptör (basınç alıcıları)
Atar ya da toplar damar içindeki kan basıncında meydana gelen değişikliklere duyarlı olan sinirsel alıcılar. |
Perversiyon (sapma)
Dürtü, eğilim ve İlgilerin toplumsal ve kültürel açıdan normal kabul edilen ölçülere göre çarpık nesnelere ya da amaçlara yönelmesi. |
Para tiroitler
Tiroiti örten bağdoku kılıfı içinde ikisi üstte, ikisi altta yer alan dört safgıbezi. |
Prob*
Gen veya gen ürününü belirlemek veya ayırmak için kullanılan işaretli tek zincirli DNA veya RNA nükleotid dizisi veya monoklonal antikor gibi bir madde. |
Paraganglîyom
Paraganglİyonlardan, başka bir deyişle kanun sempatik sinir gangliyonlanyla ilişkili küçük boyutlu oluşumlardan çıkan tümör. |
Proensefalon
Embrİyonal beynin kese biçimindeki Ön bölümü. |
Paragangliyon
Üst mezenterf*) gangliyonu, böbrek ve böbreküstü gangliyonu gibi karnın sempatik sinir gangliyonlanyla ve sinir ağıyla ilişkili küçük hücre gruplan. |
Petrozit
Şakak kemiğinin (temporal kemik) kayamsı parçasının (pars petroza ya da piramit) iltihabı. |
Proenzim (proferment, zimojen)
Bir enzimin öncül ve henüz etkinleşmemiş biçimi. |
Profaz
Mitoz bölünmenin ilk evresi. |
Phenotype
Kişinin kalıtsal yapısının dışa akseden görünümü, aynı tür fertlerini belirleyen, gözle görülebilen özelliklerin tümü. |
Profilaksi
Belirli kuralları izleyerek ya da özel önlemler alarak hastalığın oluşmasını veya yayılmasını önleme. |
Pıhtılaşma testleri
Özellikle kanamalı hastalarda kanın pıhtılaşmasını ve kılcal damarları incelemek için kullanılan testler. |
Progesteron
Ovulasyondan sonra corpus luteum tarafından salınan gebeliği koruyan bir hormondur. Gebelik süresince plasentadan üretilir. |
Parakeratoz
Epidermis (üstderi) hücrelerinin olgunlaşma ve farklılaşma sürecinde ortaya çıkan bozukluk. |
Progesteron (luteîn)
Corpus luteum(*) (sarı cisim) tarafından salgılanan bir hormon. |
Parakolpos
Dölyolunun iki kenarında, küçük leğende yer alan anatomik yapılar bütünü. |
Proglotit (bölüt)
Tenya gibi Cesioda cinsi yassısolucanlann anatomik bölümleri. |
Pigmalionizm
Bir erkeğin, heykelle sevişmeyi tercih etmesi. |
Prognatizm
Yüzün alt bölümünün, Özellikle de altçene kemiğinin, alt dişlerin ya da üstçene kemiğinin öne doğru çıkması sonucu gelişen yüz biçimi. |
Prognoz
Hastalığın sonucu / geleceği hakkında tahmini yaklaşım. |
Projeksiyon
Çeşitli tıp disiplinlerinde farklı anlamlarda kullanılan bir terim. |
Prokaryot hücre
Zarla çevrilmiş özel organelleri ve gerçek çekirdeği olmayan hücreler. Bakteriler ve mavi-yeşil algleri içine alan monera alemindeki canlılar. |
Piknoz
Patolojide, hücre çekirdeğindeki değişiklikleri göstermek için kullanılan terim. |
Proksimal (yakın)
Anatomide vücudun bir bölümünün konumunu vücut merkezine, yani kalp bölgesine göre belirtmek için kullanılan ve "distal"in karşıtı olan terim. |
Paramedian
Orta hattın yanında, orta hatta yakın. |
Pikornavirüs
Çok küçük boyutlu bir grup RNA (ribonükleik asit) virüsüne verilen ad. |
Proktit
Bağırsağın rektum (düzbağırsak) bölümüyle ilgili akut ya da kronik iltihap. |
Proktoloji
Rektum ve makat hastalıkları İle bunların tedavilerini konu alan cerrahi tıp dalı. |
Pilor
Midenin duedonuma açılan alt bölgesi. |
Proktore (rektoraji)
Rektumdan dışkılamayla ya da dışkılama olmaksızın kan gelmesi. |
Pilor (mide kapısı)
Mide İle onikiparmakbağırsağı arasında yer alan geçiş bölümü. |
Prolaktin
Memede süt üretimini uyaran hipofiz hormonu |
Pilor spazmı
Mideyi onikiparmakbağırsağına birleştiren pilor (mide kapısı) çıkışındaki kasların anormal kasılması (spazmı). |
Prolapsus
Bir iç organın kendisini tutan bağlardaki zayıflama nedeniyle bulunduğu yerden çıkarak, vücudun doğal deliklerine doğru itilmesi. |
Paramorfizm
Vücudun tümünün ya da bazı bölümlerinin duruşunda anatomik bir bozukluğa değil, yalnızca işlevsel bir bozukluğa bağlı herhangi bir anormallik. |
Piloroplasti
Pilorun düz kasının spazmını önlemek için yapılan cerrahi girişim. |
Propriyosepsiyon
Vücudun boşluktaki konumunu algılama ilkesine dayanan duyum tipi. |
Pilorotomi
Mide kapısı (pilor) kaslarının kalmlaşarak darlığa yol açtığı pilor stenozunda, darlığı gidermek amacıyla pilor kasının mukozaya kadar kesildiği girişim. |
Propriyoseptör
Propriyosepsiyonu(*) sağlayan sinir ucu alıcıları. |
Pinealom
Beyinde bulunan epifiz(*) bezi hücrelerinden çıkan tümör. |
Proptozis
(a.k.a eksoftalmus) göz küresinin ileri doğru fırlaması |
Paraneoplastiksendrom
Kanserli hastalarda tümör dokusundaki metabolizma sürecine ve bu dokudan salgılanan etken maddelere bağlı belirtiler. |
Prostaglandin
Çeşitli dokularda bulunan ve yağ asitlerinin türevi olan yağ kökenli maddeler. |
Pinositoz
Hücre zarından doğrudan geçemeyecek kadar büyük moleküllü sıvı maddelerin hücreye alınması. |
Prostaglandinler
Esansiyel yağ asitlerinden türeyen kimyasal maddeler, bazıları inflamasyonu kontrol eder. |
Paranoit
Psikiyatride genellikle paranoya ile paranoit şizofreni arasında kalan durumları belirtmek için kullanılan terim. |
Prostat
Prostat
Erkeklerde mesanenin altında ve idar yolunun başlangıcında bulunan genital sisteme ait bir bez.
Prostat büyümesi
prostat bezi, idrar torbasının boynu ile idrar yolu başlangıcını çevreleyen ceviz büyüklüğünde bir guddedir. Yalnız erkeklerde bulunur. prostat bezi, 50 yaşını geçen erkeklerde büyümeye başlayıp, rahatsızlık verebilir. Hastalığın belirtileri gecenin son kısmında idrara kalkmak, gündüzleri sık sık idrar yapmak, idrar yapmakta zorluk, idrarın yavaş yavaş akması, idrarın başında veya sonunda bir damla kan şeklinde görülür. Kesin tedavi ameliyatla gerçekleşir.
Prostat iltihabı
Vücudun herhangi bir yerindeki iltihabın, kan dolaşımı aracılığı ile prostat bezine gelip yerleşmesi sonucu ortaya çıkar. Hastada titreme, halsizlik, ateş, sırt ve bacak ağrıları görülür. Hasta, İdrarını ve büyük abdestini yapmakta güçlük çeker. Tedavi sırasında en az 10 gün yatak istirahati şarttır.
Prostat kanseri
prostat bezinin genişleyip, büyümesi sonucu ortaya çıkan bir hastalıktır. Hastanın karın bölgesinin alt kısımlarında ve bacak aralarında ağrı vardır. Bazen sırtta ve kollarda da ağrı hissedilir. Doktor tedavisi gerekir.
Prostatit
Prostat iltihabı.
İdrar tutukluğu
Mesane (idrar torbası) dolu olduğu halde idrar yapılamaz. Karnın alt bölgesi gerginleşmiştir. Bastırılınca ağrı hissedilir. Tıp dilinde akut retansiyon adı verilen bu durumun nedenleri çeşitlidir. Örneğin, böbreklerde taş, prostat büyümesi, idrar yollarının doğuştan kusurlu olması, fazla miktarda alkol içmek, mesane felci, belsoğukluğu, sinir hastalıkları veya üşütmek idrar tutukluğuna neden olabilir. İlk tedbir olarak hastanın karnına içinde sıcak su olan bir şişe konur. Sıcak su ile banyo yapılırken, idrar çıkarmaya çalışılır.
İdrar yollarında yanma
İdrar yollarında veya idrar yaparken yanma çeşitli nedenlerden kaynaklanır. Belsoğukluğu, ülser, mesane iltihabı, prostat iltihabı, mesane uru, yumurtalık iltihabı, apandisit düşünülebilir. Bu nedenle tedaviye geçmeden önce, hastalığı doğuran nedeni tespit etmek gerekir. Tedavi, hastalığı doğuran nedene göre yapılır.
Kan işemek
Tıp dilinde hematüri adı verilen bu durum, önemli bir hastalığın işareti olabilir. Bu nedenle vakit kaybetmeden bir doktora başvurmak gerekir. İdrarda kan görülmesi; idraryolu iltihabı, prostat iltihabı, mesane taşı, böbrek kanaması, böbrekte taş veya kum, kan hastalıkları veya bir başka hastalığın belirtisi olabilir. Ayrıca bazı ilaçlar ve gıdalar da idrarda kan görülmesine neden olabilir. Örneğin çilek, domates, ıspanak veya ağrı kesici ilaçlar kan işemeye neden olabilir.
Kanser
Kanser; anormal vücut hücrelerinin başıboş kontrolsüz bir şekide üremeleri ile meydana gelen bir çeşit hastalıktır. Başka bir deyişle vücutta meydana gelen kötü tümörlere kanser denir. Kanser hücreleri, ya etraftaki dokuları istila ederek ya da ak veya kırmızı kan damarları ile vücudun diğer taraflarına yayılır. Buna metastaz (yavrulama) denir. Kanserin esas nedenini bilinmemekle beraber, hava kirliliği, ve sigaranın kansere zemin hazırlayıcı oldukları ileri sürülmektedir. Kanserden korkmayınız, geç kalmaktan korkunuz! Bu nedenle aşağıdaki belirtilerin biri görüldüğü zaman doktora başvurunuz. - Makat veya rahimden gelen anormal kanama veya akıntılar - Göğüslerde veya vücudun herhangi bir yerinde görülen ve ele gelen şişlik veya sertlikler - İyileşmeyen yaralar - Ses kısıklığı veya belirli bir sebebi olmayan öksürük - Yutma güçlüğü ve hazım bozuklukları - Ben ve siğillerde görülen değişmeler. Bu işaretlerin herhangi biri iki haftadan fazla devam ederse mutlaka doktora başvurmak gerekir. Kanserin görüldüğü yerler aşağıda gösterildiği şekilde tespit edilmiştir. - Beyin ve omurilikte %1 - Ciltte %10 - Tenasül yollarında, erkeklerde %10, kadınlarda % 6 - Memelerde %14 - Sindirim sisteminde %25 - Solunum yollarında, erkeklerde %2, kadınlarda %3 - Karaciğer ve safra kesesinde %3 - Diğer organlarda %8 Bu bilgilerin ışığı altında, akciğer, deri, dil, dudak, gırtlak, mide, incebağırsak, kalınbağırsak, mesane, meme, ve prostat daha fazla görüldüğü söylenebilir. Kanser tedavisinde uygulanan makro biyotik gıda rejiminin çok etkili olduğu, bu rejimi uygulayan hastaların iyileştikleri ve sağlıklı kimselerin de kanser olmadıkları ileri sürülmektedir. Makro-biyotik Gıda Rejimi: Bir günlük gıdanın, %60'ı buğday, arpa, mısır, darı, esmer pirinç veya çavdar unundan yapılmış gıdalardan seçilir. %23-25'i hayvan gübresiyle gübrelenmiş bahçelerden toplanmış taze ve olgun meyvelerden, patates, patlıcan, ıspanak, veya domatesten seçilir. %5-10'u tahıl veya sebze çorbalarından seçilir. %10-15'I deniz ürünleri arasından veya soya fasulyesi, taze fasulye, kırmızı pancar veya şalgamdan seçilir. Haftada bir kere beyaz etli balık yenebilir. Ancak her hafta pişirme şeklini değiştirmek gerekir. Haftada iki kere de fazla şekeri olmayan meyveler yenebilir. Çay içilebilir. Aşağıdaki yiyecek ve içecekler de yasaktır. Beyaz unla yapılmış ekmek, pasta gibi şeyler, beyaz pirinç, tavuk, peynir, yumurta, konserveler, dondurulmuş yiyecekler, şeker, üzüm, şekerli meyve suları, olgunlaşmış meyve ve sebzeler, kuru fasulye, ve kuru bezelye, mercimek, mantar, pekmez, bulama, çikolata, kakao, gazoz dahil bütün meşrubatlar, ve alkollü içecekler, turşu, sirke, hardal, sofra tuzu, bayat yiyecekler, sığır eti. Yukarıda anlatılan gıda rejimi hiç aksatılmadan uygulanmalıdır.
Sık sık idrara gitme
Günde 4 veya 6 kez idrara gitmek normal sayılır. Bu sayı, içilen su miktarına göre değişir. Toplam idrar miktarı, 8 su bardağı kadardır. Bu miktarda ve idrara gitme sayısında fazlalık olduğu zaman gençlerde şeker hastalığı, ihtiyarlarda böbrek hastalığı veya prostat büyümesi düşünülebilir.
Üremi
Karaciğerde meydana gelip, kan vasıtasıyla böbreklere taşınan ve idrarla dışarı atılan zararlı maddelere üre denir. Ürenin, idrarla dışarıya atılmayıp, vücutta kalmasından meydana gelen hastalığa da üremi denir. Nedeni, böbrek hastalıkları ve prostat büyümesidir. Hastada devamlı baş ağrısı, görme bulanıklığı, hıçkırık, gündüzleri uyuma ihtiyacı ve geceleri de uykusuzluk görülür. Vakit kaybetmeden tedavi edilmesi gereken bir hastalıktır. Ayrıca tedaviye yardımcı omak amacıyla hastanın üşütmemesi, yorulmaması, düzenli beslenmesi, sigara veya alkolü bırakması gerekir.
|
Paranoya
Yetersiz kuruntu ve kuşkularla karakterize ruhsal bozukluk |
Piramit (kayamsı parça, pars petroza)
Şakak kemiğinin önden arkaya ve içten dışa doğru uzanan dörtgen piramit biçimli parçası. |
Prostat büyümesi
Prostat büyüdüğünde, idrar borusunu sıkmaya başlayabilir. Büyüme bazen borununkapanmasına neden olabilir. Kişi idrar yapabilmek için zorlanabilir. Zorlama idrar torbasının duvarlarının kalınlaşmasına ve genişlemesine neden olur. Buda sıkışma hareketlerinin kısıtlanmasına neden olur. Yaşanılan bu tıkanıklar kişinin idrarını yapamamasına neden olur. İdrara çıkma özellikle geceleri artar. Çünkü idrar torbası tamamen boşaltılmamıştır. Bu rahatsızlığı belirli bir boyuta indirgemek için Kegel egzersizi önerilebilinir.
Kegel Egzersizi
İdrarınızı yaparken 3 saniye kaslarınızı sıkın, 3 saniye gevşeyin ve bunu 10-15 defa yapın.Günde en 5 kez bu egzersizi yapın.
Prostat büyümesi tedavisi
Teşhis mutlaka doktor tarafından konulmalıdır. Prostat büyümesi rektal parmak muayenesi ile kontrol edilir ve idrar enfeksiyon testi PSA testi yapılarak teşhis konulur. Prostat büyümesi semptomlarından rahatsız olmayan hastalar doktor kontrolünde bekleme süresi denen ve acil olmayan tedaviye alınabilirler. Ancak rahatsızlık duyan hastaların tedavi için birden çok seçimleri vardır. Bu konuda doktorunuzla birlikte tedavi şeklinize karar vermelisiniz.
Alfa bloke ediciler
Bu ilaçlar prostat ve idrara torbalarındaki düz kasları gevşetirler. Daha rahat idrara çıkarlar. Diğer bir şekil prostatın büzülmesini veya küçülmesini sağlayan hormon değişikliklerini bloke ederek küçülmesini sağlar.
Dikkat edin!
Yatağa yatmadan önce torbanızı boşaltın. Günde en az 8-10 bardak su için. Ancak yatmadan önce 2-3 saat önce su içmeyin. Antihistaminikleri ve burun, göğüs açan, nezle grip ilaçlarına dikkat edin, idrar yapmayı zorlaştırırlar. Stres azaltma teknikleri uygulayın.
Kahve, alkol baharatlı ,tuzlu ve asitli yiyeceklerden uzak durun. |
Paraozefageal
Özefagusun ( yemek borusu ) yanında yer alan. |
Prostat büyümesi
Prostat bezi, idrar torbasının boynu ile idrar yolu başlangıcını çevreleyen ceviz büyüklüğünde bir guddedir. Yalnız erkeklerde bulunur.Prostat bezi, 50 yaşını geçen erkeklerde büyümeye başlayıp, rahatsızlık verebilir. Hastalığın belirtileri gecenin son kısmında idrara kalkmak, gündüzleri sık sık idrar yapmak, idrar yapmakta zorluk, idrarın yavaş yavaş akması, idrarın başında veya sonunda bir damla kan şeklinde görülür. Kesin tedavi ameliyatla gerçekleşir. |
Prostat iltihabı
Vücudun herhangi bir yerindeki iltihabın, kan dolaşımı aracılığı ile prostat bezine gelip yerleşmesi sonucu ortaya çıkar. Hastada titreme, halsizlik, ateş, sırt ve bacak ağrıları görülür. Hasta, İdrarını ve büyük abdestini yapmakta güçlük çeker.Tedavi sırasında en az 10 gün yatak istirahati şarttır. |
Piroen
Derialtı, damar içi ya da kas içi yolla vücuda girerek, vücut sıcaklığını artıran madde. |
Prostatektomi
Prostatı çıkarmaya yönelik cerrahi girişim. |
Paraproteinemi
Kan dolaşımında antikor proteinlerine (immünglobü-linler) benzeyen, ama onlar gibi etki göstermeyen özel-proteinlerin yüksek düzeyde bulunması. |
Pirofobi
Bazı kişierde ateş görünce ya da yalnızca tehlikesini sezince ortaya çıkan felç edici korku. |
Prostatit
Prostat iltihabı. |
Parasempatik
Organların çalışmasına yavaşlatıcı etki yapan otonom sinir sisteminin bölümü. |
Pirofosfat artropatisi
Vücutta çok fazla miktarda ürik asit birikmesinden ileri gelen kalıtsal bir hastalık. Tüm romatizma ya da artrit türlerinin en ağrılı olanlarından biri olmakla birlikte, aynı zamanda en kolay tedavi edilebilen şeklidir. Bu hastalık kadınlarda çok nadir görülür. Bir başka hastalık olan psödogut, başka bir kristal hastalığı tipidir. |
Prostatizm
Prostatın aşın büyümesi sonucunda ortaya çıkan hastalık, idrarla ilgili bozukluklara yol açar. |
Pirofosfat depo hastalığı
Vücutta çok fazla miktarda ürik asit birikmesinden ileri gelen kalıtsal bir hastalık. Tüm romatizma ya da artrit türlerinin en ağrılı olanlarından biri olmakla birlikte, aynı zamanda en kolay tedavi edilebilen şeklidir. Bu hastalık kadınlarda çok nadir görülür. Bir başka hastalık olan psödogut, başka bir kristal hastalığı tipidir. |
Prostoglandin
Birçok organı etkileyen ve vücutta yaygın olarak bulunan çok aktip bir grup madde. Bazı prostoğlandinler doğum esnasından rahimin kasılmasını sağlar. |
Parasempatik sistem
Otonom sinir sisteminin birbirine karşıt etki yaratan iki bölümünden biri. |
Piromani
Hastada Önlenemeyen bir yangın çıkarma isteğinin görüldüğü ağır davranış bozukluğu. |
Proteik iyot
insan vücudunda tiroit hormonlarına, bunların öncül hormonlanna ya da bazı özel proteinlere bağlı iyot. |
Pirozis
Mideden boğaza doğru yükselen ve genellikle yemeklerden birkaç saat sonra ortaya çıkan hafif yanma duygusu- Midenin asit içeriğinin, yemek borusu içine akma' sıyla gelişir. |
Protein
Proteinler hücrelerin temel yapı taşıdır. Hücrelerin büyümelerini ve onarılmalarını sağlar. Protein vücut için çok gerekli bir bileşendir. Kasların ve bağlantı dokularının beslenmesi, yaşaması ve tamiri, vücudun su dengesinin düzenlenmesi, ana hormon ve enzimlerin üretilmesi ve bağışıklık sisteminin düzgün çalışmasını sağlar. Sağlıklı ergen erkek ve kadınlar için, günlük gerekli miktar, Kg başına 0,8 gram olarak hesaplanmıştır. Yani vücut ağırlığına göre, ortalam bir insanın, günlük 40-65 gr arası Protein alması gereklidir. Proteinler deri, tırnak, kaş, saç, kan ve yumurtadan bazı enzim ve hormonlara kadar birçok doku ve organların bünyesinde yer alırlar.Hayat için gereklidirler ve karbon, hidrojen, oksijen, azot gibi elementlerden meydana gelirler. Ayrıca bileşimlerinde kükürt ve fosforda bulundururlar. Molekül içerisindeki azotun varlığı , proteinlerin en önemli özelliğini teşkil eder. |
Parasistol
Sinüs-kulakçık düğümünden başka bir yerde uyanların ortaya çıkmasına bağlı kalp ritmi bozukluğu. |
Protein hidrolizatlan
Proteinlerin hidrolize (parçalanmaya) uğraması sonucunda oluşan aminoasitlere verilen ad. |
Parathonnon (pıtı)
Paratiroitlerden salgılanan, kalsitonin ve D vitaminiyle birlikte kalsiyum metabolizmasını düzenleyen hormon. |
Protein immünelektroforezi
Immünglobülin olarak da bilinen gammaglobülinleri oluşturan alt protein gruplannın elektroforez yöntemiyle yapılan miktar belirlemesi. |
Paratifo
Tifoya benzeyen, mikrobik ve bulaşıcı bir hastalıktır. Paratifo mikropları paratifolu hastanın idrar, büyük abdest veya kanında bulunur. Lağım sularının karıştığı içme suları ve bu sularla yetiştirilen yiyeceklerle bulaşır. Hastalığın yaygınlaşmasında kara sinekler de önemli rol oynar. |
Protein sentezi (protein bireşimi)
Canlı hücrelerde bir dizi kimyasal tepkime sonucunda protein yapımı. |
Paratifo
Tifoya benzeyen, mikrobik ve bulaşıcı bir hastalıktır. Paratifo mikropları paratifolu hastanın idrar, büyük abdest veya kanında bulunur.
Lağım sularının karıştığı içme suları ve bu sularla yetiştirilen yiyeceklerle bulaşır. Hastalığın yaygınlaşmasında kara sinekler de önemli rol oynar. |
Proteinemi (protidemi)
Kan plazmasındaki proteinlerin yoğunluğu. |
Paratiroid
Tiroid bezi arkasında bulunan dört adet küçük beze verilen isim. |
Pityalizm (siyalore)
Vagus sinirinin (bak. vagus siniri) aşın uyarılmasına bağlı olarak, tükürük salgılanmasında anormal çoğalma. |
Proteinim
idrarda protein bulunması. |
Paratiroidektomi
Paratiroidlerin ameliyatla çıkartılması. |
Piyartroz
Eklem boşluğunda irin toplanmasıyla beliren eklem iltihabı. |
Proteinoterapi
Heterojen proteinlerin (tam yağlı süt, kan, albümin, at serumu, çeşitli hayvansal ya da bitkisel proteinler) kas içine zerk edilmesine dayanan ve günümüzde artık kullanılmayan bir tedavi tekniği. |
Proteoliz
Proteinlerin amino asitlerine kadar parçalanması işlemi. |
Paratroit hormon
Paratroit bezinden salgılanan, kalsiyumun bağırsaktan emilimini, böbreklerden atılmasını, kemiklerden serbest hale geçirilmesini ve hücreler arasındaki kalsiyum iyon konsantrasyonunu kontrol eden hormon. |
Piyelografi
Böbreğin toplayıcı sistemleri, idrar borusu ve idrar kesesinin kontrastlı röntgen filmi ile görüntülenmesi. |
Proteus
Özellikle vücut atıklarında, kokuşmakta olan organik maddelerde ve toprakta bulunan Gram-negatif bakteri türü. |
Paravertebral
Omurganın ( Vertebral Kolon ) yanında yer alan. |
Piyelonefrit
İdrar borusu ve böbrek çanağının, böbrek dokusuna kadar yayılan bakteri enfeksiyonu. |
Protez
Yapay bir vücut parçası. Örneğin, yapay kalça eklemi gibi. |
Piyelotomi
Olası patolojik içerikleri çıkarmak İçin, böbreğin iç boşluklarını inceleme amacıyla yapılan cerrahi girişim. |
Protoplazma
Hücrenin çekirdeği ile sitoplazmasına verilen ad. |
Protoporfirin ıx
Hemoglobülinin özel bir yıkım ürünü. |
Parazitoloji
Başta protozoonlar ve yuvarlaksolucanlar olmak üzere asalaklarla ilgilenen bilim dalı. |
Piyodermit
Pİyojen mikropların (bak. piyojenler) yol açtığı deri enfeksiyonu. |
Protozoa
Tekhücreli canlı topluluğu. |
Parazitoz (asalak hastalığı)
Asalağın bulaşması sonucu ortaya çıkan hastalık. |
Piyojenler
Dokulara girerek irinli iltihaplara yol açan mikroplar. |
Protozoon
Tek hücreli canlılara genel olarak verilen ad (örneğin algler, mantarlar, bakteriler vs.) Pseudopod : Bazı tek hücrelilerin hareket etmek veya besin almak amacıyla sitoplazmasının dışarıya doğru oluşturduğu uzantılardır. |
Parenkim
Organın kendine özel doku yapısı. |
Piyometra
Dölyatağı boşluğunda, irinli iltihabi eksüda birikimi. |
Protrombin
Pıhtılaşma sürecinin bir basamağı olan trombinin oluşumu için kalsiyum tuzlarıyla etkileşim içine giden, kan dolaşımında bunan kimyasal bir madde. |
Parenkima
Organlann kendilerine özgü işlevleri yerine getirecek biçimde özelleşmiş hücrelerini içeren doku- Organdan organa değişen bu özgül dokuya organlara destek sağlayan ve stroma denen bağdoku eşlik eder. |
Piyonefroz
Hidronefroz olan bir böbrekte, ikincil komplikasyon olarak ortaya çıkan irinli İltihabi süreç. |
Protrombin (faktör ıı)
Karaciğerde üretilen, plazmada bulunan ve kanın pıhtılaşmasında önemli rol oynayan glikoprotein. |
Piyoperikardiyum
irinli perikardit sırasında perikart boşluğunda oluşan iltihap birikimi. |
Protrombin oranı
Kanın pıhtılaşma kapasitesini belirlemek amacıyla uygulanan laboratuvar testi. |
Pîyopnömotoraks
Akciğer zarı boşluğunda hava ile birlikte irinli sıvı toplanması. |
Protrombin zamanı
Quick zamanı |
Piyore
Dİş çevresindeki dokuların ve dişetlerinin irinli İltihabı. |
Piyosalpenks
Dölyatağım yumurtalıklara bağlayan Fallop borularının irinli iltihabı. |
Piyotoraks
İrinli akciğer zarı İltihabı (akciğer zarı boşluğu ampiye-mi). |
Parodontit
Diş çevresi dokulannda iltihaplanma. |
Psikodelik
Halüsinojen (varsanıya yol açan) maddeleri belirtmek için kullanılan terim. |
Parodontopati
Paradontumun yapı ve işlevini bozan, korumasız bıraktığı dişin düşmesine yol açan hastalık. |
Plasebo
Belirli ilaçların istatistiksel etkisini ölçmek için kullanılan ve İlaçtan, yalnızca etken madde içermemesiyle ayrılan madde; boş etken. |
Psikodram
Psikoterapide uygulanan bir tedavi yöntemi. |
Parodontoz
Diş çevresi dokularının iltihaba bağlı olmayan yozlaş-masıyla ayırt edilen hastalık. |
Psikofizyoloji
Kişiler arası ve çevresel ilişkileri düzenleyen psikolojik davranış biçimleri, ile fizyolojik süreçler arasındaki ilişkileri inceleyen psikoloji dalı. |
Parodontum
Diş kökünün çevresini saran diş çevresi bağı. |
Plasmodium
Sporozoitler grubundan küçük bir asalak cinsi. |
Psikogram
Bir kişiye uygulanan psikometrik araştırmanın sonucunu gösteren tablo ya da grafik (bak. psikometri). |
Paroksismal
Ani ve geçici krizler halinde gelen. |
Platisma (boyun deri kası)
Boynun önünde, derinin hemen altında yer alan kas. |
Psikojen
Uzak ya da yakın bir geçmişte kişinin başından geçen psikolojik olaylara bağlı herhangi bir ruhsal ya da işlevsel belirti ve rahatsızlığı nitelemek için kullanılan terim. |
Parosmi
Yanlış algılama biçiminde ortaya çıkan koku alma bozukluğu |
Psikojenik
İstemli fiziksel hareketlerle ilgili. |
Parotidektomi
Parotis bezinin alındığı cerrahi girişim. |
Psikoloji
insanın hem bilinç durumlarını, hem de yöneliş ve davranış biçimlerini inceleyen bilim dalı. |
Parotis (kulakaltı tükürük bezi)
Dışkulak yolunun altında, altçene köşesinin gerisindeki büyük tükürük bezi. |
Psikometri
Ruhsal süreçlerin ve etkinliklerin nicel olarak değerlendirilmesini sağlayan bir dizi inceleme yöntemi. |
Parotis bezi
Kulak altı tükrük bezi. |
Plazma hücresi (plazmosit)
Kronik iltihabı süreçlerin merkezi olan, çeşitli dokularda, aynı zamanda kemik iliğinde, sindirim yollan mukozasında da bulunan hücre türü. |
Psikonevroz (nevroz)
Duygusal-İçgüdüsel alanda ve kişilik yapısında ruhsal bozukluklann ortaya çıktığı, hatta çeşitli tipte bedensel belirtilerin görülebildiği bir hastalık durumu. |
Psikopati
Genel olarak herhangi bir zihinsel bozukluğu belirtmek, için kullanılan terim. |
Parsiyd tromboplastîn zamanı
Sodyum sitratlı kana, kalsiyum iyonu ve fosfolipit gibi etken maddenin eklenmesinden sonra pıhtı oluşumu için geçen zaman. |
Psikopatoloji
Ruhsal hastalıklan inceleyen, bunlann nedenlerini ve sonuçlarını araştırarak farklı kategorideki hastalıklar için geçerli genel yasalar ortaya koymaya yönelen psikoloji dalı. |
Plazmositoz
Bİr dokuda bulunan plazma hücrelerinin sayısının artmasıyla nitelenen hastalık durumu |
Psikoprofilaksi
Olağan dışı davranış biçimlerini önlemek ve kişinin çevreye uyum sağlamasını kolaylaştırmak amacıyla psikolojik yöntemler kullanılarak yapılan koruma yöntemi. |
Partenogenez
Yumurtanın döllenme olmaksızın gelişerek yeni canlı meydana getirmesi. |
Psikosomatik hastalıklar
Vücudun çeşitli organ ya da sistemlerinde ruhsal etkilere bağlı olarak ortaya çıkan hastalıklar. |
Psikoşirürji
Psikozlan ve bazı başka zihinsel bozukluklan beyin cerrahisi yöntemleriyle tedavi etmeyi amaçlayan tıp dalı. |
Psikoterapi
Geniş anlamıyla, ruhsal ya da fiziksel hastalıkların psikolojik yöntemlerle tedavisi. |
Paryetal bölge (yankafa bölgesi)
Kafatasının tavanında simetrik olarak çift yanlı ara bölümü oluşturan anatomik bölge. |
Pletismografi
Çevrel atardamarların hastalıklarının araştırılmasında kullanılan inceleme tekniği. |
Psikoz
Bireyin kişiliğinde derin bozukluklara yol açan bütün zihinsel hastalıkları belirten çok geniş kapsamlı terim. |
Pletora
Kan hacminin, özellikle de alyuvarların arttığı patolojik durum. |
Psoas (bel kası)
Karnın arka duvarında yer alan iki kasa verilen ad. |
Psorıasıs
Halk arasında sedef hastalığı olarak bilinir. Sık rastlanan, özellikle diz ve dirseklerde ve vücudun diğer bölgelerinde rastlanan simetrik, kırmızı, kabuklanma ve pullanma gösteren bir cilt hastalığıdır. Sebebi bilinmemektedir. |
Psorıasıs :
Halk arasında sedef hastalığı olarak bilinir. Sık rastlanan, özellikle diz ve dirseklerde ve vücudun diğer bölgelerinde rastlanan simetrik, kırmızı, kabuklanma ve pullanma gösteren bir cilt hastalığıdır. Sebebi bilinmemektedir. |
Psödogut
Eklemdeki kalsiyum kristallerinin neden olduğu ani ve ağrılı bir atak, eklem sıcak, çok şiş ve kırmızıdır, başlıca dizde görülür. Pirofosfat artropatisi ya da pirofosfat depo hastalığı olarak da bilinir. |
Psödokolinesteraz
Karaciğer tarafından salgılanan bir enzim. |
Psöriyatik artrit
Bazen psöriyazisli hastaları etkileyen (%10'dan az hastada görülür) özel bir artrit tipi. Sıklıkla küçük eklemleri tutar ve ağrılı olabilir. |
Pleyotropi
Tek bir genin, canlının pek çok özelliğinin ortaya çıkmasında etkili olabilmesi. |
Psöriyazis
Sık rastlanan bir cilt hastalığı, kollar, dizler, sırt ve kafa derisinde pullanan pembe lekeler vardır. |
Plezyoröntgenterapi
Odak ile deri arasındaki uzaklığın 0-7 cm arasında olduğu ışın tedavisi. |
Pteriyom
Büyük sfenoit (kamamsı) kemiğin kanata çıkıntısını alın, yankafa ve şakak kemilderiyle birleştiren sütûrle-rin karşısında ve kafatasının yan duvarında yer alan kranyometri(*) noktası. |
Patofobi
Hasta olmaya karşı duyulan saplantısal korku. |
Patogenez
Hastalığın esas ve gelişimi. |
Plörektomi
Plevranın (akciğer zarı) küçük ya da geniş bir bölümünün çıkarılmasına yönelik cerrahi girişim. |
Patognomonik
Bir hastalık için çok özel belirti, bu varsa mutlaka o hastalık akla gelmelidir gibi. |
Plörezi
Plevra iltihabı. Akciğerin üzerini örten plevra ile göğüs duvarını örten iki plevra yaprağı arasında sıvı birikmesi. |
Ptoz
Bir anatomik yapının doğal yerinin, destek dokularının zayıflaması nedeniyle değişmesi. |
Patojen
Hastalık yapan madde veya mikroorganizmalar. |
Plörit
Plevranın, sıvı birikmeksizin kuru iltihabı. |
Patojenez
Bir hastalık tablosunun ortaya çıkmasını ve yerleşmesini sağlayan mekanizmaların tümü. |
Plöroskopi
Plevra boşluğunun doğrudan görülerek incelenmesini sağlayan tanı yöntemi. |
Patolog
Hastalık nedeni ile dokularda meydana gelen değişimleri inceleyen bilimle uğraşan kişi. |
Plörotomi
Plevranın kesilmesi ve sınırlandırdığı boşluğun açılması- -m sağlayan cerrahi girişim. |
Pubik bölge
Karnın ön bölümünde, kalça kemiğinin alt kenan ile dış cinsel organların Üst kenan arasında kalan bölge. |
Patoloji
Hastalıkların dokuda yaptığı değişiklikleri inceleyen, yorumlayan ve tanı koyan bilim dalı |
Pnömokok
Streptococcus pneumoniae'nin(*) yaygın adı. |
Patolojik
Normal olmayan, hastalıklı. |
Pnömoloji
Tıbbın, akciğer fizyolojisi ve patolojisini ya da daha genel olarak solunum sistemini inceleyen dalı. |
Patonevroz
Organik hastalıklardan ya da organ lezyonlanndan kaynaklanan nevrozlan belirtmek İçin, S. Ferenczi tarafından psikanalizde kullanılan terim. |
Pnömomediyastin
Mediyastin boşluğunda gaz bulunması. |
Pulmoner
Akciğer veya akciğerlerle ilgili. |
Pnömonektomi
Bir akciğerin çıkarılmasını sağlayan cerrahi girişim. |
Pulmoner arter
Akciğerin büyük besleyici arteri. |
Pavor noktumus (gece korkusu)
Çocukluk çağında geceleri ortaya çıkan korku. |
Pulmoner hipertansiyon
Küçük dolaşımdaki atardamarlarda basınç artması. |
Pnömoperikardiyum
Kalp dış zan (perikart) boşluğunda gaz bulunması. |
Pnömoperitonyum
Kann zan (periton) boşuğunda gaz bulunması, içi boş bir iç organın yırtılması (örneğin peptik ülser nedeniyle mide delinmesi) sonucunda, karnın delici yaralanmaları sonucunda ya da cerrahi girişim sonrasında ortaya çıkabilir. |
Pnömoraji
Akciğer dokusu içine kanama olması. |
Pnömoretroperitonyum
Karın zarı (periton) arkası boşluklara oksijen gazı verilmesi. |
Pedofili
Küçük çocuklarla cinsel ilişkiye girme eylemi (Sübyancılık). |
Pnömotoraks
Akciğer zarı (plevra) boşluğunda gaz bulunması. |
Pedofiliya
Bir erkeğin, sevişmek için çocukları seçmesi durumuna verilen ad. |
Poli
Çok, normalden fazla anlamındaki en ek |
Poliarteritis nodoza (pan)
Nedeni bilinmeyen nadir bir vaskülit şekli, özellikle orta boy ve küçük arterlerin inflamasyonu söz konusudur ve bu arterlerin kan taşıdığı dokularda dolaşım bozulur. |
Quick zamanı (protrombin zamanı)
Serumdaki protrombin ve faktör V, VII ve X miktarı konusunda bilgi edinmeyi sağlayan bir inceleme. |
Reil şeridi
Omurilik ve soğanilikten talamusa çeşitli duyulan taşıyan ileti yoluna verilen ad. |
Rabdomiyom
Çizgili kaslarda ender görülen İyi huylu tümör. |
Retroperiton
Arka karın zarının iç yaprağı ile arka karın boşluğu arasındaki boşluk. |
Rabdomiyosarkom
Az ya da çok farklılaşmış ya da bütünüyle atipik çizgili kas hücrelerinden kaynaklanan ve ender rastlanan kötü huylu bir tümör. |
Reimplantasyon
Vücudun bütünüyle kopmuş bir bölümünün, örneğin elin cerrahi girişimle yerine bağlanması. |
Retroperitoneal
Periton zarının arkasında. |
Retropnömoperitonyum
Retroperiton içinde yer alan organların ve yapıların incelenmesi amacıyla uygulanan radyolojik tam yöntemi. |
Reiter sendromu
Bu terim sıklıkla serumda Romatoid Faktör (romatoid artrit için) testinin negatif olduğu romatizmal olmayan inflamatuvar eklem hastalıklarını tanımlar. Aslında belli ortak klinik özellikleri bulunan bir inflamatuvar hastalık grubundaki herhangi bir hastalığı ifade eder: Ankilozan spondilit, Reiter hastalığı, reaktif artrit, psöriyatik artrit ve spondilit, ülseratif kolit ve artrit, Crohn hastalığı ve artrit, uveit, HLA-B27 ile bağlantılı periferik artrit ve diğer muhtemel durumlar. |
Retroversi
Bir organın normal konumda değil arkaya doğru eğik durumda olması |
Rejeksiyon
Hastanın dışarıdan verilen dokuyu (Ör. Kemik iliği) reddi. |
Revaskülarizasyon
Yeniden damarlanma. |
Rejenerasyon
Harap olmuş bir dokunun kendini yenilemesi, tamiri. |
Radikalji
Omurilikten çıkan sinir köklerinin çeşitli lezyonlara bağlı tahrişi sonucunda ortaya çıkan ağrı. |
Rejenerasyon :
Harap olmuş bir dokunun kendini yenilemesi, tamiri. |
Rezeksiyon
Bir organ veya vücut kısmının bir bölümünün veya tamamının çıkartılması. |
Radikotomi
Omuriliğin arka sinir köklerinin kesildiği cerrahi girişim. |
Radikülit
Omurilikten çıkan sinirlerin (spinal sinir) kök iltihabıdır. |
Rekalsifikasyon zamanı
Pıhtılaşma zamamyla eşdeğer bir İnceleme. |
Radikülopati
Spinal sinir köklerini tutan herhangi bir hastalık. |
Rekombinant dna
Farklı biyolojik kaynaklardan elde edilen DNA moleküllerinin birleşmesinden oluşan yapı. Hücre sıvısında ve çekirdeğinde bulunan kimyasal bir maddedir. Protein sentezlemesi başta olmak üzere hücre içi kimyasal faaliyetlerde çok önemli bir rolü vardır. Yapısı DNA'ya benzer. Ama herbiri farklı işlevlere sahip birkaç cinsi vardır. |
Radio allergic sorbent test
RAST |
Rekombinasyon
Mevcut genlerin yeni genotipleri oluşturacak şekilde bir araya gelmesi. |
Radioimmunoassay (rıa)
İşaretli radyoizotoplar kullanarak kanda antijen, antikor gibi maddelerin yoğunluğunu belirlemeye yarayan laboratuvar İncelemeleri. |
Rektokolit
Düzbağırsak ve kalınbağırsağı birlikte etkileyen akut ya da kronik iltihabi süreç. |
Radius
Ön kolun dış tarafında (baş parmak tarafında) bulunan kemiktir. |
Rektomanometri
Düzbağırsak ve anüs kanalındaki basıncın ölçülmesine dayanan klinik inceleme. |
Rh faktörü
Alyuvarlarda bulunan antijenik Özellik; nüfusun yüzde 85'inde görülür. |
Radyal keratotomi
Korneaya (saydamtabaka) merkezden çevreye uzanan yüzeysel çizikler yapılarak uygulanan cerrahi girişim. |
Rektosel
Düzbağırsağın ön duvarının dölyoluna fıtıklaşması. |
Rhabdovirus
Rhabdoviridae familyasından, RNA içeren virüs grubu. |
Radyasyon
Enerjinin bir boşlukta ya da belirli bir madde ortamında ses, elektromagnetik vb dalgalar biçiminde yayılması. |
Rektoskopi (proktoskopi)
Anüs yoluyla uygulanan rektoskop adlı alet aracılığıyla düzbağırsak ve sigmoit kolunun (kalınbağırsağın "S" biçiminde kıvrım yapan bölümü) incelenmesi. |
Rhinitis medicamentosa
Burun açıcı damla ve spreylerin veya başka burun ilaçlarının gereğinden uzun ve lüzumsuzca kullanılması sonucu oluşan, ilaca bağlı burun iç zarı iltihabı. |
Radyoaktif
Radyasyon yayan özelliğe sahip. |
Rhinovirus
Soğuk algınlığına neden olan büyük bir virüs alt grubu (100 den fazla) |
Radyoaktif iyot
İyotun, I131 olarak gösterilen radyoaktif izotopu. |
Rhinovirüs
Soğuk algınlığına neden olan büyük bir virüs alt grubu (100 den fazla) |
Radyoaktif sular
Litrede en az 50 ünite Mache düzeyinde uranyum, radyum, radon, toryum, aktinyum gibi eser radyoaktif maddeler içeren madensuları. |
Rektus kası (doğru kas)
Vücutta gözküresinin, boynun, uyluğun kası karnın doğru kasları gibi birçok iskelet kasını adlandırmak için kullanılan terim. |
Riboflavin
B2 vitaminine verilen ad, bak. vitaminler. |
Radyobiyoloji
Radyasonun canlılar üzerine nasıl etki ettiğini inceleyen bilim dalı. |
Radyodermatit
Işına maruz kalmış ciltte meydana gelen dermatit. |
Riboz
Beş karbon atomu içeren monosakkarit. |
Radyodermit
Derinin bir kaza sonucunda ya da bir hastalıkla ilgili radyoterapi (ışın tedavisi) sırasında iyonize ışınlara (X ve gamma ışınları) uğramasıyla gelişen lezyonlar. |
Ribozim
Ortamda herhangi bir protein bulunmadığı zaman enzim özelliği gösteren saf RNA. |
Radyodiyagnostik
X ışınlarını tanı amacıyla kullanan radyoloji dalı. |
Ribozom
Hücrede protein sentezinin yapıldığı yerlerdir. Özel ribozomal RNA'larla proteinler içerir. |
Radyoekoloji
Radyason ve ekolojik sistem arasındaki ilişkiyi inceleyen bilim dalı. |
Ribozomal rna
Hücre ribozomlarında bulunan bir çeşit RNA. |
Radyografi
Vücudun bir bölümünün İçinden geçirilen X ışınlarının, duyarlı bir film kâğıdı üzerinde oluşturduğu fotoğraf (radyograf) görüntüsünden yararlanan tanı yöntemi. |
Remisyon
Hastalık belirtilerinin sönmesi. |
Radyografi teknisyeni
X ışınıyla film (radyograf) çekmek için eğitimi bulunan kişi. |
Remisyön
Hastalık belirtilerinin sönmesi. |
Radyoizotop
Kimyasal elementlerin radyoaktif izotopları. |
Radyoloji
Genel anlamda X ışınları,ses dalgaları veya diger yöntemleri kullanarak teşhis hizmetleri veren tıp dalıdır. |
Rinensefalon (koku beyni)
Beynin telensefalon(*) bölümündeki koku işleviyle ilgili yapıların tümünü belirten terim. |
Radyoopasite
Oluşumların ve dokuların radyasyonu emme kapasitesi. |
Ringer çözeltisi
Sodyum klorür, potasyum klorür ve kalsiyum klorür içeren izotonik fizyolojik çözelti. |
Radyoskopi
X ışınlarının değişik dokulardan geçiş sırasındaki tutulma oranlarına göre baryum platinosiyanür, çinko ya da kadmiyum sülfür ya da kalsiyum tungstat ile flüoresan (pırıltı veren) hale getirilmiş bir ekran üzerinde görüntülenmesine dayanan tam yöntemi. |
Reniopati
Görme bozukluğuna enden olabilen retina hastalığı. |
Radyoterapi
Işınlama kullanılarak yapılan tedavi yöntemi. |
Replikasyon
DNA'nın kendini eşlemesi. |
Radyus (döner kemik)
iç tarafında yer alan ulnayla (dirsek kemiği) birlikte ön-kol iskeletini oluşturan, 20-25 cm boyunda ve simetrik konumlu bir çift uzun kemik. |
Replikon
DNA molekülünde bir kopyalama kökeni kapsayan ve peş peşe kopyalanan nükleotit dizilerinden oluşan uzunluk. |
Rinofarinks (burun-yutak)
Kafa tabanıyla yumuşak damak arasında yer alan yutağın üst bölümü; burun kanalının yutağa bağlandığı bölge. |
Represyon (baskılama)
Psikanalizde kullanılan ve bilinç düzeyinde kabul edilmeyen düşüncelerin etkin bir süreç sonucunda bilinçten uzaklaştırılmasını belirten terim. |
Rinolali (rinofoni)
Burun ya da yutaktaki bir bozukluğa bağlı olarak beliren ses çıkarma bozukluğu; genizden konuşma. |
Rinoplasti
Estetik amaçlı ya da işlevsel bozuklukları gidermek için buruna uygulanan düzeltici cerrahi girişim. |
Reseptör
Çeşitli uyarıları alabilen ve duyu organlarının yapısında bulunan özelleşmiş hücre, hücre grupları veya sinir uçları. Almaç |
Rinoskopi
Burun boşluklarının incelenmesinde kullanılan yöntem. |
Rinotomi
Burun boşlukları, burun yanı sinüsleri ve rinofarinkse (burun-yutak) ulaşmayı kolaylaştırmak amacıyla uygulanan cerrahi girişimlere verilen genel ad. |
Randomizasyon
istatistik amaçlı rastgele seçme yöntemi. |
Risk faktörleri
Hastalık oluşma olasılığını arttıran, kimyasal, fizyolajik, davranışsalm, psikolojik, genetik ya da çevresel etkenler. |
Respirasyon
Solunum, nefes almak. |
Ritüel
Özel durumlarda yinelenen ve alışkanlık özelliği kazanmış davranışlar. |
Rasyonalizasyon
Kişinin nedenini çözemediği davranış bozukluklarına ya da başarısızlıklarına "ussal ve tutarlı" bir açıklama getirmek üzere devreye soktuğu ruhsal savunma mekanizması. |
Restriksiyon enzimi
DNA'yı parçalamaya, kesmeye yarayan enzimler. |
Rna (ribonükleik asit)
Hücrenin çekirdeğinde ve sitoplazmasında bulunan yüksek molekül ağırlıklı organik madde; yapısı DNA'nınkine benzer. |
Retansiyon
Birikme, toplanıp kalma. ( Örn. İdrar retansiyonu;idrar tutulması, idrar yapamama.) |
Rna polimeraz
DNA dan RNA sentezini gerçekleştiren enzim. |
Raşiyalji
Omurga bölgesinde yerleşen ağrı. |
Rodopsin
Göz organında bulunan ve fotonun ilk olarak çarptığı bir çeşit protein. |
Raynaud fenomeni
Bir dolaşım problemi, soğuğa aşırı hassasiyet vardır. Kan damarları kasılır ya da daralır ve kan akımı büyük ölçüde azalır; el ve ayak parmakları beyaz ve mavi renk alırlar, ve sıklıkla geçici uyuşmalar olur. bir çok hastalığa eşlik edebilir, örneğin skleroderma (sistemik skleroz). |
Retiküler doku (ağsı doku)
Ağ biçiminde dizilmiş liflerden oluşan doku. |
Romatalji (romatizma ağnsı)
Kas ya da eklemdeki romatizmadan kaynaklanan ağrıyı belirten genel terim |
Raynaud sendromu
Bir dolaşım problemi, soğuğa aşırı hassasiyet vardır. Kan damarları kasılır ya da daralır ve kan akımı büyük ölçüde azalır; el ve ayak parmakları beyaz ve mavi renk alırlar, ve sıklıkla geçici uyuşmalar olur. bir çok hastalığa eşlik edebilir, örneğin skleroderma (sistemik skleroz). |
Retiküler oluşum (ağsı oluşum)
Soğanİlik (bulbus), Varol köprüsü ve orta beynin merkezi bölgelerinde yaygın bir alanda görülen sinir hücrelerinden oluşan yapı. |
Romatizma
Vücudumuzun hareket etmesini sağlayan kaslar, kemikler, eklemler ve bu yapıları birleştiren bağlarda ön planda ağrı ve hareket kısıtlılığına bazen de şişlik ve şekil bozukluğuna neden olan hastalıklara genel olarak romatizma adı verilmektedir.
Romatizma tek bir hastalık değildir. 200'e yakın hastalık bu sınıfa girer.İltihaplı romatizmalar (Romatoid artrit, Still Hastalığı, Sistemik Lupus Eritematozis, Skleroderma, Polimiyozit, Dermatomyozit, Behçet hastalığı ve diğer vaskülitler, Spondilitle birlikte olan artritler) Kuru romatizmalar (Dejeneratif eklem hastalığı), Mikrobik ajanlara bağlı olanlar, Metabololik ve endokrin hastalıklara bağlı olanlar, Tümörlerle beraber olan romatizmal hastalıklar, Sinir sistemi hastalıkları, Eklem dışı romatizmalar(yumuşak doku romatizmaları) ve sınıflandırılamayanlar. Eklem romatizmaları; osteoartrit (kireçlenme), romatoid artrit(iltihaplı eklem romatizması), yumuşak doku romatizmaları (fibromiyalji, MAS, bel sırt ve boyun ağrısı ) bunlar arasında en sık görülenleridir. Kalıtsal özellikler (genetik yatkınlık) bazılarında önem taşır.
Romatizmal hastalıklar genel olarak kadınlarda daha sık görülmekte ve yaş ilerledikçe sıklığı artmaktadır. Bununla birlikte erkeklerde daha sık görülen (gut, ankilozan spondilit) ya da ön planda gençlerde görülen (sistemik lupus eritematozus, ankilozan spondilit) hastalıklar da vardır. Romatizmal hastalıklar çocukluk çağında da görülebilir.
Romatolojik hastanın en sık yakınmaları ağrı, halsizlik, yorgunluk ve tutukluktur. Bu ağrı eklem veya eklem dışında olabilir. Hastalıklı eklemde ağrı uzun süren hareketsizliği izleyen devrelerde daha belirgin olarak hissedilir. Bu bakımdan sabahları hastalar eklemlerini çok zorlukla hareket ettirirler. Sabah sertliği de denen bu olayın süresi hastalığın tanısında çok önemlidir. 15 dakikadan az süren sabah sertliği normal insanlarda da özellikle ileri yaşlarda görülebilir.
Eklemde olduğu zaman iltihap belirtileri ile beraberdir( şişme, kızarıklık gibi) (artrit), veya sadece ağrı vardır (artralji). Uzun süren artritler eklemlerde şekil bozukluğuna ve eklemin hiç hareket edememesine yol açabilirler. Eklemlerin yapısının, özellikle kıkırdağın bozulması (dejenerasyon) ile seyreden ve halk arasında kireçlenme olarak da adlandırılan osteoartrit (artroz) en sık görülen eklem hastalığıdır. En çok diz ve kalça eklemlerini etkiler, çok sayıda eklemi tutması nadirdir. Genellikle kırk yaşından sonra görülür. Bu hastalıkta ağrı genellikle hareket sonrasında ortaya çıkar, sabah yoktur. Bir çok hasta kendini kuru ve sıcak günlerde daha iyi, soğuk ve rutubetli günlerde daha kötü hisseder.
Bazı iltihaplı romatizmal hastalıklar kas-iskelet sistemi dışında derimizi (kızarıklık, döküntü), iç organlarımızı (akciğer, böbrek, beyin vb.) etkileyebilir. Romatizmal hastalıklarla beraber olabilen eklem dışı şikayetler ise şunlardır: Zayıflama, iştah kaybı, ateş, göz yakınması(kırmızılık, kaşınma, bulanık görme), karın ağrısı, ishal (özellikle kanlı), yan ağrısı, göğüs ağrısı, saç dökülmesi, güneş ışığına aşırı duyarlılık, deri döküntüsü, kuru ağız ve göz, ağız içi yara ve aft, bel ve sırt ağrısı, topuk ağrısı olabilir.
Eklemlerde bulunan zarın (sinovya) ve daha sonra eklemin iltihaplanmasının ön planda görüldüğü romatoid artrit yıllar içinde eklemlerin tahrip olmasına yol açabilen, sık görülen, müzmin bir hastalıktır. Çok sayıda eklemde iltihap görülür. Tüm vücudu etkileyen (sistemik) ve iç organları da tutabilen bir hastalıktır. Erken teşhis edilmesi ve uzun süre ilaçlarla tedavi edilmesi gerekmektedir.
Omurga ve leğen kemiği eklemlerini tutan müzmin romatizma hastalığı ise ankilozan spondilit adını alır. Genç erkeklerde daha sık görülür. Tedavi edilmemesi omurga hareketlerinde kısıtlanmaya yol açabilir.
Romatizmal hastalıklar vücudun her bölümündeki eklem kas damar ve sinir dokularını tutabilir. Baş, boyun, sırt, bel ve diğer eklemlerin ağrı ve tutukluklarının da kökeninde büyük bir olasılıkla önemli bir romatizma başlangıcı vardır.
Romatizmal Hastalıklarda Tedavi
Romatizmal hastalığın tedavisi hastalığa ve hastaya göre değişir, her hastaya kişisel bir tedavi planı yapılması gerekir. Doktor tarafından önerilmeyen tedaviler yararsız ve tehlikeli olabilir, uygun tedavinin yapılması gecikebilir hatta hastalığın ilerlemesine neden olabilir.
Romatizmal hastalıklarda da en uygun tedavinin yapılabilmesi için hastalığa erken ve doğru teşhisin konulması gereklidir. Romatizmal hastalıklara erken dönemde teşhis konulması güç olabilir ve hastanın bir süre konunun uzmanı tarafından tetkik edilmesi ve izlenmesi gerekebilir. Romatizmal hastalıkların belirtileri zaman içinde değişiklik gösterebilir. Şikayetin olmadığı veya çok azaldığı dönemleri hastalığın alevlenip şikayetlerin arttığı dönemler izler.
Romatizmal hastalıkların bir bölümü çok uzun süre devam edebilir, bazılarının tedavisi uzun sürebilir ve zordur. Bu hastalıklara müzmin (kronik) hastalıklar denir. Bu hastalara tedavi de verilen ilaçlar ve fizik tedavilerin doktor kontrolünde sürekli alması gereklidir. Yapılan tedaviler hastalığı tamamen yok etmese dahi hastalığın ilerlemesini önleyerek günlük yaşamın ağrısız ve rahat olmasını sağlamayı amaçlamaktadır.
Eklemlerdeki yükü artıran fazla kiloların verilmesi, doktor tarafından önerilen egzersizlerin düzenli yapılması veya damar yapısını bozan sigara kullanımının bırakılması bazı romatizmalı hastalar için çok önemlidir.
Romatizmalı hastaların hastalıkları, kullandıkları ilaçlar ve ilaçların olası yan etkilerini bilmesi hasta açısından çok önemlidir.
|
Retiküloendotelyal sistem
Sitoplazmalannda çeşitli maddeleri (hücre artıkları, yabancı cisimler, mikroorganizmalar) sindirme özelliği bulunan, bağdokulardaki sabit ya da hareketli hücreler bütününden oluşan sistem; L. |
Romatizma
Vücudumuzun hareket etmesini sağlayan kaslar, kemikler, eklemler ve bu yapıları birleştiren bağlarda ön planda ağrı ve hareket kısıtlılığına bazen de şişlik ve şekil bozukluğuna neden olan hastalıklara genel olarak romatizma adı verilmektedir.
Romatizma tek bir hastalık değildir. 200'e yakın hastalık bu sınıfa girer.İltihaplı romatizmalar (Romatoid artrit, Still Hastalığı, Sistemik Lupus Eritematozis, Skleroderma, Polimiyozit, Dermatomyozit, Behçet hastalığı ve diğer vaskülitler, Spondilitle birlikte olan artritler) Kuru romatizmalar (Dejeneratif eklem hastalığı), Mikrobik ajanlara bağlı olanlar, Metabololik ve endokrin hastalıklara bağlı olanlar, Tümörlerle beraber olan romatizmal hastalıklar, Sinir sistemi hastalıkları, Eklem dışı romatizmalar(yumuşak doku romatizmaları) ve sınıflandırılamayanlar. Eklem romatizmaları; osteoartrit (kireçlenme), romatoid artrit(iltihaplı eklem romatizması), yumuşak doku romatizmaları (fibromiyalji, MAS, bel sırt ve boyun ağrısı ) bunlar arasında en sık görülenleridir. Kalıtsal özellikler (genetik yatkınlık) bazılarında önem taşır.
Romatizmal hastalıklar genel olarak kadınlarda daha sık görülmekte ve yaş ilerledikçe sıklığı artmaktadır. Bununla birlikte erkeklerde daha sık görülen (gut, ankilozan spondilit) ya da ön planda gençlerde görülen (sistemik lupus eritematozus, ankilozan spondilit) hastalıklar da vardır. Romatizmal hastalıklar çocukluk çağında da görülebilir.
Romatolojik hastanın en sık yakınmaları ağrı, halsizlik, yorgunluk ve tutukluktur. Bu ağrı eklem veya eklem dışında olabilir. Hastalıklı eklemde ağrı uzun süren hareketsizliği izleyen devrelerde daha belirgin olarak hissedilir. Bu bakımdan sabahları hastalar eklemlerini çok zorlukla hareket ettirirler. Sabah sertliği de denen bu olayın süresi hastalığın tanısında çok önemlidir. 15 dakikadan az süren sabah sertliği normal insanlarda da özellikle ileri yaşlarda görülebilir.
Eklemde olduğu zaman iltihap belirtileri ile beraberdir( şişme, kızarıklık gibi) (artrit), veya sadece ağrı vardır (artralji). Uzun süren artritler eklemlerde şekil bozukluğuna ve eklemin hiç hareket edememesine yol açabilirler. Eklemlerin yapısının, özellikle kıkırdağın bozulması (dejenerasyon) ile seyreden ve halk arasında kireçlenme olarak da adlandırılan osteoartrit (artroz) en sık görülen eklem hastalığıdır. En çok diz ve kalça eklemlerini etkiler, çok sayıda eklemi tutması nadirdir. Genellikle kırk yaşından sonra görülür. Bu hastalıkta ağrı genellikle hareket sonrasında ortaya çıkar, sabah yoktur. Bir çok hasta kendini kuru ve sıcak günlerde daha iyi, soğuk ve rutubetli günlerde daha kötü hisseder.
Bazı iltihaplı romatizmal hastalıklar kas-iskelet sistemi dışında derimizi (kızarıklık, döküntü), iç organlarımızı (akciğer, böbrek, beyin vb.) etkileyebilir. Romatizmal hastalıklarla beraber olabilen eklem dışı şikayetler ise şunlardır: Zayıflama, iştah kaybı, ateş, göz yakınması(kırmızılık, kaşınma, bulanık görme), karın ağrısı, ishal (özellikle kanlı), yan ağrısı, göğüs ağrısı, saç dökülmesi, güneş ışığına aşırı duyarlılık, deri döküntüsü, kuru ağız ve göz, ağız içi yara ve aft, bel ve sırt ağrısı, topuk ağrısı olabilir.
Eklemlerde bulunan zarın (sinovya) ve daha sonra eklemin iltihaplanmasının ön planda görüldüğü romatoid artrit yıllar içinde eklemlerin tahrip olmasına yol açabilen, sık görülen, müzmin bir hastalıktır. Çok sayıda eklemde iltihap görülür. Tüm vücudu etkileyen (sistemik) ve iç organları da tutabilen bir hastalıktır. Erken teşhis edilmesi ve uzun süre ilaçlarla tedavi edilmesi gerekmektedir.
Omurga ve leğen kemiği eklemlerini tutan müzmin romatizma hastalığı ise ankilozan spondilit adını alır. Genç erkeklerde daha sık görülür. Tedavi edilmemesi omurga hareketlerinde kısıtlanmaya yol açabilir.
Romatizmal hastalıklar vücudun her bölümündeki eklem kas damar ve sinir dokularını tutabilir. Baş, boyun, sırt, bel ve diğer eklemlerin ağrı ve tutukluklarının da kökeninde büyük bir olasılıkla önemli bir romatizma başlangıcı vardır.
Romatizmal Hastalıklarda Tedavi
Romatizmal hastalığın tedavisi hastalığa ve hastaya göre değişir, her hastaya kişisel bir tedavi planı yapılması gerekir. Doktor tarafından önerilmeyen tedaviler yararsız ve tehlikeli olabilir, uygun tedavinin yapılması gecikebilir hatta hastalığın ilerlemesine neden olabilir.
Romatizmal hastalıklarda da en uygun tedavinin yapılabilmesi için hastalığa erken ve doğru teşhisin konulması gereklidir. Romatizmal hastalıklara erken dönemde teşhis konulması güç olabilir ve hastanın bir süre konunun uzmanı tarafından tetkik edilmesi ve izlenmesi gerekebilir. Romatizmal hastalıkların belirtileri zaman içinde değişiklik gösterebilir. Şikayetin olmadığı veya çok azaldığı dönemleri hastalığın alevlenip şikayetlerin arttığı dönemler izler.
Romatizmal hastalıkların bir bölümü çok uzun süre devam edebilir, bazılarının tedavisi uzun sürebilir ve zordur. Bu hastalıklara müzmin (kronik) hastalıklar denir. Bu hastalara tedavi de verilen ilaçlar ve fizik tedavilerin doktor kontrolünde sürekli alması gereklidir. Yapılan tedaviler hastalığı tamamen yok etmese dahi hastalığın ilerlemesini önleyerek günlük yaşamın ağrısız ve rahat olmasını sağlamayı amaçlamaktadır.
Eklemlerdeki yükü artıran fazla kiloların verilmesi, doktor tarafından önerilen egzersizlerin düzenli yapılması veya damar yapısını bozan sigara kullanımının bırakılması bazı romatizmalı hastalar için çok önemlidir.
Romatizmalı hastaların hastalıkları, kullandıkları ilaçlar ve ilaçların olası yan etkilerini bilmesi hasta açısından çok önemlidir.
|
Retikülopati
Retikülosarkom ya da Hodgkin hastalığı gibi retikülo-endotelyal sistemi ilgilendiren hastalıkları belirtmek için kullanılan genel terim. |
Romatizmal ateş
Erişkinde ya da çocukta görülebilir (eklemleri, kalbi, cildi tutabilen ve boğaz mikroplarına bağlı gelişen bir iltihaplı romatizma), fakat çocuklarda daha sıktır. Gelişmiş ülkelerde 60 yıl öncesine göre çok daha az görülmektedir |
Reaksiyon (tepki, tepkime)
Organizmanın bir uyarıya karşı verdiği yanıt. |
Retikülosit
Olgunlaşmamış alyuvara verilen ad. |
Romatizmal hastalıklar
Tüm artrit ve romatizma tiplerini ifade eder |
Retikülositoz
Dolaşan kandaki retikülosit sayısının artması. |
Romatoid artrit
Eklemlerin sık rastlanan bir inflamatuvar hastalığı. Çok değişken bir hastalıktır. Tutulan eklemlerin sayısı ve tipinin yanısıra, hastalığın şiddeti ve süresi de hastadan hastaya değişir. Ağır fiziksel özürlere en çok neden olan romatizmal hastalıktır ve kadınlarda 3 kat daha sık görülür. RA eklemi döşeyen zarda (sinoviyum) inflamasyona neden olur. İnflamasyon belirtileri osteoartrittekinden daha şiddetlidir ve tutulan eklemlerde ağır hasara yol açabilir. |
Reanimasyon (yeniden canlandırma)
ileri derecede bozulmuş ya da geçici olarak durmuş yaşamsal işlevleri normale getirmek amacıyla kullanılan yöntemlerin bütünü. |
Retikülum hücreli sarkom (retikülosarkom)
Çoğunlukla lenf dokularından kaynaklanan kötü huylu tümör. |
Romatoidartrit
Vücuttaki tüm kemikler birbirlerine eklemlerle bağlıdır. Sayısı 327'yi bulan eklemlerde meydana gelen birtakım hastalıklar vardır.Osteoartrit süregen bir eklem hastalığı olup, eklem kıkırdağı ve komşu kemik dokularda bozulma ile karakterize eklem ağrısına ve tutukluğuna neden olan bir hastalıktır.
Belirtiler
Romatoid artrit (RA) geleneksel biçimde, bağışıklık sisteminin eklemlere saldırmasına yol açan kronik, enflamatuvar bir otoimmün bozukluk olarak tanımlanmıştır. Engelleyici ve ağrılı bir enflamatuvar durumdur, ağrı ve eklem aşınması sebebiyle önemli oranda hareket kaybına yol açabilir. Hastalık sıklıkla vücuttaki deri, kan damarları, kalp, akciğer ve kaslar gibi birçok eklem dışı dokuyu da etkilediği için sistemiktir. Multifaktöryel bir mekanizmayla ortaya çıktığı düşünülse de kesin nedeni ortaya konamamıştır.
Hastalık ilerledikçe; Kemik ağrıları belirginleşir. Eklem hareketleri kısıtlanır. Krepitasyon denilen eklem hareketi sırasında tıkırtı sesi gelir ve giderek eklem açılmaz olur. Parmaklarda en uç eklemlerde çıkıntılar oluşabilir. Bazı eklemlerde ise eklem bağları gevşeyerek eklem stabilitesi bozulur. Sırt ağrısı Bazen boyun ya da alt omurgada tutulum Osteofitlerin (kemik çıkıntıları) sinirlere baskısı sonucu uyuşma Kol ve bacaklarda güçsüzlük ve benzeri nörolojik sorunlara da yol açabilir.
Romatoid artrit hastalığının belirtileri eklemlerde iltihaplanma, şişme, harekette zorluk ve ağrıdır. Hastalık sürecinde gözlenen diğer belirtiler ise:
İştah kaybı
Ateş
Güç kaybı, yorgunluk
Kansızlık
Elleri kullanmada zorluk
Bazen deri altında doku yumruları
Hastaların 70inde hastalığın ilerleyişi yavaş olurken 10-15inde daha hızlı bir gidiş söz konusudur. En fazla etkilenen eklemlerse eller, ayaklar, dizler, omuzlar ve dirseklerdir.
Tanı
Doktorlar hastalığın teşhisini, belirtilere, hastaların tıbbi geçmişine, muayene sonuçlarına ve yapılan tahlillerin neticelerine göre koyar. Romatoid artrit teşhisi koymada dikkat edilen yedi nokta vardır:
1. Sabah sertliğinin olması; hastalar uyandıktan sonraki en az bir saat boyunca ellerini rahatça kullanamazlar. Hastalara sabahları avuçlarını yumruk yapıp yapamadıkları sorulur.
2. Üç ya da daha fazla eklem bölgesinde aynı zamanlı artrit eklem iltihabı
3. El eklemlerinde artrit
4. Artritin görüldüğü eklemlerin vücudun her iki tarafında da simetrik olması
Bu dört kriterin en az 6 hafta boyunca devam etmesi gerekmektedir.
Ayrıca
5. Doku yumruları
6. Kan tahlillerinde RF romatid faktör bulunması
7. Röntgende eklemlerde değişikliklerin gözlenmesi
Bu yedi kriterden en az dört tanesinin var olması durumunda romatoid artrit teşhisi konabilir.
Tedavi
Hastalığın oluşma biçimi yeterince aydınlanamadığından nedene yönelik bir tedavisi yoktur. Ancak gidiş romatoid artrit kadar alevli değildir. Hastalara egzersiz, parafin banyoları, fizyoterapi, destek araçlar, ilaç tedavileri ve gerekirse cerrahi girişim gibi tedaviler uygulanır.
Öneriler
Aşırı kilolarınızdan kurtulunuz
Fazla ayakta kalmayınız
Bağdaş kurmayınız
Çömelmeyiniz
Risk taşıyorsanız ortopedik ayakkabı tercih ediniz |
Romatoit etken testi
Romatoit artritli hastalann yüzde 80'inde bulunan romatoit etkenini araştırmak amacıyla uygulanan test. |
Romatoloji
Romatizmal hastalıkları inceleyen tıp dalı. |
Redüksiyon
Bir çıkığın yerine oturtulması için ya da kaymış kmk uçlarının yeniden karşı karşıya getirilebilmesi için yapılan manevra. |
Rombensefalon
Emriyondakİ ilkel üç beyin kesesinden en arkada olanı; dördüncü haftanın sonuna doğru belirginleşmeye başlar. |
Retina koni hücreleri
Retinanın (ağtabaka) sinir hücreleri; çubuk hücreleriyle birlikte gözün ışığa duyarlı alıcılarını (fotoreseptör) oluştururlar. |
Romberg testi
Içkulağın dengeyle ilgili bölümünün, yani vestibüler sistemin incelenmesinde kullanılan yöntemlerden biri. |
Ronflan ral (ronküs)
Büyük çaplı bronşların akut ya da kronik iltihap, tümör gibi nedenlerle tıkanması sonucunda, solunumu dinlemekle duyulan derin ve kaba ses. |
Refleks sempatik distrofi
Başlıca özelliği yanıcı nitelikte ısrarlı ağrıdır; hafif şekilleri oldukça sıktır - daha şiddetli formları sakatlayıcı olabilir ve tedavisi daha zordur. Değişik RSD formlarıyla ilgili diğer terimler şunlardır: Algodistrofi"", ""Sudeck atrofisi"" ve son zamanlarda ""Kompleks bölgesel ağrı sendromu"". |
Rota virüs
Altı ay ile iki yaş arasındaki çocuklarda sık sık mide-bağırsak iltihabına yol açan virüs. |
Retinoblastom
Çocukluk çağında görülen ender ve kötü huylu göz tümörü; retinanın (ağtabaka) sinir dokusundan kaynaklanır ve embriyonel özellikler gösterir. |
Rotasizm
R harfini söyleyememe ya da yanlış söyleme biçimindeki konuşma bozukluğu, işlevsel kaynaklı olabileceği gibi dudaklar, dil, damak ya da diş yayındaki doğumsal ya da edinilmiş yapısal bozukluklara bağlı olarak da gelişebilir. |
Retinol
A vitamininin öteki adı. Bak. vitaminler. |
Rotasyon (dönme)
Anatomide bir yapının uzunlamasına ekseni etrafında dönme hareketini anlatan terim. |
Retinopati
Görme bozukluğuna enden olabilen retina hastalığı. |
Rozeol
Deride kırmızı renkte, bastırınca kaybolan döküntülere verilen genel ad. |
Retinoskopi
Gözün ışığı kırma yeteneğinin değerlendirilmesinde kullanılan yöntem. |
Röntgen ışınları (x ışınları)
Çıplak gözle görülemeyen, 10 İle 0,1 Â dalgaboyu arasında yer alan elektromagnetik ışınlar. |
Refraktometre
Görme bozuklukluklarını ölçen cihaz. |
Retraksiyon
Bir organ ya da dokunun, destek görevi yapan bağdo-kudaki anormal çoğalmaya bağlı olarak küçülmesi. |
Röntgenpelvimetri
Röntgenle elde edilen görüntüsünden yararlanarak leğen (pelvis) kemiğinin çapını ölçme. |
Retro virüs
Ters transkriptaz enzimi içeren virüslerin ortak adı. |
Röntgenterapi (röntgen tedavisi)
X ışınlannın biyolojik Özelliklerinin kullanılmasına dayanan bîr radyoterapi (ışın tedavisi) biçimi. |
Regresyon
Bir hastalık belirtisinin gerilemesi, şiddetinin azalması. |
Retrobulber
Göz küresinin arka kısmı. |
Regresyon (geriye dönüş)
Psikolojide, kişinin bir iç çatışmasını çözmek amacıyla ruhsal gelişim sürecinde tamamladığı aşamalardan birine (örneğin çocukluğa) genellikle geçici bir süre geri dönmesi. |
Retrobulber nörit
Görme sinirinin, gözün arka kısmındaki bölümünün ani görme kaybı ile karekterize iltihabi durumu. |
Regurjitasyon
Yenilen yiyecek ve içeceklerin, kusma olmaksızın ağıza geri gelmesi. |
Retrodeviasyon
Bir organın arkaya doğru dönmesiyle beliren duruş bozukluğu. |
Regürjitasyon
Yenilen yiyecek ve içeceklerin, kusma olmaksızın ağıza geri gelmesi. |
Retrognatizm
Çene kemiklerinden birinin öbürüne göre daha arkada olduğu biçim bozukluğu. |
Rehabilitasyon
Fiziki hareket kusurlarını düzeltme, yeniden kazandırma. |
Retrograd ejekülasyon
Menin'nin penisten dışarı çıkmayıp, mesaneye geri kaçması hali |
Rehidratasyon
Ağır bir su kaybından sonra, organizmaya yeniden normal suyunu kazandırmak amacıyla uygulanan tedavi. |
Retrograd wirsungografi
Pankreası onikiparmakbağırsağına bağlayan Wirsung kanalının ve dolayısıyla pankreasın görüntülenmesini sağlayan endoskopik ve radyolojik yöntem. |
Serüloplazmin
Kan plazmasında bulunan protein. |
Skolyoz
Omurganın yana doğru eğrilmesi. |
Servikal spondiloz
Eklem aşınması ve yırtılmasının neden olduğu boyun ağrısı. |
Skolyoz (skoliosis)
Omurganın sağ veya sola doğru eğrilikleri ile karakterize şekil bozukluğu. |
Skorbüt
C Vitamini eksikliğinin neden olduğu bir hastalıktır. Daha ziyade 5-6 ay süreyle yeteri kadar C vitamini alamayan çocuklarda ortaya çıkar. Hastada dermansızlık, zayıflama, ve kanamalar görülür. Yaraların iyileşmesi gecikir, diş etleri şişer ve mikrobik hastalıklara yakalanma ihtimali artar.Küçük çocuklara her gün 4 çorba kaşığı taze sıkılmış portakal, limon veya greyfurt suyu verilirse, skorbüt olmaları önlenmiş olur. |
Saç dökülmesi
Günde, normal olarak 80 saç kılı dökülür. Bundan fazla dökülme yaşın ilerlemiş olması, bazı ateşli hastalıklar, tiroid hastalıkları, kansızlık, verem, şeker hastalığı gibi bütün vücudu etkileyen hastalıklardan sonra görülür. Tıp dilinde alopesi adı verilen saç dökülmesi; basit saç dökülmesi ve pelad olmak üzere iki çeşittir. |
Serviks (dölyatağı boynu)
Dölyatağının silindir biçimindeki alt bölümü; içinden dölyolu ile dölyatağı boşluğunu birbirine bağlayan bir kanal geçer. |
Skotom
görme alanında parsiel defekt |
Skrotum
İçinde testislerin bulunduğu torba. |
Skrotum (erbezi torbası)
Erbezlerinin, epîdidimin ve spermatik kordonun içinde yer aldığı torba. |
Sesamoit (susamsı) kemikler
Özellikle el ve ayak eklemlerine komşu olarak yerleşmiş ve çevresi kiriş, bağ ya da eklem kapsülüyle bir zarf gibi sarılmış kemikleri belirten genel terim. |
Sodomı
Eşcinsel ilişki, aynı zamanda anal seks. |
Sadomazoşizm
Alman psikolog R. von Krafft-Ebing'in mazoşist ve sadist sapıklığın bileşimini belirtmek için kullandığı terim. |
Sodomi
Eşcinsel ilişki, aynı zamanda anal seks. |
Safen toplardamarı
Bacağın büyük ve küçük iki yüzeysel ana toplardamarı. |
Sessiz mutasyon
Meydana geldiği gen üzerinde, daha sonra bugen tarafından üretilecek proteinin fonksiyonunu değiştirmeyen mutasyonlardır (etkisiz mutasyon). |
Sodyum
Hücre dışı organik sıvılardakİ en önemli katyon |
Safenektomi
Safen toplardamarının kesilip çıkarılması ile yapılan cerrahi girişim. |
Soğuk apse
Bir verem odağından kaynaklanan akıntının, bir vücut boşluğu içinde toplanmasıyla oluşan apse (bazı mantar enfeksiyonlarına bağlı olarak da gelişebilir). |
Safpengoplasti
Hastalık sonucu hasar görmüş salpenkslerde (Fallop borusu) döllenmeyi engelleyici biçimsel bozukluğu düzeltmeye yönelik girişim. |
Sol Kalp Yetmezliği
Hastada nefes darlığı ve kuru öksürük vardır. Geceleri daha zor nefes alır. Çarpıntı, baygınlık ve terleme görülebilir. Buna kalp astımı adı verilir. Nedeni; aort veya mitral kapaklarının hastalanması veya koroner rahatsızlığıdır. |
Sezeryan Doğum
Sezaryan ile doğum bebeğin ve sonunun , Anne'nin karnından uterusu kesi ile açarak çıkartılmasıdır.
Sezeryan gerektiren durumlar:
Sezaryan ile doğum kararı gebelik muayeneleri sırasında verilebileceği gibi, doğumu indüksiyon (suni sancı) ile başlatma girişimi başarısız olduğunda, veya doğum başladıktan sonra da verilebilir. Bebeğin vücudu çıkana kadar herhangi bir dönemde normal doğumdan vazgeçilerek bebeğin sezaryan ile doğması kararı verilebilir!
1-Sezaryan kararı en sık doğum başladıktan sonra doğumun ilerlememesi ve fetal distres geliştiği durumlarda verilmektedir.
2-Placenta Previa
Plasentanın serviksi tümüyle veya kısmen kapatmasıdır. Kısmi kapatma durumlarında doğum esnasında serviks açılırken çok kanama olabileceğinden, tümüyle kapatma durumunda ise bebek hiçbir şekilde kanala giremeyeceğinden doğum mutlaka sezaryanla gerçekleştirilir.
Tanı 36. gebelik haftasından sonra yapılan ultrason incelemesiyle konur. Bazı gebelerde gebeliğin erken dönemlerinde yapılan ultrasonlarda plasentanın servikse yakın yerleştiği, bazen de serviksi tümüyle kapattığı gözlenebilir. Bu dönemlerde sezaryan kararının hemen verilmesi doğru değildir, zira gebeliğin sonlarına doğru (36. gebelik haftasına kadar) plasenta uterusun büyümesiyle yukarı çıkarak normal yerleşimine ulaşabilir.
3-Bebeğin "ters" veya "yan" durması
Fetuslar gebeliğin erken dönemlerinde sıklıkla yan veya makat pozisyonunda (baş yukarıda) dururlar ve pozisyonlarını sık sık değiştirirler. Belli bir gebelik haftasından sonra, özellikle de 36. gebelik haftasından sonra bebek yeri daraldığından pozisyonunu değiştirmesi zorlaşır. 36. gebelik haftasından sonra bebeğin uterus içinde enlemesine durması sezaryan için mutlak bir neden teşkil eder. Makat (baş yukarı) ile gelen fetusların dikkatli bir inceleme sonrasında vajinal doğumuna izin verilebilir. Fakat önde gelen kısım (yani doğum kanalına ilk giren kısım) ayak ise doğum mutlaka sezaryan ile gerçekleştirilir. İlk doğumunu yapacak anne adaylarında makat (baş yukarı) gelişi ile doğum mümkün olmakla beraber bebeğin doğumu esnasında oluşabilecek muhtemel riskler yüzünden sezaryan ile doğum sıklıkla uygulanmaktadır.
4-İri bebek
Doğumu yakın olan bir bebeğin ultrason ve klinik incelemelerle 4500 gr'dan daha ağır olduğunun saptanması durumunda sezaryan ile doğum tercih edilir. Ortalama bir boyda ve kiloda olan bir anne adayında iri bebekte doğum birinci veya ikinci evresinde anne adayı veya bebekte istenmeyen bazı durumlar oluşabilir. Bunlar arasında en sık görülenler doğumun ilerlememesi ve ikinci evrenin sonunda omuz takılmasıdır. Bu risklerin gerçekleşmesini önlemek için sezaryanla doğum tercih edilebilir.
5-Pelvis Darlığı (çatı darlığı)
Bu duruma genellikle anne adayının çocukluk çağında geçirdiği ve kemik pelvis yapısını bozan hastalıklarda rastlanır. Tereddütlü durumlarda antenatal dönemde yapılan dikkatli bir pelvik muayene ile tanı koyulur. Pelvis yapısı uterus (rahim) içindeki bebeği doğurmaya uygun değilse sezaryan ile doğum kararı verilir.
6-Herpes Simpleks Enfeksiyonu
Herpes simpleks virüsü (HSV) enfeksiyonunun bulaştırıcılığının devam ettiği dönemde anneden bebeğe doğum esnasında virüs bulaşma riski vardır. HSV bebekte ciddi santral sinir sistemi enfeksiyonuna sebep olabileceğinden doğum sezaryan ile gerçekleştirilir. Fakat bazen sezaryan bile bulaşmayı engelleyemeyebilir.
7-Daha önce sezaryanla doğum yapmış olanlar
8-Doğum kanalını tıkayan myomlar veya kanalda yer alan diğer kitleler
Doğum kanalına yerleşmiş büyük miyomlar veya diğer kitleler, nadiren de perinede yer alan HPV enfeksiyonuna bağlı büyük kondilom lezyonları bebeğin kanaldan geçişine ve doğumuna engel teşkil edebilir.
9-Anne adayının doğumun ikinci evresinde ıkınmasının sakıncalı olduğu durumlar
Bazı kalp ve beyin hastalıkları olan anne adaylarında kafa ve karın içi basıncını artıran ıkınmalar sakınca teşkil eder. Bu durumda anne adayı hastalığın uzmanı ile konsulte edildikten sonra doğum sezaryan ile gerçekleştirilir.
10-Bebekteki bazı anomaliler
Bebekte yaşamla bağdaşan fakat doğum kanalından geçişi engelleyecek omfalosel, hidrosefali gibi fiziksel kusurlarda sezaryan tercih edilir. Doğan bebeğe ilgili uzman doktor tarafından kısa zamanda müdahale yapılır.
11-Diğer durumlar
Yukarıda sayılanlar daha doğum başlamadan önce sezaryan kararı verilen durumların tümüne yakınını kapsar. Bunun dışında bebekle veya anne adayıyla ilgili gebeliğin seyrininde sezaryan kararı verilen nadir durumlar da mevcuttur.
Vajinismus (vajina girişinin kasılarak penisin girişine izin vermemesi - Bu durum vajinal muayene ile doğumun takibi imkansız kılacağından sezaryan için bir sebep teşkil eder) bunlardan biridir. Tedaviye dirençli vajinismus olgularında son çare olarak sezaryana başvurulur. Vajinismus dışında anne adayında normal doğumu engelleyecek psikiyatrik bozukluklar, anne adayının normal doğumdan çok korkması ve ikna edilememesi sezaryan ile doğum kararı verilmesinde etkili olur.
Diğer bir grup elektif sezaryan ise, kesin ve bilimsel bir gerekçe olmamasına karşın doktorların bebek sağlığı için daha uygun olacağı hissini taşımalarıyla uygulanan sezaryanlardır. Uzun süren bir "kısırlık" döneminden sonra IVF (tüp bebek) veya diğer yöntemlerle gebe kalan, daha önceden çok sayıda düşük veya erken doğum kayıpları sebebiyle çocuk sahibi olamayan, daha önce gebelik veya doğum esnasında bir veya daha fazla sayıda bebeğini kaybeden anne adaylarına çoğunlukla sezaryan ile doğum önerilmekte ve bu öneri anne adayı tarafından da genelde olumlu karşılanmaktadır. Burada temel düşünce anestezi ve sezaryanın anne adayına getirdiği riskin normal doğumdan çok daha fazla olduğunun bilinmesi, fakat zorluklar sonunda elde edilen bebeğin canlı doğmasının garanti altına alınması için bu risklerin kabullenmesidir. Riskli olmayan bir gebelikte büyük oranda vajinal yoldan doğum anne ve bebek için en uygun olanıdır.
Sezaryan ile doğumun elbetteki çok önemli avantajları vardır: Plasenta previa olgularında vajinal yoldan doğum girişimini anne ve bebek için ölümle sonuçlanması mutlaktır ve bu durumda uygulanan sezaryan hayat kurtarıcıdır. Bu konuda kimsenin bir yorum yapması söz konusu değildir. Üzerinde durulması gereken konu vajinal yoldan doğması mümkün olan bebeğin sezaryan ile doğurtulmasında bebek sağlığını korumada olumlu etkisi olup olmadığının tam bilinmemesidir.
Böyle durumlarda da sezaryan önemli avantajlar sağlayabilir: bebek her türlü yoğun bakım şartları hazırlandıktan ve gerekli koşullar yerine getirildikten sonra sezaryan ile planlı bir şekilde doğurtulur. Vajinal doğumda ise doğum şartların tam uygun olmadığı beklenmedik bir zamanda olabilir. Sezaryanda bebek olgun olduktan hemen sonra (39. haftada) doğurtulur. Doğum başlaması beklendiğinde ise gebelik süresi 42. haftaya kadar uzayabilir. Bu ek 3 hafta içerisinde bebek beklenmedik bir şekilde ölebilir. Bu sayılan durumlar çok nadir rastlanan durumlardır. O yüzden sezaryan yalnızca kesinlikle gerekli olan durumlarda (previa gibi) uygulanmalıdır. Kesin gerekli olmayan durumlarda ise anne adayları ayrı ayrı değerlendirilmelidir. Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanının doğum şekli konusundaki hissi ve tecrübeleri doğum şekline karar verilmesi konusunda ön plana alınmalıdır.
Sezaryan aşırı ve gereksiz yere yapıldığında normal sürecin tersine gidildiğinden kitlesel düzeyde bakıldığında anne ve bebek hayatına olumsuz etkide bulunması kaçınılmazdır.
12-Elektif sezaryan uygulanması
Doğumu sezaryanla gerçekleştirme kararı daha doğum başlamadan önce, antenatal incelemelerin herhangi birinde verilebilir. Elektif (acil olmayan) sezaryan adını alan ve randevu verilerek gerçekleştirilen bu uygulama aşağıdaki durumlarda tercih edilir.
Sezaryan ile doğumu elektif olarak gerçekleştirmek için anne adayının gebelik haftası kesin olarak belirlenmiş olmalıdır. Diabet gibi bebeğin akciğerlerinin geç olgunlaştığı durumlar hariç, 39. gebelik haftasından sonra bebek olgunlaşmış kabul edilir. Bu sebeple elektif sezaryan sıklıkla 39. gebelik haftası içinde uygulanır. Gebelik haftasının kesin olarak belli olmadığı durumlarda nadir de olsa akciğerleri olgunlaşmamış prematüre bir bebek doğurtulma riski vardır.
13-Gebeliğin seyrinde bazen doğumun başlamamasına rağmen acil sezaryan kararı verilen durumlar da vardır.
Bunlar genellikle beklenmedik durumlardır. Bebeğin kalp seslerinin bozulmuş olması ve fetal distres ortaya çıkması, ablatio gelişmesi (plasentanın erken ayrılması) veya nadiren suların gelmesi esnasında kordonun sarkması durumunda doğum başlamadan acil sezaryan uygulanır.
14-Doğumun başlatılma girişimlerinin başarısız olması (başarısız indüksiyon girişimi) durumunda sezaryan kararı verilmesi
Beklenen doğumun başlamadığı durumlarda anne adayına serviksi olgunlaştıran ilaçlar ve suni sancı verilir. Buna indüksiyon adı verilir. İndüksiyon doğumu başlatmada başarısız olursa sezaryanla doğum gerçekleştirilir. İndüksiyon en sık miad geçmesinde uygulanır. Anne hayatının veya bebek hayatının tehlikede olduğu durumlarda da (ağır preeklampsi ve fetal distres gibi) fetus miadında olmasa bile indüksiyonla doğum başlatılmaya çalışılır.
SEZERYAN NASIL OLUR?
Sezaryen ameliyathanede yapılan cerrahi bir müdahaledir.
Önce bebeğin alınacağı bölgenin tüyleri traş edilir.
Lavman yapılır.
Üzerinizdeki herşeyi çıkarıp ameliyat önlüğü giydirilir.
Sedye ile ameliyathaneye alınırsınız.
İçeride müdahalenin yapılacağı yere yatırılırsınız ve biraz sohbet edersiniz, bu heyecanı yatıştırmak için yapılan zarif bir davranıştır.
Anestezi yapılır ve siz artık hiçbirşey duymazsınız.
Doktor karın derisini dezenfekte eder ve cerrahi müdahele ile bebeğiniz dünyaya gelir.
Toplam süre 45-60 dk sürer.
SEZERYAN NEDEN TERCİH EDİLİYOR ?
Sezaryen ile doğumun tarihi belirlidir, ne zaman ne yapılacağı bilinir.
Günümüzde artık teknik ve anestezi çok ilerlemiştir ve cerrahi müdaheleden korkulacak bir durum yoktur.
Estetik bir sakınca söz konusu değildir çünkü kesme işlemi pubis tüylerinin altında , aşağıda ve enlemesine yapılır.
Normal doğum sancısının anne adaylarını korkutması. Sezaryen ile doğum sancısı çekilmez.
Normal doğum sırasında apış arasında olabilen yırtılma veya hekimin gerekli gördüğü için yaptığı yarma işlemi sezaryende olmaz.
SEZERYANDAN SONRA ?
Müdahaleden birkaç saat sonra kendinize gelirsiniz.
Ve hemen görmeniz için bebek yanınıza getirilir. Daha sonra dokuz ay boyunca merak ettiğimiz minik bebeğinizi ilk kez emzirirsiniz. SEZARYEN EMZİRMEYİ ENGELLEMEZ.
Ağrılarınız varsa PCA aleti ile vücudunuza belli bir dozu aşmayacak şekilde, ağrı duyduğunuz vakit ağrı kesici verebilirsiniz. Bu yöntemle ameliyat sonrası çekilen ağrılar tamamıyla ortadan kaldırılabilir.
İlk gün bir şeyler yemek ve içmek yasaktır.
İlk günün akşamında hemşire sizi küçük bir yürüyüşe çıkarır. Odanın içinde yapılan bir yürüyüştür bu . Şunu unutmayın ki ne kadar çok hareket ederseniz o kadar çabuk iyileşirsiniz. Tabii bu ilk yürüyüş ve sonrakiler acı verecektir ama bu söylendiği kadar dayanılmaz değildir.
İkinci gün sadece sıvı yiyecekler alabilirsiniz.
Üçüncü gün istediğiniz her şeyi yiyebilirsiniz ve artık eve dönme zamanı gelmiştir...
Normal doğuma oranla iyileşme süresi biraz daha uzundur fakat 3-4 hafta sonra tamamen iyileşmiş olacaksınız.
|
Solaklık
Hareketlerde, ince işlerde ve algılamalarda (işitsel, görsel vb) kendiliğinden vücudun sol yansını kullanmayı yeğlemeyle belirlenen durum. |
Sfenoit (kamamsı) kemikc
Kafatası tabanının ön orta bölümünde yer alan kemik. |
Soleus kası (nalınsı kas)
Bacak arkasında yer alan bir kas. |
Safra boyalan (safra pigmentleri)
Safrada bulunan ve ona altın şansı rengini kazandıran maddeler. |
Sferosit
Normalde alyuvarlar bikonkav (her iki yüzü içbükey) disk biçimindedir. |
Solgunluk
Deri ve mukozaların renginin gözle görülebilir biçimde solması. |
Sferositoz
Kanda, sferosit adı verilen küremsi alyuvar sayısının artmasıyla ortaya çıkan hastalık durumu. |
Solom
Hayvanlarda bir epitel (sölom epiteli) ile astarlanmış olan vücut boşluğuna verilen ad. |
Sfigmografi
Atardamar nabzının kaydedilmesi. |
Soluk alma
Havanın dış ortamdan akciğerlere girdiği solunum evresi. Göğüs kafesinin genişlemesi sonucunda havanın vücuda alınmasıyla gerçekleşir. |
Sfigmomanometri
Atardamar kan basıncının ölçülmesi. |
Soluk verme
Solunum yolları aracılığıyla akciğerlerdeki havanın dışarıya atıldığı solunum evresi. |
Sfingozin
Sinir liflerini çevreleyen miyelin(*) kılıfının temel yapıtaşı olan sfingomiyelinin içerdiği aminoasit. |
Solunum
Vücudun havadan oksijen almasını ve havaya karbon dioksit vermesini sağlayan fiziksel ve kimyasal süreçlerin tümü. |
Safrakesesi
Ortalama uzunluğu 10 cm, genişliği 3 cm olan küçük kese biçimli bir organ. |
Solunum durması
Solunum hareketlerinin durması |
Solunum kasları
Kasılıp gevşeyerek göğüs kafesinde hacim değişikliğini, böylece havanın akciğerlere giriş-çıkışını sağlayan kaslar. |
Sago-green
yarı saydam sarı yeşil |
Sgot (serum glütamik oksalasetik transaminaz)
glütamik oksalasetik transaminaz |
Solunum katsayısı
Çeşitli metabolik süreçler sırasında, hücre ve dokularda besinlerin yanmasıyla (hücre solunumu) ortaya çıkan karbon dioksit hacminin bu iş için birim zamanda harcanan oksijen hacmine oranı. |
Solunum sistemi
Vücut dokuları ile dış ortam arasındaki oksijen ve karbon dioksit (solunum gazları) alışverişini sağlama işlevini yerine getiren yapıların tümü. |
Somatik
Vücudun iç organlar dışındaki "çatısına" ilişkin yapılan belirten genel terim. |
Somatizasyon (bedenselleştinne)
İnsanın bir kaygısını "dönüştürme" ve bedensel düzeyde yansıtma süreci. |
Sağlamlaştırma tedavisi (konsolidasyon)
Uygun hücum tedavisiyle remisyon sağlandıktan sonra yoğun bir tedavi ile yapılanların garantiye alınması. |
Somatoagnozi
Bireyin kendi fiziksel varlığına ilişkin kavrayışında (bak. somatognoz) beyin kabuğundakİ bütünleştirme işlevinin aksamasıyla ortaya çıkan bozukluk. |
Somatomedin
Karaciğerde Üretilen ve farklı biyolojik etkinlikleri yerine getiren düşük molekül ağırlıklı (7.000-11.000) peptit grubu. |
Somatostatin
Vücutta insülin ve glukagon hormonlarının salgılanmasını kontrol edemeye yardımcı olan pankreas hormonu. Vücudum diğer dokularında da bulunur ve farklı işlevler görebilir |
Somatotrop hormon (somatotropin)
STH kısaltmasıyla gösterilen ve büyüme hormonu ile eşanlamlı kullanılan terim. Bak. büyüme hormonu. |
Somatotropin
büyüme hormonu. |
Somitler
Dölütsel yaşamın üçüncü haftasının sonundan başlayarak embriyon mezoderminden gelişen ve notokordun her iki yanında ortaya çıkan oluşumlar, ilk somitler embriyonun kafa bölgesinden, öbürleri ise gittikçe aşağıya doğru inen bölgelerden gelişir. |
Sakkaroz
Şekerkamışı ya da şeker pancarından elde edilen sıradan şeker. |
Somnanbülizm
Uyku sırasında oluşan otomatik ve bilinçdışı nitelikteki hareket etkinliği. |
Somnolens
Uyumaya eğilim biçiminde ortaya çıkan bilinç zayıflaması durumu. |
Sonda
İçi boş bir iç organın özelliklerini, görmeden anlamaya yarayan ve cerrahide kullanılan çeşitli araçlara verilen genel ad. |
Sakral bölge (sağrı bölgesi)
Sakrum (sağrı kemiği) ve kuyruksokumu kemiğinin arka yüzlerine karşılık düşen bölge. |
Sorbitol
Doğal kaynaklardan sentetik olarak elde edilebilir. Kalınlaştırıcı ve kayganlık verici bir ajandır. Gliserine benzer. |
Sakralizasyon
Beşinci bel omuru ile kuyruk sokumu kemiğinin birleşik olmasına verilen isim.Yapısal bir farklılıktır. |
Sıvı toplanması
Vücuttaki seröz bir boşluk (plevra boşluğu, perikart boşluğu, periton boşluğu, eklem boşluğu, vajina boşluğu vb) içinde oluşan her türlü sıvı birikimi. |
Sosyalizasyon
Genel olarak insanların, özel olarak da çocukların içinde yaşadıkları sosyal çevreden gelen uyarılara duyarlılık kazandıkları |
Sölom
Hayvanlarda bir epitel (sölom epiteli) ile astarlanmış olan vücut boşluğuna verilen ad. |
Sakroiliak eklem
Sakrumla kalça kemiğinin, sağda ve solda yapmış olduğu eklem. |
Sakroiliit
Omurganın altındaki sakroiliyak eklemin iltihaplanmasıdır. |
Sideropeni
Besinlerin yetersiz alımına ya da emîlimine bağlı demir eksikliği. |
Siderosit
Hücre sitoplazmasmda, alyuvarların yıkımı sonucu ortaya çıkan ve hemosiderin adı verilen pigmentle dolu tanecikler içeren histiyosit grubu hücrelere verilen ad. |
Sideroz
Dokularda demir ya da demir İçeren pigmentlerin birikmesiyle ortaya çıkan hastalık durumu. Genellikle he-molitik (alyuvar yıkımına bağlı) kansızlık ya da bir kanama sonrasında gelişen aşın alyuvar yıkımı sonucunda ortaya çıkar. |
Sifilis gömü
Deri, mukozalar, karaciğer, kemik, erbezleri vb çeşitli organ ve dokularda ortaya çıkan, tek ya da çok sayıda olabilen ve frenginin üçüncü evresine özgü lezyonlar. |
Sifîlom
Frengide ilk bulaşmanın olduğu bölgede, yaklaşık 10 gün ile 3 ay arasında değişen bir kuluçka döneminden sonra ortaya çıkan deri lezyonunu tanımlayan terim. |
Sperm morfolojisi
Sperm hücresinin şeklinin incelenmesidir. |
Salgıbezi dokusu
Özelleşmiş hücreleri olan ve salgılama ya da vücut dışına atma işlevlerine uygun olarak uzmanlaşmış epitel dokusu tipi. |
Sperm motilitesi
Spermin hareket kabiliyetinin incelenmesidir. |
Sigmoidît
Kalınbağırsağın sigmoit kolon bölümünün iltihabı. |
Sigmoidoskopi
Makattan sokulan, 60-90 cm boyunda ve esnek bir boru biçimindeki optik bir aygıtla kalınbağırsağın son bölümlerinin (rektum ve sigmoit kolon) incelendiği endoskopi tipi. |
Spermatik kordon
Kann zarı dışında teslis zarlarını, sperm kanalını, erbezi kesesine giren ve çıkan kan damarlarını, sinirleri İçeren kordon. |
Sigmoidostomi
Bağırsağın sigmoit bölümünün, karın duvarına yapay olarak ağızlaştırılması biçiminde uygulanan cerrahi girişim. |
Sigmoit kolon
İnen kolon ve rektum (düzbağırsak) arasında bulunan kalınbağırsak bölümü. |
Spermatogenez
Erbezinin tohum borucuklan içinde oluşan ve olgunlaşmamış eşey hücrelerinin (spermatogon) değişime uğrayarak kadın eşey organım dölleyebilecek duruma gelmesini, yani spermatozoitlerin oluşumunu sağlayan üreme ve farklılaşma süreçlerinin tümü. |
Sigorta
Sigortalı olduğunuz takdirde siz ve aileniz hayatın çeşitli risklerine karşı korunursunuz. Çalışma hayatı türlü risklerle doludur. Çalışırken iş kazası geçirebilirsiniz. Meslek hastalığına tutulabilirsiniz. Siz ve aileniz hastalanabilir. Kadın iseniz siz veya erkek iseniz eşinizin hamileliği de sizin giderlerinizi arttıran risklerdir. Yine işsiz kalabilirsiniz.
Yine yaşlanınca çalışamaz duruma düşebilirsiniz. Malül kalabilirsiniz. Ölümünüz halinde eşiniz ve çocuklarınız geçimlerini sağlayamayabilir. İşte sosyal sigorta sizi ve ailenizi tüm bu zor durumlara karşı koruyan ve sizi bu gibi zor durumlarda destekleyen bir sistemler bütünüdür.
506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununa ve bu Kanunu uygulamakta olan Sosyal Sigortalar Kurumuna tabi bir işte ?sigortalı? olarak çalışmak, hayatın çeşitli risklerine maruz kalmanız durumunda size uzatılacak sıcak bir yardım elini garanti eder.
Sigortalı olduğunuzda
· |
Spermatogon
Olgunlaşmamış erkek eşey hücresi. |
Spermatore
Ereksiyon ya da cinsel uyanlma olmaksızın istemsiz olarak sperm boşalması. |
Salmonella
Bir bakteri türü |
Spermatosel
Spermatozoitleri içeren kist. |
Salmonella typhi basili
Tifonun etkeni olan mikroorganizma. |
Spermatosit
Erbezinin tohum borucuklarmda bulunan hücre tipi. |
Salpengografi
Dölyatağı borularının (Fallop boruları) incelenmesi için kullanılan radyolojik tanı yöntemi. |
Siklopi
Bebeğin merkezi konumlu tek bir göz çukuruyla doğduğu ağır bir doğumsal oluşum bozukluğu. |
Spermatozoit
Olgunlaşmış erkek eşey hücresi. |
Salpengopeksi
Dölyatağı borularının (Fallop boruları) cerrahi girişimle bağlanması. |
Siklotimi
Hafif derecede depresyon, aşın neşelilik ve kendine güven evrelerinin birbirini izlemesiyle belirlenen ruhsal durum. |
Spermatozoon
Kadın yumurtasını dölleme yeteneği olan erkek cinsiyet hücresi; sperm. Testilerde üretilir ve semenin içinde bulunur. |
Salpengotomi
Tıkanık dolyatağı borusunun (Fallop borusu) bir bölümünün alınmasına ve yeniden kanlanmanın sağlanmasından sonra, ağızların birleştirilmesine dayanan girişim (bak. salpengoplastİ). |
Salpenjektomi
Bir ya da her İki dolyatağı borusunun (Fallop boruları) Çıkarılma işleminden oluşan cerrahi girişim. |
Spermîyogram
Spermada bulunan farklı spermatozoit biçimlerinin birbirlerine olan oranlarını gösteren formül. |
Spf ( sun protection factor)
Güneş koruma faktörü. |
Silikon
Silisten (kum bir silistir) elde edilmiş bir madde. Eşsiz sıvı nitelikleri silikona kayganlığını verir ve farklı formlarda tende ipek gibi hissedilebilir, yumuşaklık verebilir ve cilt ıslansa bile iyi su tutan bir ajan olabilir. |
Spina bifida
Omurga kanalının arka duvarının bir bölümünün açık kalmasıyla beliren doğumsal oluşum bozukluğu. |
Silindrom
Deride, tükürük bezlerinde, memede, burun, soluk borusu ve solunum yollan mukozalarında ortaya çıkabilen bir tür tümör. |
Saman nezlesi
Ot veya bitki tozlarının neden olduğu bir çeşit alerjik hastalıktır. Tıp dilinde pollenosis veya alerjik rinit denir. Daha ziyade, çiçeklerin açtığı aylarda görülür.Hastada şiddetli aksırmalar, burun tıkanıklığı, gözlerde kızarma ve sulanma, fazla miktarda berrak burun akıntısı ve öksürük görülür. Tedavinin ilk şartı, çiçeklerin açtığı sıcak ve rüzgarlı günlerde kırlara gitmemek ve güneş gözlüğü kullanmaktır. |
Saman nezlesi (polen hastalığı)
Çeşitli bitkilerin çiçektozlarına bağlı olarak çeşitli organ ve sistemlerde, özellikle de üst solunum yollarında ortaya çıkan alerjik belirtileri anlatan genel terim. |
Spiroket
Spirochaeta ve Treponema cinslerine ait bakterileri belirtmek için yaygın olarak kullanılan terim. |
Sanatoryum
Veremle savaşta, yasaların belirlediği koşullarda hazırlanmış ve gerekli biçimde donatılmış uzman hastane. |
Spirometri
Solunum etkinliği sırasında solunumla alınan ve verilen hava hacmini ya da belirli bir zaman aralığında tüketilen oksijen miktarını ölçmeye yarayan inceleme. |
Sandal kemik (kayıksı, navikiiler, skafoit kemik)
Vücutta ikisi ellerde, ikisi ayaklarda olmak üzere dört adet sandal kemik vardır. |
Saplantı (obsesyon)
Kişinin bilincini saran kurtulması olanaksız yineleyici düşünce. |
Splanknoptoz (viseroptoz)
Karnın içinde bulunan çeşitli iç organları (mide, bağırsak, karaciğer, böbrek) yerlerinde tutan askıların ya da araçların gevşemesi. |
Splenektomi
Dalağın cerrahi girişimle çıkarılması. |
Sarcoptes scabiei
Uyuz hastalığının etkeni olan akar. |
Sarhoşluk
Aşın içkiyle alınan etil alkolün vücutta yol açtığı akut zehirlenme durumu. |
Sinartroz
Kemiklerin eklem yüzeyleri arasına kıkırdak dokusunun (sinkondroz eklemlerde olduğu gibi) ya da lifsi bağdokunun (sütür ve simfizlerde olduğu gibi) girdiği eklem tipi. |
Splenogram
Dalağın röntgen filmine verilen ad. |
Splenomegali
Dalak büyümesi. |
Splenopeksi
Dalağı karın ya da göğüs duvarına asarak yerini değiştirmeye dayanan cerrahi girişim. |
Sarkoidoz
Başlıca iki tipi vardır: Akut, nisbeten iyi huylu olan sarkoidoz ani başlar ve genellikle ateş, ciltte inflamasyon ve poliartrit ya da poliartraljiyle karakterizedir; kronik sarkoidoz ise daha nadir bir şeklidir ve tipik olarak daha yavaş başlar, ilerleyicidir ve sonuçları değişiktir, örneğin, akciğerlerin girişindeki lenf nodları büyür. |
Splenorafi
Dalak kapsülünde oluşan yırtılmaların dikilmesini sağlayan cerrahi girişim. |
Sarkolemma
Kas telini saran zar. |
Spondilartrit
Ankilozan spondilit gibi Seronegatif""leri tanımlayan daha kesin ve betimleyici bir kelimedir. Ayrıca spondartropati, spondilartrit, spondilartropati ve spondiloartropati olarak da bilinir. Bkz. Seronegatif. |
Sarkom
Yağ dokusu, bağ dokusu, kıkırdak, kemik, lenf ve kas damarları, düz ve çizgili kaslar, |
Spondilartroz
Omurganın tamamı boyunca ya da yalnızca bazı bölgelerinde artrozunf*) bulunduğunu belirtmek için kullanılan terim. |
Sarkoplazmik retikulum
Çizgili kas lifinin endoplazmik retikulumdan (sitoplaz-ma içi zarsı ağyapı) gelişen kesecikler ağı. |
Spondilit
Omurga eklemlerinde inflamasyon; Yunanca omur anlamına gelen spondilos kelimesinden gelir. |
Sartoryus kası (terzi kası)
Uyluğun ön bölümünde yer alan çizgili kas. |
Spondilolistezis
Omurların birbiri üstünde kayması, kısmen çıkması. |
Sinir bozukluğu
Hayat şartlarından fazlasıyla etkilenenlerde görülebilen, esasta önemli bir kaynağı olmayan bir rahatsızlıktır. Devamlı olarak endişe içinde olmak şeklinde görülenine anksiete, ruhi ve bedeni bitkinlik şeklinde görülenine de depresyon adı verilir.Hasta hayattan zevk almaz, her zaman mutsuzdur, huzursuzdur, sinirlidir. Uykuları düzensizdir. Gerçekte bir hastalığı olmadığı halde çeşitli hastalıkların varlığından şikayet eder.Tedaviye hayatının iyi yanlarını görmeye alışmakla başlanır. Sinirlenmekten kaçınmak, her kötü olayın iyi bir tarafı olduğunu görmeye alışmak, düzenli bir hayat sürmek gerekir. |
Spondiloliz
Bir omur gövdesinin omur yayıyla birlikte tek ya da iki taraflı eksik kaynaşmasına bağlı doğumsal oluşum bozukluğu. |
Sinir dokusu
Sinir hücreleri, bunların sitoplazma uzantılan (sinir lifleri) ve nöroglia(*) hücrelerinden oluşan doku. |
Spondiloz
Boyun ve sırttaki küçük eklemlerin osteoartriti (yani servikal ve lomber omurlar); hepimizde vardır ve sıklıkla bulgu vermez |
Spoodilolistez
Bir omur gövdesinin Öne doğru kayarak öbür omur gövdeleriyle aynı hizadan kısmen ya da bütünüyle çıkması. |
Spor
Küf mantarlarının, bazı bakterilerin, amiplerin vb. yaptığı, dış etkenlere dayanıklı, kalın kabuklu hücreler. |
Sporadik
Bir enfeksiyon hastalığının seyrek biçimde, tek tek olgular halinde, herhangi bir zaman ya da mekân bağlantısı ya da düzeni olmaksızın ortaya çıktığını belirten terim. |
Sporozoa
Birçok değişik canlı organizmada asalak olarak yaşayan Protozoa sınıfı. |
Schultz-charlton testi
Kızılın tanısına kesinlik kazandıran test. |
Stafilom
Kornea (saydamtabaka) ya da skleramn (gözakı) dışa doğru kabartı yapması. |
Stafilorafi
Yarık damağın dikilerek onarılmasını amaçlayan cerrahi girişim. |
Schwannom
Schwann hücrelerinden, yani çevrel sinir liflerini saran hücrelerden kaynaklanan tümör. |
Sinkondroz
Bir eklem tipi. |
Staftlokok
Üzüm salkımı ya da düzensiz kütleler biçiminde dizilen, yaklaşık l jı çaplı ve küre biçimli mikroorganizmalar. |
Sebore
Yağ bezlerinin aşın sebum salgılamasına bağlı patolojik durum. |
Sinorşidizm
Erbezlerinin kısmi ya da tam kaynaşmasına bağlı doğumsal oluşum bozukluğu. |
Stapedektomi
Ortakulaktaki üzengi kemiğinin çıkarılmasına yönelik cerrahi girişim. |
Sinostoz
İki kemik parçası arasında bulunan lifsi dokunun kemikleşmesi sonucu oluşan özel bir sinartrozf*) tipi. |
Sedasyon
Hastanın sakinleştirilmesi. |
Sinovit
Eklem boşluğunu ya da kirişlerin kayganlığını sağlayan kiriş kılıfının içyüzünü döşeyen sinovya zannın iltihabı. |
Sinoviyal sıvı
Sinoviyum tarafından eklemi nemlendirmek ve kayganlığını sağlamak için üretilen sıvı. |
Steatonekroz
Yağ dokusu nekrozu(*). |
Sinoviyum
Eklem kapsülünün sinoviyal sıvıyı üreten iç tabakası. |
Steatore
Dışkı ile anormal miktarda, yani 24 saatte 6 gr'den çok yağ çıkarılması. |
Sedef hastalığı romatizması
Bazen psöriyazisli hastaları etkileyen (%10'dan az hastada görülür) özel bir artrit tipi. Sıklıkla küçük eklemleri tutar ve ağrılı olabilir. |
Sinovya
Hareketli eklemlerin boşluğunda bulunan saydam, san renkli, akışkan ve hiyalüronik asit başta olmak üzere çeşitli mukoproteinler bakımından zengin sıvı. |
Steatoz
Sitoplazmada aşırı yağ damlacıklarının birikmesi ile ortaya çıkan hücresel değişiklikler. |
Sedimantasyon (alyuvar çökme hızı)
Deneysel ortamda pıhtılaşmaz hale getirilmiş bir miktar kandaki alyuvarlarının dibe çökme hızı. |
Sinovya zan
Hareketli eklemlerde, eklem kapsülünün İç yüzünü örten bağdoku yapısındaki ince zar. |
Stegomia fasciata
Aedes cinsinden bir tür sivrisinek. |
Sinovyektomi
Sinövyal zarın çıkarılması amacıyla yapılan cerrahi girişim. |
Stenoz
Vücuttaki bir deliğin ya da kanalın daralması veya kapanması. |
Sefal hematom
Doğumdan sonraki 2., 3. günlerde yenidoğanın kafasında ilgili kemik dokular tarafından sınırlanmış ve dokunmayla çalkantı hissi (flüktüasyon) veren şişlik. |
Sinovyom
Eklem boşluğunu, bursa içyüzünü ya da kiriş kılıfım döşeyen sinovyal zarın hücrelerinden kaynaklanan tümör. |
Stereoagnozî
Dokunmayla ilgili uyarılan algılama yetersizliği |
Stereoradyografi
Bir organın iki farklı açıdan çekilen röntgen filmlerinin stereoskop aracılığıyla birleştirilerek o organın üç boyutlu görüntüsünün elde edilmesi yöntemi. |
Segmentasyon
Bir vücut yada yapının benzer parçalara bölünmesi, zigotun geçirdiği bölünme evreleri. |
Stereotaksis
Kafatasında matkapla açılan deliklerden sokulan elektrotlarla ya da sondalarla beynin belirli noktalanna ulaşmayı sağlayan cerrahi işlem. |
Sinüsektomi
Paranazal sinüslerin (üstçene sinüsü, alın sinüsü, sfenoit sinüs, ön ve arka etmoit hücreler |
Stereotip
Katı, ayrımsız, basite İndirgenmiş, kalıplaşmış (basmakalıp) genelleme. |
Sekretin
On iki parmak bağırsağının salgıladığı hormon. |
Sinüzoit
Karaciğer, dalak gibi bazı iç organlarda ve kemik iliğinde bulunan, kılcal damarlar gibi küçük boyutlu, boşluğu düzensiz olarak genişlemiş borucuk ya da kan damarlarına verilen ad. |
Stereotipi
Sözcük, hareket ve davranışların koşullarla bağlantısız, nedensiz ve aynı biçimde uzun süre yinelenmesi. |
Sirkumdüksiyon (dairesel hareket)
Kol ya da bacak gibi bir organın, tepesi eklem noktasında ve tabanı organın serbest ucunda kalmak üzere havada bir koni çizme hareketi |
Siroz
Bir organda sertleşme ve nedbeleşme ile karakterize fibröz doku oluşumuna verilen isimdir. Ancak bu terim hemen her zaman karaciğerin görevini yapamamasıyla ilgili, kronik karaciğer iltihabı için kullanılır. |
Sterilizasyon
Bir maddeyi bütün organizmaladan temezleme süreci-enfeksiyonu önlemek için cerrahi aletlerin strizizasyonunda olduğu gibi. Ayrıca ameyitla kısırlaştırma anlamında da kullanılır. |
Siroz
Karaciğer dokularının harap olması ve karaciğerin sertleşmesi sonucu ortaya çıkan bir hastalıktır. Tıp dilinde cirrhosis denir. Beslenme, hazımsızlık ve fazla miktarda alkol bazen de safra yollarının tıkanması sonucu görülür. Hastanın karnı su toplar, ayak bilekleri şişer, iştahı azalır ve arasıra da kusar. |
Sterkobilin
Kimyasal yapısı ürobilinle(*) aynı olan safra pigmenti. |
Seksoloji
İnsanın cinsel davranışı ile anatomik ve fizyolojik temellerinin insan etkinliğinin çeşitli alanlarındaki (kültür, sosyal İlişkiler, ahlaki ilkeler vb) yansımalarını inceleyen bilim dalı. |
Siroz karnen
Karaciğerde siroz zemininde gelişen kötü huylu tümör. |
Sternal ponksiyon
Göğüs kemiğinin (sternum) iğneyle delinmesine dayanan ve kan hastalıklarının tanısında yaygın biçimde kullanılan yöntem. |
Seleksiyon
Seçilim, ayıklama. |
Sisioskopi
İdrar kesesinin, siyeğin ve böbreğin lezyonlarının tanısında kullanılan bir inceleme yöntemi. |
Sternokleidomastoit kası
Boynun yan kası. |
Sternum (göğüs kemiği)
Göğsün ön bölümünde, köprücük kemiği ile ilk yedi kaburga kemiği arasında ortada yer alan tek ve simetrik yassı kemik. |
Sistektomi
İdrar kesesinin bir kısmının ya da tamamının çıkarılması amacıyla yapılan cerrahi girişim. |
Steroit hormonlar
Progesteron ve östrojen gibi dişilik hormonlan, testosteron ve dihidrotestosteron gibi erkeklik hormonlan ve kortizon gibi böbreküstü bezi kabuğu hormonlarını içeren hormon sınıfı. |
Steroitler
Birbirine çok benzeyen kimyasal bileşikler grubu |
Selüloz
Bitki hücrelerinin çeperlerinde bulunan ve oldukça sağlam bir yapıya sahip olan polisakkarit molekülerinden oluşan madde. |
Stetoskop
Tıbbi uygulamada özellikle kalp seslerini dinlemek, bu organın normal etkinliği'ile ilgili sesleri ve hastalık süreçlerinde ortaya çıkan sesleri saptamak için kullanılan aygıt. |
Semblefaron
bulbar ve palpebral konjonktivanın birbirine yapışması |
Sistemik lupus eritematozus
Bir bağ dokusu hastalığı, genellikle lupus denir. Sistemik"" kelimesi vücuttaki bir çok organı etkilediğini gösterir |
Semen
Orgazm sırasında ejakülatı oluşturan sperm ve sıvının tümüne verilen isimdir. |
Sistemik skleroz
Bkz. skleroderma |
Semen analizi (spermiyogram)
Taze spermin mikroskop altında mililitredeki sayısının, şeklinin ve hareket yeteneğinin belirlenmesidir. |
Stomatît
Ağız boşluğunu Örten mukozanın akut ya da kronik iltihabı. |
Sisternografî
Beyin-omurilik sıvısının aktığı Örümceksizar altı (subaraknoit) sarnıçlara radyolojik görüntü veren bir maddenin (genellikle hava ya da oksijen) verilmesine dayanan radyografik tanı tekniği. |
Stomatoloji
Ağız boşluğu ve ilgili oluşumların hastalıklarını, bunların nedenlerini, tanı ve tedavilerini inceleyen tıp dalı. |
Seminom
Farklılaşmamış üreme hücrelerinden kaynaklanan kötü huylu erbezi tümörü. |
Stomi
İki boş organı kendi aralarında ya da boş bir organı dısarıyla bağlantılı hale getiren cerrahi girişim. |
Sempatektomi
Atardamar duvarına sempatik sinirler yoluyla gelen uyarıyı bölgesel olarak azaltıp damarın genişlemesini sağlayarak bu bölgedeki kan akımının düzeltilmesini amaçlayan cerrahi girişim. |
Sempatik sistem
Otonom sinir sisteminin, omuriliğin göğüs-bel bölümüyle bağlantılı olan bölümü. |
Sistografi
İdrar kesesi içine kontrast madde verilerek, bu organın incelenmesini sağlayan radyolojik tanı yöntemi. |
Streptococcus pneumoniae (diplococcus pneumoniae)
Gram-pozitif, kapsüllü ve insanda solunum yolu enfek-siyonlanna yol açan mikroorganizma. |
Semptom
Vücuttaki bir hastalığa eşlik eden ve hastalığın göstergesini oluşturan belirti. |
Sistol
Kalp kasının kasıldığı dönem |
Streptokinaz
Bazı streptokok türlerinin ürettiği enzim. |
Semptomatoloji
Hastalıkların belirtilerini inceleyen tıp dalı. |
Sistolik atım hacmi
Her kalp alışında karıncık tarafından pompalanan kan miktarı. |
Streptokok
Gram-pozitif, küre biçimli, Latobacillaceae familyasının Eubacteriales takımına ait bakteri cinsi. |
Sendrom
Çeşitli hastalık süreçleri sonucunda ortaya çıkabilen ve karakteristik bir hastalık tablosunu çizecek biçimde birbirleriyle ilişkili görünen belirtilerin tümü. |
Sîstopiyelit
Aynı anda hem idrar kesesine, hem de böbrek havuzuna yerleşen iltihap. |
Streptolizin
Alyuvar parçalayıcı etkisi olan protein yapısında maddeler. |
Sistoskop
Prostat ve mesaneyi görmeye yarayan, penisten girilerek kullanılan ışıklı, kameralı bir alet. |
Sistostomi
İdrar kesini doğrudan deriye ağızlaştırmak amacıyla yapılan cerrahi girişim. |
Stroma
Bir organın bağdoku, damar ve sinir gibi yapılarını içeren temel çatısı (iskeleti). |
Sensitizasyon
Duyarlılaştırma. Alerjiye yol açan bir yabancı maddeyle karşılaşma. |
Sitodiyagnoz
Dokudan koparak dökülmüş hücrelerin mikroskopik incelenmesine dayanan tanı yöntemi. |
Stupor
Çevreye ve çevresel uyarılara duyarlılığın ve tepkinin azaltığı yarı uyku hali. |
Sensoryum
Çağdaş tıp dilinde bilinçli ruhsal etkinlikler bütününü belirten terim. |
Sitofobi
Besinlere karşı tiksinme ve reddetmeyi belirtmek İçin kullanılan terim. |
Sturge-weber sendromu
(a.k.a okulofasiyal anjiomatozis) - üst kapakta hemanjiom - konjenital glokom |
Sentriyol
Hücre bölüneceği zaman kutuplara göç eden, iğ ipliklerinin yapımında rol oynayan organellerdir. |
Sitokin
Özellikle bağışıklık sistemi hücrelerinin işlevlerini kontrol eden bir kimyasal haberci. Ayrıca bkz. İnterlökin, lenfokin. |
Sentromer
Kromozomlarda kardeş kromotidleri bir arada tutan kısım. |
Sitokinler
Bağışıklık hücrelerince salgılanan proteinler. |
Sitolizm
Hücrenin parçalanarak erimesini ve bozulmasını sağlayan maddeler. |
Sitoplazma
Hücrenin temel yapısını oluşturan öğe. |
Sitozin
Nükleik asitlerin yapısında bulunan bir azotlu baz. |
Septum
Organ ya da boşlukları birbirinden ayıran bölme. |
Septum (bölme)
İki boşluğu birbirinden ayıran ya da değişik anatomik yapılan küçük bölmelere ayıran oluşumları belirten terim. |
Sublüksasyon (kısmi çıkık)
Eklem başlarının tümüyle birbirinden ayrılmadığı çıkıklara verilen ad. |
Submukoza
Dışarıyla bağlantılı bazı içi boş organların (Örneğin yemek borusu, mide, bağırsak) duvannda, mukozanın altında yer alan, damar ve sinirler bakımından zengin bağdoku katmanı. |
Siyalografi
Tükürük bezlerini incelemek için uygulanan radyolojik tanı tekniği, incelenecek bezin salgı kanalına ince bir iğne aracılığıyla yerleştirilen ince bir borucuktan kontrast madde verilir. |
Siyalolit (pityalolit)
Tükürük bezlerinin salgılama kanallarında oluşan taş. |
Sudeck atrofisi
Başlıca özelliği yanıcı nitelikte ısrarlı ağrıdır; hafif şekilleri oldukça sıktır - daha şiddetli formları sakatlayıcı olabilir ve tedavisi daha zordur |
Serbest tiroksin (ft4)
Kandaki taşıyıcı proteinlere bağlı olmayan T4 hormonu. Tiroksin hormonunun, metabolik olarak etkin biçimidir. |
Sudeck hastalığı sendromu
Bkz. Refleks sempatik distrofi (RSD). |
Serbest triyodotironin (ft3)
Kandaki taşıyıcı proteinlere bağlı olmayan T3 hormonu. |
Siyanokobalamin
B12 vitamininin bir türü Bak. Vitaminler |
Siyanoz
Kanda oksijen satürasyonunun düşük olmasına bağlı derinin, dil ve dudakların morumsu renkte olmasıdır. Siyanoz gözlenen tüm bebekler hastahaneye sevk edilir. İlk iki günde el ve ayak uçlarında hafif morluk olabilir. Bu normal bir durumdur. |
Süblimasyon (yüceltme)
Psikanalizde bir cinsel dürtünün amacından ve cinsel nesnesinden uzaklaşarak yüceltilen amaç ve nesnelere yönelmesi. |
Serebrotoni (beyinsel kişilik)
Davranışlarda beyinsel işlevlerin Öne çıktığı kişilik öğesi. |
Serebrovasküler
Beyinin iki yarımküreden oluşan en büyük bölümü, düşünme, hissetme ve istemli hareketlerden sorumludur. |
Sükroz
Şeker kamışı ve şeker pancarının işlenmesiyle elde edilen basit şeker. |
Süksesyon
Bir bölgede yaşayan çeşitli türlerin belirli bir zaman içinde birbirlerini izleyerek ortaya çıkmaları; ekolojik süksesyon. |
Sjögren sendromu
Kuru göz""de denilen bu hastalık, genellikle diğer romatizmal hastalıklarla birlikte görülür: Romatoid artrit, sistemik lupus eritematosus, skleroderma gibi |
Serodiyagnoz
Antijen ile antikor arasındaki tepkimeyi belirleyerek tanı koyma yöntemi. |
Skafoit kemik
sandal kemik |
Seroloji
Kanda antijenler ile antikorlar arasında olası tanı ve tedavi uygulamaları sonucunda ortaya çıkan bağışıklık reaksiyonlannı inceleyen disiplin. |
Skalen kas sendromu
Brakiyal pleksus (kol sinir ağı) ve köprücükaltı atardamarın birinci kaburga karşısında baskıya uğraması ve gerilmesi sonucu kollarda damarsal ve sinirsel bozukluğun belirdiği sendrom. |
Süperenfeksiyon
Vücudunda enfeksiyon olan bir kişide, enfeksiyon iyileşmeden aynı mikroorganizmanın yeni bir enfeksiyona yol açması; bu nedenle hastalığın gidişi karmaşıklaşır. |
Seronegatif
Bu terim sıklıkla serumda Romatoid Faktör (romatoid artrit için) testinin negatif olduğu romatizmal olmayan inflamatuvar eklem hastalıklarını tanımlar. Aslında belli ortak klinik özellikleri bulunan bir inflamatuvar hastalık grubundaki herhangi bir hastalığı ifade eder: Ankilozan spondilit, Reiter hastalığı, reaktif artrit, psöriyatik artrit ve spondilit, ülseratif kolit ve artrit, Crohn hastalığı ve artrit, uveit, HLA-B27 ile bağlantılı periferik artrit ve diğer muhtemel durumlar. Bkz. Spondartrit. |
Süperfekondasyon
Farklı kişilerin spermleriyle birbirinden az farklı zamanlarda iki ya da daha fazla yumurtanın döllenmesi; ikiz gebelikle sonuçlanır, ikizlerin babalan farklıdır |
Seropozitivite
Bazı bulaşıcı mikroplara yâ da virüs bileşenlerine karşı vücudun bağışıklık sisteminin ürettiği antikorların kandaki varlığını uygun laboratuvar incelemeleriyle gösteren durum. |
Süppozituvar (fitil)
ilaçların anüsten vücuda verilmesi için kullanılan pre-parat türü. |
Seroprofilaksi
Bağışık bir serumun, belirli bir enfeksiyon hastalığının ortaya çıkmasını önlemek amacıyla vücuda verilmesi. |
Skarifîkasyon
Tedavi ya da aşılamada olduğu gibi hastalıkları önleme amacıyla derinin en yüzeysel bölgelerinde küçük bir yara açılması. |
Süpürasyon (irinlenme)
İltihaplı bir dokunun içinde İrin birikimiyle sonuçlanan patolojik süreç. |
Seroterapi
Özellikle mikrobik hastalıklarda ve toksik enfeksiyonlarda kullanılan bir tedavi biçimi. |
Skermografi
Radyoskopif*) aygıtının ekranındaki görüntünün fotoğrafının çekilmesine dayanan radyolojik inceleme yöntemi. |
Serotonin
İşlevi henüz tam olarak açıklanamamış, hormonal türde bir madde. |
Skiyaskopi
GözkÜresinin ışığı kırma özelliğini belirlemeye yarayan inceleme tekniği. |
Sürrenalektomi (adrenalektomi)
Tek ya da her iki böbreküstü bezinin alındığı cerrahi girişim. |
Seröz zar
Bazı iç organlan örten, parlak görünümlü, gri-pembe ya da parlak beyaz renkte, damarlı, esnek ve ince zar. |
Sklera (gözakı, serttabaka)
Gözün en dış katmanını oluşturan, bağdoku yapısındaki zar. |
Süspansiyon
Asıltı. Bir akışkan içinde yüzen sıvı parçacıkların oluşturduğu sistem. |
Sklerektomi
Gözküresinin dış bölümünü kaplayan bağdoku yapısındaki skleranın (gözakı) küçük bir bölümünün çıkarıldığı cerrahi girişim. |
Serum fizyolojik
Ringer çözeltisi |
Skleroderma
Veya Sistemik skleroz"". Skleroderma ""sert cilt"" anlamına gelmektedir. Bununla birlikte, bu hastalığa yakalanan bir çok kişinin diğer vücut bölümlerinde de problem vardır, bu nedenle hastalığı daha açıklayıcı olan ikinci adı verilmiştir: ""Sistemik skleroz"". Skleroderma nadir rastlanan kronik (persistan, ısrar eden) bir hastalıktır ve eklemlerin çevresindeki bağ dokusunu, kan damarlarını ve bazen de tutulan cilt bölgelerinin altında bulunan iç organları etkiler. |
Serum globülini
Kan plazmasında ya da fibrinojenden arınmış plazmadan oluşan serumda bulunan protein. |
Sklerotom
İskelet kemiklerinin, bağlarının ve kıkırdaklarının kaynaklandığı mezoderrn(*) bölgesi. |
Serum glütamik oksalasetik traınsaminaz (sgot)
glütamik oksalasetik transaminaz |
Skleroz
Genellikle anormal fibröz doku büyümene bağlı olarak bir organ ya da dokunun kalınlaşması veya sertleşmesi. |
Sklerozanlar
Genişlemiş toplardamarları tıkamak amacıyla enjekte edilen, tahriş edici etkili kimyasal maddeler. |
Skoleks
Yassısolucanlar (Platyhetminthes) filumundan şeritler (Cestoda) sınıfını oluşturan asalak solucanların baş bölümü. |
Serum-protein elektroforezi
Kan serumundaki proteinlerin elektroforez(*) yöntemiyle ayrıştırılmasın! sağlayan yöntem. |
Şistozoma
İnsan ve başka hayvanlarda asalak olan yassısolucan cinsi. |
Şalazyon
Meibom bezlerinin iltahabını takiben kanalın tıkanması sonucu görülen kronik granülomatöz genişleme |
Şişmanlık (oberite)
Vücut ağırlığında anormal bir artışla birlikte yağ dokusundaki yağ miktannın yaygın olarak artması. |
Şarbon
Halk arasında karakabarcık da denilen bu hastalık daha çok kasap, çiftçi veya veterinerlerde görülen ve hayvanlardan, insanlara geçen mikrobik bir hastalıktır. Daha çok yüz, boyun veya kolda bir çıban çıkıp daha sonra patlar. Etrafında da siyah bir kabuk meydana gelir. Öldürücü bir hastalık olduğu için vakit kaybetmeden doktora başvurmak gerekir. |
Şigellozun laboratuvar tanısı
Shigella grubundan çeşitli bakterilerin oluşturduğu hastalıkların tanısına yardımcı olan laboratuvar verileri. |
Şizofazi
Ruhsal bozuklukların yol açtığı ağır konuşma bozukluğu; bazı şizofreni biçimlerinde daha çok görülür. |
Şarbon basili
Şarbon ya da antraks denen hastalığın etkeni olan bakteri. |
Şilomikronlar
Çok küçük (yaklaşık l mikron çaplı) trigliserit, kolesterol ve fosfolipit damlacıklarından oluşan Hpoproteinler; |
Şizofreni
Şizofreni kelimesi, Yunanca ayrık veya bölünmüş anlamına gelen 'şizo' ve akıl anlamına gelen 'frenos' kelimelerinin birleşiminden gelir. Anlatılmak istenen kişinin iki kişilikli olmasi değil,aynı anda iki farklı gerçekliğe inanmasıdır. 'Gerçek Gerçeklik' normal, sıradan bir insanın algılamasına denk düşerken, 'İkinci Gerçeklik' sağlıklı bir insanın anlayamayacağı, çoğu kez belli bir sisteme dayalı bir gerçekliktir.
Kişide en az bir aylık süre içinde aşağıdaki belirtilerden en az ikisinin varlığı ( sanrılar; varsanılar; konuşma özellikleri ve kalitesinde bozulma; aşırı ölçüde garip ve anlamsız şekilde dağılmış davranışlar; negatif belirtiler dediğimiz duygusal yüz ifadelerinde azalma, düşünce ve fikir üretimi ve yapısının kısırlaşması,enerji ve bir şeyler yapmaya hevessizlik hali)
Bu durumdaki kişide hastalığın sureci içinde sosyal, mesleki, ailesel ilişkilerinde ve kendine bakim gibi alanlarda belirgin bozulmalar oluşur. Bu belirtiler en az 6 ay suredir var olmalıdır.
Genellikle 16-25 yas arasında görülse de çocukluk yaşlarında ya da 40 yas sonrası da görülebilmektedir. Kadınlarda erkeklere göre daha geç yasta başlamaktadır.Başlangıç yaşı erkeklerde 15-25 arası, kadınlarda ise 25-35 yas arasındadır.
Şizofren tanısı konulan insanların %20' si tamamen iyileşirken, %70'i doğru tedavi yöntemleriyle bozukluğun olası kısa akut dönemleri dışında normal bir hayat sürdürebilirler. Geri kalan %10'unda ise bozukluk, akut dönemlerin ağırlaşması ve bozukluğun kişilik gelişimine olan etkileri yüzünden daha da ilerler.
Belirtiler:
• Kendi düşüncelerinin yüksek sesle söylendiğini işitme.
• Kendisine emir veren yönlendiren seslerin işitilmesi.
• Kendisiyle kavga eden tartışan seslerin işitilmesi.
• Düşünce çalınması.
• Düşünce yayınlanması.
• Düşünce sokulması.
• Hezeyansal algılar.
• Duygu, düşünce ve davranışta kontrol edilme ve etkilenme.
• Genel olarak gerçeklikten uzaklaşma, farkındalık yetisini kaybetme.
• Dikkat bozukluğu
Gazetede okuduğumuz, televizyonda gördüğümüz sağlıkla ilgili haberlerden hemen sonra aynı sorunları bizim de yaşadığımız kanısına kapılıp telaşlanırız. Şizofrenide belirtilerin nitelikleri ve süreleri toplumsal yaşantıda yol açtıkları değişiklikler çok önemlidir. Adlandırmayı şizofreni üzerinde uzun yıllar kuramsal ve pratik eğitimden geçerek sorumluluk almış insanların yapması gerekir.
Tedavi
İlaç tedavisi ve bireysel destekleyici tedavi yanı sıra grup terapileri hastanın işlevselliği ve sosyalleşmesini arttırmakta , gidişi olumlu hale getirmektedir.
İlaçların düzenli kullanımda beklenen etkiyi sağlaması için iki-üç haftalık bir süreye ihtiyaç vardır.
İlaçla tedavi, rahatsızlığı çoğu zaman tamamen iyileştirmemekle birlikte, şizofreni belirtilerini yatıştırmakta, kontrol altında tutmakta, kişiyi çevresindekilerle ilişkilerinde daha iyi bir konuma getirmekte, tekrarlara bağlı sık hastane yatışlarının önüne geçerek kişinin evinden, ailesinden, alıştığı ortamdan uzak kalmasını önlemektir.
Şizofreninin ilaçla tedavisi her gün düzenli olarak ağızdan alınacak ilaçlarla yapılabileceği gibi iki-dört haftada bir kalçadan yapılan iğnelerle de benzeri bir etki sağlanabilir.
Şizofrenide kullanılan ilaçların sık rastlanan yan etkileri: Gözlerin yukarı kayması: belde-boyunda kasılma: ağızda tükürük salgısının artması: halk arasında " robot gibi oldu" diye tanımlanan yüz ifadesinde donukluk ve hareketlerde yavaşlama hali: huzursuzluk içinde yerinde duramama ve sürekli hareket etme isteği: elde ayakta titremeler: güneş ışığına aşırı duyarlılık: görme bulanıklığı gibi belirtilerdir. İlaç kullanmaya başlamadan evvel ilacın yan etkileri hakkında hekimden bilgi istemek her insanın doğal hakkıdır.
Şizofreni rahatsızlığının tedavisinde ilaç tedavisi mutlaka gerekir. Ama yanı sıra diğer tedavi yöntemlerinin uygulanmasında yarar vardır. Şizofrenisi olan insanların ve ailelerinin ayrı ayrı bir araya gelebileceği grup tedavileri, çeşitli davranışçı tedavi yöntemleri, destekleyici yöndeki tedavi yaklaşımları, ailelere yönelik bilgilendirme toplantıları da en az ilaç tedavisi kadar önemlidir.
|
Şiloperiton
Periton boşluğu içinde bağırsaktan gelen lenfin bulunması. |
Şizoit
Kişiyi şizofreniye yatkın kılan, ama akıl hastalığıyla sonuçlanması kaçınılmaz olmayan zihinsel yapı tipi, Şizo-timi (içe kapanıklık) ile şizofreni arasında kalan bir ruhsal bozukluğa denk düşer. |
Şilotoraks
Plevra boşuğunun içinde bağırsaktan gelen lenfin bulunması. |
Şizont
Sıtma etkeni plazmodiyumun eşeysiz üreme sürecinin bir bölümünü tanımlayan terim. |
Şeker Eksikliği Koması
Tıp dilinde hipoglisemi adı verilen bu çeşit koma, terleme, titreme, çırpınma huzursuzluk, şiddetli açlık, ve aşırı duygusallıkla başlar. Nedeni, fazla miktarda insülin vermek veya çok miktarda karbonhidratlı yiyeceklerle beslenmektir.Şeker hastaları haftada en az iki kere ılık banyo yapmalıdır ve sonra da vücutlarının her tarafını ılık bir havlu ile ovmalıdır. Kabız veya ishal olmamalıdırlar. Perhiz yapmalıdırlar. Erken yatıp erken kalkmalıdırlar. Ağız, boğaz ve diş sağlığına aşırı özen göstermelidirler. Masaj, beden hareketleri ve açık havada yürüyüşü ihmal etmemelidirler. |
Şilöz damatlar
Bağırsak kanalının lenf damarları. |
Şok
Kan basıncının aşın düşmesi, kalp atım hızının artması, derinin soğuması, vücudun çevrel bölümlerinin morarması, solunum ve duyumun bozulması, idrar çıkarmada anüriye varabilen azalma ile ortaya çıkan karmaşık klinik sendrom. |
Şok tedavisi
Bazı psikolojik bozuklukların tedavisinde kullanılan ve merkez sinir sisteminde şok yaratan işlem. |
Şekerli hemoglobin
Normal olarak düşük miktarda bulunan ve alyuvarların serumdaki früktoza uzun süre maruz kalmasıyla oluşan hemoglobin türü. |
Tıbbi deontoloji
Tıp mesleğinin ahlaki, toplumsal boyutlarını ve bunların yasalara yansımasını düzenleyen kural ve ilkelerin tümü. |
Tıbbi hidroloji
Hastalıkların tedavisinde mineral sulardan yararlanmayı ilke edinen tıp dalı. |
Transformasyon*
Bir hücrenin sınırsız çoğalma durumuna dönüşümü. Normal bir ökaryot hücresinin kültürde bir onkogen ile transformasyonu veya tümör virüsü ile enfekte edilmesi sonucu kanser hücresi haline dönüşümü. |
Tabes dorsalis
Sfilizin ilerlemiş döneminde sinir sistemi tutulumuna bağlı olarak dengesizlik, yürüme güçlüğü görme bozuklukları ile seyreden tabloya verilen isimdir. |
Transfüzyon
kan ya da kan ürünlerin nakli. |
Transkripsiyon
(yazılma) DNA ipliklerinin birinden genetik bilgilerin yeni sentezlenen mRNA'ya aktarımı. |
Translasyon
(okuma) mRNA'nın sentezlendikten sonra stoplazmadaki ribozoma bağlanıp amino asitleri tRNA'lar yardımıyla sıraya koyması. |
Translokasyon
Kromozomun bir parçasının kopup başka bir kromozoma eklenmesi şeklinde olan kromozom mutasyonu. |
Transpirasyon
Fizyolojide suyun deri aracılığıyla ve ter salgısıyla vücuttan atılmasını tanımlayan terim. |
Taksonomi
Canlıların sınıflandırılması ve bu sınıflandırmada kullanılan kural ve prensipler. |
Tifo
Mikrobik ve bulaşıcı bir hastalıktır. Hastalığın mikrobu çomak şeklindedir. Tifo basili adı verilen bu mikrop, çoğunlukla tifolu hastaların dışkılarında veya idrarlarında, kanlarında, tükürüklerinde veya vücutlarında görülen deri döküntülerinde bulunur.Tifo salgınına, lağım suları karışmış içme suları veya lağım suları ile mikroplanmış yiyecek maddeleri neden olur. Salgın daha ziyade yaz ve sonbahar aylarında görülür.Hastalık, mikrop vücuda girdikten yaklaşık 7-15 gün sonra ortaya çıkar. Hastalığın ilk günlerinde yorgunluk ve baş ağrıları görülür. Fakat hasta yatmak ihtiyacını hissetmez. Birkaç gün sonra ateş yavaş yavaş yükselmeye başlar. İştahsızlık, baş ağrısı, burun kanaması, bronşit, mide ve bağırsak bozuklukları ile birlikte ishal görülür.İlk belirtilerin ortaya çıkmasını takip eden birkaç gün içinde ateşi daha da yükselir. Göğsünde karnında ve sırtında pire ısırığına benzeyen kırmızı lekeler belirir. Bu günler içinde tansiyon düşer, nabız da yavaşlar. Hastalığın üçüncü haftasında karın gerginleşir ve şişer. Dışkı ise yumuşaklaşır, bağırsak kanamaları görülebilir. Bademcikler iltihaplanmış, hasta zayıflamıştır. Üçüncü haftanın sonlarından itibaren, ateş düşmeye ve diğer belirtiler kaybolmaya başlar.Tifo kalbi, beyni, böbrekleri, akciğerleri, karaciğeri, göz ve kulak sinirlerini etkiler. Bu nedenle iyi tedavi şarttır.Hastaya süt, yoğurt, ayran, hoşaf, meyva suları, limonata, portakal suyu, yumurta sarısı, yumurtalı çorbalar, iki kere çekilmiş etten yapılmış köfteler, sebze ve meyve püreleri verilir. Çok su içirilir. |
Transplantasyon
Organ ya da doku nakli. |
Transplantasyon (nakil)
Herhangi bir eksikliği ya da işlevsel bozukluğu düzeltmek amacıyla hücre, |
Talamus
Orta beyindeki bir cekirdek grubuna verilen addır. |
Timektomi
Tunusun cerrahi girişimle alınması. |
Talasoterapi
Güneş, deniz ve kumlann vücut üzerindeki olumlu etkilerinden yararlanılan tedavi biçimi. |
Timom
Timusun epitel hücrelerinden türeyen ve ender rastlanan tümör. |
Timpan boşluğu
Ortakulak boşluğu. |
Trapezoit kemik (yamuksu kemik)
El bileğinde birinci sıradaki skafoit kemik ile trapez ve başlı kemik arasında yer alan kemik. |
Timpanik koni
işitme organının kemik kanalına denk düşen östaki borusu bölümü; ortakulak boşluğunda son bulur. |
Tampon uygulamak
Dokularda yapay olarak, kaza sonucunda ya da cerrahi girişim sonucu oluşmuş bir boşluğun ya da doğal bir oyuğun (kavite) genellikle kanamayı durdurmak amacıyla gazlı bez ya da fibrinli sünger gibi ilaçlı bir malzemeyle (tampon) doldurulması. |
Travmatoloji
Yaralar, kırıklar, yanıklar, ezikler, çıkıklar gibi travma-tik lezyonlarla ilgilenen tıp dalı. |
Tanalofobi
Sürekli ölüm kaygısı ve korkusuyla ortaya çıkan nevro-tik bozukluk. |
Timpanoplasti
Kronik irinli ortakulak iltihaplarının tedavisi için uygulanan cerrahi girişimlerin ortak adı |
Tremor
İrade dışı titremelere verilen addır. Örneğin, Hipertiroidi (Tiroid bezinin fazla çalışması) adı verilen rahatsızlıkta ellerde görülen ince amplitüdlü titremelere tremor adı verildiği gibi, Parkinson da görülen kaba ve büyük amplitüdlü titremelere de tremor denir. |
Timpanoskleroz
Kulak zarında bağdoku oluşumu ve büzüşmeye bağlı olarak zann esnekliğinde ve kemik zincirinin hareketliliğinde azalmayla beliren tablo. |
Trendelenburg pozisyonu
Ameliyat yatağına sırtüstü yatırılmış hastaya verilen Özel konum. |
Timpanum
Orta kulağı oluşturan davul şeklindeki boşluk.Aynı zamanda böceklerin işitme organı, timpanal organ. |
Treonin
Vücut için vazgeçilmez olan temel bir aminoasit(*). |
Tansiyon
Kan basıncına tansiyon denir. Kalp her kasılışında belirli miktardaki kanı atardamarlara pompalar. Bu sırada da, kan basıncı en yüksek seviyeye çıkar. Buna büyük tansiyon denir. Kalbin iki kasılışı arasında geçen zaman içinde ise, kan basıncı en düşük seviyeye iner. Buna da küçük tansiyon denir. Büyük tansiyon ile küçük tansiyon arasındaki fark da nabız basıncını gösterir.Tansiyon yaşa bünyeye ve tansiyon ölçüldüğü andaki ruhi veya bedeni duruma göre farklılık gösterir. Yaşlandıkça tansiyon yükselmesi normaldir. |
Trepanasyon
Bir delgi aracılığıyla kemiklerde delik açılmasına yönelik cerrahi girişim. |
Tansiyon
arteriyel hipertansiyon; arteriyel hipotansiyon |
Treponema
Treponemataceae familyasından bakterilerin ortak adı. |
Tansiyon düşüklüğü
Büyük tansiyon, 11'den aşağı düştüğü zaman tansiyon düşüklüğü vardır. Bu duruma tıp dilinde hipotansiyon denir.Tansiyon, ateşli hastalıklar sırasında, büyük kanamalardan sonra, iç salgı bezi bozukluklarında veya herhangi bir hastalıktan sonraki iyileşme döneminde düşer. Bazı kadınların aybaşı hallerinde, veya sıcakta fazla ter kaybından sonra veya sinirli kimselerde de tansiyon düştüğü görülür. Devamlı olarak tansiyon düşüklüğü önemli bir hastalığın işareti olabilir. |
Tindal fenomeni
aquoz humour içerisine protein ve kanın şekilli elemanları geçer ve hasta bulanık görür |
Treponema pallidum immobilizasyon testi
Nel-son testi |
Tansiyon yüksekliği
Büyük tansiyonun kişinin yaşına göre yüksek olmasına halk arasında tansiyon yüksekliği, tıp dilinde ise hipertansiyon denir. Bir çok hastalıkta tansiyon yüksekliği görülür. Mesela kalbin sol bölümünün büyümesinde, böbrek hastalıklarında, damar sertliğinde, kan hücrelerinin çoğalmasında, şişmanlıkta ve iç salgı bezleri hastalıklarında kan basıncı artar.Tansiyon yüksekliğinin belirtileri arasında yorgunluk, sinirlilik, çarpıntı, baş dönmesi, uykusuzluk, baş ağrısı vardır. |
Tireoglobülin (tg)
Tiroit bezinin folikül ve epitel hücrelerinde bol miktarda bulunan ve tiroit hormonlarını (T3 ve T4) içeren iyotlanmış protein; tiroit hormonlan, tİreoglobülin biçiminde depo edilir. |
Trichophyton
İnsan ve hayvanlarda saç, deri ve tırnaklarda hastalığa yol açan mantar cinsi. |
Tireotoksikoz
Bazen Basedow hastalığı ile eşanlamlı kullanılan terim. |
Tridronefroz
Genellikle idrann idrar borusu ya da idrar kesesine geçişini engelleyen bir nedene bağlı olarak (taş ya da doğumsal oluşum bozukluğu) böbrek havuzunun ya da böbrek çanağının genişlemesi. |
Tireotoksikoz krizi
Önceden hipertiroidizmi(*) olmayan kişilerde tiroit hormonlarının yükselmesiyle ortaya çıkan tablo. |
Tireotrop hormon (tsh, tirotropin)
Tiroitin içsalgı etkinliğini uyaran ve ön hipofizin bazofil hücrelerinden salgılanan hormon. |
Tiroid
Ürettiği tiroksin ve kalsitonin hormonları aracılığıyla, vücudun çalışma hızını kontrol eden ve kan kalsiyumu ile kemikler arasındaki dengenin sürdürülmesine katkıda bulun iç salgı bezi. |
Tiroidektomi
Tiroitin alınmasına yönelik cerrahi girişim; önceden belirlenen amaca göre tiroitin tümü ya da bir bölümü alınabilir. |
Tiroidit
Tiroit bezinin iltihabı. |
Tiroit
Boynun ve gırtlağın önünde, soluk borusunun üstünde yer alan iç salgıbezi. |
Tiroksin
Vücuttaki kimyasal etkinliklerin hızını kontrol eden troid hormonu. |
Trikomonas
insanda sindirim sistemi ile Üreme ve boşaltım sisteminde asalak olarak yaşayan biçimleri de olan kamçılı tek hücreli. |
Tirotropin
tireotrop hormon |
Trikosefal
Trikosefaloz adı verilen ve Trichuris trichiura'nın yol açtığı bağırsak hastalıklarından sorumlu asalak |
Tirozin
Memeliler için temel bir aminoasit. |
Trikotilomani
Saçlar, kaşlar ya da kirpikleri hemen hemen bilinçsiz olarak yolma alışkanlığı. |
Titanyum dioksit
Kozmetikte kalınlaştırıcı, beyazlaştırıcı, yağlayıcı ve güneş ışınlarını kesici bir madde olarak kullanılan bir mineraldir. Cildi UVA ve UVB radyasyonundan korur ve cildi tahriş etme riski yoktur. |
Tripanozoma
Trypanosoma cinsi asalakların ortak adı. |
Tekom
Olgun yaşlarda yumurtalıkta ortaya çıkan ve ender görülen tümör. |
Tekrar bölgesi*
Tekli, ikili veya daha fazla DNA nükleotid dizinlerinin peşpeşe tekrarlarının bulunduğu bölge (Ör. CAG tekrar bölgesi: .....CAGCAGCAGCAGCAGCAG...................) |
Tripsinojen
Pankreas sıvısı içinde yer alan protein kökenli bir molekül. |
Tofüs
Çevresinde iltihaplı madde, kalsiyum ve kolesterolle kanşık sodyum ürat birikimi olan patolojik oluşum. |
Triptofan
Proteinlerin büyük bir bölümünde bulunan aminoasit. |
Telekardiofon
Kalp seslerini hastadan uzakta dinleten alet. |
Tohum kesecikleri
Erkek üreme yollarının üzerinde bulunan ve sperm deposu görevini yerine getiren eşit boyutlu küçük oluşumlar. |
Telekardiyografi
Göğüs kafesinin ön-arka düzlemde radyolojik olarak incelenmesi. |
Tokoferol
Biyolojik vitamin etkinliği olan san renkli yağlı madde. |
Tokografi
Dölyatağı kasılmalarının grafik kaydı. |
Trizomi
Hücrede fazla bir kromozom bulunmasıyla ortaya çıkan anomali. |
Telensefalon
Dölütsel yaşamın beşinci haftasında, ensefalonun(*) ön-arka doğrultuda birbirini izleyen beş keseciğinden en önde olanı. |
Toksemi
Toksinlerin kana karışarak tüm vücuda yayıldığı durum. |
Trofoblast
Döllenmiş yumurtanın İlk gelişim evrelerinde, yumurta bir kesecik ya da blastosistf*) biçimini aldığı zaman bu kesenin duvannı oluşturan hücrelere verilen ad. |
Toksikolojî
Özel olgu ve durumlarda canlıların işlevlerine ve varlığına zarar verebilecek, zehirli maddelerin kökenini, yapısını, Özelliğini, belirlenmesini ve etki mekanizmalarını inceleyen bilim dalı. |
Trofonevroz
Otonom sinir sistemindeki dengesizliklere bağlı olarak, özellikle kol ve bacak damarında rahatsızlıklar, uyuşma, ağn ve hastalanan bölgelerde organik bozukluklarla ortaya çıkan belirtilerin ortak adı. |
Telofaz
Mitoz bölünmenin son evresi. |
Toksikomani
Tedavi amacıyla saplantı halinde ilaç kullanma, Toksi-koman, fiziksel ve/ya da ruhsal yoksunluk nedeniyle ilacı almadan yapamaz. |
Trokanter
Uyluk kemiğinin üst ucundaki iki tümseğin ortak adı. |
Telomere
Kromozomun bitiş kısmı. Bu özel yapı, doşğrusal DNA moleküllerinin kendi kendini üretmesi ve dengeli yapısını koruması işlerine yarar Transkripsiyon: Bir DNA parçasından kopyalanan RNA sentezi. |
Toksikoz
Kanda toksik maddelerin bulunmasına bağlı belirtilerin tümünü anlatmak için kullanılan terim. |
Trokar
Saplı, ucu keskin bir çubuk ile daha kısa metal bir kılıftan oluşan, çeşitli boylardaki büyüklükte cerrahi alet. |
Temporal arterit
Aynı zamanda serebral arterit, kraniyal arterit, dev hücreli arterit ve bazen de granülomatöz arterit olarak da adlandırılır. Kafadaki kan damarlarının (arterlerin) ağrılı inflamasyonu söz konusudur; şakaklar genellikle dokunmakla hassastır ve baş ağrıları sıktır. Polimiyalji romatika (PMR) ile de sık görülür. Nedeni bilinmeyen bir vaskülit formudur, özellikle 50 yaş üzerindeki kişileri etkiler ve kadınlarda daha sık görülür. |
Troklea
Eklem başlanmn birinin tekerlek ya da çark biçiminde olduğu eklem tipi; diz, dirsek ve kaval kemiği ite ayak bileği arasındaki eklemlerde görülür. |
Temporal bölge
Şakak bölgesi. |
Toksoid
Zehirleyici özelliği ortadan kaldırılmış toksin. Vücuddat enjekte edildiğinde antikor oluşumunu sağlar; tetanoz toksidi buna bir örnektir. |
Troklea siniri
IV. kafa çifti. |
Temporal bölge (şakak bölgesi)
Kafatasının göz ile kulak arasında yer alan anatomik bölgesi. |
Tomografi
tomograf cihazı ile dokunun kesitler hâlinde filme alınması. |
Trolizm
Bir erkeğin cinsel beraberlik için iki veya daha fazla kadını seçmesi. |
Temporal kemik (şakak kemiği)
Artkafa (oksipital), yankafa (paryetal) ve sfenoit kemikler arasında yer alan çift ve simetrik kafatası kemiği; üç değişik bölümün kaynaşmasından oluştuğundan çok düzensiz bir biçimi vardır. |
Tonometri
Göziçi sıvılarının basıncının ölçüldüğü inceleme tekniği. |
Trombin
Pıhtılaşma sürecinin bir parcası olan bir enzim |
Tonsillektomi
Bademciklerin alınmasını amaçlayan cerrahi girişim. |
Trombin zamanı
Kanda yapılan ve kanın pıhtılaşmasını inceleyen bir la-boratuvar yöntemi. |
Tendolîz
Bİr kirişin hareketlerini engelleyen bağdoku yapışıklıklarını gidermek amacıyla yapılan cerrahi girişim. |
Tonsillit
Damak bademciklerinin akut ya da kronik iltihabı. |
Tromboelastografi
Pıhtının oluştuğu evreler boyunca esnekliğinin değerlendirilmesine dayanan ve kanın pıhtılaşma sürecini inceleyen bir teknik. |
Tendon
Kasların kemiklere yapışmasını sağlayan yapılar. |
Topallama
Yürüyüşte bacakların asimetrik atılması. |
Tromboendoarteriyektomi
Atardamar içindeki pıhtıya bağlı hastalıklarda uygulanan cerrahi girişim. |
Tendon (kiriş)
Kordon ya da şerit biçimindeki anatomik oluşum, istemli kaslan iskelete bağlayan sarımsı beyaz tendonlar çok sağlamdır ve çekişe dayanıklıdır. |
Topikal
Vücudun belirli bir yüzeyi ile ilgili. |
Tromboflebit
Toplardamar duvannın iltihaplanması ve damarda pıhtı oluşmasıyla damann tıkanması. |
Toplardamar (ven)
Çevre dokulardan kalbe kan taşıyan damarları tanımlayan terim. |
Tromboplastra (trombokinaz, faktör ııı)
Kanda protrombinin trombine dönüşümünü sağlayan pıhtılaşma faktörlerinden biri. |
Topuk
Topuk kemiği ve kemiği örten yumuşak bölümlere verilen ad. |
Trombosit
Kanın pıhtılaşmayı sağlayan, zedeli damarı tıkayarak kanamayı durduran hücresi. |
Tenodezî
Ortopedik cerrahide, kas kirişinin kemiğe tutturulması. |
Topuk kemiği
Yamuk dikdörtgen prizma biçiminde olan ve ayağın alt arka kısmında bulunan kemik. |
Trombositemi
Kemik iliğindeki megakaryositlerin{*) tümöre benzer biçimde aşın miktarda çoğalmasına bağlı olarak kandaki trombosit sayısının 2-5 milyon mm3'e kadar artması. |
Tenoplasti
Çeşitli patolojik süreçler ya da travmalarla örselenmiş ya da yapısı değiştirilmiş kirişleri yeniden oluşturmayı amaçlayan cerrahi girişim |
Torakoskopi
Plevra boşluğunun tanı amacıyla doğrudan incelenmesi için torakoskop adlı Özel bir aygıtla uygulanan bir teknik. |
Trombositler
Kanda bulunan disk şeklindeki hücreler, bir kanama olduğu zaman kanın pıhtılaşmasına yardım ederler. |
Tenorafî
Kesilmiş iki kiriş parçasının dikilmesini amaçlayan cerrahi girişim. |
Torakotomi
Göğüs kafesinin cerrahi girişimle açılması. |
Trombositopati
Trombositlerin yapışma ve kümeleşmesinde eksiklikle ortaya çıkan ve kanama zamanında uzamaya ve damarların kınlganhğında artışa yol açan hastalıkların ortak adı. |
Tenosinovit (tenovajinit, tenovajinalit)
Kirişle birlikte kirişi çevreleyen seröz zarda oluşan İltihap. |
Toraks
Boyun altı ile diyafragma arasındaki anatomik bölge, göğüs. |
Trombositopeni
Kandaki trombosit sayısının 150.000'İn altına inmesiyle ortaya çıkan durum. |
Tenotomi
Uzatmak (özellikle çekilmiş olduğunda) ya da kısaltmak amacıyla kirişin kesilmesini amaçlayan ortopedik cerrahi girişim. |
Torasentez
Tanı ya da tedavi amacıyla deriden sokulan bir aygıtla plevra boşluğuna girilmesi. |
Trombositopoez
Kemik iliğinde oluşan ve trombositf*) yapımını sağlayan hücrelerin çoğalması ve farklılaşması. |
Trombositoz
Kandaki trombositlerin belirgin artışı. |
Torch
Genellikle gebelikten önce ya da gebeliğin ilk aylarında bazı virüs hastalıklarının belirlenmesi için uygulanan İncelemeler. |
Tromboz
Kan damarlarının pıhtı veya ateron (kolesterol) plakları oluşarak tıkanmasıdır. |
Torsiyon
Normal ya da patolojik bir oluşumun kendi ekseni ya da bağlanma noktası çevresinde dönmesi. |
Trombüs
Bir kan damarını ya da kalp boşluğunu tıkayan kan pıhtısı. |
Tortikollis
Bir bozukluk sonucu başın yana eğili olması. |
Trousseau belirtisi
Kol atardamarının sıkışmasıyla elde oluşan kasılma. |
Total bilirubin
Retikîiloendotelyal sistemin (RES) hücrelerinin 120 günlük normal yaşam süresinin sonunda alyuvardaki hemoglobinin yıkımının sonucu. |
Trunkus (gövde)
Vücudun kann ve göğüs boşluğuyla buradaki İç organları içeren bölümü. |
Teratoblastom
Olgunlaşmamış, az farklılaşmış, embriyondakine benzer dokulardan oluşmuş, teratom(*) tipi. |
Total kızamıkçık antikorları
Kızamıkçık virüsüne karşı oluşan antikorlar. |
Teratojen
Doğumsal oluşum bozukluklarına neden olan etken. |
Total lipit
Kandaki toplam lipit(*) miktarının ölçüldüğü inceleme. |
Total t lenfosit saptanması
Doğuştan gelen ya da AİDS gibi sonradan ortaya çıkan bağışıklık yetmezliği tablolarında ve lenfosit sayısının azaldığı virüs enfeksiyonlarında yapılan inceleme. |
Tubulus (borucuk)
Mikroskopla görülebilen ve küçük bir boru biçimindeki oluşumların ortak adı. |
Terminatör gen
RNA polimerazın transkripsiyonu durdurmasına neden olan DNA dizisi. |
Total tiroksin (t4)
Tiroitten salgılanan başlıca hormonlardan biri; lipit, protein ve glüsit metabolizmalarını doğrudan etkileyerek çok sayıda biyokimyasal reaksiyonun düzenlenmesini sağlar. |
Tulubus
Özellikle böbreklerde bulunan küçük tüp ya da kanal. |
Termoanaljezi
Belirli bir vücut bölgesinde ısı ve ağn duyarlılığının kaybı. |
Total trîiyodotironin (t3)
Yüzde 30-40'ı doğrudan tiroitte üretilen, geri kalan bölümü T4'ü T3'e dönüştüren dokularda oluşan hormon. |
Termofil
Yüksek sıcaklıklarda yaşayabilen mikroorganizmalara verilen genel ad (termofil = ısıyı seven). |
Toxoplasma göndii
İnsanda ve bazı hayvanlarda toksoplazmoz olarak bilinen bir enfeksiyona neden olan tekhücreli mikroorganizma. |
Turgor
Bir organ ya da dokuda patolojik olmayan hacim artışı. |
Termoregülasyon
Vücut sıcaklığını kontrol eden mekanizmaların tümü. |
Termoterapi
Isı veren ışınlarla uygulanan tedavi yöntemi. |
Tpn (total parenteral nutrıtıon) uygulaması
Damardan besleme şeklidir. Şeker, protein, yağ, mineraller ve vitamin içerir. |
Trabekülotomi
Bazı glokom olgularında göz hekimlerince uygulanan cerrahi girişim. |
Tüberkülom
Bir araya gelmiş verem granülomlanndan (tüberkül) oluşan ve lifsi bağdokuyla sınırlanmış patolojik oluşum. |
Trakea (soluk borusu)
Solunum yolunun bir parçası olan ve vücudun orta çizgisinde yer alan silindir biçimli boru. |
Testosteron
Erkek seks hormonuna verilen addır. |
Trakeoplasti
Soluk borusu duvarım yeniden yapmaya yönelik cerrahi girişim. |
Trakeoskopi
Soluk borusuna sokulan optik bir gereçle soluk borusunu incelemeyi sağlayan tanı tekniği. |
Trakeotomi
Soluk borusuna boyun tabanının ikinci-üçüncü kıkırdak halkasının hizasında bir keşi uygulamaya yönelik cerrahi girişim. |
Tümefaksiyon
Vücudun bir bölümünde gözle görülecek ya da elle his-sedilebilecek ölçüdeki şişlik. |
Trakifoni
Sesin normal tınısını yitirerek boğuklaştığı bozukluk. |
Tümör
İnce bağırsağın iç yüzeyindeki, sindirilmiş besinleri emip kana karıştıran parmaksı uzantılar. , |
Tümörlet
Nöroendokrin hücrelerin nodüler (küçük kürecikler şeklinde) çoğalmasıyla oluşan, havayollarında normal olarak bulunan oluşumdur. |
Transdüksiyon
Bir mikroorganizmadan bir diğerine virüs veya bakteriyofajlar aracılığıyla gen aktarılması olayı. |
Thanatos
Eski Yunan'da ölümün kişileştirilmesi. |
Ulna
Önkolun iki kemiğinden içte (serçe parmağı tarafında)bulunanıdır. |
UYKU BOZUKLUKLARI
UYKU BOZUKLUKLARI |
Ultrason
İç üreme organları ve oluşan fetusu görmemizi sağlayan cihazdır. |
Urolognia
Eşinin veya kendinin sidiğiyle oynamak. |
Ultrason tedavisi
Ultrasonun çeşitli biyolojik etkilerinden yararlanmaya yönelik fizik tedavi yöntemi. |
Ultrasonografi
Ultra-ses kullanılarak elde edilen görüntüler.Bir çok hastalığın ön teşhisinde kullanılan, ancak daha çok karın organları gibi ses dalgalarının kolayca geçebileceği konumdaki organların tetkikinde etkili bir inceleme yöntemidir.Şua söz konusu değildir. |
Ultrasonografî
İnsan vücudunun iç organlanm ve olası patolojik değişimlerini incelemek amacıyla sesüstü (ultrason) dalgalarını kullanmaya dayanan tanı yöntemi. |
Ultrasound
İnsan kulağının duyamıyacağı kadar yüksek frekanslı ses dalgaları.Ultra-ses. |
Uterus bicornis
Uterusun iki boynuzlu olması anlamında bir terimdir.Uterusun üst kısmının çökük olması nedeniyle her iki uç kısımlarının beligin hal alması sonucu ortaya çıkan görünümdür. |
Uyuma yönelik davranışlar
Fiziksel ve sosyal çevre koşullannın değişmesine kişinin uygun bir yanıt vermesini sağlayan tüm davranışlar. |
Ultraviole
Dalga boyu 2000-4000 arası olan mor ötesi ışınlar. |
Uluslararası birim (ıu, biyolojik ünite)
Bİr maddenin biyolojik yöntemlerle ölçülen, farmakolojik olarak etkin miktan. |
Unipolar
Tek kutuplu olma durumu.Bazı sinir hücreleri yanlız tek bir uzantıya sahip olabilir (unipolar sinir hücresi). |
Uveoparotidit (uveoparotit)
Uvea(*) ile parotiste (kulakaltı tükürük bezi) yerleşen kronik granülomatoz iltihap. |
Unutkanlık
Olayları ya da adlan anımsayamama durumu. |
Ürobilin
Ürobilinojenin yükseltgenmesi (oksidasyon) sonucunda ortaya çıkan pigment. Bak. safra boyaları. |
Üpektomi
Vücudun bazı bölgelerinde biriken yağ dokusunun kesilerek çıkarılması. |
Ürobilinojen
Safrada bulunan bilinıbinİn flora bakterilerince yıkılmasıyla bağırsakta oluşan pigment. |
Ürobilinüri
İdrarda ürobilin(*) bulunması. |
Üretrografi
Kontrast madde vererek üretrayı radyolojik olarak gö- rünebilir hale getirmeye dayanan tam yöntemi. |
Ürogenital
Genital ve idrar yolları sistemi ile ilgili. |
Üretropati
Üreiradaki (siyek) patolojik süreçleri belirten genel terim. |
Ürogenital sistem
İdrar ve cinsiyetle ilgili organ ya da işlevlerin tümünü belirtmek için kullanılan terim. Bak. üreme sistemi; üri-ner sistem. |
Üretroraji
Üretradan (siyek) kan gelmesi. |
Ürografi
Damardan kontrast madde verilerek böbrekler,idrar torbası ve idrar yollarının belirli zaman aralıkları ile filmlerinin çekilmesidir.Üriner sistem hakkında teşhis amaçlı yapılan işlemdir. |
Üretroskopi
Üretrayı (siyek) ve İç oluşumunu doğrudan gözlemeye dayanan tanı yöntemi. |
Ürokinaz
idrarda bulunan ve plazminojeni plazmine çeviren enzim. |
Üretrotomi
Üretranın (siyek) cerrahi yöntemle açılması. |
Ürolitiyaz
îdrar yollarının herhangi bir bölgesinde taş oluşması. |
Üreter (idrar borusu)
Böbrek havuzunu idrar kesesine bağlayan 25-30 cm uzunluğunda tüp biçimli kanal. |
Üreterektomi
Ürelerin (idrar borusu) bir bölümünün ya da tamamının çıkarılmasına yönelik cerrahi girişim. |
Üridroz
Üremi(*) sırasında vücuttan çıkan ter |
Üreterografi
Kontrast madde aracılığıyla üreterlerin (idrar boruları) radyolojik olarak görünür hale gelmesini sağlayan tanı yöntemi. |
Üreterokolostomi
idrar kesesi İşlevini görmek üzere oluşturulan bağırsak bölümüne üreten (idrar borusu) bağlamak amacıyla uygulanan cerrahi girişim. |
Üstbenlik (süperego)
Freud'a göre, ruhsal yapının anne babanın zorlama ve yasaklamalarının "içselleştirilmesi" ile oluşan bölümü; zamanla öğrenilen toplumsal ve kültürel yükümlülüklerin etkisiyle değişerek gelişir. |
Üreterosel
Üreterlerin (İdrar boruları) birinde ya da ikisinde uç bölümün kist biçiminde genişlemesiyle belirlenen doğumsal oluşum bozukluğu. |
Ürikozüri
İdrarda ürik asit ve ürat miktarının fazla olması. |
Üreterostomi
Çeşitli hastalıklarda üreterlerden (idrar borulan) birini ya da her ikisini ağızlaştırmak için uygulanan cerrahi girişim. |
Üreterotomi
Üreleri (idrar borusu) açmaya yönelik bir cerrahi girişim. |
Üriner sistem (boşaltım sistemi)
idrar yapımı ve atılmasıyla ilgili yapılann lümü. |
Üzengi
Ortakulakta bulunan küçük bir kemik. |
Vafkuol (koful)
Değişik tip hücrelerin sitoplazmalannda görülen tek ya da çok sayıda küçük oyuk. |
Vaskülopati
Kan damarları hastalıklarını nedenlerinden, hastalanan bölgeden ve ortaya çıkan belirtilerden bağımsız olarak anlatan genel terim. |
Vibratör
Titreşimli suni penis. |
Vagotomi
Vagus sinirinin etkisini ortadan kaldırmak amacıyla dallarından birisinin kesilmesidir. VAGUS: Nervus Vagus onuncu kafa siniridir, kafatasından çıktıktan sonra mide , barsak sisteminin bir kısmına, kalp ve akcigerlere dallar verir.Bu sistemlerin fonksiyonlarında önemli rol oynayan bir sinirdir. |
Vibriyon
Virgül biçimli bakteri cinsi. |
Vagotoni
Otonom sinir sisteminde parasempatik bölümün (ve onun başlıca Öğesi olan vagus sinirinin) aşın çalıştığı işlevsel durum. |
Vazektoıni
Teslislerde üretilen spermatozoonların torbacık bezine taşınmasını sağlayan ductus deferens' (*) kesilmesine dayanan cerrahi girişim. |
Vazektomi
Erkekte spermatik yolunun cerrahi müdahale ile bağlanıp, cinsel temasta spermin kadına geçmemesinin sağlandığı bir operasyon. |
Vazodilatasyon
Damar genişlemesi. |
Vazodilatatör
Damar genişletici etkiye sahip ilaç, madde. |
Vazokonstrüksiyon
Damarları büzülmesi, kasılması. |
Vazokonstrüktör
Damarları büzen etkiye sahip ilaç, madde. |
Viroid
Bitki hücrelerinde hastalık yapan, 400 ' e kadar ribonükleotitten oluşan, virüslerden daha basit yapılı organizma. |
Vazomotor etkinlik
Kan damarlarında büzülme ve genişleme hareketleri. |
Viroloji
Virüsleri inceleyen öp-biyolojİ dalı. |
Vazopressin
antidiüretik hormon (ADH) |
Vazospazm
Damar kasılması, büzülmesi. |
Virüs enfeksiyonu
Genel olarak virüslerin oluşturduğu hastalıkları belirtmek için kullanılan terim. |
Vakum (vakum ekstraktör)
Doğumda dölyatağının kasılması yetersiz olduğunda bebeğin çıkarılması için kullanılan ve negatif basınç sağlayan aygıt. |
Vejetasyon
Bitkinin tohumdan gelişip tekrar tohum verecek hale gelene kadar geçen dönemi |
Vakuol
Ökaryot hücrelerin sitoplazması içerisinde sıvı, hava yada kısmen sindirilmiş besin kapsayan tek zarla çevrili yapıların her biri. |
Vektokardiyografi
Kalbin elektriksel etkinliğini inceleme yöntemi. |
Valgus deformitesi
Genetik olarak birinci ve ikinci tarak kemikleri arasındaki açı fazla olduğunda, zamanla başparmak diğer parmaklara yaklaşır ve halluks valgus deformitesi ortaya çıkar |
Vektör (taşıyıcı)
Enfeksiyon hastalıklanndan sorumlu mikroorganizma-lan taşıyarak hastalıklann yayılmasına neden olan canlı-lan, Özellikle de böcekleri belirtmek için kullanılan terim. |
Ventilasyon (havalanma)
Kapalı ortamlarda havanın doğal ya da yapay olarak yenilenmesi, içinde insan bulunan bir ortamda hava korbon dioksit miktarının artması ve oksijenin azalması sonucu giderek kirlenir. |
Valvülektomi
Kalpte yıkıma uğramış bir ya da daha fazla kapakçığı çıkarmak için yapılan cerrahi girişim. |
Ventilatör
Yetişkin ya da çocukların nefes almasına yardımcı olan bir makine. Nefes almada problem olması durumunda yenidoğan bebeklerde en çok görülen on durumdan birisidir. Eğer bebeğiniz akciğer problemleri ile doğmuş ya da kendi başına nefes alamıyorsa bir ventilatöre bağlanabilir. Prematüre doğan bebeklerde akciğerlerin yeterince gelişmemesi bir ventilatöre gereksinimin en genel sebebidir |
Valvülopati
Kalp kapakçıklarından (valvül) bir ya da birden fazlasını etkileyen patolojik süreçleri tanımlamak için kullanılan genel terim. |
Valvüloplasti
Patolojik bir sürece bağlı olarak bozulmuş bir kalp kapakçığını onarmak |
Ventrikülografi
Merkez sinir sistemini radyolojik olarak inceleme yöntemi. |
Varikosel
Erkeklerde spermatik kordon venlerinin genişlemesi sonucu torbalar içersinde varis oluşumu. |
Variolasyon
Çiçek hastalığına karşı yapılan bağışıklama |
Veoeroloji
Cinsel yolla bulaşan deri hastalıklarının tanı ve tedavisini konu alan tıp dalı. |
Vitiligo
Bir cilt hastalığı olup, vücudun çeşitli bölgelerinde, yer yer renk (pigment) kaybı ile karakterize, normal bölgelerden keskin sınırlarla ayrılan beyaz lekeler. |
Volemi
Toplam kan miktan; daha kesin bir deyişle plazma ve biçimli hücrelerin (alyuvarlar, akyuvarlar, trombositler) miktan. Normal koşullarda volemi belirli sınırlar içinde hep aynı kalır. |
Variyoloit
Çiçek hastalığının özel bir biçimi. Klinik olarak son derece hafif seyrer. |
Volhard testi
Böbreğin idran yoğunlaştırma düzeyini değerlendirmeye yarayan böbrek fonksiyon testi. |
Varol köprüsü (pons)
Soğanilik ile mezensefalon arasındaki beyin bölümü. |
Volvülüs
İçi boş bir iç organın kendi üzerine kıvnlmasıyla oluşan patolojik durum. |
Varsanı (halüsinasyon)
Gerçek ortamda belirli bir duyuma neden olabilecek hiçbir uyan yokken, kişinin bunu duyumsadığına inanması. |
Vertigo
Genel anlamda baş dönmesi, hareket duygusu demektir. Ancak tansiyon düşmesi ile ilgili baş dönmeleri bu kapsamda değildir. Vertigodan kastedilen labirentit, iç kulak iltihabı, Meniere hastalığı gibi durumlarda olan baş dönmesi hissi Vertigo diye adlandırılır. |
Vomer kemiği
Yüz iskeletinde, orta bölümde yer alan tek küçük kemik. |
Varus deformitesi
Bir organın iskeletinde birbirini izleyen iki bölümden alttakinin içe doğru bükülmesiyle ortaya çıkan ve organın uzun ekseninde bu yönde sapmalara yol açan patolojik durum. |
Vulvektomi
Vulvanın kısmen ya da bütünüyle çıkarılmasına yönelik cerrahi girişim. |
Varyasyon
Bir türün bireylerindeki aynı karakterin farklı şekilleri, değişiklik, çeşitlilik. |
Vulvovajinit
Vulvayı (kadın üreme organlarının dış bölümü) ve dölyolunu aynı anda etkileyen iltihaplanma. |
Vaskülarizasyon
Vücudun belirli bir bölümüne kan akımını sağlayan damarların tümünü belirten terim. |
Vücut dışı kan dolaşımı
Dolaşımdaki kanı hastanın büyük toplardamarlarından (üst ve alt anatoplardamarlar) çekerek bir atardamara (genellikle uyluk atardamarı) veren cerrahi yöntem. |
Vibrator
Titreşimli suni penis. |
Widal reaksiyonu
Kanda, tifo etkeni olan salmonella türlerinin antijenlerine (O, H, V) karşı oluşmuş antikorları ortaya koyan laboratuvar incelemesi. |
Wanler-rose reaksiyonu
İnsan IgG'sine (bak. immünglobülinler) karşı IgM tipi antikorlardan oluşan "romatoit faktörü" ortaya koyan kan testi. |
Wegener granülomatozu
Bir vaskülit şekli. |
Wright reaksiyonu
Brusella türlerine (B. abortus, B. melitensis, B. suis) karşı oluşan antikorların aranmasına yönelik test. |
Wassermann reaksiyonu
Frengi etkeni olan Treponema pallidum'a karşı oluşmuş antikorlan ortaya çıkaran en eski kan testlerinden biri. |
Western blot testi
HIV virüsünü belirlemeye yarayan laboratuvar incelemesi. |
Yapay solunum
Solunumu kesintiye uğrayan kişide kanın oksijenlenme-sini sağlamaya yönelik her türlü girişim. |
Yılan sokması
Yılan zehiri çok çabuk ve şiddetli tesir gösteren zehirlerdendir. Ancak, bu zehirler ağızdan alındıkları zaman zehirlemezler. Zehirli yılanların çoğu büyük başlıdır. Bazılarının başları da üç köşelidir. Uzun kıvrık dilleri ve çatallı dişleri vardır. Soktukları zaman; dişlerinin dibinde bulunan bezden salgıladıkları zehiri, dişin içindeki kanal vasıtasıyla, soktukları yere aktarırlar. Orada ağrı, şişme ve kızarma görülür. Bazı kimselerde de yılan zehirinin çeşidine göre, kusma, baygınlık, titreme, nefes darlığı, uyuklama veya kısmi felç görülür.Yılan sokan kimseye zehir bütün vücuda yayılmadan önce aşağıdaki işlemi yapmak gerekir.Sokulan yer kol veya bacakta ise; yaranın üst tarafına sıkı bir bağ yapılır. Sonra alkole bandırılmış veya ateşte kızartılmış bıçak, çakı veya jiletle yara kanatılır. Arkasından, ağzın etrafına ve dudaklara zeytinyağı sürülür. Sokulan yer emilip, tükürülür. Aynı işlem 3-4 kere tekrarlanır. Sonra madeni bir şey ateşte kızdırılıp, sokulan yer dağlanır. Ayrıca aşağıdaki reçetelerden biri veya bir kaçı uygulanır. Zehirlenme belirtileri varsa vakit kaybetmeden hastaneye götürmek gerekir. |
Yadsıma
Olumsuz bulunan kişisel özellikleri, geçmişteki İstenmeyen olayları, kabul edilmesi zor düşünce ya da algıları gerçek duruma ters düşen bîr davranışla bilinç düzeyine çıkaran ruhsal savunma mekanizması. |
Yapışma (aderans)
Organizmanın bölümleri arasında ortaya çıkan patolojik yapışıklıklar. |
Yoğun bakım ünitesi
koroner yoğun bakım ünitesi |
Yoğunluk
Herhangi bir maddenin bir birim hacminin kütlesi. |
Yok olma duygusu
Psikanalizde, kişinin kendini ileri derecede küçümsemesini belirtmek için kullanılan terim. |
Yağ embolisi
Büyük kemik kırıklarında görülebilen bir komplikasyondur. Kemik iliğindeki yağın bir kısmı açığa çıkar ve yağ damlaları kan dolaşımına karışıp damar tıkanmasına neden olur. |
Yardımcı ve baskılayıcı t lenfositleri
B lenfositlerinin antikor yapımını kontrol etmesini sağlayan lenfosit grubu (bak. akyuvarlar). |
Yok saymak
Kişinin, geçmişe ait sözler, jestler, düşünceler ve eylemleri yadsımak amacıyla geliştirdiği psikolojik mekanizma. |
Yoksunluk
Alkol, uyuşturucu ya da ilaç bağımlılarında maddenin alınmamasıyla ortaya çıkan durum. |
Yoksunluk sendromu
Herhangi bir maddeye alışkanlık ya da bağımlılık kazanmış kişilerde bu maddenin ya da ilacın, çoğunlukla da uyuşturucuların aniden kesilmesiyle ortaya çıkan belirtiler bütünü. |
Yorgunluk
Uzun süre çalışmaktan sonra görülen durumdur. Organların sürekli olarak yorgunluğu sonucu bozulmasına da sürmenaj denir. Gereği gibi çalışmama, isteksizlik, halsizlik, baş veya sırt ağrıları, hazımsızlık, huzursuzluk ve huysuzluk, can sıkıntısı gibi belirtilerle ortaya çıkar.En kolay tedavi, ılık duş alıp, istirahat etmektir. Sabah akşam, kol ve bacakları soğuk su ile yıkamak da çok faydalıdır. |
Yağlı dejenerasyon
En çok kalp, karaciğer ve böbreklerde görülür. Bu organlarda, hücreler normal çalışma yeteneklerini kaybederler ve içlerinde yağ tanecikleri birikir. |
Yassısolucanlar
En basit yapılı solucan türlerini içeren geniş omurgasız hayvan grubu. |
Yaşlanma
Ölüm olasılığını artıracak hastalık tablolarından bağımsız olarak, vücuttaki yapıların geçirdiği aşamalı değişim süreci. |
Yakı reaksiyonu
ilaçlar, bakteri kaynaklı maddeler, doğal ve yapay kimyasal bileşiklere karşı duyarlılık durumunu belirlemek için başvurulan test. |
Yumurtalık (Over) Kistleri
Hemen hemen her kadında hayatının bir döneminde yumurtalıklarında kist saptanabilir. Bu kistler genellikle bulgu vermezler ve tedavi dahi gerektirmezler. Genelde masum olmalarına rağmen halk arasında çok korkulacak bir hastalık olan over kistleri hep aynı türde değildir. Çok değişik türde hücre barındıran yumurtalık organı dokusu bir çok hormonun etkisi altındadır. Bu değişiklik türden hücreler çeşitli faktörlerin etkisi ile büyüyebilir ve kistleşebilir. Kistlerin içerdikleri hücre türüne bağlı olarak hormon veya benzeri maddeler salgılayabilir.
Vücutta bulunan hemen hemen bütün dokularda kist ortaya çıkabilir ancak yumurtalık dışındaki organların kistleri çok daha çabuk ve kolay belirti verebilir. Bunun nedeni diğer organlarda meydana gelen kistlerin bu organların fonksiyonlarını bozmalarıdır. Yumurtalık kistlerinin bir kısmı da bu şekilde fonksiyon bozukluğu yaratarak belirti verirken çok büyük bir bölümü de ne fonksiyonlarda bir kayba neden olur ne de uzunca bir süre belirti verir.
Sebepleri
En sık neden hormonsal düzensizliklerdir. Normalde her adet döneminde overler içinde yumurta hücresini taşıyan ve boyutları 3 cm'ye kadar ulaşabilen folikül adını verdiğimiz bir kist oluşur. Sonra bunun çatlaması ile yumurta açığa çıkar. Kadın gebe kalmaz ise bu dönemden 14 gün sonra kadın adet görür. Ancak hormonal düzensizliklerde bu yumurta taşıyan kistler ya çatlamaz, ya sabit kalır ya da büyümeye devam ederek bizim basit kist veya folekül kisti dediğimiz kistleri oluştururlar. Geçirilmiş over iltihapları, çok fazla radyasyona maruz kalma da over kistine sebep olabilir.
Over kisti özellikle adet gören kadınlarda görülür. Adet dönemi başlamayan genç kızlarda veya menopozdaki kadınlarda nadir görülür. Ailesinde over (yumurtalık) kanseri, rahim kanseri bulunan kadınlar da riskli gruba girer.
Belirtiler
Yumurtalık kistlerini kabaca habis ve selim başlıkları altında incelenebilir. En sık görülen iyi huylu over kistlerdir. Çoğu kez bir şikayet yaratmazlar ve rutin kontroller esnasında fark edilirler. En sık verdikleri belirtiler;
• Adet düzensizliği
• Karında şişkinlik
• Karın ağrısı
• Sindirim sistem, bozuklukları
• İdrar yolu şikayetleri
Over kisti dışında pek çok durum da benzeri şikayetler yarattığından, bu tür yakınmaları olan kişiler genelde durumlarını önemsemezler. Çok fazla büyümeyen bir over kisti karın boşluğu içerisinde kendine rahatlıkla yer bulabileceği için şişlik yapmaz. Benzer şekilde hormon salgısı yapmayan kistler de adet düzensizliği yaratmaz.
Ağrı over kistlerinde nadir olarak görülür. Zaman zaman da iştahsızlık, kilo kaybı, hafifi bulantı gibi sindirim sistemi yakınmaları olabilir.
Tanı
Genelde rutin muayene ya da başka bir sebepten dolayı yapılan muayene ve ultrasonografide saptanırlar. Muayenede hastanın yaşı, kitlenin büyüklüğü, şekli, saf kist ya da solid yapıda oluşu, etrafa yapışık olup olmadığı, hassasiyet olup olmadığı, Önemlidir. Ultrasonografide (USG) saf kist görünümünde olan ve 5-6 santimden küçük çapta olan kistlerin iyi huylu ve fonksiyonel olma olasılığı yüksektir. Ayrıca tanıda hastanın ve kitlenin durumuna göre tomografi, manyetik rezonans hormon tetkikleri ve kanda tümör belirteçleri incelenir ve tedavi için bir karara varılır.
Kistin tanısı için muayene ve ultrasonografi yeterli olur. Ancak cinsi hakkında bilgi sahibi olmak için bazı kan testleri gerekebilir. Kanser şüphesinde ileri radyolojik tetkiklere başvurulur.
Tedavi
Over kistinin tedavisi cinsine göre değişir. Sık gözlenen basit kistler için genelde takip tercih edilir. Bu esnada doğum kontrol hapları kullanmak da kistlerin küçülmesine yardımcı olur. Doğum kontrol hapları yumurtalıkların çalışmasını durdurarak mevcut kistlerin vücut tarafından emilmesine yardımcı olur. İltihabi kistlerde düzenli antibiyotik tedavisi gerekir. Ancak 8-10 cm'yi geçen ya da daha küçük olduğu halde 3-4 aylık takiple de sürekli büyüyen, USG ve kan testlerinde kötü huylu olma ihtimali olan kistlerin ameliyat ile alınması gerekir. Cerrahi girişim, bariz ağrı ve kötü huylu olma şüphesi bulunan vakalara uygulanmalıdır. USG'de büyük kistler, çok odalı kistler ya da kan akımındaki artma kanser işaretidir. Kötü huylu kistlerden şüphelenildiğinde hasta hangi yaşta olursa olsun derhal ameliyat yapılmalıdır. Menopozdan sonra kadınlarda rastlanan kistler daha önemlidir. Bunların kötü huylu olma olasılığı yüksektir.
Kist tedavi edilmezse daha da büyüyebilir, belli bir büyüklükten sonra yırtılarak karın içine kanama yapıp hastanın hayatını tehlikeye sokabilir. Kötü huylu ise vücuda yayılarak ameliyat edilemez aşamaya gelebilir. |
Yalancı eklem (psödoartroz)
Bir kemik kırığının kaynamasını sağlayan kallus oluşumunun yetersizliği nedeniyle kırık uçlarının arasının lif-si bağdokuyla dolması sonucunda kemiğin bu bölgesinde normalde bulunmayan bir hareketliliğin ortaya çıkması. |
Yumurtalık hormonları
Yumurtalıklarda üretilen steroit yapısındaki üç hormon; östrojenler, progesteron ve androjenler. |
Yalancı erdişilik (psödohermafroditizm)
Dış üreme organlarının görünümü ile gonat tipinin (er-bezi ya da yumurtalık) tam bir uyum içinde bulunmadığı bozukluk. |
Yumuşak doku romatizması
Teknik olarak ölgesel periartiküler"" ya da ""yumuşak doku"" hastalıkları olarak adlandırılırlar, bu grupta eklemleri çevreleyen ligament ya da tendon gibi yapıları etkileyen ve son derece yaygın olan nisbeten önemsiz rahatsızlıklar da bulunur. Romatizma ağrısı eklem çevresindeki yapıların hasar görmesine bağlı olarak ortaya çıkabilir, bunun nedeni çoğunlukla alışık olmadığı şekilde ya da tekrar tekrar kullanmak, küçük hasar ya da travmalardır. Bazıları özellikle belli bir aktivite tipiyle görülür, ""tenisçi dirseği"" ve ""temizlikçi dizi"" gibi. Ek olarak, artrit olmadan eklem ya da kaslarda daha yaygın bir ağrı gelişebilir, örneğin, fibromiyalji. |
Yumuşatıcılar (emolyan)
Zedelenmiş ve iltihaplı dokular, özellikle de mukozalar üzerinde koruyucu etki gösteren ilaçlara verilen genel ad. |
Yan dolaşım
Bir atardamarın çeşitli bölgelerde yer alan ve birbiriyle bağlantılı yan dalları arasında ya da çeşitli toplardamarlar arasında gerçekleşen yardımcı dolaşım. |
ybaşı kanaması yokluğu
Genç bir kız buluğ çağına geldiği halde, aybaşı görmeye başlamamışsa, aybaşı yokluğundan söz edilir. Bu durum karaciğer hastalıklarından, kansızlıktan veya tiroit bezi bozukluğundan kaynaklanabilir.
Öncelikle nedeni bulmak gerekir.
Normal aybaşı gören kadının da; kansızlık, karaciğer rahatsızlıkları, beslenme bozuklukları, veya tiroid bezi hastalıkları sonucu aybaşı kanamaları kesilebilir.
Öte yandan aybaşı yokluğu, gebeliğin veya menapozun işareti olabilir. |
Yuvarlak pencere
Ortakulak (timpan) boşluğunun derin iç yüzeyinde bulunan küçük açıklık. |
Yuvarlaksolucanlar
Tür sayısı 30 bini aşan omurgasızlar filumu. |
Yenidoğan
Doğumdan 20. güne değin bebek için kullanılan terim. |
Yenidoğanın genital krizi
Erkek ya da kız olsun, zamanında doğan bebeklerde daha sık görülen, genellikle kısa sürede gerileyen, memelerde geçici şişme ve kolostrumf*) sızıntısı. |
Yenilmesinde sakınca olmayanlar
un veya sebze çorbaları, yağsız ızgara etler, yoğurt, patates püresi, pilav, beyaz peynir ve sebze yemekleri. |
Yüksek tansiyon
Hipertansiyon, Yüksek tansiyon
Tansiyon yüksekliği
Büyük tansiyonun kişinin yaşına göre yüksek olmasına halk arasında tansiyon yüksekliği, tıp dilinde ise hipertansiyon denir. Bir çok hastalıkta tansiyon yüksekliği görülür. Mesela kalbin sol bölümünün büyümesinde, böbrek hastalıklarında, damar sertliğinde, kan hücrelerinin çoğalmasında, şişmanlıkta ve iç salgı bezleri hastalıklarında kan basıncı artar. tansiyon yüksekliğinin belirtileri arasında yorgunluk, sinirlilik, çarpıntı, baş dönmesi, uykusuzluk, baş ağrısı vardır.
Başdönmeleri
Hasta, kendisinin veya etrafındaki eşyanın boşlukta döndüğünden şikayet eder. Tıp dilinde vertigo denen baş dönmelerinin nedenleri çeşitlidir. Bunlardan başlıcaları şunlardır: Kulak ağrısı. Araç tutmaları. Ani hava değişimi. Bazı göz hastalıkları. İlaç zehirlenmeleri. Düşük veya yüksek tansiyon. Damar sertliği ve bazı kalp hastalıkları. Kansızlık ve kan hastalıkları. Mikrobik hastalıklar. Beyin hastalıkları. Sara ve bazı ruh hastalıkları. Tedaviye başlanmadan önce hastalığın gerçek nedeninin tespit edilmesi gerekir. Baş dönmelerine yapılacak ilk iş hemen oturmak veya öne eğilmek ve mümkünse hemen yatmaktır. Baş dönmesi sık sık oluyorsa mutlaka bir doktora gitmek gerekir.
Bayılmalar
Geçici olarak uyanıklık halinin kaybolmasına halk arasında bayılma tıp dilinde senkop denir. Bu durumda beyin hücrelerine giden oksijen azalmıştır. Bayılmanın nedeni; yorgunluk, uzun süre ayakta kalmak, ani heyecanlar, tansiyon yüksekliği, gebelik, kansızlık, damar sertliği ve kalp hastalıklarıdır. Bayılmadan önce baygınlık hissi gelir. Sonra yüz kül rengini alır. Arkasından da terleme, çarpıntı, göz kararması ve baş dönmesi görülür. Bu gibi durumlarda yapılacak ilk iş hastayı hemen yatırmak, elbise ve çamaşırlarını gevşetmektir. Sonra yüzüne su serpilir ve amonyak koklatılır.
Burun kanaması
Çeşitli nedenlerden kaynaklanan burun kanamalarına tıp dilinde epistaksis denir. Genç erkeklerde genellikle ergenlik dönemlerinde, genç kızlarda ise, çoğunlukla aybaşı kanamaları sırasında görülür. Bir de; yüksek tansiyonun neden olduğu burun kanamaları vardır. Gençlerde görülen ve önemli olmayan burun kanamaları çok kolay durdurulur ve korkulacak bir şey yoktur. tansiyon yüksekliğinden kaynaklanan ve genellikle orta yaşlarda görülen burun kanamalarını durdurmak ise biraz zordur. Yapılacak ilk iş hastayı hemen oturtmak, başını öne doğru hafifçe eğip, burnunun kanayan deliğini on dakika kadar bastırmak, bu sırada ağızdan nefes almasını ve yutkunmasını söylemektir.
Kulak çınlaması
Kulak çınlaması, kulak uğultusu veya kulak vızıltısına, tıp dilinde tinnitus denir. Çok çeşitli nedenleri vardır. Bunlar arasında, kulak kiri, içkulak iltihabı, ortakulak iltihabı, menier hastalığı, ateşli hastalıklar, yorgunluk, zafiyet, bazı ilaçlar, yüksek veya düşük tansiyon sayılabilir. Bu nedenle doktora başvurmak gerekir.
Şişmanlık
Şişmanlık, alınan kalori miktarının yakılan kaloriden daha fazla olması sonucu ortaya çıkan bir metabolizma bozukluğudur. Tıp dilinde obesite denir. İstatistiklere göre şişmanların daha çabuk yaşlandıkları, şeker hastalığı, damar sertliği, kalp hastalıkları, karaciğer ve safrakesesi hastalıkları, tansiyon yüksekliği, akciğer hastalıkları, romatizmal hastalıkların tehdidi altında bulundukları belirtilmektedir. Bu nedenle şişmanlıktan kurtulmak için diyet ve beden hareketleri yapmak gerekir.
Tansiyon
Kan basıncına tansiyon denir. Kalp her kasılışında belirli miktardaki kanı atardamarlara pompalar. Bu sırada da, kan basıncı en yüksek seviyeye çıkar. Buna büyük tansiyon denir. Kalbin iki kasılışı arasında geçen zaman içinde ise, kan basıncı en düşük seviyeye iner. Buna da küçük tansiyon denir. Büyük tansiyon ile küçük tansiyon arasındaki fark da nabız basıncını gösterir. tansiyon yaşa bünyeye ve tansiyon ölçüldüğü andaki ruhi veya bedeni duruma göre farklılık gösterir. Yaşlandıkça tansiyon yükselmesi normaldir.
|
Yapay böbrek
Diyaliz(*) ilkeleriyle çalışan ve böbreğin antma işlevini yerine getiren yapay organ. |
Yapay dölleme
Erkek üreme hücresi (sperm) ile kadın yumurta hücresinin, cinsel ilişkiden farklı bir yolla bir araya getirilmesi. |
Yapay hibernasyon
Vücutta genel bir soğuma sağlayarak hücrelerin ve dokuların enerji harcamasını azaltan tedavi yöntemi. |
Zar potansiyeli
Canlı hücrenin içi ve dışı arasında, yani hücre zarının İki yanında bulunan potansiyel farkı. |
Zekâ bölümü (ıntelligence quotient-ıq)
Zekâ yaşı ile takvim yaşı arasındaki orantının 100'e bölümü. |
Zona
Etkeni su çiçeğine de yol açan herpesvirüs hastalığı. |
Zona (herpes zoster)
Etkeni suçiçeğine de yol açan virüs hastalığı. Bak. her-pesvirüs. |
Zona pelusida
Yumurtanın dışını kaplayan zar, sperm bu zarı delerek içeri girer ve döllenmeyi sağlar. Embryonun rahime yerleşmesi için bu zardan soyulması gereklidir. |
Zoofili
Hayvanlara karşı aşırı düşkünlükle belirlenen hafif bir duygulanım bozukluğu. Genellikle aşırı duygusal, destek konusunda saplantılı ve normal yoldan bu desteği sağlayamamış kişilerde (bekarlar, çocuksuz çiftler vb.) görülür. |
Zatürree (pnömoni)
Akciğer dokusunun iltihabı. Çeşitli etkenlere bağlı olarak gelişmekle birlikte, genellikle birincil ya da ikincil mikrobik etkenlerin yol açtığı akut ya da subakut hastalık tablolarını belirten bir terimdir. |
Zoofobi (hayvan korkusu)
Hayvanların tehlike yaratmasa bile varlığına ya da yalnızca düşünülmesine bağlı korku |
Zeolite
Kozmetikte emici olarak kullanılan mineral gruplarından biri. Kanseri önleyici etkileri olduğu da söylenmektedir. |
Zooloji
Biyolojinin hayvanları inceleyen dalı. |
Zigoma
Gözlerin alt ve yan kısımlarında, elmacık kemiklerine karşılık düşen yüz bölgesi. |
Zoonoz
Hayvanlarda görülen ve insana bulaşabilen hastalık. |
Zedoari yağı
Cilde tahriş edici etkileri olan kokulu bir yağ. Buna rağmen, bu yağın antioksidan ve tahriş/iltihap giderici etkileri olduğunu gösteren çalışmalar da vardır. |
Zigomatik kemik (elmacık kemiği)
Üstçene kemiğiyle alın kemiği, şakak kemiğinin skua-ması ve kamamsı kemiğin büyük kanadı arasında bir köprü oluşturan yüz kemiği. |
Zooprofilaksi
Evcil hayvanlarla ilgili bazı sağlık kurallarım yerine getirerek hastalıkların önlenmesi (Örneğin ahırlann evlere göre Özel bir biçimde yerleştirilmesi). - |
Zigot
Döllenme sırasında spermatozoitin yumurtayla birleşmesi sonucu oluşan hücre. |
Zoopsi
Genellikle garip ve canavarsı, daha çok dehşet verici hayvanların görüldüğü varsamlarla ortaya çıkan deliri-um biçimi. |
Zihin yorgunluğu
Aklın geçmiş olayları, öğrenilen şeyleri saklayıp, zamanı gelince şuur üstüne çıkarıp, hatırlaması kabiliyetine hafıza denir. Bu yeteneklerin geçici olarak kaybolmasına da zihin yorgunluğu denir. |
Zoospor
Tek hücreli algler ve mantarlarda kamçılı, hareketli eşey hücresi. |
Zihinsel yorgunluk
Kişide uzun süreli ve yoğun bir zihinsel zorlanmanın oluşturduğu özel psikosomatik durum. |
Zootoksin
Bir organizma tarafından meydana getirilmiş toksik maddeler. | << Geri
| |
|